KOMİSYON KONUŞMASI

GİZEM ÖZCAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, değerli bir bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İktidar yıllardır eğitim duvarından önce adaletin taşını söktü, ardından da hukukun harcını kazıdı. Bugün, o duvardan düşen her taş bu ülkenin çocuklarının hayallerini yerle bir ediyor, bu çöküşün en görünür hâli de MESEM düzenidir. MESEM, Anayasa’nın güvence altına aldığı eğitim hakkını, uluslararası çocuk koruma sözleşmelerini ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu'nun çocuğun üstün yararı ilkesini açıkça ihlal etmektedir. Bu model yalnızca bir istismar alanı değil eğitim, çocuk ve çalışma hukukunun kesişim noktasında kurulmuş sistematik bir ihlal rejimidir. 100 binlerce çocuk işçi yarattınız. MESEM'lerde 16 çocuk yaşamını kaybetti. 16 çocuk 16 aile, 16 ailenin evine düşen ateş. Yaralanan, sakatlanan... Bu çocukları bile bilmiyoruz.

Sayın Bakanın Yeni Şafak'ta yazdığı şu sözler aslında her şeyi itiraf etmektedir: "Üreten okullar modeliyle devlet katkısı, öğrenci bursu, işletmeye destek gibi teşvikler devreye alındı. Firmalar ihtiyaç duydukları nitelikli iş gücünü doğrudan yetiştirme imkânı buldu." Yani çocukların eğitimi değil, sermayenin ucuz iş gücü ihtiyacı esas alınmıştır. "Erken yaşta yönlendirme" denilen şey de pedagojik bir yöntem değil, erken yaşta işçileştirme programıdır. Üreten okullar da birer eğitim kurumu değil, kamu kaynaklarıyla sübvanse edilen çocuk işçi tedarik hatlarıdır. Bu düzenek çökerken altında yalnızca çocuklarımızın bedeni değil, ülkenin geleceği de kalmaktadır.

Değerli milletvekilleri, eğitimde hukuksuzluğun bir diğer boyutu da Bakanlığın yıllardır çeşitli tarikat ve cemaatlerle imzaladığı protokollerdir, TÜRGEV, TÜGVA ve benzeri yapılarla yapılan anlaşmalar ÇEDES protokolleri okulları pedagojik yeterliliği olmayan kişi ve kurumlara açmakta, eğitimi fiilen kamusal denetimin dışına taşımaktadır. Sayın Bakan, kendi uzmanları ve öğretmenleri varken Millî Eğitim Bakanlığının eğitim için tarikatlara, vakıflara, hatta Ülkü Ocaklarına neden ihtiyaç duyduğunu açıklamak zorundadır. Bu protokoller hem Anayasa’nın laiklik hükmüne hem de eğitim hukukunun tarafsızlık ve bilimsellik ilkesine aykırıdır.

Eğitimdeki hukuksuzluk zincirinin bir diğer halkası da mülakat uygulamalarıdır. Bu yılki 15 bin atamanın 11.345'inin yalnızca 5 branşa verilmesi, geri kalan 71 branşa ise yalnızca 3.655 kontenjan bırakılması ihtiyacın değil, siyasi tercihin esas alındığını göstermektedir. Mülakat sonuçları 29 Ağustosta açıklanmış, kuralar 24 Kasımda çekilecek öğretmenler ancak 1 Ocak 2026'da göreve başlayabileceklerdir. Öğretmenin mesleğe başlamadan iki yüz elli beş gün bekletildiği bir yerde planlama değil kaos vardır. Daha da önemlisi "Mülakat kalktı." denilmesine rağmen mülakatın ruhu Millî Eğitim Akademisinin üzerinden geri getirilmiştir. Akademiye Giriş Sınavı'yla başlayan süreçte Bakanlık açıkça "Eğitim süresince performansı takip edeceğiz." demektedir. Bu mülakatın arka kapısından geri sokulmasıdır. Öğretmeni komisyon odasında değil, Akademi sürecinde elemek demektir. Bu düzen hem hukuk güvenliğini yok eder hem de öğretmenlik mesleğini siyasi denetime mahkûm eder.

Son olarak, eğitim duvarından hukuk tuğlasını çekerseniz enkazın altında çocuklar kalır. Bugün yaşadığımız budur ve bu düzen değişmeden hiçbir çocuğumuz güvende değildir.

Teşekkür ederim.