| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 20 .11.2025 |
ELİF ESEN (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, kıymetli bürokratlar, Sayın Başkanım, çok kıymetli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Millî Eğitim Bakanlığının bütçesini konuşurken yalnızca rakamlar değil, bu rakamların gerisindeki çocukların gerçek hayatlarını da konuşmamız gerektiğini düşünüyorum çünkü eğitim politikası dediğimiz zaman aynı zamanda çocuğun karnındaki açlıkla, çeşmesindeki suyun temizliğiyle, okulun koridorundaki temizlikle ya da çocuğun karşılaşacağı zorbalıkla kader ortaklığı kurulmadığı sürece yalnızca kâğıt üzerinde kalacak politikalardan bahsediyoruz. Geçtiğimiz yıl açılan okul yemeği davasında mahkeme Millî Eğitim Bakanlığını sorumlu tutmadı, kararda "Devletin çocuklara ücretsiz yemek sağlamak gibi pozitif bir yükümlülüğü yoktur." kararı yer aldı. Bu karara göre gerçekten Millî Eğitim Bakanlığının sorumluluğu yoksa ben buradan açıkça sormak zorundayım: Sayın Bakan, o hâlde bu ülkenin çocuklarının açlık riskinden kim ya da kimler ya da hangi bakan, bakanlık ya da bakanlıklar sorumlu olmalıdır? Bu sorumluluk tam olarak nerededir, kimdedir, kimin masasında beklemektedir? Bırakın tüm çocukları, özel eğitim öğrencilerinde bile öğle yemeği bütçesine baktığımızda bütçenin yıllar içinde düştüğünü görüyoruz. 2025'te 934 milyon lira olan ödenek, 2026'da 789 milyon liraya geliyor. Bu nasıl açıklanabilir? Yani bu enflasyonist ortamda, fiyatların 3-4 katına çıktığı, 5 katına bazen çıktığı ürünlerde bunu açıklamak, bu düşmeyi açıklamak mümkün mü? Yani en kırılgan olan özel gereksinimli çocuklarımızın öğününe ayrılan kaynağın azalması "Burada kaynak yok." cümlesinin ardında saklanan bir devlet aklını da burada bize göstermekte midir?
Öğrenciler derse aç giriyorsa bunun fizyolojik etkilerinin yanında pedagojik etkileri de var ne yazık ki. Eşit fırsat ve haklara erişemeyen çocuklar aynı zamanda öğrenme geriliği, kalıcı başarısızlık ve öğrenmede eşitsizlikle de mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Türkiye'de 2022 yılı itibarıyla 5 yaş altı çocukların gelişim düzeylerine baktığımızda bodurluk oranının arttığını görüyoruz yeterli beslenememe sebebiyle, yüzde 5; 5 yaş altı çocuklarda yüzde 5,5. O zamandan bu yana güncellenmiş resmî verilere de ulaşamadığımız için yaşadığımız ekonomik kriz, derinleşen yoksulluk, tüm bunları hesaba kattığımızda bu oranın çok daha fazla seviyelere çıktığını ne yazık ki tahmin etmek zor değil. 100 çocuktan 6'sı zayıflık riskiyle karşı karşıya iken 100 çocuktan 13'ü fazla kilolu, hatta 100 çocuktan 10'u obez ancak bunda sağlıklı beslenme etkili değil elbette çünkü her gün en az beş porsiyon meyve sebze tüketen çocuk oranı ne yazık ki sadece 100 çocuktan 2'si. Bu nedenle soruyorum Sayın Bakan: Türkiye'de her bir çocuğun en az bir öğün sağlıklı yemeğe erişimi için merkezi bir politika yürütülmüyorsa Millî Eğitim Bakanlığının bu konudaki anayasal sorumluluğunu sizler nasıl tanımlıyorsunuz?
Bir başka başlık, temiz suya erişim. Belgelerde su altyapısına ayrılmış özel bir bütçe kalemi göremiyoruz. Bu, şu anlama gelir: Okulda temiz suyun olup olmamasından kimse mali olarak sorumlu değil. Türkiye'de yüzlerce okulda hâlâ içilebilir nitelikte su yok. Bu yalnızca hijyen değil, dikkat, öğrenme, sağlık ve devamsızlığı da belirleyen temel faktörlerden biri.
Bir başka kritik konu da akran zorbalığı. Rehberlik bütçesi artıyor ama ne yazık ki yetmiyor. Bu artış elbette olumlu ancak rehberlik hizmeti yalnızca bütçe değil, okul başına düşen uzman sayısı, erken müdahale, zorbalığın izlenmesi, raporlanması, tedbirler ve yaptırımlar demektir. Bugün Türkiye'de öğrenci başına düşen psikolojik danışman sayısı OECD normlarının çok altındadır. Bu koşullarda hangi zorbalık vakası erken fark edilebilir, hangi öğrenci kendini güvende hissedebilir.