KOMİSYON KONUŞMASI

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, basınımızın çalışanları, Meclisimizin emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İlk önce herkes konuştu ama okulda yemek projesiyle ilgili bir not düşmek istiyorum. Sayın Bakan, biz sizinle de bir uçakta yan yana düştüğümüzde konuşmuştuk ve ben sizin okulda yemek projesini asla ve asla bütçeden dolayı reddetmediğinizi biliyorum. Bugün bütün partiler çocuk yoksulluğuna bence aynı derecede hassasiyetle yaklaşıyor ama burada benim anladığım kadarıyla, operasyonda doğabilecek olan bir riski üstlenmek istemeyebilir Bakanlık, doğaldır, çok riskli bir operasyon. İşte, biliyorsunuz, İstanbul'un orta yerinde, Ankara'nın orta yerinde gıda güvenliğini sağlayamıyoruz. Ben sunumuma başlamadan önce şöyle bir teklifle başlayacağım: Gelin, bütün siyasi partilerin ortak bir şekilde riski üstleneceği bir yapı üzerinde çalışalım. Bakın, bu çocuk yoksulluğu ve okulda yemek projesini kime anlattıysak, muhafazakârından sekülerine kadar, hangi bölgede anlattıysak bir karşılık buluyor. Bunun bütçede yer almamasının sebebi para olamayacağına göre, bütçe olamayacağına göre, eğer operasyon ve bu operasyonun getirdiği siyasi risklerse eğer, o zaman benim buradaki tavsiyem, gelin, bir çalışma grubu oluşturalım, bu çalışma grubunda bütün bu riskler tartılsın ve ondan sonrasında bir model üzerinde konuşalım. Bugün biz Sulukule Gönüllüleri Derneğini dinledik, onlar çok güzel bir modelle gelmişler, kendi içlerinde gayet de uygulanabilir bir model. Biz bunu belki bir ülke çapında, STK'lerin, yerel yönetimlerin katılımıyla yapabiliriz ve böylelikle Türkiye'nin gerçekten önemli problemlerinden bir tanesini çözebiliriz diyorum.

Şimdi, sunuma geçecek olursak, eğitime biz yıllar içerisinde daha çok kaynak ayırmadık, sabit seyretti bu. Demografik özelliklere baktığınız zamanda da öyle hissedilir reel anlamda bir artış yok. Reel anlamda şu düşüyor yalnız Sayın Bakan: KYK burslarına baktığımız zaman, tabii, bunu gıda endeksiyle beraber değerlendirmemiz gerektiğinde, belki 300 liradan 3 bin liraya çıkan bir KYK bursu var, 10 kat ama "300 lira 2014'te ne alıyor, şimdi 3 bin lira ne alıyor?" diye bir gıda endeksine göre endekslediğimiz zamansa maalesef bu bursların reel değerinin, satın alma gücünün, en azından gıdayı satın alma gücünün yüzde 50 düştüğünü görüyoruz yani burada bir düzeltme mutlaka şart. Şimdi, bu TÜİK'in yayınladığı Eğitim Hizmetlerinden Memnuniyet, ciddi şekilde azalmış görünüyor. Benimse dikkatinizi çekmek istediğim yer şu: Hangi yaş gurupları eğitim hizmetinden daha fazla memnuniyetsiz? Ve gördüğünüz zaman çocuklarını ilkokul, ortaokul ve liseye gönderen ailelerin çocuklarının eğitim hizmetlerinden duyduğu memnuniyetsizlik çok daha yüksek. O yüzden, burada bence bizim mutlaka dikkat etmemiz gereken bir başarısızlık hikâyesi var. Şimdi, bunlardan bir tanesinin sebebi de ilkokul ve ortaokul düzeyinde derslik başına öğrenci sayısı. Biz burada sizin Millî Eğitim Bakanlığımızın verilerine baktık, hem resmî devlet okullarında hem de özel okullarda derslik başına düşen öğrenci sayısına baktık ve 30'un üstünde çok fazla yer olduğunu gördük. Bunların bir kısmı Güneydoğu'da ama özellikle İstanbul'da ve hele ilçe düzeyinde baktığınız zaman, İstanbul'un göbeğinde de bir derslik problemi var. Buna da nereden baktık? İlçe millî eğitim müdürlüklerinin web sayfalarını araştırdık. Buradan, bakın, Sultangazi gibi, Esenyurt gibi yerlere baktığınız zaman buradaki derslik başına öğrenci sayısı oldukça yüksek, daha sonrasında da tabii, Urfa ve Diyarbakır dikkatimizi çekiyor. Dolayısıyla, bizim hâlâ bir derslik problemimiz var ve eğitime ayrılan bütçenin sadece yüzde 15'i sermaye giderlerine gideceği için burada bizim mutlaka ek bir bütçe yaratmamız gerekiyor.

Ben biraz okul öncesine değinmek istiyorum Sayın Bakanım. Eğitim getirisinin en yüksek olduğu düzey okul öncesidir. Bu, yıllardan beri yapılan çalışmaların bütün dünyada gösterdiği yerdir, 1 lira harcadığınız zaman 7 liralık bir getiri elde edersiniz. Biz maalesef, burada çok iyi durumda değiliz. "Bizden kötü İsviçre varmış." diyecek olursanız çok iyi bir örnek değil çünkü İsviçre'de bu zorunlu eğitim, onlar 4-5 yaşında zorunlu eğitime başlıyorlar. Dolayısıyla, bizim okul öncesi eğitime daha fazla kaynak ayırmamız gerekiyor. Peki, hangi şehirlerde? Şimdi, bakınız, bu net okullaşma oranına baktığımız zaman, son dört, beş sene içerisinde ciddi bir artış yok, hatta az da olsa bir azalma var. Yani, bizim okullaşma oranımızda son dört, beş sene içerisinde kayda değer bir artış yok. Sonra şöyle bir analiz yaptık, dedik ki... 3-5 yaşta yani okul öncesinde esas, büyük problemin nerede olduğuna baktık ve toplam nüfus içerisinde 3-5 yaş arası çocukların olduğu yerleri aldık; yüzde 34. Bakınız, Şanlıurfa, Şırnak, Mardin, Diyarbakır gibi şehirlerde okul öncesine daha fazla kaynak ayırmamız ortada. Burada, çeşitli bakanlıklar geldiği zaman, bu Meclis çatısında oluşturulan bir komisyon var ve biz bu çözümleri konuşuyoruz. Burada, önemli olan şeylerden bir tanesi olarak her seferinde şunu söylüyoruz: Bölgesel kalkınma ve fırsat eşitliği. Eğer fırsat eşitliğini çocuklarımızın hayata geldiği ilk andan itibaren yaşamasını istiyorsak okul öncesi eğitimi bizim Güneydoğu şehirlerinde başlamak üzere arttırmamız gerekiyor.

PISA çok konuşuldu ama bu çok fazla konuşulmadı. PISA'da üç alanda da başarı gösterebilen öğrencilerimizin oranı sadece yüzde 0,8. Dolayısıyla bu da bizim eğitimimizde "Acaba sadece bir alanda uzmanlaşıyor muyuz, diğer alanlarda çok fazla uzmanlık gösteremiyor muyuz?" sorusunu akıllara getiriyor ve ondan sonrasında da eğitim sistemine bakıyoruz.

Şimdi, hocam, burada yatay eksende yıl bazında eğitimde geçen ortalama süre, dikey eksende -sol tarafta- ise öğrencilerin ortalama PISA skorlarına baktığımız zaman şunu görüyoruz biz: Türkiye'de insanlar yıl olarak aslında ortalamanın üstünde okula gidiyorlar fakat orada verilen eğitim bize çok fazla bir şey sağlamıyor. Yani, burada bir verimsizlik problemi var. O yüzden, bizim mutlaka, müfredat üzerinde daha fazla kafa yormamız lazım. Yani, okul okula gitme süresi değil önemli olan, okula gittiğiniz zaman hangi becerileri elde ettiğinizdir. Mesela, bakın, benim çok ilgincime giden bir şey, burada da paylaşmak istedim sizinle. Ben 1972'de doğdum, Almanya'da; annem, babam işçiydi. İzmir'de devlet okullarına gittim ve Bornova Anadolu Lisesinde ve İzmir Fen Lisesinde çok iyi bir İngilizce eğitimi aldım, devlet okullarıydı. Şimdi, buraya baktığınız zaman, yaş gruplarına baktığınız zaman, bunlar Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye ülkelerinde en iyi bildiği yabancı dilde yeterlilik oranları. Şimdi, hocam, baktığınızda şunu görüyorsunuz: Benim yaş gurubum 45-54, 55-64 yaş arası. Bunların İngilizce ya da ikinci bir yabancı dil bilme oranı 18-24 ve 25-34 yaş aralığına göre daha fazla. Ya, bu bile aslında, bizim 1980'lerdeki, 1990'lardaki o eğitim sisteminde, en azından çocuklara yabancı dil öğrettiğimiz eğitim sisteminde daha başarılı olduğumuzu gösteriyor. Burada kesinlikle özel okulları da devlet okullarından ayrı tutmuyorum. Ben 3 vakıf üniversitesinde idareci pozisyonunda da çalıştım. Burada gördüğüm şuydu: Kolejlerden gelen öğrencilerin de İngilizce bilgisi korkunç düzeyde. Bu sırada şunu söylemek gerekiyor: Kolejler de maalesef, orta ve orta üst gelirli aile gruplarının devlet okullarına vermesinler diye yüksek paralarla çektiği ama eğitim kalitesinin devlet okullarının bile altında olduğu yerler. Dolayısıyla, burada da bizim çok büyük bir problemimiz var.

Şimdi, bu mesleki eğitimden çok bahsedildi. Ben biraz bundan bahsetmek istiyorum. Nüfusta meslek eğitimi mezunu sayısına ve mesleki eğitim mezunlarının istihdam oranına baktığımız zaman, iyi durumda değiliz. Peki, ne yapmalıyız yani bunun için neleri çözmeliyiz? Hatırlarsanız, sizinle orada bir şey konuşmuştuk biz, o da şu: Kampüslerimizi daha iyi kullanmamız lazım. Şimdi, 200'ün üstünde, üniversitede bu kampüslere baktığınız zaman, bunların altyapısı iyi, internet bağlantısı, sınıflar; hepsi çok iyi. Eğitimin kalitesinden bahsetmiyorum, altyapıdan bahsediyorum. O zaman şöyle bir şey var: Ben sizin sunumunuzda daha çok görmeyi isterdim aslında, yaşam boyu öğrenmeyi. Çünkü neden? Yeni bir sanayi dönemindeyiz. Bakın, 40 yaşındaki bir üniversite mezunu da beş sene, on sene sonra belki işsiz kalacak. Dolayısıyla, gelin, biz bu kampüsleri sadece kartla girilen yerler hâline getirmeyelim; yaşam boyu öğrenmenin, o bölgedeki özel sektörün, o bölgedeki kurumların hangi nitelikte becerilere ihtiyaç duyacağını anladıktan sonra, onların o kampüslerde verildiği teknoloji kampüsleri hâline getirelim. Bakın, bu hâliyle, bu üniversitelerin çoğu -3 üniversitede çok uzun yıllar bulunmuş birisi olarak söylüyorum- kent ekonomisine talep yaratıyor ama biz o kampüsleri daha iyi kullanabiliriz. Bunun bir yolu da o kampüsleri herkese açmak, o kampüslerde kısa süreli, o bölgenin iktisadi faaliyetlerinde ihtiyaç duyulan becerileri, ilk başta gençlere, ev gençlerine, sonrasında da 40 yaş üstüne, 50 yaş üstüne de vermek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Teşekkür ederim.

Yaşam boyu öğrenme bizim önümüzdeki dönem, bu dijital dönüşüm döneminde çok ama çok ihtiyacımız olacak şeylerden bir tanesidir diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.