KOMİSYON KONUŞMASI

KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, Bakanlığın bürokratları, değerli basın emekçileri ve kıymetli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de konuşmamda iki konuya değineceğim: Birincisi, çocukların yetersiz beslenme sorunları ve bir öğün, ücretsiz yemek hakkıyla ilgili. Diğeri de ataması yapılamayan ve geçim sıkıntısı yaşayan öğretmenlerle ilgili olacak.

Birinci konuda, bildiğiniz gibi, çocukların yetersiz beslenmesi hususunda... Başta belirtelim, bu konu, tıpkı çocukların işçileştirilmesi, ihmal, istismara maruz bırakılması, MESEM'lerde yaşam haklarının ellerinden alınması, kanunla ihtilaflı hâle getirilmesi ve okul terkleri gibi konularda olduğu gibi çocuk yoksulluğuyla ilgilidir. Çocukların yoksulluk koşullarında yaşamaya zorlandığı ülkede çocuklar işlemedikleri bir suçun cezasını çekiyor esasında ve iktidar da bu soruna sahici ve samimi çözümler üretmek yerine, yabancı gibi izlemeye devam etmektedir.

Dikkatinizi çekeyim, bir çocuğun yoksulluk içinde yetişmesi demek beslenmesi, sağlığı, eğitim gibi temel hizmetlere ulaşması önünde en büyük engellerin olması anlamına geliyor. Ne yazık ki çocukluk döneminde yaşanan yoksulluk, çoğu zaman yetişkin döneminde yaşanan yoksulluğun da habercisi anlamına gelmektedir.

EUROSTAT tarafından yapılan bir değerlendirmeye göre, Türkiye'de çocukların yüzde 45,2'si yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altındadır. Üstelik, bu durumdaki çocukların oranı 2015'ten beri artmaya devam etmektedir. TÜİK'in 2023 yılında ilk defa hazırladığı Çocuk Sağlığı ve Yoksunluğu verilerine göre Türkiye'de 0-17 yaş arası 9,4 milyon çocuk yani neredeyse her 2 çocuktan biri yoksulluk koşulları içerisinde yaşamaktadır ve yetersiz beslenmektedir. Bu durum okul terklerinden çocuk işçiliğine, zihinsel gelişimden okul başarısına, gelecekte doğabilecek kronik sağlık sorunlarından istismara kadar çok yönlü sonuçlar doğurabilmektedir. Bu çok yönlü sonuçların yarattığı tahribatla beraber, okul sıralarının dışına itilen işçileştirilmiş çocuk sayısı artarken özellikle kız çocukları "evlilik" adı altında cinsel istismara maruz kalabilmektedir. OECD'nin Ağustos 2025 raporuna göre, gıda enflasyonu OECD ülkeleri arasında ortalama 4,1 civarında iken, Türkiye'de yüzde 33,3'le bu ülkeler arasında yine, ilk sırada yer almıştır

2019'dan bu yana Türkiye'de gıda fiyatları yüzde 790 artmıştır. Bu göstergeler bilhassa dar ve orta gelirli hanelerdeki çocukların yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya erişiminin oldukça zorlaştığına işaret etmektedir. Örneğin, EĞİTİM SEN "Türkiye'de çok sayıda öğrenci kahvaltı yapmadan gitmektedir." diyor. Yine, "Birçok öğrenci okulda yemek yemeden günü tamamlayarak eve dönmektedir." tespitini yapmıştır. Türkiye'de çocuklar derin yoksulluk sınırlarıyla karşı karşıyadır ve çocuklar yeterli ve besleyici gıdaya ulaşamamaktadır ne yazık ki. Yeterli beslenmeyle çocuğun gelişimi, eğitimi ve iyi olma hâli arasında bir ilişki göz önünde bulundurulduğunda, çocukların beslenme durumu çocuğa yönelik tüm politika ve uygulamalarda dikkate alınmalıdır. Çocuk yoksulluğuyla mücadelede ve çocukların sağlıklı beslenmesini güvence altına almaya ilişkin bu temel eğitim politikaları kapsamlı okul yemeği programlarını öne çıkarıyor. Okul yemeği programlarının temel amacı yeterli besleme olanağı olmayan çocukların öncelikli olmak üzere, öğrencilere okulda ücretsiz beslenme imkânı sağlamaktır. Her ne kadar etkililik düzeyi farklı olsa da bütün okul yemeği programlarının çocuk yoksulluğunun önüne geçilmesi ve okulu terk etme ve devamsızlığın azaltılması, akademik performansın iyileştirilmesi, kronik hastalıkların ve obezitenin engellenmesi, cinsiyet temelli ayrımcılığın azaltılması gibi pek çok olumlu katkısı olduğu söylenebilir.

Dünya Gıda Programı tarafından yapılan maliyet-fayda analizinde de okul yemeği programların beşeri sermayeye, sosyal korumaya ve yerel tarım ekonomisi gibi birçok alanda ekonomik getiriler sağladığını gösteriyor. Bu da okul yemeği programına yapılacak her bir ABD doları yatırımının 9 ABD doları olarak ekonomiye getirisi olmaktadır. Dünya örneklerine bakıldığında, Avrupa'da İsveç, Finlandiya İskoçya ve Galler'de bütün çocuklara; İngiltere, Slovenya, Portekiz, Fransa, İtalya'da ise ailelerinin gelir durumuna göre okullarda ücretsiz yemek ve su sunuluyor. Bu programların çok büyük bir kısmında yemeklerin sadece ücretsiz sunulmasına değil, sebze, meyve ve protein ağırlıklı gıdaların payının artırılmasına, atıkların asgariye indirilmesine, yerel yönetimlerin teşvik edilmesine de öncelik veriliyor. Türkiye'de verilerin ortaya koyduğu gıdaya erişim riskinin boyutları düşünüldüğünde, okul yemeği programının ne kadar hayati bir uygulama olduğu konusunda şüphe yoktur. Ancak Türkiye'deki uygulamaya bakıldığında, Millî Eğitim Bakanlığı Şubat 2023'ten itibaren okul öncesi ve yatılı okullarda bir öğün ücretsiz yemek verme kararını sadece bir yarı dönem sürdürmüş. Sonrasında, nedeni anlaşılmaz bir şekilde, ani bir kararla uygulama kaldırılmıştır.

Bugün dünyada 109 ülkede okul çağındaki çocuklara en az bir öğün ücretsiz ve sağlıklı yemek ve su veriliyor. Bu nedenle, 2026 bütçesinde her çocuğa en az bir öğün ücretsiz sağlıklı, besleyici yemek ve su hakkı sağlanmalıdır. Hem daha önce kabul edilmiş hakkın uygulanması hem de ekonomik krizden etkilenen ailelerin desteklenmesi açısından bu elzem bir durumdur.

Bir diğer husus da ataması yapılamayan ve geçim sıkıntısı yaşayan öğretmenlerle ilgilidir. Bildiğiniz gibi, Türkiye'de öğretmenler birçok sorunla karşı karşıyadır; atanmama, çalışma koşullarının güvencesizliği, yetersiz maaşlar, intiharlar, ihraçlar. Eğitim alanındaki sendikaların yapmış oldukları çalışmalara göre bugün bu ülkede öğretmen açığı 100 binin üzerindedir ve atama bekleyen öğretmen sayısı da 1 milyona yaklaşmıştır. Bu verilerin elbette pek çok anlamı vardır ancak karşımızda duran gerçeklik eğitimin çok büyük bir yapısal krizin içinde olduğu gerçekliğidir. Tekçi, ayırımcı, kutuplaştırıcı ve piyasacı bir bakış açısıyla eğitim politikalarını şekillendiren siyasal iktidar, kendi eliyle yaratmış olduğu ataması yapılamayan öğretmen sorununda da aynı hattı tahkim etmeye devam etmektedir. Atanmadığı için zaten ciddi boyutlarda travma yaşayan öğretmenlere dayatılan çalışma koşulları insanlık dışıdır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında öğretmen atamalarında mülakat sınavının benimsenmesi ve bundan sonra öğretmen istihdamlarının sözleşmeli olarak yapılmaya başlanılması ve son olarak da eğitim fakültelerini dışlayıcı, yok sayıcı bir akılla devreye alınan millî eğitim akademileri öğretmen atamaları ve istihdamın açık bir şekilde politik güvencesizleştirmeye dönüştüğünün kanıtıdır. Yüksek KPSS puanı alan birçok öğretmen sözlü sınavda, komisyon mülakatlarında keyfî biçimde verilen düşük puanlarla emekleri gasbedilerek elenirken öte yandan, düşük puanlı bazı adaylar yüksek sözlü puanlarıyla göreve başlatılmıştır. Bu husus bölgeler arasında, iller arasında, hatta ilçeler arasında da farklılıklara meydan vermektedir. Bakın, ataması yapılmayan öğretmen sayısının 1 milyona ulaşması karşısında kamuda öğretmen istihdamı planlaması aynı oranda yapılmamaktadır. Böylece, binlerce öğretmen mezuniyetinin ardından uzun yıllar boyunca atanmayı beklemektedir, sermaye tarafından ucuz iş gücü hâline getirilerek geçici ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda bırakılmaktadır. Bu süreç eğitimciler için hem politik hem psikolojik açıdan yıpratıcı bir hâl almıştır. Atama bekleyen öğretmenler için geçim sıkıntısı artık bir istatistik değil, bir yaşam gerçeğidir. Yıllarca eğitim alıp mesleğini yapamayan binlerce öğretmen marketlerde kasiyer oluyor, kuryelik yapıyor, inşaatlarda veya geçici işlerde çalışmak zorunda kalıyor, bazıları ise ağır iş koşulları nedeniyle intihar ediyor. Son yıllarda sendika ve dernek raporlarında ataması yapılmadığı için yaşamına son veren en az 300 öğretmenin bulunduğu belirtiliyor. Bu tablo, eğitim politikalarının bir bütün olarak iflas ettiğinin belgesi değil midir? Siyasal kadrolaşmanın zirve yaptığı, öğretmenlerin düşük ücretle esnek ve güvencesiz çalışmaya zorlandığı, giderek daha fazla değersizleştirildiği, ataması yapılmayan yüz binlerce öğretmene her geçen gün yenilerinin eklendiği gerçekliğini bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, bu eğitim sisteminin sağlıklı bireyler yetiştirmesi mümkün değildir. Bakın, bütün bu nedenlerle, her şeyden önce eğitim fakültelerinde kontenjan planlaması ülkenin gerçek öğretmen ihtiyacına göre düzenlenmelidir. Eğitim fakültelerini dışlayıcı bir biçimde konumlandırılan ve kurumsal bölünmeyi artıran Millî Eğitim Bakanlığı akademilerinin derhâl kapatılması gerekmektedir. Atama bekleyen öğretmenlerin sayısı ve branş bazlı ihtiyaçlar kamuoyunda şeffaf bir biçimde açıklanmalıdır. Mülakat sistemi derhâl kaldırılmalıdır. Öğretmen atamaları yalnızca sınav başarısı ve liyakat esasına göre yapılmalıdır. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik uygulaması kaldırılmalıdır. Tüm öğretmenlerin kadrolu ve güvenceli istihdamı esas alınmalıdır. Yine, ataması yapılmayan bütün öğretmenlerin bir planlama çerçevesinde daha fazla vakit kaybedilmeden atamaları yapılmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

KAMURAN TANHAN (Mardin) - Sayın Bakan, ücretsiz yemek konusunda Sulukule Gönüllüleri Derneğinin yaptığı bir çalışma var. İstanbul'da 200 çocuğa 4 kişi tarafından her gün ücretsiz bir öğün yemek verildi; 4 kişi bunu yapabiliyor, 200 kişiye ulaşıyor ve bunu çok basit bir yöntemle yapıyor. Yine, sabah konuşmanızda ortaöğretimde sınıf sayısının ortalama 20, ilkokulda ise 18 olduğunu ifade ettiniz. Benim bir çocuğum ilkokulda, biri ortaokulda; ilkokulda olan 36 kişilik bir sınıfta kalıyor, ortaokulda olan daha vahim, 45 kişilik bir sınıfta kalıyor. Dolayısıyla, bu ortalamalar hangi illerde, hangi ilçelerde veya nerededir, açıkçası bunu da merak etmiyor değiliz. Dolayısıyla, sözlerime son verirken öğrencilere verilecek bir öğün ücretsiz yemek ve su hakkı temel insani bir haktır, Anayasal bir haktır. Bir an önce bunun hayata geçirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.