| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 20 .11.2025 |
MEHMET KARAMAN (Samsun) - Sayın Başkan, kıymetli Bakanımız, değerli milletvekilleri, Bakan Yardımcıları, bürokrat arkadaşlarım ve basın mensupları; sizleri hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Bugün, burada, yalnızca bir bakanlığın bütçesini değil, bu milletin vicdanını, ahlakını, çocuklarımızın geleceğini, devletin kul hakkına bakışını ve bir medeniyet iddiasının inşa edilip edilmediğini konuşacağız. Eğitim bütçesi, rakamların soğuk sıralanışı değildir, bu, bir milletin evladına hangi gözle baktığını gösteren aynadır; ahlak ile ilmi, vicdan ile aklı birlikte tutup tutamadığımızın ölçüsüdür. Kâğıt üzerinde milyonlarca lira yazabiliriz fakat bu kaynak nesli ihya etmiyorsa, okulları güçlendirmiyorsa, öğretmeni insan onuruna yakışır bir statüye taşımıyorsa, evladımızın güvenle büyümesine hizmet etmiyorsa o bütçe rastgele harf ve rakam dizisinden ibaret kalır. Bugün, önümüzde duran 2026 yılı Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi de tam olarak böyle bir sınavdır. Bu sınavın sonucunu belirleyecek olan sadece sizin, bizim oylarımız değil, vicdanların terazisidir, kul hakkının hassas ölçüsüdür.
Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; sorun Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin büyüklüğünde değil, adaletindedir. 2026 yılı için Millî Eğitim Bakanlığına 1 trilyon 943 milyar 965 milyon TL ayrılmıştır, rakam büyük görünmektedir, bir önceki yıla göre yüzde 34 artış vardır fakat bu artış yüksek enflasyon ve kur kaybı karşısında reel olarak erimiştir hatta bütçe bile yalnız TÜİK'in ekim ayı enflasyon artışına kadar artmıştır ki gerçekçi değildir. Bağımsız araştırmaların açıkladığı yüzde 85'e varan fiyat artışları ve dövizdeki yükseliş bu bütçeyi daha çıkış noktasında zayıflatmaktadır. Bakanlığın bütçe kompozisyonu ise, yapısal bir çöküşe işaret ediyor. Toplam bütçenin yüzde 73,9'u personel giderleri, yüzde 9'u SGK primleri ve yüzde 6,9'u mal hizmet alımı, yüzde 8,3'ü yatırım, yüzde 2'si sosyal desteklerdir. Yani her 100 liranın 83 lirası maaş ve zorunlu giderlere, yalnız 8 lirası okul inşaatı, güçlendirme, altyapı ve dönüşüme gitmektedir. Bu tablo, mevcut düzeni zor bela idare eden ama geleceği kurmakta aciz kalan bir bütçe gerçeğini ortaya koyuyor. 1998'de eğitim yatırımlarının bütçe içindeki payı yüzde 30'du, 2002'de yüzde 17'ydi, bugün ise, yüzde 8,3'e düşmüştür. Yirmi yılda yatırım payının yarıdan fazla eridiğini görüyoruz. Yakın zamanda ciddi bir deprem felaketi atlatmış olan ve Allah muhafaza hâlâ ciddi deprem riskleri taşıyan bir toprakta egemen olan devletin çocuklarını güvende tutmayı önceleyen bir anlayışın, adalet ve emanete esas alan bir idarecinin bu tabloyu kabul etmesi mümkün değildir.
6 Şubat depremlerinde 3 milyon 700 bin öğrenci doğrudan etkilendi, 12 bin 900 derslik kullanılamaz hâle geldi fakat 2026 bütçesinde deprem bölgesi için ayrı alt program yok, kaynaklar dağınık, izlenebilir değil. İllerin kaçı için güçlendirme tamamlandı? Kaç okul afet dirençli hâle getirildi? Kaç okul hâlâ konteynerde? Bu soruların cevabı yok. Afetin üzerinden üç yıl geçmişken konteyner okullar kalıcılaştı ve afet bölgesinde nesiller risk altında, bu durum kabul edilemez. Bu mesele sadece mali değil, kul hakkı meselesidir. Çocuğu çadırda, konteynerde, soğuk sınıfta eğitime mahkûm etmek devletin zimmetinde emanete ihanet sayılır.
Değerli arkadaşlar, sadece eski bir öğretmen olarak değil, bir vatandaş olarak söylüyorum. Öğretmenlik bu milletin yüz akıdır, kurtuluşunun teminatı ve fedakârlığını nişanesidir fakat bugün, bu kutsal mesleğe gönül veren değerli öğretmenlerimiz hiç de hak etmedikleri ekonomik koşullar altında bırakılıyor. 2025 yılı itibarıyla TÜRK-İŞ'in açıkladığı yoksulluk sınırı 92 bin 547 TL'dir, yeni öğretmen maaşı 52 bin TL, kıdemli öğretmen maaşı 67 bin TL'dir yani yeni öğretmen yoksulluk sınırının yüzde 43 altında, kıdemli öğretmen yüzde 27 altında yaşamaktadır. Bu tabloyu hangi vicdan, hangi iman, hangi adaletle açıklayabiliriz? Bir öğretmenin yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkede öğretmenlerimiz öğrencilere ancak sabretmeyi öğretebilirler. Daha da vahimi ise, 86.136 ücretli öğretmen var, yaklaşık 50 bin sözleşmeli öğretmen var. Bu güvencesiz kesim 1 milyonluk öğretmen kitlesinin yüzde 13'ünü oluşturuyor. Ücretli öğretmenlerin aldığı ders başı ücret kadrolu öğretmenin yarısından da azdır. Aynı sınıfa aynı derse giren 2 öğretmenden 1'inin asgari ücret altı muamelesi görmesi eğitimde kaliteyi değil kırgınlığı büyütür. Bu durum ancak ucuz iş gücü anlayışının ürünüdür ancak ucuz iş günü görülerek yürütülen bir eğitim sisteminin milyonlarca çocuğa umut olması da mümkün değildir çünkü okullar ticarethane değil, ilim ve irfan yuvasıdır. Yani bizim, yani millî görüşün temel ilkelerinden biri insanı yücelt ki devlet yücelsin düsturudur. Bugün öğretmeni yüceltmeyen bir sistemin nesli yüceltmesi beklenemez. Sayın Bakanlığın mülakat gibi mülakat ısrarı öğretmen adaylarının vicdanında kapanmaz yaralar açmıştır. KPSS'de 90-95 puan alan gençler mülakatta 55-60 puan verilerek elenmiş, aylarca çalışarak alınan hakkın bir odada on-yirmi dakikalık değerlendirmeyle heba edilmesi sadece adaletsiz değil, doğrudan kul hakkıdır. Mezkur sürede hangi parametre ve hangi ölçüt bu değerlendirmeyi haklı kılar? İşte, mülakat sistemi liyakati gölgeliyor ve kul hakkına dokunuyor çünkü mülakatları geçen adayların yeterliliği bile sistem şeffaf olmadığı için sorgulanıyor. Bakanlık burada doğru değerlendirmeler yapmış olsa dahi töhmet altında kalıyor. 2010'dan bu yana mülakat yüzünden kaç gencin hayatı karardı, kaç aile mağdur oldu, kaç idealist öğretmen umudunu kaybetti? Bu sistem hem pedagojik değil hem hukuka aykırı hem de ahlaki temelden yoksundur. Danıştay kararlarına rağmen devam ettirilmesi kabul edilemez. Liyakat yoksa bereket olmaz, liyakat yoksa eğitim kurur, adalet solar, toplum dağılır; liyakati öldüren sistem geleceği de öldürür. Hem kendiniz için hem de geleceğimiz için bu şekilde mülakat yapmaktan lütfen vazgeçiniz.
Kıymetli arkadaşlar, bugün özel okullarda 180 bin öğretmen görev yapıyor. Çoğu asgari ücret düzeyinde maaş alıyor, sigortası düşükten yatırılıyor, yaz tatilinde maaşı kesiliyor; devlet bu tabloyu görmezden geliyor. Özel okullara milyonlarca liralık dolaylı teşvik, vergi muafiyeti, yatırım kolaylıkları sağlanırken orada çalışan öğretmenler kapitalist piyasa koşulları ve patronun insafına terk edilmiştir. Bu konuya ilişkin özellikle taban ücret uygulaması başta olmak üzere kanun teklifi verdik, önerge verdik, görüşmeler yaptık öğretmenlerimizi seslerini dile getirmek için ama nafile. Israrla bir duymazdan gelme hâli var. Daha önce kanuna koymuş olduğunuz bu taban ücret uygulamasını lütfen geri getiriniz. Böylece Millî Eğitim Bakanlığının tekelinde olan eğitimde emekçilerin hakları yönünden belli standartlar oluşsun çünkü bu eğitimci kardeşlerimiz de bu milletin evladına ders anlatıyor. Onlara gösterilen ihmal doğrudan nesle yansıyor, onlara gösterilen ihmal eğitim piyasalaşırken insan onurunun zedeliyor. İnsanı yüceltmek bizim asli görevimizdir.
Bir diğer husus ise, eğitim materyalleridir arkadaşlar. Az önce ifade ettiğim gibi, Millî Eğitim Bakanlığının tekelinde, en azından himayesinde olması gerekirken popülizmin oyuncağı hâline gelmiştir. Eğitim, popülizmin oyuncağı hâline geldiğinde, kalite değil karmaşa büyür; nitekim, ülkemizde de böyle oluyor. Milyarlarca liralık harcamalarla hazırlanan müfredat kitapları ancak sallanan masaların ayaklarına konuluyor. Her okul kendine göre kaynaklarla ve metotlarla eğitim veriyor ve bir standart da oluşmuyor. Bu eşitsizliğe rağmen öğrencilerimiz aynı sınava tabi tutularak başarıları ölçülüyor; bu uygulama da o masalar gibi sallantıdadır. Derhâl konuya ilişkin stabilizasyon sağlanmalıdır aksi hâlde mevcut kapitalist sistemin oluşturduğu fark eğitimde de hâkim olacak ve uçurum derinleşecektir.
Kıymetli arkadaşlar, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli denilen yeni bir müfredat hazırlama şekli, bilimsel temeli, maliyet hesabı ve uygulama planıyla birçok soru işareti barındırıyor. Pilot uygulama yapılmadı, toplum genelinde ve özellikle ilgili STK'lerden kapsamlı bir istişare oluşturulmadı, öğretmene rehber materyal hazırlamadan yürürlüğe sokuldu, öğretmenlerin sınıf içi iş yükü artırıldı, içeriklerde kavram enflasyonu var. Müfredat değişikliğinin yaklaşık 5 milyar TL ek maliyet getireceği belirtiliyor fakat bütçede bu konuda bir karşılık göremiyoruz. Veliler kitap temininde sıkıntı çekiyor, bazı okullar kitaplarını haftalarca geç aldı yani öğrenciler parasını verdi, kitabı yok. Bu kadar geniş kapsamlı bir müfredat dönüşümü bütçe planlaması yapılmadan hayata geçirildiği için sahada ciddi uyumsuzluklar yaşanıyor. Eğitimde reforma elbette ihtiyaç var ancak reform bilimsel dayanaktan kopuk, hazırlıksız ve aceleci olmaz. Bunun yanında yeni müfredatla gün boyu ders, gece boyu test sistemi çocuğun zihnini dolduruyor ama ruhunu yoksullaştırıyor. Maneviyat bir gerekliliktir fakat müfredatı pedagojiden koparıp materyalist ve yalnızca dünyevi kavramlarla doldurmak evladımızın gelişimine değil ruhsal karmaşaya yol açar. Bunun bir sonucu olarak da maneviyat zayıflar ve maneviyat zayıfladığında öğretmenin itibarı, öğrencinin dirayeti, okulun otoritesi birlikte çözülür.
Kıymetli arkadaşlar, bu ülkenin eğitim paradigması "her şey okulda öğrenilir" mantığına sıkışmış durumda. Halkımız nezdinde, işin uzmanları nezdinde de on iki yıllık zorunlu eğitim modeli artık sürdürülemez bir noktaya gelmiştir. Eğitimi yalnız okul duvarlarına hapseden, her çocuğu tek kalıba sokan on iki yıllık zorunlu model artık iflas etmiştir. Bakınız, mesleki yetenekler erken yaşta keşfedilmiyor, erken ihtisaslaşma yok, her çocuk aynı kalıba sokuluyor, günlük ders ücretleri OECD ortalamalarının çok üzerinde fakat öğrenme çıktıları düşük. Okul dört duvara sıkışmış bir yapı değildir, eğitim hayatın içindedir. Gençleri test merkezlerine mahkûm eden bir sistem değil keşfetmeye, üretmeye, sanat ve zanaata yönlendiren bir sistem kurulmalıdır. Öğrencinin yeteneğini görmeyen, her çocuğu tek tip sayan bu model değişmelidir. Yetenekleri erken yaşta keşfedemeyen bir eğitim sistemi çocukların potansiyellerini heba eder. Bakanlığın spor, müzik ortaokulu gibi bazı tematik çalışmalarını duymak mutlu edici olsa da yeterli değildir. Bu çalışmaları veyahut fikirlerinizi önümüzdeki bütçede de görmeyi ümit ederdik, bu fikirlere uygun kaynaklar hazırlanmalıdır.
Arkadaşlar, eğitimin özü ahlak ve karakterdir. Ahlakı test sorularıyla ölçemezsiniz, vicdanı standart kazanımlara sıkıştıramazsınız. O yüzden, eğitim sisteminde özellikle öğrencilerimiz varlığının farkına varmalı ve kendini keşfetmelidir. Bir diğer husus ise beşerî sermayemize yönelik Millî Eğitim Bakanlığı uhdesinde YLSY ve diğer yurt dışı eğitim programları. Bu çalışmalar geçmişten günümüze ülkemiz için çok kıymetli isimler ve değerler kattı bunu desteklemeli ve güçlendirmeliyiz. Ancak YLSY gibi kıymetli bir program hâlâ kara düzen yürütülmektedir. Bursiyerlerle sağlıklı bir iletişim yoktur, burs miktarı yetersizdir, planlama eksik, geri dönüş mekanizmaları sağlıksızdır. Bu program Türkiye'nin beşerî sermayesini güçlendirecek büyük bir fırsattır fakat yönetim zafiyetleri nedeniyle potansiyeline ulaşamıyor. Nitekim, önümüzdeki bütçede en düşük payı alan programlardan biri olması da bu kaygımızı pekiştirmektedir.
Değerli arkadaşlar, 86 bin ücretli öğretmen, bu sayı sadece ekonomik değil psikolojik bir yıkımdır. Bir öğretmenin geçici personel gibi görülmesi eğitime yapılabilecek en büyük haksızlıklardan birisidir. Ücretli öğretmenlik sistemi götürü işçi mantığıyla yürütülüyor. Bu sistem devam ettikçe eğitimde kalite ve öğretmen onuru birlikte erir. Ücretli öğretmenlik bir yönetim tercihidir. Aynı sınıfta aynı işi yapana yarım maaş vermek kul hakkıdır. Bu model kaldırılmalı, tüm öğretmenler kadrolu statüye geçirilmelidir. Sadece kadroya geçirmek de yetmez, personel planlamasında ciddi zafiyetler söz konusudur. Özellikle eş durumu tayinleri, plansızlığın aynası hâline gelmiş norm şişkinliği yüzünden milyonlarca lira kaynak heba ediliyor. Şunu sormak istiyorum: Neden norm eksik ve fazlalıklardan kaynaklı değerlendirilemeyen öğretmenlerimiz çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında yürütülen eğitim faaliyetlerinde değerlendirilmiyor? Neden nitelikli iş gücümüz plansızlığa kurban ediliyor?
Değerli arkadaşlar, 74 bin okulda temizlik personeli ortalaması yalnızca 1,9'dur. Güvenlik personeli ihtiyacının yüzde 70'i ise geçici personelle karşılanıyor. Bütçede okullara elektrik, su, bakım, onarım, hijyen, ısınma, öğrenci başına yıllık yalnızca 140 TL para olarak veriliyor, bu ücret bir okulun tüm yılını karşılamıyor ve karşılayamaz da. Birçok okulda çeşitli yollarla elektrik ve su parasını veliler ödüyor. Bu, eğitimde fırsat eşitliğine değil, fırsat uçurumuna yol açıyor. Yatırım payının yüzde 17'lerden yüzde 8'e düştüğü bir ülkede kalabalık sınıfların ve eski binaların artması da sürpriz değildir. Bu eski okullara dahi yakacak parasını bulamayan devlet, elektrik, su ve bakım masrafını velilere yüklemektedir yani kendini geri çekmektedir. Devlet velinin sırtına yük binmemesi için vardır. Veliyi okulun finansman kaynağı hâline getiren bu sistem değişmelidir.
Ve gelelim Millî Eğitim Akademisine. Yeni kurulan Millî Eğitim Akademisi sorunları azaltmak yerine, büyütme riski taşıyor. Üniversitelerle entegrasyon yok, pilot çalışma yok, maliyet analizi yok. Öğretmen niteliğini artırmıyor, bürokratik yük ekliyor. Eğitim fakülteleri varken yeni bir akademi kurmak var olan sistemi iyileştirmek yerine, yeni bir katman eklemekten ibarettir; bu yapı kaldırılmalıdır. Üniversitelerle entegre, nitelikli ve bilimsel bir model kurulmalıdır. Millî Eğitim Akademisi maliyeti ağır ama bereketi zayıf bir bürokratik katmandır. Biz en başından beri bu uygulamaya ve bunun gibi müstakil, verimsiz yapılara karşıyız. Şimdi soruyorum sizlere: Neden akademi var? Bu, "Eğitim fakültelerimiz yetersiz, biz onları eğiteceğiz." demektir. O hâlde, eğitim fakültelerinde böyle bir eksiklik varsa sil baştan bir şey kurmak yerine, bu eksiklik düzeltilmelidir, işte, kalıcı çözüm budur. Biz diyoruz ki arkadaşlar: Sinek kovalamayın, bataklığı kurutun. Böyle yapmazsanız büyükşehirlerde bir merkez, her merkez için ayrı eğitimciler, farklı şehirlerden gelen için ayrı konaklama ve beslenme olanağı, mesleğe başlaması kesin olmamasına rağmen her birine bir maaş ve bin tane sıkıntı çıkacağına en başından daha üniversitedeyken akademinin aradığı şartları arayın, bu şartlarla eleyin. Böylece zaten üniversitelerde yeterli imkânlarla eğitim gören öğretmen adaylarımıza da kendinize de vatandaşın bütçesine de yok yere yük olmayın. On iki ayda değil, dört yılda bu öğretmen adaylarını yetiştirirsiniz çünkü öğretmen yetiştirme işi akademiye değil, üniversitelerle entegre, bilimsel bir sisteme emanet edilmelidir.
Kıymetli arkadaşlar, her şeyi bir tarafa konulsa dahi şunu bilmeliyiz ki eğitim bir medeniyet işidir. Medeniyetimizin mayası ahlaktır, maneviyattır, adalettir, merhamettir. Bugün eğitimde yaşanan buhran sadece mali değildir, aynı zamanda manevi bir buhrandır. Öğretmenin itibarı zedeleniyor, öğrencinin saygısı azalıyor, okulun otoritesi eriyor, aile-okul iş birliği çözülüyor. Bu tabloyu yalnızca matematik bütçelerle düzeltemeyiz; maneviyat ve ahlak olmadan eğitim toparlanmaz. Ahlak her şeyin başıdır. Vicdan her şeyin ölçüsüdür. Bugün ne yazık ki ve üzülerek görüyoruz ki bunların hiçbiri kalmamıştır. Biz rakamlardan çok bu tahribatı öncelemeli ve dert etmeliyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçede iyi niyet vardır fakat yetmezlik de vardır; büyük rakamlar vardır fakat adalet yoktur; artış vardır fakat dönüşüm yoktur. Bu bütçeyle deprem bölgesi kalıcı çözüm alamaz, öğretmen yoksulluktan çıkamaz, ücretli öğretmenlik sona ermez, mülakat zulmü bitmez, müfredat oturmaz, okullar güçlenmez, eğitim sistemi ayağa kalkmaz. Millî görüşün adalet anlayışı şunu söyler: Hakkı üstün tutmayan hiçbir düzen uzun süre ayakta kalamaz. Eğitim de böyledir; biz bugün hakkı, adaleti, liyakati, vicdanı, kul hakkını ve evladımızın geleceğini konuşuyoruz. Bu bütçenin eksiklerini gidermek için birlikte çalışmak geleceğe karşı sorumluluğumuzdur. Biz bu milletin evladına hizmet eden her doğru adımın yanında olmaya gayret edeceğiz ama eksikleri söylemek de boynumuzun borcudur. Susmak değil, uyarmak; karalamak değil, düzeltmek; engellemek değil, yol göstermek için buradayız. Allah hepimizi adaletle hükmedenlerden, emaneti ehline verenlerden, kul hakkını gözetenlerden eylesin. Bütçenin israf edilmeden hayırlı hizmetlerde kullanılmasını temenni ediyor, saygılarımı sunuyorum.