KOMİSYON KONUŞMASI

ÇİÇEK OTLU (İstanbul) - Yirmi üç yıllık AKP iktidarları dönemi boyunca kamu hizmeti anlayışının en tipik şekilde karşılık bulduğu alan, kamu hizmetinin yapılış usullerinden biri olarak "kamu-özel iş birliği" diye bilinen yap-işlet-devret modeli oldu. Bu model özellikle Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı söz konusu olunca her bütçe görüşmeleri döneminde gündemin ilk sıralarında yer alıyor. Hatta bırakalım bütçe görüşmelerini, her iki bütçe arasındaki bir yıllık sürede de bu model sık sık haberlere konu olur. İktidar bunu icraat propagandası olarak sunarken muhalefet ise eleştiri konusu yapmaktadır. Geçtiğimiz yılki bütçe görüşmelerinde de Sayın Bakan bir inşaat mühendisi olarak yap-işlet-devret modelini övmekten geri durmamıştı. Dolayısıyla, iktidar cenahı bu modeli kamu hizmetinin görülüş usulü olarak halka âdeta pazarlamaktadır. Geçmiş yıllarda farklı muhalefet partileri de biz de her zeminde bunun böyle olmadığını ifade ettik. Bugün de durduğumuz yer aynı. Öyle söylendiği gibi, mesele kamu hizmeti kapsamında bir projenin tasarım, finansman ya da işletilmesi yoluyla altyapı ve hizmet üretimi sorunu değildir. Bu modelin özünde, sermaye ve siyasal iktidar ilişkisi vardır; bu ilişkinin birbirini etkilemesi, dönüştürmesi, sömürü yoluyla kamusal kaynakların yok edilmesi ve toplumsal iktisadın çürütülmesi vardır. Sorunun özü bir tarafta tekelci sermaye gruplarının palazlandırılması, kirli ihaleler ve rüşvet çarkının oluşması, iktidarın yozlaşması; diğer tarafta, halkın vergilerinin temel finansman yapıldığı bu tür projelerden hizmet üretiminde olduğu kadar hizmetin kullanımında da yani hizmetin halka satılmasında da halkın iki kere sömürülmesidir. Yani projeyle üretilen kâr bir avuç tekelci sermayenin elinde özelleştirilirken projenin oluşturduğu tüm riskler ve zarar ise kamusallaştırılmaktadır. Bu modelde sömürü nerede cisimleşmektedir? Birincisi, bu projelerin istihdamında kullanılan yüz binlerce işçinin düşük ücretli taşeron sisteminin yayılmasında ve yer yer güvencesiz çalıştırılmasında elde edilen ucuz emek gücündedir; ikincisi, ödeme garantisi adı altında halkın cebinden elde edilen vergilerle sermayeye sunulan milyarlarca liradadır. Eğer böyle değilse Bakanlık onlarca yıl boyunca ödeme garantisi verilen onlarca havaalanı, kara yolu işletmesi gibi projelerin nasıl zarar ettiğini, bu zararın ise halkın cebinden nasıl çıkarılarak bu şirketlere aktarıldığını açıklamalıdır. Eğer böyle değilse Anadolu'nun herhangi bir ücra köşesinde yaşayan bir emekçinin ömrü boyunca geçmediği otoyolun, hiç kullanmadığı havaalanının vergisini neden ve hangi yollarla ödemek zorunda kaldığını açıklamalıdır. "Kamu-özel iş birliği" denilen bu model düpedüz bir özelleştirme politikasıdır. Eşyanın adını değiştirince özünü ve işlevini değiştirmiş olmuyorsunuz. Bu model, halktan alınan vergilerle üretilen hizmetin halka sürekli artan ve yüksek fiyatlarla satılmasıdır. Oysa kamu yararını ve çıkarını savunduğunu iddia eden bir devletin birincil görevi ucuz ve nitelikli hizmeti kamuya sunmasıdır. AKP iktidarları döneminde bu anlayışı zerresi kalmamıştır. Doğanın talanı da bu modelin yaygın kullanımıyla hız kazanmıştır. Yalnızca halkın ödediği vergilerin tekellere akıtılması yoluyla değil yer altı ve yer üstü kaynakların yine bu şirketlere aynı model yoluyla peşkeş çekilmesiyle de büyük vurgunlar vurulmaktadır. Projeyi alan bu şirketler sözleşmelerde belirttikleri taahhütlerin hemen hemen hiçbirini yerine getirmediği gibi, iktidar da denetimsizlik yoluyla bu talana suç ortağı olmaktadır. Anlaşılacağı üzere, bu modelin gerçek ifadesi talan ve sömürüde iktidar-sermaye iş birliğidir.

Bu ülkede 1994 yılında çıkarılan 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeliyle Yaptırılması Hakkında Kanun'la esasen ulaşım alanında başlatılan bu sömürü yöntemi AKP iktidarlarıyla birlikte hız kazanmış, sağlıktan eğitime kadar her alanda uygulamaya konulmuştur. Şüphesiz bu, AKP'ye özgün değildir, neoliberalizmin yarattığı ve tüm dünyada egemen kılınmış bir kapitalist sömürü yöntemidir. Bu sömürü ve talan modelinden vazgeçilmeli, hizmet üretiminde halkın yararı ve çıkarı esas alınmalı, bu modelle yapılan ve tekellerin elinde bulunan tüm işletmeler vakit geçirilmeden kamusallaştırılmalı, ödeme garantisi adı altında şirketlere fazladan sunulan milyarlarca lira geri alınmalı, bu projeler aracılığıyla üretilen hizmetin sürekli zamlar yoluyla halka satılmasından vazgeçilmeli; otoyol, köprü, tünel, ulaşım hizmetlerine yapılan astronomik zamlar geri çekilmeli; adil bir vergi sistemi düzenlenmelidir. Köprü ve otoyollar, ulaşımın temel bir insan hakkı olması anlayışının sonucu olarak ücretsiz olmalıdır. Keza, bu projelerde istihdam edilen işçiler adil ve insanca bir ücrete kavuşturulmalı, taşeronlaştırmadan vazgeçilmeli, güvencesiz çalışmanın önüne geçilmelidir.

Bu Bakanlıkla ilişkili kuruluşlardan biri olan Bilgi ve Teknolojileri ve İletişim Kurumunun sorumluluk ve yetki alanına giren bir diğer konu da internetin kullanımına getirilen sınırlamalardır. Kısaca belirtmek isterim ki bu ülkede internet kısıtlamaları ve yasakları güvenli internet kullanımı için değil iktidarın siyasal ve ideolojik yönelimlerinden doğmaktadır. Mevcut rejim kendisine tehdit gördüğü her platformu, her siteyi, her sosyal medya hesabını keyfince yasaklamakta, ulusal ölçekte bant daraltmaları yapmakta, hatta düşünce belirtmeyi, ceza davalarının ve tutuklamaların gerekçesi yapmaktadır.

2025 yılı içinde buna sıkça tanık olduk. Mart ayındaki halkın meşru demokratik tepkisi, polis baskısı kadar internetin günlerce kısıtlanmasıyla baskılanmıştır. Sosyalist yayın çizgisine sahip Etkin Haber Ajansı'nın sosyal medya hesapları birkaç ay içinde 6 kez kapatılmıştır. Kültür ve sanat vakfı olan BEKSAV bünyesinde faaliyet gösteren Vardiya müzik grubunun yeniden yorumladığı ve Youtube üzerinde dolaşıma soktuğu ezgilere erişim kısıtlanmıştır. Grup Yorum'a ise Youtube'tan tüm yasaklama getirilmiştir. CHP'nin tutuklu Cumhurbaşkanı adayı olan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun X hesabının kapatılması ise son örnektir. Ne var ki aynı iktidar, kadına yönelik tehdit ve şiddet içeren paylaşımlara; ırkçı paylaşımlar yapan gerici, faşist hesaplara; şeriat çağrısı yapan sosyal medya paylaşımlarına ise yüksek tolerans göstermekte; kadınlara, halka, fikir özgürlüğüne saldıran hesaplara arka çıkmaktadır; bu, siyasi olduğu kadar ideolojik bir tutumdur. Bu alanda da halkın çıkarı değil, siyasi iktidarın çıkarı gözetilmektedir.