KOMİSYON KONUŞMASI

CEYLAN AKÇA CUPOLO (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.

Hoş geldiniz Sayın Bakan, geçen seneye göre Melanin kaybımız artmış, saçınız biraz daha beyazlamış. Türkiye'nin dış işleri, Suriye'nin iç işleri, Amerika'nın ara işleri derken bu yoğun mesai sizi gerçekten yaşlandırmış.

MURAT ÇAN (Samsun) - Hollywood o rengi seviyor olabilir.

CEYLAN AKÇA CUPOLO (Diyarbakır) - Doğru söylüyorsunuz.

Hatta Suriye mesainiz o kadar yoğun ki bazen Türkiye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması yönünde çalışacağınıza Suriye'ye yönelik yaptırımların kalkması için bir çaba yürütüyorsunuz, bir mesai harcıyorsunuz; bunu birazcık dejavu sonrası stres bozukluğuna bağlıyoruz. 2007 yılında Münih Güvenlik Konferansı'nda konuşma yapan Rusya Devlet Başkanı Putin otuz dakikalık konuşmasının neredeyse bütün bir bölümünü tek kutuplu dünya düzeninin ve onun güvenlik kurumlarının yayılmacılığına ve bu düzenin artık işlemeyeceğine ayırmıştı. Zaten sonrasında da öyle şeyler oldu ki Münih Güvenlik Konferansı'nın bir sonraki raporu çok kutuplu dünya düzeniyle ilgili olmuştu.

Sizin Kabine döneminizle ilgili bir şey söyleyeceğim ama oraya gelmeden önce dün İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya buradaydı, o yeni bir terim üretti, dedi ki "Kabine dönemi" diye bir şey söyledi çünkü kendini selefinin yani önceki bakanın yarattığı enkazdan ayırmak için "Kabine dönemi" diye bir şey söyledi. Size de öneriyorum çünkü sizin selefinizin döneminde izlenen o dış politikada çok kutuplu dünyaya uyumlanma denemeleri bol yaptırım ve siyasi ekonomik istikrarsızlıkla sonuçlandı. Sizin neyse ki şu anda akrobasi yaptığınız ip 2016-2023 yılına göre daha geniş ve daha sabit duruyor. Bir de anladığım kadarıyla bu kalibrasyonu yaparken yani çok kutuplu dünyaya Türkiye'yi uyumlamaya çalışırken örnek aldığınız ülkeler arasında yeni bir kimlik inşa etmek isteyen Hindistan, kıymeti düşmüş uluslararası kurumları "recycle" etmek isteyen Brezilya, sınırları ısrarlı bir şekilde ittiren, esneten Rusya, şahsi ilişkiler üzerinden çıkar odaklı bir dünyada kendini pozisyonlandıran bir ABD var. Felsefesini 2018 yılında uygulamaya giren bu başkanlık sistemine benzetmeden edemiyorum, geçen seneden antrenmanlısınız edebiyat referanslarıma yine bir edebiyat referansı vereceğim: Mary Shelley'nin Frankenstein Romanında Âdem karakteri var, herkes o yaratığa "Frankenstein" diyor ama Frankenstain Âdem'ı yaratan o çılgın bilim insanı. Bu çok parçalı, farklı ülkelerin güçlü yönlerini ortaya çıkarmaya çalıştığı, bu çok kutuplu dünya düzeninde Türkiye'nin bunların bazı yönlerini alıp oluşturmaya çalıştığı yapıya da "Âdem" demeden kendimi alıkoyamıyorum. Stratejik özerklik barındırdığı iddia edilen bu dış politika perspektifi ne yazık ki sürekli olarak ABD yörüngesinde dönüyor ve ABD'nin bölgesel ve küresel çıkarlarına hizmet etmek için kendini yeniden konumlandırıyor. Örneğin Afrika Kıtası'na ilişkin yazılan neredeyse her analizin başlığına şöyle bir şey söyleniyor: "Afrika'daki Çin ve Rus etkisini kontrol altında tutmak için Türkiye, AB ve ABD'nin müttefiki olabilir." Bunun aslında dipnotunda gördüğümüz şey "Türkiye, AB ve ABD'nin araçsallaştırdığı bir güç olabilir." diyor. Burada bir çelişki görüyorum sizin bize dağıtmış olduğunuz bu kitapçığın içinde "Afrika'yla ilgili ilişkiler kurulurken kazan kazan, işte diğerleri gibi, sömürgeci ülkeler gibi bir pozisyon almıyoruz." diyorsunuz ama gördüğüm bu harita başka bir şey. Şuradaki Afrika yani Türkiye'nin Afrika'daki askerî varlığı veya askerî üsleri veya askerî ateşe barındırmasına ilişkin bir harita var. Yani şurada mavi gördüğünüz ve kırmızı gördünüz her yer Türkiye'nin askerî olarak herhangi bir varlık sürdürdüğü yerlerden bazıları. Bu sebeple de buna şunu demeden yine kendimi alıkoyamıyorum: Türkiye'nin Afrika'daki çeşitli ülkelerle mevcut ticari ilişkileri iki taraflı olarak da nepotist paydaşlarca yürüttüğünü görüyoruz. Hatta şöyle bir duyum aldık: Büyükelçiliklerin bazılarının bu savunma anlaşmalarında aradan çıkarıldığı; artık devlet-sermaye arasındaki o çizgi o kadar muğlaklaşıyor ki firmalar direkt olarak kendileri bu diplomatik temasları kuruyorlar. Somali'den Sudan'a, Libya'ya kadar yapılan ticari ve askerî anlaşmaların aslında iki tarafında iç kamuoyuna herhangi bir faydası olmadığını biliyoruz; bence bu konuda siz de bize katılırsınız. Ama burada Sezar'ın hakkını Sezar'a vereceğim, en azından AB gibi yani Afrika'ya yerleşen beyazların yaptığı gibi hiçbir şey yapmadan geçmiyorsunuz, bazen hastane bazen okul, birkaç şey yapıyor Türkiye, o yüzden burada hakkınızı vereceğim. Bu tabii yalnızca Afrika Kıtası'na özgü değil, Türkiye'nin savunma bağlamında kendini yeni bir role oturtması, bununla ilgili yeni bir pozisyon alması Avrupa'yla yürüyen tartışmaların da büyük bir çoğunluğu Türkiye'nin askerî kabiliyetleri üzerinden yürüyor. Mesela Ukrayna-Rusya arasındaki çatışmada Türkiye'nin "buffer zone"a yerleşmesi, orada ara bir güç olması, Gazze'de yine bir askerî bir güç olarak bulunması, Afrika'da yine askerî bir güç yani neredeyse dünyayla kurduğu ilişkilerin büyük bir bölümünü de askerî bir figür olarak görüyor. Bana bu Orta Çağ'daki "freelancer" yani silahını kiraya veren insan modelini anımsatıyor. Bence böyle bir role soyunmak zorunda değil Türkiye hatta bu rol öyle bir içselleşmiş ki, Türkiye bu "freelancer"lık rolüne öylesine kendini benimsetmiş ki savunma sanayisi dünyada 9'uncu sıraya gelmiş ve bununla ilgili böyle garip bir gurur ibaresini görünce üzüntü duyuyorum. Niçin üzüntü duyuyorum? Eğer savunma konusunda kendini bu kadar geliştirmiş bir ülke ise burası iç piyasada üreyen çete mantarlarına niye çözüm olamıyor? Mesela Türkiye'de artık öyle ki 90'ların çizgi filmleri yeni çetelere isim vermek için yetmiyor, yeni çizgi filmlerine ihtiyacımız var ama bir yandan da işte Kızıl Elma, yeşil erik, Ayşe fasulye falan böyle bir sürü hikâye anlatılıyor, bir şeyle gurur duyulması söyleniyor ama işte İsveç'ten Gripen almak için uğraşılıyor, İngiltere'den Eurofighter hatta oradan alamayıp başka bir yerin ikinci el Eurofighter'larını almak gibi şeyler görüyoruz. Bunların hepsini niye söylüyorum? Birazcık şahsa göre şekil alan bir dış politika görüyoruz. Ben sizin yüksek lisans tezinizin oldukça dikkatli bir okuyucusuyum. Orada istihbaratın dış politikadaki rolüne değiniyorsunuz, Türkiye'nin 90'lardaki aldığı o politikaya, yaptığı şeylere değiniyorsunuz ve sizin hem akademik hem de profesyonel geçmişinizin bir parçası olan bu iki noktayı yani istihbari ve askerî geçmişinizi dış politikaya yoğun bir şekilde uyguladığınızı düşünüyoruz ve bunu tasvip etmediğimizi söylemek istiyoruz. Çünkü hem bölgenin hem de yer kürenin olduğu hâl itibarıyla düştüğümüz durum zaten tam da istihbarat ve askerî tavırla belirlenen dış politika sebebiyle bu hâldeyiz. Sudan'da şu an gördüğümüz şey, herkesin oraya silah pompalaması sebebiyle Sudan'daki katliamı görüyoruz veya Somali'de ayrışan, bir araya gelmeyen insanları bu yüzden görüyoruz. Libya'da hâlâ bir düzenin oluşmamasını yine aynı mantıkla görüyoruz. Aynı politikanın tekrar tekrar denenmesini ve işe yaramamasını esefle takip ediyoruz. Burada tabii talip olunan rolün dünya genelinde artan bu "Middle power" ara güç rolünü üstlenerek bir tavırla bu yüzden savunma ve askerî bir tavrın geliştirildiğini anlıyoruz ama "Middle power"ların hepsinin de ortak noktası kötü ekonomi, kötü demokrasi, kötü siyasi koşullar, otoriter rejimler yani bu "Middle power"ların hiçbirinin sonu hiçbir şekilde iyi bir noktaya ne yazık ki evrilemiyor. Bu yüzden de şu anda bize bir illüzyon gibi görünen, bir tepenin tırmanıldığı izlenimini yaratan şey Sisifos'un zaferine benziyor. Yani çıkılan tepenin sonunda karşılaşılacak kader eğer bu perspektifle gidilirse yine yuvarlanmak olacaktır. Bu sebeple, bu perspektifin reddedilmesini, ilkesel ve demokratik ittifakların kurulması yönünde bir dış politika benimsenmesini söylüyoruz. Zaten belki Türkiye'nin BRICS'e girme girişimlerinden anlaşılmıştır, BRICS gibi ideolojik herhangi bir birliği olmayan bir yapının hâlâ, kurulduğu günden beri hâlâ etkin bir pozisyona gelememesi bazı ilkelerde anlaşılamaması sebebiyledir. NATO niye bir arada? Çünkü perspektif olarak birbirlerine yakınlar, ilkesel olarak, ideolojik olarak birbirlerine yakınlar. Bu yüzden de dünya çapında genel olarak küresel bir barış hareketine ihtiyacımız olduğu konusunda bence hemfikirsiniz. Gazze'yle ilgili harcadığımız mesainin bu belki içinizde bir yerde o küçük kırıntı olarak kalmış barışçıl bir zemin için bu çaba yürütme kırıntısına tutunmanızı istiyoruz. Sadece Gazze için değil, her yerde, söylediğiniz her şeyin aynı tutarlılıkta olması gerektiğini söylüyoruz. Önümüzdeki sene sizi daha az yaşlı görmek dileğiyle.

Teşekkür ederim.

(Uğultular)