KOMİSYON KONUŞMASI

SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Sayın Bakanımız ve değerli bürokratları, meşakkatli bir maratonu milletimiz adına en iyi şekilde yürütmek için çalışan Plan ve Bütçe Komisyonumuzun üyesi kıymetli milletvekillerimiz; hepinize bütçemiz hayırlı olsun diyorum, emeklerinize sağlık.

Acı bir hafta sonunun ardından acıda payı olan bir Bakanlığın bütçesini konuşmak üzere buradayız, hiçbirimiz için kolay değil. Burada elbette asla şunu söylemiyoruz; hiçbir iktidar milletvekilinin, Hükûmet temsilcisinin muhalefet milletvekilinden daha az üzüldüğünü söyleme vicdansızlığında tabii ki olmayacağız ama sizler sorumluluk makamında olduğunuz için bu konuları bizlerin sadece dile getiriyor olması, bizlerin haykırıyor olması bizlerin adalete olan borcu. Bu konuda sizlerin de anlayışınıza ihtiyacımız var ve uyarılarımızı dinlemenize aslında daha fazla ihtiyacımız var.

Ülkemizde ağır tedbirsizlikler sonucu yaşanan iş cinayetleri artık istatistik hâlini almış durumda; istatistik biliminin konusu hâline geldi. İnsanı değersizleştiren bir yozlaşma yaşanıyor, kamu eliyle yaşanıyor aslında bu yozlaşma. Kocaeli'de parfüm fabrikasında göz göre göre gelen bir cinayet de bu yozlaşmanın bir parçası. Günlük yevmiyesi mutfağındaki tüpü almaya yetmeyecek olan Esma'nın, 65 yaşında çalışmak zorunda olan Hanım'ın, on beş gün boyunca 3.800 liraya çalışan Şengül'ün, çocuk yaşlarında sömürünün muhatabı olan Tuğba'nın, Nisa'nın, Cansu'nun... Evet, artık bu sömürü düzeni kadın-erkek ayırmıyor, genç-yaşlı ayırmıyor, sağcı-solcu ayırmıyor, çoluk çocuk ayırmıyor ve ayrım yapmadan öldürüyor bu düzen evlatlarımızı, insanlarımızı. Hiçbirinin hayatı da şu parfüm şişesinden daha kıymetli değil, bu parfüm şişesinden daha pahalı değil. Hiçbirinin aldığı aylık ücret bu parfümden 2 tane almaya yetmiyor arkadaşlar. Burada şapkayı önümüze koymamız lazım ve herkesin sorumluluğunu daha fazla hissetmesi lazım. Daha kaç tane facia yaşayacağız? Bunlar bizim kendi evlatlarımız olmadığında daha mı soğukkanlı oluyoruz, bilmiyorum. Yani kendi evladımızı, kendi kardeşimizi, kendi annemizi mi toprağa vermemiz gerekiyor bu konuda daha fazla çığlık atabilmemiz için? Bu konu soğukkanlılığımızı koruyacağımız bir konu değil Değerli Bakanım, kaçıncısını yaşıyoruz ve önümüzde devasa bir problem var, hâlâ bu konuda gerekli adımları atamıyoruz. Elbette, size bu cinayetlerin sebebisiniz demiyoruz ama bunun bir parçası Bakanlığınız ve en önemli paydaşlarından bir tanesi bu tedbirleri almadığı için.

Çok değerlendirme yapılacak alan var ama hiçbiri iş güvenliği konusu kadar hayati önem arz etmiyor. Çok alanda eksiğiz, yoksunuz, evet ama hiçbirinin bedeli iş güvenliğinde alınmayan tedbirler kadar ağır bedel ödetmiyor maalesef. O yüzden bunu daha fazla konuşmak zorundayız.

Kocaeli'de bir facia yaşadık; neresinden tutsak, hangi soruyu sorsak alacağımız cevap başka bir fecaate cevap veriyor. "İş yeri ruhsatsız." deniliyor; ruhsatının daha önceden olduğunu iddia edenler de var. Kocaeli gibi göz önünde bir yerde ruhsatsız bir iş yeri çalıştırılıyorsa burada sorumlu aramaya en başta Bakanlığınızdan başlamamız gerekmiyor mu, kamu otoritesinden başlamamız gerekmiyor mu? Ülkede ödüllere doyurulamayan bir CİMER sistemi var ama o umarsızlık, o sorumsuzluk, o cevaptaki vicdanını kaybetmişlik... Yani nasıl hesap verecek mesela oraya o cevabı yazanlar? Bakanlıktan mı gidiyor bu cevap yoksa Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezinde alelade verilen bir cevap mı? Daha önce ruhsatı vardıysa eğer asıl mesele orada başlıyor. Ruhsatlar, iş yerinin çalıştığı esas iş kolunda mı alınıyor yoksa başka bir kodla mı, başka bir NACE koduyla mı alınıyor? Bu denetlemelerden nasıl geçilebiliyor? Esas iş kolu ruhsatlı aynı ise... Tehlikeli iş sınıfında bir iş yerinden bahsediyoruz. Bu iş yerinin denetlemeleri nasıl yapılıyor? İtfaiye raporu nasıl alınıyor? İş yeri açarken risk değerlendirme raporları verilmiyor mu? Tehlikeli kodda bir iş yerinin yerleşim yerlerine bu kadar yakın olması nasıl gözlerden kaçırılabiliyor? Bu sorular 8 Kasım 2025 Cumartesi günü saat 09.05'e kadar yargının konusu değildi Sayın Bakanım; o güne kadar sizin Bakanlığınızın konusuydu. Evet, bugün yargı bu soruların cevabını arayacak ama çok geç.

Biz bu çağda bazı rakamları konuşmaya gerçekten utanıyoruz ama SGK'nin verileri ortada. 2024 yılında 733 bin 646 iş kazası yaşanmış, 1.897 işçimizi kaybetmişiz. Bu yılın ilk ayında 1.737 işçimiz ölmüş, bunların 76'sı çocuk! Her 100 bin çalışanda ölümlü kaza oranımız 11,5 ve OECD ülkeleri arasında ilk sıradayız. EUROSTAT verileri, Türkiye'nin iş kazalarında en fazla insanın hayatını kaybettiği ülkelerin başında olduğunu söylüyor. Bu tabloda ilk sırada olmamızın sebebi, başka bir tabloda son sırada olmamız. ILO'nun iş güvenliği denetimci sayısı verilerinde ülkemiz son sıralarda. Evet, sebep zaten sonucu ortaya koyuyor.

Bütçe kalemlerine bakıyoruz, Bakanlığın en hayati meselesi iş güvenliğine dair etkin ve etkili bir mekanizma maalesef görmüyoruz. Kocaeli'ndeki yangında 3 kız çocuğumuz yangında can verdiler ama çocuk işçiliğiyle mücadeleye pay ayrılmamış. 2025'te bin lira -bu şişe bile onun çok daha üzerinde- ayrılmıştı. 2026-2027-2028'de resmen bırakılmış çocuk işçiliğiyle mücadele. Bu mücadeleyi bırakmanız bu hayati konuyu bizim kadar önemsemediğinizden mi diye sormak istiyorum. Bu önemsememe hâliyle iş güvenliğini nasıl sağlayacaksınız? İşçilerin Bakanı nasıl olacaksınız? Çocukları nasıl koruyacaksınız? 2017-2023'te Çocuk İşçiyle Mücadele Ulusal Eylem Planı vardı ve dediniz ki: "Başarıyla tamamlandı." Bu açıklamalarda, raporlarda var. Üzerinden iki yıl geçti, yeni bir program başlamadı. Çocuklarımız işçi olarak ölmeye devam ediyorlarsa "Bu program başarıyla tamamlanmıştır." demek, yeni bir programın başlamaması ne anlama geliyor?

Bütçede mücadeleye dair bir hedef yok. Yüzde 6'larda 7'lerde sabitlenmiş yani kanıksanmış bir iş kazası sonucu ölüm hadisesi var. Sermayenin kâr hırsı karşısında işçilerimiz ezildikçe eziliyor ve bunların kimsesi olacak bir mekanizma lazım. İşte, o mekanizma aslında sizsiniz, o işçilerin tek mekanizması sizsiniz. Devlet bu insanlara "Başınızın çaresine bakın." diyorsa eğer o zaman bu denetleme düzenleme görevini devletin bıraktığı yerden kim devralıyor; bunu da bilmemiz gerekiyor.

Kaç yıldır söylediğimiz bir konu var. İş güvenliği uzmanlarının işverenle iş ilişkisinde, iş sözleşmelerinde hizmet alımına dayanan ilişki büyük bir bağımsızlık sorunu yaşatıyor. İşverene bağımlı bir İSG uzmanı nasıl bağımsız kararı alacak? OSGB'ler için de aynı durum geçerli. En büyük motivasyonu maliyetleri düşürmek olan işvereni memnun etmeyen bir İSG uzmanı birimi nasıl hizmet sözleşmesini yeniletecek? İş güvenliği konusunda en önemli konumda olan İSG birimleri eğer bu bağımsızlık sorunu çözülmezse zaten ayıplı meslekler sınıfına girmek üzere. İSG uzmanlarının ücretlerini bağımsız fonlardan aldığı modeller var dünyada. Bunları sizler, bizlerden daha iyi biliyorsunuz. Bu ülkeler bağımsızlaşamama sorununu görüp tedbirlerini almışlar. Biz daha neyi bekliyoruz? Kanunumuzun 2012 yılında yasalaşmasının üzerinden on dört yıl geçti ve daha hiçbir revizyon yapılmadı. Kaç bin insanımızın daha ölmesi gerekiyor ki bu adım atılsın? 3'üncü bütçe dönemindeyiz ve ısrarla aynı noktaya temas ediyoruz. Bizim sizlerden beklediğimiz, her infial yaratan iş cinayeti sonrasında kamuoyunun tepkisini hafifletmek için ilgili, ilgisiz gözaltı sayılarının kabartılması değil, bir İSG reformuna imza atmanızdır. Bakanlığınızın eğer bir iradesi varsa lütfen yarından tezi yok bu bir milat olsun, bu neşteri atın ve bu kanunun eksiklerini hep birlikte giderelim. Bir devletin yüceliği göz göre göre gelen işçi katliamlarını önlemekle olur, başka yerde hiç kimse itibar aramasın.

Sayın Bakanım, umutlanmak için çok sebep arıyoruz ama çalışma hayatı verileri birçok konuda alarm veriyor. Çok önemsediğim ve ülkemiz için tehlikeli gördüğüm çalışma hayatının vasıfsızlaşması sorununu gerekli tedbirler alınana kadar ben gündem etmeye devam edeceğim. Bu konuyu geçen yıl vurgularken de bazı uyarıcılara dikkat çekmiştim: Gençlerin eğitimleri arttıkça işsizlik oranları da artıyor, katma değeri düşük istihdamın arttığını söylemiştim, yüksek öğrenim mezunlarının ücretlerinin ortaöğretim mezunlarının ücretlerine kıyasla daha az arttığını ve meslek kavramının içinin boşaltıldığını söylemiştim. Bu yıl da maalesef bütçeye baktım ve vasıfsızlaşan iş gücü piyasasını bu bütçe de itiraf ediyor. Gerçek işsizliği daha iyi yansıtan yüzde 28,6 olarak gerçekleşen atıl iş gücü, genel işsizlik sabit seyrederken genç işsizliğe oranının 16,4'e yükselmesi, sadece yılın ilk çeyreğinde sanayi sektöründe yaşanan 156 bin, tarım sektöründe yaşanan 95 bin kişilik istihdam kaybı; hizmet sektöründe 174 bin, inşaat sektöründe 36 bin artan istihdam, hizmet sektörünün payının yüzde 59'a yükselerek piyasanın ana motoru hâline gelmesi, tarım sektöründe yaşanan yüzde 82'lik endişe verici boyuta gelmiş olan kayıt dışılık oranı; bu veriler Türkiye iş gücü piyasasının katma değeri yüksek olan sanayi ve tarımdan katma değeri düşük hizmetler ve inşaat sektörüne doğru hızlı bir yapısal kayma içinde olduğunu teyit ediyor. Bunlar iş gücünde vasıfsızlaşma sorununun kritik bir seviyeye geldiğini söylüyor. Bütçe kalemlerine bakıyoruz acaba bir tedbir alınmış mıdır diye. Programın stratejik hedeflerinde ikiz dönüşüm gibi, insan kaynağının niteliğinin yükseltilmesi gibi, verimli iş gücü piyasası oluşturulması gibi, aktif iş gücü programlarının yeşil ve dijital dönüşüme göre etkin kılınacağı gibi hedefler konulmuş ama bu hedeflerle İŞKUR'un mevcut operasyonel yapısının uyuşmadığını maalesef görüyoruz. Programdaki veriler aktif iş gücü programları harcamalarının katılımcı sayısının tarihsel olarak düşük vasıflı ve geçici istihdam sağlayan programlara aktarıldığını gösteriyor. Görüyoruz ki kaynaklar 155 bin kişiyle toplum yararına programlar ve 66 bin kişiyle mevcut iş yerinde ücret sübvansiyonu olarak işleyen işbaşı eğitim programları tarafından domine edilmiş. İkiz dönüşümün gerektirdiği yeni ve yüksek vasıflı beceri kazandırmaya yönelik programlar olan mesleki eğitim kurslarından yararlanan kişi sayısı sadece 3.400 kişide kalmış, bu durum programın çok büyük bir çelişkisi. Bir tarafta, 2026 sonunda 800 milyar lira gibi devasa bir kaynağa ulaşacak olan işsizlik fonu var, diğer tarafta bu fonun amacına hizmet edecek alanda vasıfsız işçiliğe, vasıfsız iş gücüne mahkûm edilen bir iş gücü piyasası var. Kaynağı vasıfsız iş gücü programlarından radikal bir şekilde vasıflı iş gücü programlarına kaydırmak zorundayız. Umarım bunu önümüzdeki bütçe döneminde görebiliriz.

Değerli iktidarımız bazı konularda savunma geliştirirken, vatandaşlarımıza bahaneler üretirken kamuoyuna birtakım yanlış, eksik bilgilendirmeler yapmakta da beis görmüyor. Bir atama talep ediyoruz, kamu istihdamı bütçeye ek yük getiriyor diye iddia ediliyor. Türkiye'de kamu istihdamı yüzde 13'lük oranı ile yüzde 19'luk orana sahip olan OECD ortalamasının çok altında. Sizin "ek yük" dediğiniz şey aslında kamu hizmetlerinin kalitesi sorunu, liyakatsizlik sorunu. Kamu istihdamı konusuna mali bir yük olarak bakmak da bir zihniyet meselesidir, toplumsal refahın sağlanmasının yolu kamu hizmetlerinin artırılmasından geçer.

Yine, emeklilerin hayatta kalma mücadelesini söylüyoruz; iktidar, "Emekliler bütçenin belini büküyor." diyor. Bakın, emekli aylığı ve hak sahiplerine yapılan ödemelerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranında Avrupa'da yüzde 9,8 olan oran Türkiye'de yüzde 3,7; bu 3 katlık fark sizin gerçeklerle oynama farkınız. Avrupa'da yıllar içerisinde bu oran artarken Türkiye'de daha da azaltılmaya çalışılıyor. Kademeli emekliliğe geçilmemesinin bir adalet sorunu olduğunu ifade ediyoruz, "Aktif/pasif dengesi tolere edilebilir değil." diyorsunuz. Aktif/pasif oranımız 1,60; sosyal güvenlik destek primi kapsamında çalışanlar dâhil edildiğinde 1,75 oluyor o oranda. Bu oran Avrupa ülkeleriyle aşağı yukarı aynı seyrediyor ve aslında onlarda emeklilik koşulları çok daha iyi olmasına rağmen aynı seyrediyor ve orada tolere edilebiliyor.

"Asgari ücrete zam yapın, açlık sınırının altında ücret mi olur?" diyoruz, "Asgari ücret artışı enflasyonu azdırıyor." diyorsunuz. Bütün motivasyonunu dezenflasyon politikasına yükleyen bir program var. Sürekli asgari ücrete verilecek zammın enflasyonu tetikleyeceğini iddia ediyor, üstüne de dokuzuncu ayın sonunda 5.600 lira erimiş bir ücretten bahsediyoruz. Geçtiğimiz on yıllar içerisinde çokça bu iddianızın karşısında olan örnekler var ama ben çok yakın tarihten örnek vereceğim. 2015 yılından sonra birer kez artırıldı asgari ücret ama geçtiğimiz yıl 2 kez artırıldı. Bakalım o döneme, enflasyon arttı mı, yoksa bir önceki yıla göre azaldı mı? "Yüksek ücret verirsek rekabet gücünü kaybederiz, enflasyonu dizginleyemeyiz." bahanesine sığınılarak sabit gelirli çalışana ne vadetmiş oluyorsunuz? Açlık sınırında bir hayat.

Faizci, enflasyonist ortamda girişimci beklediği satın alma gücü talebini görmezse bu, o sermayenin de yatırımdan faize kaçmasına sebep olmayacak mı? Bunları sadece biz mi düşünüyoruz? Bu kararınız rant ekonomisini büyüterek tarihe geçen bir model. Asgari ücrette de öyle denildiği gibi durumda değiliz aslında; on yılda euro bazında en az artıran ülkeyiz, Avrupa'da Türkiye'den düşük sadece 3 ülke kaldı. "Enflasyona ezdirmedik." dediğimiz asgari ücrete döneminizde yüzde 160 artış yapıldı ama bunun yanında kiralara yüzde 348, faturalara yüzde 233 zam yapıldı.

İşsizlik Fonu, medet umduğumuz bir İşsizlik Fonu'muz var iş gücü piyasasının düzenlenmesi için ama sağ olsun işverenlerden kimseye kalmıyor. İş görene cimri, işverene cömert olan bu Fon, başvuranlarının kriterlerin katılığı nedeniyle yarısına bile faydalanma imkânı sağlamıyor; 22 milyon başvurunun 11 milyonu faydalanıcı olabiliyor. Bu yılın sadece ilk on ayında bile 1 milyon 335 bin kişi işini kaybettiği için fona başvurdu, yarısı bile bu fondan faydalanamadı. Neden? Çünkü 2018'den itibaren işverenler fona sundukları katkının daha fazlasını geri alıyorlar, çalışanın emeği hükûmet eliyle gasbediliyor. Bu gasp durumu aslında şuna benziyor: Aracınıza kasko yaptırıyorsunuz, parayı kaza hâlinde size ödemek yerine ödediğiniz parayı gidip az kaza yapılsın diye yol yapımına aktarıyorlar. Bu, vatandaşın devlete olan güven duygusunu zedeliyor ve bunun tamir edilmesi çok güç Değerli Bakanım.

Burada kanunun işlevine de uygun bir öneri getirmek istiyorum: Azalan nüfusun karşısında nitelikli nüfus artışına destek sağlamak için yarım çalışma ödeneğinin genişletilerek doğum sonrası analık izninin bitiminden itibaren çocuğunun bakım ve yetiştirilmesi amacıyla, çalışanlara istemeleri hâlinde ücretlerinin yüzde 80'i oranında belirlenecek üst sınıra kadar iki yıl kesintisiz ücretli izin verilmesi sağlansın. Eğer bir pronatalist politika uygulayacaksak, nüfusumuzu, geleceğimizi düşünüyorsak böyle bir uygulama yapalım.

Çalışanlarımızın vergi yükü meselesi. İktidarımız orta vadeli programda çalışanların üzerindeki vergi yükünü SGK primleri hariç sürekli artırıyor. 2024'te yüzde 16, 2028'de yüzde 18,4 olacak. Bütçenin aslında ne vadettiğini gösteren bir belirteç bu. Bütçe milletin sırtındaki yumruğun şiddetini katlayan bir vergi bütçesi olarak dizayn edilmiş durumda. Matrahsızlar cennetinde yoksulluk sınırındaki çalışanlara cehennem vadediyor. Bütçe açıkları en kolay yoldan tahsil edilecek yerden, çalışanlardan kapatılmaya çalışılıyor. 2002 yılında ücretlerin gelir vergisi tarifesinin ilk basamağı ne kadardı, hatırlıyorsunuzdur. Asgari ücretin 17 katı. Bugün o ilk dilim asgari ücretin 6 katından önce başlıyor. Çalışan sene ortasında aldığı zamma rağmen sene sonunda ilk aldığı ücretten daha az ücret alıyor maalesef.

Evet, Sayın Bakanım, bugün sizi biraz eleştirdik ama bir konuda teşekkürümü ileteceğim. İki buçuk yıldır gerek komisyonlarda gerekse Genel Kurulda gündeme getirdiğim, üzerine akademik makaleler de yazdığım sosyal bakım güvencesi konusuyla ilgili çalışmaların başlatıldığını basın yoluyla da olsa öğrenmiş oldum. Yapılan çalışmalar içerisinde "reform" olarak ifade edilebilecek, uzun vadeli, yapısal tek önerinin de bakım sigortası altyapısı olduğunu söylemek durumundayım. Bu konudaki duyarlılığınız için teşekkür ediyorum çünkü bugünden tedbir alınmadığı takdirde yaşlı nüfusumuza hizmet veremez hâle geleceğimizin anlaşılmış olmasını değerli buluyorum.

Bunun yanında, programın sosyal hizmetler, sosyal yardımlar ve yoksullukla mücadele, istihdam, çalışma hayatı bölümleri arasında tutarlı, iyi tasarlanmış, yapısal dönüşüm vadeden birtakım uygulamalar var. Sosyal yardım sistemini pasif bir harcama kalemi olmaktan çıkarıp aktif bir istihdam arzı aracına dönüştürme hedefiniz var. Tabii, bu entegre stratejinin hedefe ulaşıp ulaşmayacağını bizler takip edeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Zira, Aile Bakanlığımızın 2027 sosyal yardım bütçesi âdeta seçim bütçesi gibi tasarlanmış; dolayısıyla, sizin koyduğunuz hedef ile Aile Bakanlığının uygulamalardaki, pratikteki yansımalarını birlikte takip edeceğiz diyorum.

Bütçemiz hayırlara vesile olsun diyorum. Önerilerimizin dikkate alınmasını umut ediyorum.

Teşekkür ediyorum.