KOMİSYON KONUŞMASI

AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar, basın mensubu arkadaşlar ve STK temsilcileri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum. İnşallah, hayırlı bir görüşme olsun diyorum.

Bu kanun teklifi hepimizin de burada defalarca söylediği gibi kapsam olarak gerçekten çok geniş bir kapsama sahip bir mali düzenleme paketi. Bu teklifte gelir vergisinden tapu harçlarına, sosyal güvenlik borçlanmalarından kamu borçlanma tavanına kadar çok sayıda alan irdelenmiş ve bakıldığında anlaşılıyor ki bu hazırlanan kanun teklifinin birincil amacı vergi üzerine bir düzenleme yapmak değil. Zaten vergiden bunalmış vatandaşı ve işvereni "Daha da fazla nasıl bunaltabilirim, bütçemize üç beş kuruş daha fazla nasıl ekleyebiliriz?" stratejisi üzerine yapılmış bir düzenleme gibi gözüküyor.

Vergi bir devletin en önemli gelir kaynağı, bir vatandaşın da hem anayasal yükümlülüğü hem de namusudur aslında. Bu sebepten ötürü bir ülkede vergi sistemi sadece bütçe gelirlerinin değil adaletin, fırsat eşitliğinin ve vatandaş devlet güvenin de göstergesidir ama ne yazık ki Türkiye'de vergi sistemi bugün bu 3 ilkenin de uzağında, yükü adaletsizce dağıtan ve ekonomiyi daraltan bir yapı hâline gelmiştir. Bunun sonucunda da vatandaşlar vergi ödeme yarışına gireceğine "Bu sistemden yani vergiden nasıl kurtulabilirim, kendimi bu sistemin dışına nasıl atabilirim."in yarışındadır, bu da Türkiye için ciddi bir beka problemidir. Yetkililerin dikkatine bir daha bunu sunmak istiyorum.

Türkiye'de toplam vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 65'inden fazlası dolaylı vergidir; bu, OECD ortalamasının neredeyse 2 katıdır yani gelirine, mal varlığına, kazancına göre değil de bizim vatandaşlarımız tükettiği kadar, hatta nefes aldığı kadar vergi ödeyen bir toplum hâline gelmiştir. Bu tablo Anayasa’nın 73'üncü maddesinde yer alan mali güce göre vergilendirme ilkesine de açıkça aykırıdır. Mesela, asgari ücretli bir vatandaş ile lüks bir konutta oturan üst gelirli bir birey aynı oranda KDV ödemektedir. Bu durum sadece ekonomik değil ahlaki olarak da bir adaletsizlik olarak tanımlanabilir. Dolaylı vergilerin ana kalemleri olan katma değer vergisi, özel tüketim vergisi, akaryakıt ve enerji üzerindeki yükler artık kamu maliyesinin omurgası hâline geldi ülkemizde maalesef ama bu yapı gelir dağılımını düzelten değil bozan bir etki yaratmaktadır. Türkiye'de en düşük gelirli yüzde 20'lik kesim gelirinin yaklaşık yüzde 28'ini dolaylı vergilere harcamaktadır yani devletin vergi politikası en kırılgan kesimden oransal olarak en fazla pay almaktadır. Üstelik ÖTV'nin artık özel tüketimle bir ilgisi kalmamıştır. Bir zamanlar lüks mallar için konulan bu vergi bugün ekmekten elektriğe, telefondan mazota kadar her alanda uygulanmaktadır. Bu hâliyle ÖTV'ye özel tüketim değil ortak tüketim vergisi demenin daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Buna ek olarak, çalışanlar yıl içinde vergi dilimi yüzünden de ciddi maaş kıyımına uğramaktadır çünkü vergi dilimleri yeniden değerleme oranıyla güncellenmemektedir. Mesela, 40 bin lira maaş alan bir vatandaş bir yıl içinde maaşı kadar vergi ödeyecekken sırf bu güncelleme yapılmadığı için 1,5 ya da 2 maaş kadar vergi ödüyor; bu da gelirinde ciddi bir daralmaya sebep oluyor.

Verginin büyük kısmını oluşturması gereken gelir ve kurumlar vergisi tahsilatının toplam vergiler içindeki payına baktığımızda da son on yılda yüzde 35'lerden yüzde 25'lere gerilediğini görüyoruz, bu da ciddi bir problem yani kazançtan değil harcamadan vergi toplayan bir devlet hâline geldik; bu, üretimi ve istihdamı teşvik eden bir yapı değil tüketimi cezalandıran bir sistem olarak yorumlanabilir. Kurumlar vergisinde oranlar sürekli değişmekte, istisnalar genişlemekte, "teşvik" adı altında seçici muafiyetler getirilmektedir. Bu da mali sistemde öngörülebilirliği ortadan kaldırmakta ve büyük sermaye ile küçük işletme arasında vergi uçurumu da yaratmaktadır. Bugün Türkiye'de KOBİ'lerin fiilî vergi yükü büyük şirketlerden ortalama yüzde 30 daha fazladır. Bu durum rekabeti değil de tekelleşmeyi teşvik etmektedir ülkemizde. Gelir İdaresinin kendi verilerine baktığımızda da Türkiye'de yürürlükte olan vergi istisna ve muafiyetlerinin toplam bütçe etkisi yaklaşık 2,3 trilyon liradır yani her yıl devlet bu kadar tutarı tahsil etmekten vazgeçiyor. Bu muafiyetlerin çoğu yatırım veya ihracat teşviki gibi görünse de önemli bir bölümünün belirsiz gruplara, belli şirketlere veya özel statülü kurumlara yönelik olduğu karşımıza çıkıyor.

Vergi kanunlarının sadeleştirilmesi gerekirken bugün Türkiye'de vergi mevzuatı yapboz tahtasına dönmüş durumda. Bu karmaşa hem mükelleflerin uyum maliyetini arttırıyor hem de vergi adaletine olan güveni iyice zedeliyor. Türkiye'de kayıt dışı ekonominin millî gelire oranı da maalesef, hâlâ yüzde 30 seviyelerinde yani her 3 liralık ekonomik faaliyetin biri vergi sisteminin dışında kalıyor. Bu durum dürüst vergi mükelleflerini cezalandıran, kayıt dışılığı da ödüllendiren bir yapı doğurmuş oluyor. Bu sorunun temel nedeni, yüksek vergi oranları değil, yüksek oranda adaletsizlik maalesef. Vatandaş verginin nereye gittiğine güvenmediğinde sistemden kopuyor. Vergi kaçakçılığının değil de vergi güvensizliğinin suç hâline geldiği bir dönem yaşıyor şu anda Türkiye. Sıklıkla "Vergi, vatandaşın namusudur." deniyor ve bu, bizim iliklerimize kadar da işlemiş bir kavram. Evet, vatandaş vergisini ödemekle yükümlü ama devlet de o vergiyi namusuyla kullanmak zorunda. Vergi ahlakı tek taraflı değil karşılıklı güven üzerinde kurulmalı. Vatandaş vergisini ödüyorsa ama ödediği vergilerin nereye gittiğini açık ve seçik olarak göremiyorsa yani ödediği vergiyle doğru orantılı olarak hizmet alamıyorsa, o vergiyle yapılan ihalelerde şeffaflık yoksa, kamu harcamalarında israf varsa ve eşit, adil vergi alınamadığını da hissediyorsa bu sistemin ahlaki temelleri çökmüş demektir ve vatandaş ile devlet arasındaki bağı da koparmak anlamına gelir. Vergi sadece tahsil edilmekle değil adil ve etkin biçimde harcanmakla da meşruiyet kazanıyor çünkü.

Türkiye'nin acil el atması gereken bir konu aslında bu vergi sistemi. Gelir temelli, adil, sade ve denetlenebilir bir vergi sistemine sahip olmayı güçlü ve gelişmiş Türkiye'nin olmazsa olmaz şartı olduğunu düşünüyoruz. Bunun için de şu üç temel ilkenin kesinlikle önemsenmesi gerektiğini ve onunla ilgili hızlı adımlar atılmasını düşünüyoruz. Bunlardan en önemlisi, adalet ilkesi: Kesinlikle vergi yükü mali güce göre dağıtılmalıdır. Dolaylı vergilerin payı kademeli olarak düşürülmeli, gelir ve servet vergilerinin kapsamı da genişletilmelidir. Lüks tüketim kalemlerinde hedefli bir vergilendirme, düşük gelir gruplarında da muafiyet uygulanmalıdır. İki, basitlik ilkesi: Vergi mevzuatımız kesinlikle sadeleştirilmeli. Mükelleflerin beyan süreçleri dijitalleştirilmelidir. Her değişiklik siyasi takvime göre değil mali planlama döngüsüne göre yapılmalıdır. Üçüncüsü de şeffaflık ilkesi: Vatandaşlar ödediği verginin nereye harcandığını kesinlikle görebilmelidir. Her yıl vergi harcaması raporu yayınlanmalı, muafiyetlerin ve teşviklerin kime ne kadar fayda sağladığı kamuoyuna açıklanmalıdır.

Unutmayalım, vergi sistemi yalnızca mali bir araç değil, toplumsal sözleşmenin de parçasıdır. Adil olmayan bir vergi düzeni, uzun vadede sosyal huzursuzluk, kayıt dışılık ve üretim motivasyonunun da azalmasıyla sonuçlanır, nitekim Türkiye de bugün bunları yaşamaktadır. Türkiye'deki vergi yükü geniş kesimler için zorunluluk, dar bir kesim için de seçenek hâline gelmiştir maalesef. Bu tablo sürdürülebilir değildir. Devletine bağlı olan Türk milletiyle aranıza zorla mesafe koymaya çalışmamalısınız. Vergi adaletini sağlayamayan bir ülke gelir adaletini de fırsat eşitliğini de üretim istikrarını da sağlayamaz maalesef. Bugün Türkiye'de sorun, vergi oranlarında değil, vergi adaletinin maalesef kaybolmasındadır. Devlet, güçlü vatandaşın değil, adil vatandaşın devleti olmalıdır her zaman. Bütçe sadece gelir toplamakla değil o geliri doğru yere harcamakla da anlam kazanır. Vergi sistemi ceza değil güven sistemi hâline gelmelidir. Artık adil, sade, şeffaf ve öngörülebilir bir vergi sistemine geçmenin zamanı çoktan gelmiştir. Bu, sadece mali bir reform değil, demokratik bir yeniden yapılandırma meselesidir diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.