KOMİSYON KONUŞMASI

KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkür ederim Başkan.

Değerli milletvekilleri, değerli katılanlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Açıkçası, Türk hukuk sisteminde kadük bir sistemden bahsediyoruz. Günümüzde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmazken tavsiye niteliğinde karar alan Kamu Denetçiliği Kurumunun kararlarına uyulmasını talep etmemiz ne kadar gerçekçi olur, onu da sorgulamak gerekiyor.

Günümüzde devletler, demokratik hukuk devleti prensiplerinin güvence altına alınması, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin vurgulanması, aynı zamanda hukukun üstünlüğünün sağlanması için idarelerin denetlenmesine büyük bir önem atfediyor. Devletler bu denetim sürecinde vatandaşların haklarına daha fazla saygı göstermek, adaleti sağlamak ve demokratik değerlere uygun bir yönetim anlayışını benimsemek için çeşitli denetim mekanizmalarını geliştirmeye çalışmaktadır. Ülkemizde aşırı merkeziyetçi bir geleneğin bürokratik kültürlerle harmanlandığı, hesap verilebilir olmayan, kayırmacılığın hayatın normal akışına uygun olarak kabul edildiği ve hatta şaşırılmaması gereken sıradan bir hadiseye dönüştürüldüğü, katılımın önemsenmediği, taleplere yanıt verilmeyen, denetim konusunda yetersizliğin had safhaya ulaştığı, adaletsiz bir personel rejiminin söz konusu olduğu, yolsuzluk ve rüşvetin alıp başını gittiği ve elbette insan hakları ihlallerinin katlanarak büyüdüğü ve âdeta sorunlar yumağı hâline gelen bir idari anlayışla karşı karşıyayız. Bu noktada, Kamu Denetçiliği Kurumunun, haklı, tek yanlı karar alabilen yönetimin hukuk dışı keyfî uygulamalarına karşı korumak ve yine yurttaşların bireysel hak ve özgürlüklerine ilişkin temel tehdit ve sınırlamalara karşı bir güvence oluşturmak gibi hayati bir rolü mevcuttur.

Yalnız, az önce de ifade ettik, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 2024 yılındaki istatistiklerine baktığımızda, 2024 yılında 47 Avrupa ülkesinde yapılan şikâyetlerin toplamı 60.350 adettir. Aleyhine en fazla dava başvurusu bulunan ülke ise ne yazık ki yüzde 35,8'le Türkiye'dir. AİHM'de Türkiye için karar bekleyen 21.600 dava bulunmaktadır. Türkiye bu sayıyla diğer ülkelerden açık ara önde yer almaktadır. Tabii, bu rakamlara iç hukuktaki davaların uzunluğunu, Anayasa Mahkemesinin şeklî ve kabul edilemezlik için ürettiği bahaneleri ekleyecek olursak gerçekte bu rakamların çok daha fazla olduğunu tespit edebiliriz. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından 2024 yılında en çok özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği konusunda mahkûm edildi. Açıklanan kararlara baktığımızda en fazla ihlal Sözleşmenin özgürlük ve güvenlik hakkının güvence altına alındığı 5'inci maddesinde yani kişi hürriyeti ve güvenliği...

Yine, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni 1950 yılında imzaladı ve 1954'te onayladı. Bireysel başvuru hakkını ise 1987 yılında tanıyan Türkiye AİHM'in zorunlu yargı yetkisini 1989'dan bu yana tanıyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasını bireysel ya da genel önlemlerle yapıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 46'ncı maddesi gereği sözleşmeye taraf olan devletler açısından AİHM kararları bağlayıcı nitelikte ancak Türkiye'de Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Figen Yüksekdağ ve diğer kararlara baktığımızda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemine yönelik belirgin bir zorluk yarattığı da görülmektedir.

Öte yandan, Kamu Denetçiliği Kurumuna yapılan dönemsel başvurulara baktığımızda, 2016 yılında 5.519 başvuru sayısı 2020'de 90.209'a çıkmıştır. Dört yıl içerisinde başvuru sayısı yaklaşık 16 kat artmıştır. Geçtiğimiz yıl 2024'te kuruma yapılan başvuru sayısı ise 14.762 olarak gerçekleşmiştir. 90 binden 14 bine düşmesinin bu Kurumun güvenilirliğinin az olduğunun veya olmadığının vatandaşlar nezdinde görülmesinden kaynaklandığını düşünmekteyiz. Son dönemde yaşanan gelişmeler söz konusu Kurumun hakkaniyete uygunluk ilkesini dikkate almadığını gözler önüne seriyor. Toplumsal sorunlar ve hak ihlalleri konusunda duyarsız kaldığı ve son kertede hukuka uygun kararlar vermek yerine dönemin siyasi koşullarına uygun kararlar vererek varlık nedenine uygun hareket etmediği görülmektedir. Söz konusu düşüşün sebebi ülkenin demokratikleşmesi değil, adalete olan güvenin ortadan kalkmasından kaynaklanmaktadır.

Kurumun bu kararlarını elbette çok çeşitli başlıklar altında sıralamak mümkündür. Bu temelde böylesi bir sıralamada cezaevleri kendisine en yukarılarda yer alacaktır. Hasta mahpuslara uygulanan düşman hukuku, insanlık dışı mekânlar olarak yüksek güvenlikli hapishanelerin durumu, tutsaklara işkenceye varan uygulamalar içinde ters kelepçe ve ağız içi aramaların dayatılması, disiplin cezaları ve koşullu salıverme şartları oluşmuş hükümlü mahpuslara verdikleri keyfî raporlarla mahpusları sözüm ona iyi hâlli saymayan idare ve gözlem kurulularının tutumu ve daha bir sürü haksız ve hukuksuz keyfî uygulama Türkiye hapishanelerinde yaşanan insan hakları ihlallerinin yansımasıdır ne yazık ki. Buna bir örnek verecek olursak en son örneği, Metris R Tipi Kapalı Ceza Hapishanesinde tutulan ağır hasta mahpuslardan ALS hastası olan Abdulkadir Kuday 2 Ekim 2024 tarihinde cezaevinde yaşamını yitirdi. Devlet yaşam hakkını korumakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenler de bu ölümlerden sorumludur. Türkiye hapishanelerinde hasta mahpusların yaşamını kaybetmelerine rağmen gerekli önlem ne yazık ki alınmıyor. 2018 ile 2023 yılları arasında Türkiye hapishanelerinde 2.258 mahpus yaşamını yitirmiştir. Adalet Bakanlığı 24 Temmuz 2023 ile 20 Aralık 2024 tarihleri arasında, yaklaşık beş yüz on günlük bir süre içerisinde cezaevinde 1.026 kişinin yaşamını yitirdiğini soru önergesine vermiş olduğu yanıtta hepimizle paylaşmıştır. Bu rakamlar cezaevlerinde bir günde 2 mahpusun yaşamını yitirdiğini teyit etmektedir. Üstelik Bakanlığın sayısal bir veriye dönüştürerek sunduğu yok edilmiş yaşam istatistiği Cemal Tanhan ve Mehmet Ali Yaşa gibi ölümün kıyısına gelince tahliye edilen ve kısa süre sonra yaşamını yitiren mahpusları içermiyor. Bu bir tabutta tahliye rejimi, bedenler çıkar ama yaşam çoktan içeride bırakılmıştır.

Siyasi mahpuslara yönelik cezaevlerindeki baskı ve hak ihlallerinin dozunun artması, ağız içi arama uygulaması, Adli Tıp Kurumunun taraflı raporları ve tahliyeye hak kazanan hasta mahpusların infazlarının yakılması, kelepçeyle muayeneye gitmeyi reddeden ve tedaviye erişim haklarının kısıtlanması başta olmak üzere çok çeşitli sebeplerle mahpusların sağlığına erişim hakkının engellendiğine ilişkin cezaevi raporları ve haberleri gelmeye devam ediyor.

Bakın, geçen dönem Halkların Demokratik Partisi eski sözcüsü Günay Kubilay'la ilgili basına yansıyan ring aracının kabininde kafes içerisinde bekletilmesi meselesi var. "Kafes uygulaması insan onuruna aykırı bir durum olduğu için bu kafes içerisinde gidip geliyoruz -kendi beyanlarını söylüyorum- saatlerce burada bekletiliyoruz. Burada öğle yemeği yemek zorunda kalıyoruz. İçinde kıpırdamak bile mümkün değil. Küçücük pencereleri var. Böyle bir uygulama insanlık dışıdır." deyip tedaviyi reddetti ve tedavisi yapılmadı. Şimdi, tüm bu hususlara bakıldığında aslında Türkiye'deki hukuk sistemi ve cezaevlerine bakış açısının sadece belki milyonda bir örneklerinden bir tanesi.

Yine, mahpuslara yönelik yüksek güvenlikli Y ve S tipi cezaevlerinde bir buçuk saatlik havalandırmaya çıkarıldığı yönetmelikle düzenlenmiştir ama gerçekte olan bu mudur? Elbette ki hayır. Bu bir buçuk saat havalandırma durumu gerekçelerinde personel yetersizliği veya güvenlik gerekçesiyle tüm cezaevlerinde neredeyse on beş, yirmi dakikayla sınırlandırılmış bir durumdadır. Dolayısıyla, cezaevleri bu ülkenin kanayan yarası ve Kamu Denetçiliği Kurumu ve diğer kurumlar da Türkiye İnsan Hakları Eşitlik Kurumu da bu konuda herhangi bir inisiyatif alıp bu konuda cesur raporlar, gerçekçi raporlar sunamamaktadır. Mevcut bu uygulamalar ancak kötü muamele ve zamana yayılmış işkence kavramıyla açıklanabilir uygulamalardır. Yüksek güvenlikli Y ve S tipi hapishaneler kapatılmalı, mahpusların insan onuruna uygun bir yaşam sürmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca, mahpusların yaşam ve sağlık hakkını gözeten, koruyan bir anlayışın hâkim olması gerekir.

Benim bu sınırlı sürede değinmeye çalıştığım tüm bu ve benzeri hak ihlalleri ve hukuksuz uygulamaların büyük çoğunluğu Kamu Denetçiliği Kurumu tarafından maalesef görmezden gelinerek kuruluş amacına uygun hareket etmemiştir, etmiyor. Bu gerekçeyle son derece önemli bir denetim mekanizması olan Kamu Denetçiliği Kurumunun yurttaşların haklarını koruyan, tarafsız, şeffaf, etkili ve etik bir yönetim anlayışıyla hareket etmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Bu kurumun dünyadaki başarılı muadillerinin uygulamalarını da dikkate alan bir yerden demokratik hukuk ilkelerine uygun şekilde idarenin denetlenmesine katkısının son derece önemli olduğunu paylaşıyoruz.

Yine, glütensiz yemeğe erişimle ilgili yaptıkları başvurularda yeterli somut verilerin oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmesi de aslında bu insanların yaşam hakkının ihlali olarak değerlendirilebilir. İlerisi için söylüyorum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine eğer böyle başvurular yapıldığında devletin ilgili kurumlarının yaşam hakkını ihlal etmesi sonucuyla karşı karşıya kalınabilir. Dolayısıyla, bunu önlemek bu Kurumun, Meclisin ve insan hakları savunucularının elindedir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim.