Komisyon Adı | : | SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU |
Konu | : | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3159) münasebetiyle |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 19 .06.2025 |
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın vekiller ve burada doğasını, yaşamını, zeytinini korumak için kilometrelerce yol gelen arkadaşlar, köylüler, sevgili halkımız, sivil toplumun değerli temsilcileri; tabii, yine her zamanki bir AKP klasiğiyle karşı karşıyayız; gerçekten bir oldubitti yasası yapmaya çalışıyorsunuz ve 9 defa bu Meclise gelip, bu Meclisin duvarlarına, halkın iradesine, halkın itirazına çarpıp geri giden zeytinlik talan yasasını şimdi 10'uncu defa getirdiniz ve 10'uncu defa da aslında Türkiye'nin geleceğine, doğasına, yaşamına, üretim alanlarına el koyacak ve tam bir ekokırım politikası olacak, tam bir ekokırım yasasını da buradan geçirmek istiyorsunuz, hayata geçirmek istiyorsunuz. O anlamıyla, içinde bulunduğumuz meseleyi bence birazcık siyasal kimliklerimizi, mevcut, güncel reel politiğin dışına çıkarak değerlendirmekte fayda var. Çok konuşuluyor, çok tartışılıyor; ülke sevgisi, vatan sevgisi, halk sevgisi, milliyetçi olmak. Ben, gerçekten her milletvekili arkadaşa sormak istiyorum: Nedir ülke sevgisi? Nedir yurt sevgisi nedir? Nedir halk sevgisi? Halkını sevmek, onun köylüsünü, Akbelenliyi, İkizköylüyü, Şırnaklıyı, Cudiliyi, Gabarlıyı sevmek değil midir? Zap'ı sevmeden yurt sevilir mi? Kaz Dağları sevilmeden, oradaki ağaçlar sevilmeden, çam ağaçları sevilmeden, Akbelen'deki zeytin ağaçları sevilmeden yurt sevilebilir mi? İnsanların yaşam alanlarını yok ettiğinizde, insanları topraksızlaştırdığınızda, mülksüzleştirdiğinizde, onları birer ucuz iş gücü hâline getirip fabrikalarda karın tokluğuna çalışmak zorunda bıraktığınızda, gerçekten ortada bir ülke sevgisi kalır mı; bir yurttaş, halk sevgisi kalır mı? Suları borulara hapsedip HES'ler yaparak, tarım alanlarına GES'ler kurarak, barajların üzerine RES'ler yaparak, dağlara, taşlara her yere bunları kurarak ülke sevilebilir mi? Yoksa, yoksa bütün bunların karşısında aslında sevilenin sadece... Her birimizin yaşamı, her birimizin çocukları burada yaşıyor, bu ülkede yaşamayı düşünüyoruz sanırım, hiç kimsenin başka bir yere gitmek gibi bir düşüncesi yoksa, gelecek on yıllar sonra çocuklarınızın yaşayacağı bir ülkeyi sevmek, onu bugünden kurmayı gerektirmez mi, korumayı gerektirmez mi? Bence gerektirir. O anlamıyla, bu yasaya imza koyanlar, bu yasayı getirenlerin en başta, bence ülke sevgisi yok, yurt sevgisi yok, doğa sevgisi yok, köylü sevgisi yok; zeytin ağacına hiç dokunmamış, zeytin ağacının gölgesinde hiç yatmamış, ondan sonbaharda topladığı bereketiyle hiç mutlu olmamış, bir ağacı sulamamış, onu yeşertmemiş, büyüdüğünde onun karşısında mutlu olmamış. İnsan ancak böyle bir yasayı bu dünyada tek bir dikili ağacı olmazsa getirebilir, tek bir dikili ağacın gölgesinde uyumamışsa, serinlememişse, elini uzatıp onun bir meyvesini yememişse getirebilir. Eğer getirmiş olsaydı, bütün bunları yaşamış olsaydı asla bu yasaya imza atamazdı. Ben köyde doğdum, köyde büyüdüm; bizim için yaşam, doğa kutsaldır, ağaç kutsaldır, doğa kutsaldır. Siz en yaşlı ağacı kesersiniz, gerçekten çürümüş, ömrünü tamamlamış ağacı kesersiniz; genç bir fidana çubukla vurmak bile günahtır, vurursanız kızarlar size, büyükleriniz hemen uyarır sizi. Bir ağacı bir çocuğu korur gibi korurdu bizim büyüklerimiz, etrafını hayvanlar gelip yemesin diye çitlerdi. Böyle büyütüldük biz, doğa sevgisiyle, ağaç sevgisiyle, yeşil sevgisiyle, su sevgisiyle, insan sevgisiyle ama bu yasada bütün bunların karşısında duran bir anlayış var, bütün bunları yok sayan bir anlayış var.
Siz hiç gidip Akbelen'deki insanlarla konuştunuz mu? Bakın, kapının önünde. Ben öneriyorum: Bu teklife imza koyan bütün milletvekilleri gitsinler, o zeytin ağaçlarından başına taç yapan annelerimizle üç dakika konuşsunlar. Acaba ne hissediyorlar? Ne hissediyor oradaki Akbelen köylüsü? Ne hissediyor Yatağan köylüsü? Ne hissediyor şu anda kamyon kamyon, ormanını kesip götürüp sattığınız Şırnak köylüsü? Ne hissediyor Munzur'un dağlarındaki köylüler? Bir sorsunlar, bir oturun, bir konuşun, bir hissetmeye çalışın, bir kere olsun empati yapın. Meclis çoğunluğu elinizde, yasa yapma gücü elinizde, muktedirsiniz, iktidarsınız, yirmi iki yıldır iktidardasınız, eyvallah ama hiç kimse bu iktidarını doğa karşısında, yaşam karşısında kötüye kullanamaz. Bu halk size bunun için bu yetkiyi vermedi ki. 9 defa niye geri çektiniz bu yasa taslağını? Halk itiraz ettiği için, onay vermediği için, köylüler yollara düştüğü için. Şimdi de aynı durum var, hiçbir şey değişmedi ama getirdiniz 10'uncu defa, bu sefer yasalaştırmak istiyorsunuz. Neden? Bir sürü gerekçe saymışsınız, hiçbirinde insan yok. Stratejik alan, piyasa, sürdürülebilirlik, para kazanma, arz güvenliği, bilmem ne, bilmem ne, bilmem ne... Yatağanlılar, Cudililer, Gabarlılar, İkizköylüler, Kazdağlılar, Muğlalılar, Egeliler yok, bu yasanın içinde olmayan şey bu, bu kadar açık ve net. Yasayı ticari kaygılarla yazmışsınız, sermayenin ihtiyaçlarını gözeten bir yasa yazmışsınız, sermayeyi önceleyen bir yasa yazmışsınız ve gelmişsiniz, bunu tumturaklı sözlerle bize anlatmaya çalışıyorsunuz. Stratejik madenler için kurul oluşturuyorsunuz, oluşturduğunuz kurulun aldığı kararlara direkt tapu hükmü veriyorsunuz. Mülkiyet hakkı kutsal değil mi? İnsanların bütün yaşamları boyunca atadan, babadan, dededen edindikleri bahçeye, bağa, zeytinliğe, tarlaya el koyacaksınız ve buna "kamu yararı" diyeceksiniz. Bu kamu kim? Kim bu kamu? Ayşe değilse, Mehmet amca değilse, Halil amca değilse bu kamunun içinde kim var? Köylü yoksa bu kamunun içinde kim var? Üretici yoksa bu kamuyu kim teşekkül ediyor? Söyleyelim, sermaye; kamudan kastınız da sermaye. Kamu yararı değil, yazın oraya, açık ve net "sermayenin yararına" deyin. Biz de bilelim, halkımız da bilsin, dürüst olsun en azından, şeffaf olsun, bu kadar makyajlamaya gerek yok ki. Halktan kaçırdığınız bir yasa yapma süreciyle karşı karşıyayız. 17 Haziranda akşam sundunuz; 19 Haziran, bugün sabahtan beri yasayı konuşmak için toplanmışız. Aceleniz ne? Gerçekten ilgili komisyonlara gitti mi, tali komisyonlara? Yok. Etki değerlendirme meselesi var mı? Yok. E, yaptık, olur. Güçlüsünüz, tamam, iktidarsınız, yapabilirsiniz de ama yarın siz de sonuçlarını yaşayacaksınız.
Bakın, pandemi geldi, herkes evine kapandı. Pandemide zengin, fakir ayrımı kısmen oldu ama mikrop demedi ya, bu iş adamı, ben bunu pas geçeyim. Herkes bir gün eşitlenir. Bu doğa, bu oksijen, bu ağaçlar herkes için gerekiyor, zenginin de oksijene ihtiyacı var. O madeni kurup o doğayı, o zeytinliği yok edenin çocuklarının da o doğaya ihtiyacı var ama bunu koruyup kollama sorumluluğu kimde? Devlette, kamu adına, halk adına göreve gelen biz milletvekillerinde. Bu yetkiyi bunun için halk bize verdi, onların hakkını sonuna kadar savunalım diye, onlar için mücadele edelim diye. Sanki bu yasa her birimizin zeytinliğine el koyuyormuş gibi düşündüğümüzde karşısında durabiliriz. Benim hiç zeytinliğim yok ama varmış varsayarak yola çıkarsak, bunun hepimize dair bir karşı saldırı olduğunu görürsek bunun karşısında durabiliriz. Yoksa yol veririz, yasa gelir, geçer; bu çok açık ve net.
Şimdi söyleyelim, yönteminiz de demokratik değil. Bakın, katılım süreçlerini yanlış yürütüyorsunuz. Meclisin müzakere yöntemini yanlış yürütüyorsunuz. Komisyon süreçlerini yanlış yürütüyorsunuz. Toplum katılım süreçlerini yanlış yürütüyorsunuz, daha doğrusu yürütmüyorsunuz. İstediğiniz insanlarla, istediğiniz yasaları yapmak için görüşüyorsunuz, sonra da "Efendim, şu kadar da yapının görüşünü aldık." deyip, getirip burada allayıp pullayıp bizlere satmaya çalışıyorsunuz ama olmaz, olmayacağını siz de biliyorsunuz.
Şimdi ÇED süreçlerini baypas edeceksiniz değil mi? Anlattı zaten uzun uzun teklif sahibi olan milletvekilimiz. Özellikle kurumun görüş vermemesi durumunda olumlu görüş verdiğine kanaat getireceksiniz. Böyle bir şey olabilir mi? ÇED sürecine görüş vermeyen kurumun olumlu görüş verdiğini varsaymak nasıl bir hukuki gerekliliktir, nereye yaslanıyor? Çünkü siz ÇED istemiyorsunuz ki. Siz, ÇED süreçlerini kısaltmak istiyorsunuz ama daha önemlisi, siz ÇED olmasın istiyorsunuz. Çünkü köylüler, gerçekten bu işe ömrünü vermiş avukatlar, çevre gönüllüleri, ekolojistler bir araya geliyorlar, inisiyatifler kuruyorlar, o ÇED süreçlerini takip ediyorlar, olmadı, idare mahkemesine götürüyorlar. Hepsi sizin o maden şirketlerinizin, o palazlandırmaya çalıştığınız yandaş sermaye şirketlerinizin ayağına dolanıyor. Şimdi diyorsunuz ki: "Ya, bu işi kısadan halledelim; kuralım firmayı, verelim ruhsatı, başlasın takır takır maden çıkarmaya, gelsin şıkır şıkır paralar." Dolar sayalım istiyorsunuz, para sayalım istiyorsunuz. Kimin umurunda oradaki köylünün tarlası gitmiş, bağı gitmiş, bahçesi gitmiş, hayatı gitmiş, geleceği gitmiş, hafızası gitmiş, kültürü gitmiş, tarihi gitmiş, mezarı gitmiş. Umurunuzda değil ki bir an önce işi kısadan halletmek istiyorsunuz. Onun için de getirmişsiniz, ÇED sürecine müdahale ediyorsunuz. Anayasa'ya aykırı mı? Net aykırı. Anayasa’nın 56'ncı maddesine, herkesin sağlıklı ve doğal bir çevrede yaşama hakkına aykırı bir düzenleme ama getirdiniz, koydunuz. Daha kötüsü -vekilim uzun uzun anlattı çok doğru bir şekilde- krokiyi koymuşsunuz, krokiyi üst üste koyuyoruz. Siz zaten direnen, itiraz eden Akbelen'i falan yağmalamak istiyorsunuz, oradaki zeytinlikleri ortadan kaldırmak istiyorsunuz. Teklifin 11'inci maddesinin krokisi tam orası, açık ve net bir şekilde orayı zeytinlik alanından arındırmak istiyorsunuz. Sadece burada yapmadınız, bakın, Afrin'de de yaptınız. Afrin'de de o çeteler gittiler, oradaki zeytin ağaçlarını kökünden söktüler, götürdüler. Nedir sizin zeytin ağacıyla derdiniz? Özel bir husumetiniz mi var zeytin ağacına, gerçekten merak ediyorum. Siz zeytin sevmiyor musunuz, zeytin ağacı mı sevmiyorsunuz? Zeytinden gelen geliri mi sevmiyorsunuz? Nedir yani zeytin köylüsüyle, zeytin üretimi yapanla derdiniz? Nedir bu maden sevdanız? Yerin altını, üstünü delip maden sahasına çevirmek istiyorsunuz. Ya, siz de bu ülkede yaşıyorsunuz, siz de her sabah zeytin yiyorsunuz, halkımız belki en garibanını, küçük sele altısını yiyor, siz 1'inci sınıfını yiyorsunuzdur yani ama ona rağmen bugün gelmişsiniz, zeytin kırım yasasına el kaldırmaya çalışıyorsunuz. Her şeyi enerji, maden, para olarak göremeyiz arkadaşlar, bu yanlış. Biz doğanın efendisi değiliz, biz insanlar doğanın bir parçasıyız, doğayla uyumlu yaşadığımız sürece, doğaya uyum sağladığımız sürece bu döngü, bu ekosistem dönüşür ve devam eder. Bakın, insanların galip geldiği her yerde hep beraber kaybediyoruz. Dünyanın sonu geliyor, ekolojik iklim krizi bir taraftan, ekolojik yıkım bir taraftan, su sorunu, küresel su krizi bir taraftan, gıda arz güvenliği bir taraftan; dünyanın başına gelebilecek bütün felaketler; sorumsuz iktidarlar, sorumsuz devletler, halkı, yoksulu görmeyen anlayışlar sonucunda oldu. En büyük göç dalgaları savaş nedeniyle olmayacak, su krizi nedeniyle, iklim krizi nedeniyle olacak. Neden? Çünkü bütün ormanlar yok ediliyor, ekosistem tahrip ediliyor, yeryüzünde dünya kadar canlı türü yok oluyor, haberiniz var mı? Ülkemiz dâhil. Şimdi, bir nostalji gibi izliyoruz; efendim, Anadolu'da eskiden kaplan, Anadolu Parsı vardı. Niye nostalji? Niye sadece fotoğraflarını görüyoruz biz o canlı türlerinin? Çünkü siz doğaya savaş açmışsınız ve kazanıldığında hep beraber kaybedeceğiz. Bunu ıskalıyorsunuz, bunu unutuyorsunuz; bu, yanlış, buna karşı durmamız lazım.
Diğeri, şimdi, enerjiyle ilgili dünya kadar teknik şey söyledi, sunumu yapan milletvekili arkadaşımız da söyledi, diyor ki: "Mayıs 2025 itibarıyla Türkiye'nin 118 bin 721 megavat kurulu gücü var; anlık maksimum puant yük ise 58.172 megavat. Yani bir ihtiyaç yok aslında. Peki, bu acele niye? Burada bir ulusal öncelik var mı, ulusal bir ihtiyaç var mı? Hayır. Uluslararası enerji şirketlerinin söylediklerinin gereği olarak bugün biz bu yasayı aynı zamanda görüşüyoruz ve siz, o nedenle apar topar bu yasayı getirdiniz, önümüze koydunuz. Şimdi, diyorsunuz ki: Biz geçireceğiz. Bu kâr odaklı bakış, bu kapitalist, modernist bakış insanlığın sonunu getirdi ve daha da getirmeye devam edecek.
Yetmiyor, bazı şirketlerin imar planlarının ve yapı ruhsatlarının Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yapılmasına olanak tanınıyor. Yapı ruhsatı ve izin belgesi olmadan işletmeye alınmış elektrik üretim tesislerine şimdi imar affı getiriyorsunuz. Niye? İmarı yok, kaçak kurulmuş ama imar affı getireceksiniz. Peki, bu, hukukun açık olan geriye işlemezlik ilkesine aykırı değil mi? Aykırı ama ne olacak; yetkiniz var, çoğunluğunuz var, yaparsınız. Bu anlamıyla da bir sorun olduğunu düşünmüyorsunuz.
Tarım alanlarını, barajları, zeytinlikleri, özellikle de verimli tarım alanlarını GES projeleriyle işgal ediyorsunuz. Meralara ya, meralara güneş, enerji santralleri kuruyorsunuz, dört bir yanına. Ben Kars Milletvekiliyim, Pazarcık'a gidin -en yüksek yaylasıdır, en güzel yaylaları oradadır- Hanlar Geçidi'nde kışın kardan geçemezsiniz siz ama şimdi yol boyuna, oraya bile güneş enerjisi santralleri kurulmuş.
ORHAN SARIBAL (Bursa) - Bir de kim kuruyor, ona bakmak lazım.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Kim verdi size bu yetkiyi? Oradaki hayvan üreticisinin merasına bunu yapma hakkını nereden elde ediyorsunuz siz? Tarımsal üretimi bitirdiniz. Bakın, bin defa söyledik, dedik ki: Oraya yapacaksanız -orada hayvancılık birinci derecede önemli- gelin oraya et entegre tesisi kurun, süt entegre tesisi kurun...
ADEM ÇALKIN (Kars) - Var, var.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Yok.
...katma değerini yükseltin oradaki canlı hayvanın, hayvanının sadece canlı hayvan olarak satmasın Kars üreticisi; sucuk yapsın, pastırma yapsın, katma değeri artsın, öyle göndersin; istihdam artsın, Karslı göç etmesin; ona gelince yok ama bedavaya araziyi tahsis et, kur güneş panelini, hayvancılığı öldür, hayvan üretimini; Orada da hiçbir sorun yaşamadığımızı görüyoruz.
Diğer bir mesele: Şimdi, 2030 yılına kadar yeterli kömürle çalışan santrallere yüzde 85 oranında bedel indirimi getiriyorsunuz. Şimdi, ben sormak istiyorum -Bakanlık da yaptı- Sayın Başkana: Siz, Paris İklim Anlaşması'nı imzalamadınız mı? Avrupa Yeşil Dönüşüm sürecinin içinde değil miyiz? Bir tarafta tumturaklı yeşil dönüşüm sözleri, Paris İklim Anlaşması'na taraf olmalar, bir tarafta hâlâ fosil yakıtta ısrarı biz nereye koyacağız? Termik santraller hangi çağda kaldı? Siz orada yaşayan insanlarda -Afşin'in, Yatağan'ın, diğer termik santrallerin ürettiği karbonmonoksit ve diğer bütün zehirli gazları- sırf o çevresel etkiler nedeniyle kanser oranlarındaki artışı biliyor musunuz? Normal bir ilde kanser oranı ne kadar -solunum sistemine bağlı olanlar özellikle- Afşin'de ne kadar, Yatağan'da ne kadar ve kömür santrallerinin olduğu yerlerde ne kadar? Hava temizlik oranları, partikül sayısı ne kadar biliyor musunuz? Yok. Sizin için patronun para kazanması önemli. Oradaki amca da kanser olmuş. "Ne yapalım canım? Olabilir, herkesin başına gelir." diyorsunuz ve bunu devam ettirmeye çalışıyorsunuz. Hâlâ 21'inci yüzyılda, 2025 yılında yüzde 85 oranında kömür santrallerine muafiyet sağlayarak fosil yakıtları destekliyorsunuz ama lafa gelince "yeşil dönüşüm" şunu bunu söylüyorsunuz.
BAŞKAN MUSTAFA VARANK - Başkanım, toparlayabilir miyiz.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Toparlayacağım Sayın Başkan.
Diğeri, madencilik sektörünün gayrisafi yurt içi hasıladaki oranını çok düşük bulmuşsunuz -sanırım 1,2 mi, yanlış söylemeyeyim- 1,2'yi 2'ye çıkarmak istiyorsunuz. O 1,2'nin yarattığı tahribatı biliyor musunuz? 1,2'yle Kaz Dağları'nı tıraşladınız; 1,2'yle Şırnak'ı altüst ettiniz. O 1,2 bu ülkenin dünya kadar zeytinlik alanını, orman alanını bitirdi. Siz şimdi bu hedefi 2'ye çıkarıyorsunuz, maden sahalarını artırmak istiyorsunuz. Kimin hilafına? Bu ülkede yaşayan halkların hilafına; köylülerin, üreticilerin yaşam alanlarına el koyma pahasına bunu yapıyorsunuz.
Çok uyardık; bakın, İliç'teki Çöpler Madeni faciasında toprak kayması oldu. O zaman söyledik, dedik ki: Bu Fırat'a karışırsa bir ekolojik felaket olur. Çernobil'in etkilerini yıllarca yaşadı bu ülke. Kimyasal atıkların, nükleer felaketlerin yaratacağı şeyleri söyledik. Siz getirdiniz Mersin Akkuyu'ya, zemininde dünya kadar çatlak olan yere nükleer tesis kurdunuz, Çöplerde hiçbir önlem almadınız. Maden sahalarını genişlettiler, sonunda orada insanlar göçük altında kaldı. Dünyanın liç yığını orada; ne bitki yaşıyor orada ne canlılar uçabiliyor ama hepiniz memnunsunuz. Yaşamak ister miydiniz, o İliç Çöpler Maden faciasının yaşandığı o bölgedeki köylü olmak ister miydiniz? Toprağına el koydunuz, şimdi İliçlilerin başka hiçbir şansı yok; ya o madende çalışacak, ölecek ya açlıktan ölecek; halka dayattığınız bu. Yarın kurduğunuz her maden sahasında, zeytinliğine el koyduğunuz her köylü ya o madenle çalışacak, madende ölecek ya çalışmayacak, açlıktan ölecek çünkü siz onun üretim aracını elinden alıyorsunuz. Bu bir sermaye transferi, bu bir mülksüzleştirme, bu bir mala çökme, bu bir talan ve bunu yasayla yapacaksınız, adına da "Meclisten geçti." diyeceksiniz.
Yine, Ordu Fatsa'daki siyanürlü altın madeni ve onun çevresel etkilerini hiç söylemeyeceğim.
Son olarak bir iki şeyi söyleyip toparlamak istiyorum: Sadece bunları böyle genel bir sermaye politikası olarak da görmemek gerekiyor. Bu sermaye politikalarını, özellikle de kürdistan coğrafyasında bir de askerî stratejiyle destekleyen hâlleri var. Örneğin, bir yere maden sahası kuruluyor, çok hızlı bir şekilde orası askerî güvenlik bölgesi ilan ediliyor. Ne köylü gidebiliyor ne halk gidebiliyor. Maden firması güvenli güvenli gidiyor, orada madenini çıkarıyor. Hani siz orada demişsiniz ya "Rehabilitasyon yapılacak ve benzeri." Öyle bir şey Hak getire. Dağı taşı deliyorlar, ormanları yok ediyorlar ama bunun adı "maden çıkarma" oluyor. Bunun adı "doğa talanı" bunun adı "insansızlaştırma" bunun adı "coğrafyayı yok etme." Net söyleyelim. Ya "rehabilitasyon" kavramı size neyi hatırlatıyor? Bir şey hasta olduğunda rehabilite edilir değil mi? Demek ki siz doğaya zarar verdiğinizi kabul ediyorsunuz. Önce doğayı öldürüyorsunuz, sonra da işte "Yüzde 30 da parasını yatır, rehabilite et." Bir ekosistem ağaç dikmek midir ya? Siz ormana 3 tane ağaç dikilince orman mı oluyor sanıyorsunuz? Ormanın ekosistemi, suyun ekosistemi kaç bin yılda oluşuyor biliyor musunuz? Bu olabilir mi?
Zeytin ağacını anlattı milletvekili arkadaşımız, kökünden söküp götürüyorsun, diyorsun ki: "Ben zeytin ağacını korudum." Üç yüz yıllık zeytin ağacı var. Üç yüz yıldır, beş yüz yıldır kimse o zeytin ağacına yan gözle bakmayı akıl etmemiş, o zeytin ağacının meyvesini yemiş, gölgesinde serinlemiş; siz o zeytin ağacını kökünden söken iktidar oluyorsunuz. Üç yüz yıllık ağacı kökünden söküp götürmek size nasip oldu, siz yapıyorsunuz, siz yapıyorsunuz bunu. Düşünüyor musunuz, ya, üç yüz yılda kaç nesil yetişir, gelir geçer? O ağaç orada durmuş, binlerce insan gelmiş, geçmiş, yaşamış; kimse o ağaca dokunmayı, o ağacı kökünden sökmeyi, onu maden sahasına çevirmeyi düşünmemiş. Siz gelmişsiniz, şimdi, "Kökünden söküp götürürüz, öbür tarafa kurarız." diyorsunuz. Bu, kabul edilemez arkadaşlar.
Hakkâri, Zap, Cilo... Cilo'da buzullar eriyor, sizi üzüyor mu?
İDRİS NEBİ HATİPOĞLU (Eskişehir) - Evet.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Üzmeli, üzmeli ama Cilo'daki buzların erimesine dair bir önleminiz var mı? Yok, yok, o da yok. Üzülmekle olmaz çünkü ben de üzülüyorum ama elimden bir şey gelmiyor.
BAŞKAN MUSTAFA VARANK - Başkanım, toparlayabilir miyiz.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Toparlıyorum.
Şimdi, sabah akşam "Gabar petrolü... Gabar petrolü..." İyi, hoş da Gabar petrolünün çıkarma şekli, arama şekli nasıl biliyor musunuz? Doğaya verdiği zararın farkında mısınız? Biz "Enerji olmasın." "Petrol çıkarılmasın." demiyoruz ama bir şeyi doğayı koruyarak da yapmak var, yerelle ortaklaşarak yapmak var, yerel halkın rızasını alarak yapmak var, yerel halkı o sürecin bir parçası kılarak yapmak var; bir de böyle "Ben yaptım, gücüm, iktidarım, siz de bana tabisiniz." deyip üstten efelenerek yapmak da var. Biz ikincisine karşıyız. Halkın rızasını almadan çıkardığınız yasalar halkın iktidarına, halkın itirazına çarpıp dönecek ve hepimiz bundan etkileneceğiz; bunu unutmayın.
Çok bağırdık, çok çağırdık, son olarak o başlığı söyleyeyim. İçimize derttir, içimize gerçekten derttir. Hasankeyf'te Ilısu Barajı'nı yaptınız. Bakın, o da aynı -böyle üç yüz yıllık zeytin ağaçları gibi- binlerce yıllık o mağaraları, o tarihi suya gömdünüz. Çok bağırdık, çok çağırdık. Ya, bir barajın ömrü ne olabilir? Mesela ekonomik verimliliği ne olabilir? Elli yıl mı? Hadi, taş çatlasın, yüz yıl, ekstra, ekstra, ekstra artırın, yüz yıl ekonomik ömrü ve verimliliği. Peki, kaç bin yıllıktı Hasankeyf? Siz elli yıllık bir baraj için, kırk yıllık bir baraj için binlerce yıllık bir medeniyetin kalıntılarını ortadan kaldırdınız, binlerce yıllık. Bence bu, tarihe karşı yapılmış en büyük ihanet, insanın kendi insanlık tarihine yapabileceği en büyük ihanet çünkü dünya sadece bizden müteşekkil değil, bizim öncüllerimiz, bugünkü gelişimin paydaşları, bugünkü yaşadığımız her şeyi onlar biriktirdiler ve biz tarihin bir parçasıyız, sahibi de değiliz ama işte, yok oldu, gitti.
Onun için, bu yasanın toplum karşıtı, doğa karşıtı, üretici karşıtı olduğunu, zeytin karşıtı olduğunu, orman karşıtı olduğunu açık ve net söyleyelim. Bu bir ekokırım yasasıdır, bu bir talan yasasıdır, bu bir rant yasasıdır, bu ısmarlama bir yasadır.
Bakın, bu teklifin içerisinde, maden firması sahibi olan arkadaşlar var, milletvekilleri var. Olabilir mi, olabilir mi? Bir insan, günün sonunda kendisinin çıkar sağlayacağı bir metne imza koyabilir mi? "Benim firmam da kazanacak, ee, ben ondan geri durur muyum? Canhıraş savunurum." Peki, kim kaybedecek? Sen kazanacaksın da kim kaybedecek? Toplamda hepimiz kaybedeceğiz ya, sen dâhil, imza koyan dâhil.
İDRİS NEBİ HATİPOĞLU (Eskişehir) - Kimmiş o?
ABDURRAHMAN BAŞKAN (Antalya) - Kimse söyleyin.
AYŞE KEŞİR (Düzce) - Bütün imza sahiplerini zan altında bırakmayın, söyleyin kimse.
BAŞKAN MUSTAFA VARANK - Oğuzhan...
Sayın Vekilim, lütfen...
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Hemen bitiriyorum, selamlayıp bitiriyorum Başkan.
BAŞKAN MUSTAFA VARANK - Yani, gene sözcülerimizin hakkını yiyoruz. Gene Grup Başkan Vekillerimizin bu kadar konuşması...
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Son olarak, bu yasayı Akbelen, İkizköy ve bu ülkedeki bütün köylüler; zeytin üreticileri; ekmeğini dağdan, taştan, ovadan, bayırdan çıkaran; üreten; bizim soframıza o zeytinin gelmesini sağlayan insanların yüzü suyu hürmetine çekmeniz gerekiyor. Ülke sevgisi de vatan sevgisi de yurt sevgisi de doğa sevgisi de insan sevgisi de halk sevgisi de bu yasayı çekmenizi gerekli kılıyor diyorum.
Hepinize dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Sonuna kadar muhalefet etmeye devam edeceğiz.
Teşekkürler. (Alkışlar)