| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3147) münasebetiyle |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 31 .05.2025 |
CUMHUR UZUN (Muğla) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli milletvekillerimiz, kıymetli bürokratlar, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kamuoyunda büyük beklentilere neden olan bir Covid yasasının bugünkü konuşmamızın temelini oluşturduğu ve bizi bugün burada bu saatte izleyen var ise hepsinin aklında Covid'le ilgili, Covid döneminde uygulanan infaz eşitsizliğiyle ilgili bir olumlu haberin çıkıp çıkmayacağı noktasında dikkatlerin kesildiği, elbette çok değerli düzenlemeler içermesine rağmen diğer düzenlemelerin hep bunun gölgesinde ve ötesinde kaldığı, bu nedenle de bugüne kadar yaratılan bu yüksek beklentinin karşılanıp karşılanmayacağının dikkatle incelendiği bir, tam adıyla Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'ni değerlendiriyoruz. Evet, biraz önce dedik ki toplumda infazla ilgili, özellikle 31 Temmuzdaki uygulamayla ilgili bir hatalı uygulamanın, eşitsiz uygulamanın giderilip giderilemeyeceğine ilişkin bir değerlendirme beklentisi var fakat bu beklentiyi yaratan toplumun kendisi değil, bizatihi toplumdaki talebi ele alan ve bu konudaki en yetkin isim olan Adalet Bakanı bundan üç ay önce katıldığı bir programda "Bugün basına yansıyan konu bir af değil. Covid yasasından faydalanamayan bazı mahkûmlar cezaevinde kalmaya devam ediyor ancak suç tarihleri nedeniyle bazı hükümlüler bu düzenlemeden yararlanamazken daha sonra suç işleyenler yararlanabildi, bu konuda mağduriyet iddiaları var. Türkiye Büyük Millet Meclisi takdirine bağlı olarak eşitlik çerçevesinde bir düzenleme yapılabilir ama bu bir af değildir." diye düzenlemenin af olmadığını ama toplumun böyle bir düzenlemenin ihtiyacı içinde olduğunu ifade ettikten sonra, bundan tam bir ay önce infazla ilgili 40 maddelik bir düzenleme yapıldığını anlatmış ve Covid 19 döneminde yapılan 31 Temmuz 2023 tarihli açık cezaevindeki hükümlüleri kapsayan yasal düzenlemeden yararlanamayanların da bundan yararlanabilmesine yönelik düzenlemenin de bu teklifte yer aldığını kaydetmiştir. Bunları söyleyen bizim Adalet Bakanımız, dolayısıyla Adalet Bakanının bu sözleri söylemiş olmasının toplumda yarattığı ciddi bir beklenti oluştu. Sanıyorum biraz önceki konuşmalar sırasında Sayın Şahin, Adalet Bakanının sözünün devletin sözü olduğunu ve bu devletin sözünün yerine getirilmesinin devletimiz açısından bir mecburiyet ifade ettiğini anlattı. Çok doğru, bu denli yüksek bir beklenti yaratırsanız ve bunun bir gereklilik olduğunu söylerseniz ve "bu, infazda bir eşitsizlik yaratıyor." derseniz ki doğrusu da infazda bir eşitsizlik yaratıldığı noktasındadır, o zaman bunun gereğini yapmak durumundasınız. Yapmazsanız -yine biraz önce çok güzel ifade edildi- en son umut ölür, umut var olduğu müddetçe de insanlar o umuda tutunmak isterler. O yüzden bu eksikliğin derhâl giderilmesi ve değilse kendi alanıyla ilgili Adalet Bakanının söylemiş olduğu ve ısrarla takip ettiği bir sözün yerine getirilmemiş olması nedeniyle de Adalet Bakanının derhâl istifa etmesi lazım. Olmaz, Türkiye hukuk devleti olacaksa eğer, sorumluluk makamında bulunanlar o sorumluluklarının gerektirdiği sözleri sorumluluğunun ağırlığını ve yaratacağı beklentinin büyüklüğüne göre doğru ifade etmek durumundadırlar.
Öte yandan, öyle bir süreçten geçiyoruz ki AKP iktidarı artık hukuksuzlukları neredeyse alışkanlık hâline getirdi. Bakın, geçtiğimiz günlerde karma komisyon olarak burada toplandık ve Genel Kurulumuza önerilmek üzere Hâkimler ve Savcılar Kuruluna aday belirleme çalışması yaptık. Burada, Anayasa açıkça ilk iki turda nitelikli nisapların aranacağını ve bu turda bu nitelikli nisaplara ulaşılamaması hâlinde kura çekileceğini ifade etmesine rağmen, Anayasa’nın hiçbir yerinde üçüncü turla ilgili bir ibare olmamasına rağmen üçüncü tur yapıldı. Anayasa’nın amir hükmüne uymamakla başlayan hukuksuzlukları başka birçok alanlarda uygulayıcılar tarafından yaratılan hukuksuzlukların varlığıyla kıyasladığımızda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Anayasa'ya uyulmayan bir davranışın anlatılır ya da açıklanabilir bir yönü olmaz.
Yine, Anayasa'ya aykırı davranışların içinde Anayasa Mahkemesinin kararına karşı nasıl yapılacağını, nasıl davranılacağını düzenleyen 153'ün son hükmüne rağmen, biz Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir milletvekilini, Hatay milletvekilini hâlâ getiremedik.
Bakın, mensubu olduğumuz 28'inci Dönemin en büyük ayıplarından bir tanesi. Eğer bu dönem bir şekilde biter ise 28'inci Dönemde seçilmiş bir milletvekilini 600 tam sayıya yetiştirememiş, getirememiş bir Parlamentonun dönem arkadaşları olarak anılacağız; bu ayıp bize yeter. Olmaz, bir milletvekili seçilmişse, Anayasa'da onun seçilmesi hâlinde yapılacak işler belliyse, o işlerin gerekleri yapılıp Anayasa’nın gereğini yapmak durumundayız.
Meclise ilk girdiğim günü hatırlıyorum, birden fazla dönem burada olan arkadaşlarımız hissetmemiş olacak ama ben Anayasa'ya sadakatten ayrılmayacağıma dair ettiğim yemini iliklerime kadar hissederek yaptım ve Anayasa'ya sadakatten ayrılmadan görev süremi tamamlamak en büyük onurum olur. O nedenle, Anayasa'ya aykırı her davranışın karşısında dimdik durmaya kararlıyım.
O nedenle, Sayın Başkanım, zaman zaman Anayasa'ya aykırılıkla ilgili önergeler veriyoruz. Bu önergelerle ilgili şeklî bir oylama yapılıyor. İçeriklerini tartışmaksızın, sadece gerekçe ve önerge okunmak suretiyle Anayasa'ya aykırılık iddiasının yerinde olmadığına ilişkin ya da Anayasa Komisyonunda değerlendirilmesine ihtiyaç olmadığına ilişkin karar veriyoruz, geçiyoruz.
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Uzun, uzun uzun tartışıyoruz, konuşuyoruz.
CUMHUR UZUN (Muğla) - Başkanım...
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sadece şekil olarak oylanmıyor, saatlerce burada Anayasa'ya aykırılıkla ilgili tartışmalar oluyor.
CUMHUR UZUN (Muğla) - Peki Başkanım, bu açıklamanızı da aldım, kabul ettim ama görüntülerimiz var, yaşananlar var, oylamalar var; o nedenle...
OĞUZHAN KAYA (Çorum) - Oylama olacak tabii canım...
CUMHUR UZUN (Muğla) - Şimdi, peki, Başkanım, gelmek istediğim nokta bu...
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Oylamamız Anayasa'ya, İç Tüzük'e uygun.
CUMHUR UZUN (Muğla) - Yok, o davranışımızın Anayasa'ya aykırı olduğunu söylemiyorum; onu ne kadar özümsediğimizle ilgili benim anlatmak istediğim problem.
Değerli arkadaşlar, bunun sonunda, biz, ana muhalefet olarak Anayasa Mahkemesine gidiyoruz. Anayasa Mahkemesinden gelen, bozulan ve bizim söylediğimiz şeylerin, o gün dikkate alınmayan şeylerin Anayasa Mahkemesinden iptal hükmüyle geldiğini yaşıyoruz ve görüyoruz. Sonunda, bugünkü teklifte de mevcut olan birçok maddeyi Anayasa Mahkemesinin iptal kararları doğrultusunda yeniden yapmak durumunda kalıyoruz. Bu, hem mesai kaybı hem de bakın, bir Anayasa'ya uymama şekli. O nedenle, önemsediğim için bir kez daha ifade etmek istedim. Nasıl?
Yasayı yaptıktan sonra, bu yasanın Anayasa'ya aykırılığıyla ilgili Anayasa Mahkemesine gittiğimizde, Anayasa Mahkemesinin bir inceleme süresi var. Bu inceleme süresi kendine göre belirli bir vakit alıyor. Aldığı vakit yetmezmiş gibi, Anayasa Mahkemesi o yasanın iptaliyle oluşabilecek boşlukların önüne geçebilmek için, yerine yeniden yasa yapmak için ya da düzenleme yapabilmek için yasamaya bir süre veriyor. Yakın zaman dilimlerinde, biz, tekrar o yasayı yaparak boşluk oluşmamasına gayret sarf ediyoruz, hatta bazen, bugün olduğu gibi, cumartesi günleri, bazen de sabahlara kadar süren çalışmalar yapmak durumunda kalıyoruz. Aynısını yaptığımızda, o süreç bir daha başa dönüyor ve yeniden kanun düzenleme hâli, Anayasa Mahkemesi incelemesi hâli oluşuyor ve aradan yıllar geçiyor; bir yönüyle, Anayasa Mahkemesinde verilen karara uymamanın bir yolu hâline geliyor, bu da bize, özellikle biz hukukçulara hiç uygun değil.
Bir diğer husus, bu teklif ve daha önceki tekliflerde çok değerli milletvekili arkadaşlarımız imzalarıyla buna destek verdiler; imza verenler de dâhil olmak üzere, bu yasaların bakanlıklarda ve bürokratlar eliyle hazırlandığı artık saklanamaz bir gerçek. Yani altına imza attık diye, imza konuldu diye milletvekilleri tarafından yapıldığını söyleyebilmek mümkün değil. Bu işleyişi çok net burada görüyoruz. O nedenle, Anayasa'mıza göre milletvekilleri tarafından yapılması gereken yasaların bürokratlar eliyle yapılarak bize burada onaya gelmiş olması ya da imzalarıyla sadece destek aranan bir hâl yaratılması Meclisimizin yasama yapma yetkisinin alınması anlamına geliyor, bu da Anayasa'ya aykırı uygulamaların bir başka şekli olarak devam ediyor.
Öte yandan, bu yasalar yapılırken şöyle de bir etkisizliğin içine düşüyoruz: Daha iki gün önce, sanıyorum Karayolları Trafik Kanunu'ndaki çalışmalarımız sırasında İnfaz Kanunu'nun gelip gelmeyeceği konusunda, aslında bütün yetkiye sahip komisyon olarak Adalet Komisyonu üyeleri olarak -ki o zaman diğer arkadaşlarımız da buradaydı- İnfaz Kanunu'nun gelip gelmeyeceği konusunda hepimiz bir tereddütle birbirimize baktık, Başkanım da dâhil olmak üzere İnfaz Yasası diye bir hazırlığın olup olmadığını öğrenmeye çalıştık takvim açısından, plan açısından. Biz Adalet Komisyonuyuz, bize haber verilmeden yapılan bu hazırlıklar, Adalet Komisyonundan bile habersiz yapılan yasaların nasıl Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından milletvekilleri aracılığıyla yapıldığını söyleyebiliriz içerik olarak? Bu, samimi bir davranış değil, böylelikle de Anayasa'yı ihlal ediyoruz.
Öte yandan, bir süredir İstanbul'da, Büyükşehir Belediye Başkanlığımız başta olmak üzere bir kısım hukuk operasyonlarıyla, dalga dalga operasyonlarla karşı karşıya kalıyoruz. Elbette, hiç kimse suçtan ari, yargılamadan ari iyi insanlar değildir, kim olursa olsun herkes kanunlar önünde hesap vermekle yükümlüdür ancak bu soruşturmaların yapılış şekilleri ve bu soruşturmalarda öncelikle delilleri elde etmekten öte sanığı, şüpheliyi kafada belirlenen suçla itham edip onun altının doldurulması suretiyle işletilen bir yargılama yönteminin yine hukuksuz olarak yürütülmekte olduğu görülüyor ve yargının da bu işler için kullanılmak suretiyle siyasetin bir aracı hâline getirildiğinden yargıya olan güven duygusunun her geçen gün azalmasına sebep olan hâller yaşanıyor. Bazen buna itiraz ediliyor, deniliyor ki: "Hayır, öyle bir şey yok, bu bir soruşturmadır ve hukuk çerçevesinde yürütülmektedir." Ama hepimiz hukukçu olduğunuz için çok daha kolay anladığımız üzere, öncelikle "ahmak" dedi diye, YSK üyelerine bunu söyledi diye başlatılan bir soruşturma yaratıldı, sonra İstanbul'un en iyi semtlerinden biri hâline getirdiği, en iyi ilçelerinden biri hâline getirdiği Beylikdüzü'nde "Yapılan ihalelerde usulsüzlük var." denilerek Danıştayın inceleme yaptığı ve sonucunda herhangi bir işlem iptaline gerek duymadığı bir inceleme yeniden başlatıldı. Siyasi eleştirilere "hakaret" denilen davalar açıldı, "Usulsüz harcamalar var." denildi, soruşturma açıldı; bunların sonunda herhangi bir şey çıkmadığı idarece tespit edilmiş olmasına rağmen devam edildi. Aslında, hepinizin alenen duyduğu, bırakın dava açmayı teşekkür dahi edilmesi gereken içerikteki bir konuşma nedeniyle hukuksuzlukları eleştiren bir "Başsavcı Akın Gürlek'i tehdit etti." denilerek dava açıldı, bu da gözlerimizin önünde oldu. Bir bilirkişiye dair yaptığı açıklama yine dava konusu edildi. Diploma, otuz bir yıllık bir diploma, bütün idare hukuku çalışan arkadaşlarımızın bileceği ölçüde elden alınması ve Cumhurbaşkanı adaylığının engellenmesi için dava açıldı ve diploma iptal edildi, ona ilişkin dava açılmasına sebep olundu. Yine, başlangıçta, hassas olması hasebiyle suçlama yapabilmek için "PKK'ya yandaşlık yapıyor, onlarla ilişkili üye kişileri, iltisaklı kişileri çalıştırıyor." denildi, yapılan araştırmada hiçbir ilgisinin olmadığı ortaya çıkmasına rağmen hâlen bununla ilgili bir soruşturma hızla, ısrarla devam ettiriliyor; bu sabah da yenileriyle karşı karşıya kaldık.
Elbette bu yargılamalar yapılacak ama yargılamanın usulünün nasıl yapılacağı belli, buna uygun yapılan yargılama ya da soruşturmalara hiçbir itirazımız olmaz ama buna aykırı olarak yapılanlara da hiçbir rızamızın olmadığını ve böyle yapılmakta olduğunun bilinmesini isterim. Bizden önce basının, soruşturmanın içeriği ve kararların neler olduğundan haberdar olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Bununla ilgili son söz: Bir turp tutturuldu, ara ki turpu bulasın ama turp çıkmayınca 3 gizli tanığın gösterdiği havucun arkasından koşulur vaziyete gelindi.
Bu kadar adaletsizliklerin olduğu bir yerde Adalet Komisyonu üyesi olmak ve bununla ilgili bir şey yapamamanın sıkıntılarını ben kendi adıma ayrıca hissediyorum. Hiç değilse önümüzdeki konuların hukuka uygun yapılması, yasalaşması konusundaki gayretlerimizin değerli hâle getirilmesini istiyor ve bekliyorum.
İnfazla ilgili Sayın Feti Başkanın söylemiş olduğu "Ülkenin infaz sorunu var, infaz hukukuyla ilgili sorunu var." tespiti, hem deneyimli bir parlamenter olarak hem deneyimli bir hukukçu olarak çok kıymetli. Bu, gerçekten bu ülkenin artık ertelenemez bir problemi. İnfaz hukuku o kadar dağınık ki -yıllarca avukatlık yapmış birisi ve birçok arkadaşımız için de söylüyorum- infaz hukukundaki bir kararın yatarını, şartla salıverilmesini hesaplamak bile belki imkânsız çünkü suça göre, suçluya göre, suçun kaçıncı kez işlenmiş olduğuna göre, var oğlu var, bir dizi problemi var; bunların derlenip toparlanması bir hukuk devleti için ve hukuk güvenliği açısından, herkesin hakkını, hukukunu doğru tespit edebilmesi açısından da çok gerekli. Bu döneme rastlarsa gerçekten Türk hukukuna faydalı bir şey yapmış oluruz, bunun özel olarak çalışılmasında fayda var, yüzde 100 katılıyorum Başkanım, öncülük yapın, bunu hukukçular olarak çözelim, bu sıkıntılı süreçten ülkemizi kurtaralım.
Bir karar getirirlerdi "İnfazını hesaplayıverir misin?" derlerdi, çok karışık olması hasebiyle genel olarak uzak dururdum ama bir sosyolojik gerçekle birlikte onlara şöyle derdim: Bak, ben hesaplarım ama benim için yazdığım her rakam, rakam; üç gün fazla olur, beş gün fazla olur, on gün... Bunun içeride kalan insan için hayat demek olduğunu, gün demek olduğunu en iyi bilenler cezaevinde yatmış olanlardır. Sen eski mahkûmlardan birisine, kafası çalışanlardan birisine bunu hesaplat, sana yüzde 100, saatine kadar, hangi dakika girersen hangi saatte çıkacağını yüzde 100 hesaplasın, versin eline, ona güven, bana güvenme.
Bir önerim var bununla ilgili, infazda Feti Başkanımızın söylemiş olduğu örnekten de yola çıkarak. Bugün artık yapay zekâyla teknik hesaplamalar hatalara meydan vermeyecek şekilde yaptırılabilir, bir sürü programlar vesaireler var. Biz bundan yararlanamaz mıyız ya da Adalet Bakanlığımızın bununla ilgili bir programı varsa -dedim ya, bir infaza, bizim işimiz değil savcı beylerin işi vesaire diye biraz uzak mesafeli yaklaşırdık- o tür bir program yaptırılıp ülkenin her yerinde uygulama yeknesak hâle getirilebilir, bu infaz hâkimlerine de kolaylık sağlar diye düşünüyorum. Belki bununla ilgili sadeleştirme çalışmaları, kanun yapma çalışmaları sırasında buna ilişkin programların da hazırlanması, ülkenin neresinde olursanız olun aynı ilamı koyduğunuzda aynı kişiye aynı müddetnamenin çıkarılabileceği bir hâlin yaratılmasına teknik olarak da destek vermek ve çalışmak olabilir mi diye de önermek isterim.
Öte yandan, son; ben, hem sizi güldüreyim hem de çok sevdiğim ve nezaketine de güvendiğim Şengül Hanım -şu anda burada değil ama- bizim Grup Başkan Vekilimizin konuşmasına biraz sabırsızlık gösterdi, oysa daha yirmi üç dakika olmamıştı; fikirlerine katılmadığı için herhâlde öyle, yirmi üç dakika -tam da kendisi geldi- dayanamadı. Ben tekrarlamak istiyorum, kendisinin nezaketine olan güvenim ve aramızda var olan samimiyetimize istinaden söylüyorum: Grup Başkan Vekilimizin anlatımlarına, fikirlerine katılmadığınız için yirmi üç dakika dayanamadınız, itiraz etme ihtiyacı hissettiniz. Ya biz ne yapalım? Yirmi üç yıldır katılmadığımız, hatta katılmadığımız gibi sizin icra etmek durumunda olduğunuz fikirlerinize hem tahammül gösteriyoruz hem destek oluyoruz.(*) Bu, bizim demokrat yapımızdan kaynaklanıyor. (Gülüşmeler)
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Destek olmaya devam edin.
CUMHUR UZUN (Muğla) - O yüzden, demokrasi tahammül rejimidir. O nedenle, katılmadığınız fikirlere de tahammül etmenizde fayda var diyorum.
Son söz: Başkanım, bu düşman hukuku konusu; üç söyleriz, dört söyleriz, beşinci söylediğimizde muhtemelen sizin de dikkate almanızı gerekli kılacak hâle gelecek diye düşünüyorum. Dediğiniz kadar net olsa, biz hukukçuyuz ve bir vicdanımız var, hukukçu vicdanımız var; o vicdan çerçevesinde eleştirirken siyasetçi bakış açımızın yanına mutlaka hukukçu bakış açımızı ve vicdanımızı, adalet duygumuzu katarak söylüyoruz.
Size bir örnek vereceğim -bizimle ilgili değil- düşman hukuku nasıl uygulanıyor diye: Ankara-Bolu iki saat, İstanbul-Ankara altı saat, yedi saat kara yoluyla, belki sekiz saat. Uygulamak istediğinizde, Ankara'dan birisini yetkiniz bile olmadığı hâlde arabayla İstanbul'a götürüp soruşturmada ifade alıyorsunuz; birisi Bolu'da iki saatte dönebilir, SEGBİS'le bağlanıp Bolu'da ifade alıyorsunuz. Aynı hukuk, aynı karar, farklı kişiler; nasıl uygulandığını siz düşünün. O nedenle, bütün alanlarda hukukun temeli eşitliktir, insan vicdanının temeli de eşitlikten geçer, haksızlıkta bile eşit davranmak lazımdır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.