KOMİSYON KONUŞMASI

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ben de öncelikle bütün Komisyon üyelerini ve Komisyon üyesi olmayıp da katılım sağlayan, güç katan değerli milletvekillerini ve değerli bürokratları selamlıyorum.

Tabii, Adalet Komisyonu olarak yine bir yargı paketi kapsamında 9'uncu toplantımızı gerçekleştiriyoruz. Burada, yine yargı paketinin içerisinde, onuncu yargı paketinin içerisinde infaza dair birkaç düzenleme var, bunu geçen Genel Kurulda da nispeten söyledik ama burada da altını çizmemiz gereken birkaç husus var.

Tabii, en başta şunu söylemek lazım: Bugün bu toplantı başlarken kısmi bir canlı yayın yapıldı. Bu canlı yayını hem toplum takip ediyordu hem de cezaevlerinde de bir izlenme söz konusuydu. Bize yoğun telefon geldi, cezaevlerinde bu toplantıyı izleme yönünde yoğun bir talep var. Yayının kesildiğini ve izlemek istediklerini ilettiler. Açıkçası, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanı buna dair söz kurmuştu, biz de görsel yayının tekrar dâhil edilerek hem toplumun hem de cezaevlerinde mahpusların bu toplantıyı takip etmesinin sağlanmasını talep ediyoruz. Açıkçası, Adalet Komisyonunda hem şeffaflık noktasında hem de tutumu noktasında bu yöndeki bir yaklaşımı olumlu olacaktır diye düşünüyoruz; bu talebi biz de tekrarlıyoruz ve cezaevlerindeki mahpusların taleplerini sizlere iletmiş olalım.

Tabii, bu onuncu yargı paketi içerisinde birçok şey söylendi, kamuoyunda yoğun bir baskı var, az önce Dilan Vekilim de söyledi, hatta Covid'le ilgili yapılan, yapılmayan daha doğrusu, daha önce söylenen ama bu pakete girmeyen düzenlemeye ilişkin kamuoyunda yoğun bir tepki var, toplumun yine aynı şekilde talepleri var. Sayın Adalet Bakanı daha önce yapmış olduğu açıklamalarda hem Covid'le ilgili eşitlikçi bir yaklaşım ortaya koyacaklarını hem hasta mahpuslarla ilgili adil ve eşit bir yaklaşım ortaya koyarak evde infazın sağlanmasını istediklerini ve bu yönde bir çalışma yürüttüklerini söylemişti ama gelen paket açıkçası bir hayal kırıklığı oldu ve bu hayal kırıklığı şu an bütün kamuoyunda, bütün toplumda en sert şekilde hissediliyor.

Dilan Vekilimin söylediği gibi, her ne kadar partimizle ilişkilendirilmeye çalışılmışsa da özellikle Covid kapsamında eşitsizlikleri gidermeyi amaçlayan bu beklentiye yönelik, bizim engellediğimiz, DEM PARTİ'nin engellediğine yönelik kamuoyunda bir söylem oluşturulmaya, bir durum oluşturulmaya çalışılmışsa da bunu kamuoyu bilsin. Biz, bu yasanın adil ve eşitlikçi bir şekilde bu pakete dâhil edilmesi gerektiğini hep söyledik. Nitekim dâhil edileceğini düşünüyorduk ama çıkarıldı, çıkarılmasının partimizle zerre alakası yoktur. Buna birazdan değineceğim, zaten buna ilişkin bizim ihdas yönünde bir teklifimiz de vardır, ayrıntılarına birazdan gireceğim ama bizimle ilgisinin olmadığı bilinmelidir.

Tabii, biz hep söylüyoruz aslında bu teklifle hâkim olan anlayış nedir? Bu teklifle hâkim olan anlayış yine cezalandırma yaklaşımıdır. Salt cezalandırma, korkutma, bastırma, hapsetme ve benzeri yöntemler, devleti, birey ve toplum karşısında çıplak bir baskı ve zor kurumu hâline getiriyor. Bir kere, artık bunun görülmesi gerekiyor. Sırf cezalandırma taktiğiyle, az önce Sayın Komisyon Başkanımızın ceza adalet sisteminde caydırıcılığın tek başına yeterli olmadığına dair giriş konuşmasında değindiği hususlar vardı ama biz çok net bir şekilde görüyoruz ki caydırıcılık meselesi maalesef ki tek başına bir baskı unsuru hâline, toplum üzerinde bir baskı unsuru hâline getirilmiş durumda.

Geçtiğimiz hafta içerisinde yine Karayolları Trafik Kanunu'na ilişkin yapılan düzenlemeleri de yine bu Adalet Komisyonunda tartıştık, konuştuk ve yine aynı kanunun gerekçesinin özünde yine caydırıcılık vardı yani açıkça söylemek gerekirse bir büyülü kelime bulmuşsunuz, bu büyülü kelime etrafında dönüp duruyorsunuz: "Caydırıcılık..." Caydırıcılık bu değildir, caydırıcılık sizin baktığınız noktadan değildir; bir kere bunu görmek lazım. Hukuku "caydırıcılık" kavramına indirgemekten vazgeçmek lazım.

Bireyi ağır cezayla korkutmak, tehdit altında hissettirmek ve bu yolla suçtan vazgeçirmek, işte bu, aslında tehditle hukuk kuralına riayet ettirerek, hukuk kuralını istikrarlı ve işlevli hâle getirmeyecektir. Bu, açıkçası, özellikle kapitalizmin dayatmış olduğu bir modeldir. Kapitalizm, hukuku kullanır, araç olarak kullanır, hukuk kurallarını kendi hegemonyası için bir araç hâline getirir ve hukuk kurallarını uyguladıktan sonra, hegemonlar bunu istedikten sonra bütün toplum da buna uymak zorunda kalır ama işte öyle kapitalizmin dayattığı toplumların bugün geldiğimiz noktadaki durumu da açıkça ortadadır, bundan vazgeçmek gerekir. Çözüm, suçun kök nedenlerini yok etmektir. Kesin çözüm ise bireyin ve toplumun ahlaki ve politik temelde gelişmesine imkân tanımaktan geçmektedir. Yani politik yetenek kazanmış ve gündelik sorunlara çözüm olabilen, aynı zamanda ahlaki önceliklerini belirleyebilecek birey ve toplum yapısıdır suç ve ceza denklemini özgürlükler zeminine çekecek olan ama bizim yaptığımız; caydırmak, tehdit altında bırakmak, korkutmak; bunu devlet ile birey ilişkisi olarak toplumun önüne bırakıyoruz. Bu yöntemden doğacak kurallar da hukuk kuralı değildir; bunun altını ısrarla çizmemiz gerekiyor. Mesele caydırıcılık üzerinden toplumu bir noktada tutmaksa bundan vazgeçmeniz gerekiyor.

Elbette Türkiye halkları tarihî bir dönüm noktasında yer alıyor, barışın arandığı bu sürecin ilk şartı hiçbir toplumsal kesimin dışlanmaması ve ayrımcılığa maruz kalmamasıdır. Biz bunu söylüyoruz, parti olarak da zaten gerekli tutumu ortaya koyduk ama gel gör ki bugün burada Adalet Komisyonunda tartışılan, konuşulan teklif siyasi tutsaklara yönelik ayrımcı yaklaşımın yanında toplumsal umut ve barış ilkesini, ilişkisini de göz ardı eden bir muhtevaya sahiptir.

Kanunların en geniş toplumsal katılıma dayanması demokrasinin genel bir ilkesidir ama barışın bir inşa süreci olduğu ve zamana ihtiyaç duyduğu bir süreçte bize düşen de cesur ve güçlü adımlar atmaktır ancak bu pasif bekleme ya da kararsız iyileştirme arayışı şeklinde anlaşılmamalıdır. Barışın inşası cesur adımlara bağlıdır ve Hükûmet mensupları da iktidar da bu cesaret ve sorumluluğa uygun bir şekilde ve bu sorumluluğun öznesi olarak davranmak zorundadır. Ama yine biz bu tekliften çok net bir şekilde görüyoruz ki iktidarın bu eldeki teklifle bu sorumluluğu yansıttığına dair en ufak bir düzenleme yoktur.

Yine, çözüm, cezayla terbiye etmek değil, suç sebeplerini ortadan kaldırmak, ahlaki ve politik dönüşümü sağlamaktır. Bunu net bir şekilde ifade etmek lazım ama tabii, sizlerin "caydırıcılık"tan anladığı nedir? 18'inci maddeyle getirilen, işte, koşulluya kadarki sürenin en az onda 1'ini cezaevinde geçirme ve en az beş gün hapiste yatmadan denetimliye çıkmama şartı; buna ilişkin bir düzenleme getirilmiş durumda.

Biz iki yıldan az da olsa bir ceza alan kişinin beş gün cezaevinde yatmasındaki amacınızın ne olduğunu çok çok iyi biliyoruz. Bunu geçen gün Genel Kurulda da söyledik, tekrarlamaktan da hiçbir beis duymuyoruz. Amaç, hiçbir şekilde toplumun herhangi bir anayasal hakkını ya da Anayasa’nın üzerinde de AİHM'nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tanıdığı hakları kullanmasını istemiyorsunuz, kişilerin toplantı ve gösteri yürüyüş haklarını kullanmasını istemiyorsunuz, bunu kullanan kişilerin yargı mensuplarınca adalete, hukuka aykırı bir şekilde ve siyasi baskılarla vermiş olduğu kararlarla uyguladıkları cezaların bir şekilde cezaevinde ıslaha dönmesini istiyorsunuz ama bunun yöntemi bu değildir, caydırıcılık bu değildir. Bu yönden, bu husustan vazgeçmeniz lazım. Cezasızlık algısını yurttaş-yurttaş denkleminde çözmeye niyetlenmişsiniz ama yurttaş-devlet dengesini görmezden geliyorsunuz. Cezasızlıkla mücadele edecekseniz, biz daha önce defalarca söyledik, yine söylüyoruz, sizin önünüze cezasızlıkla mücadeleniz için bir kısım çalışma alanı koyalım, samimiyetinizi de görelim istiyoruz. Bu faili meçhullerdir, bu katliamlardır, toplu mezarlardır, işkencelerdir ve sayabileceğimiz geçmişte Türkiye tarihinde yaşanan birçok vakalardır; eğer cezasızlıkla mücadele edeceksiniz, önce bunlar üzerinde bir çalışma alanı oluşturun.

Tabii, yine, az önce de söyledik, kanun teklifi ayırımcılığı ortadan kaldıran, eşitsizliği ortadan kaldıran bir yaklaşımla düzenlenmiş değildir. Mesela, Covid'le ilgili yaklaşım, ki bunu en başta da söyledim, toplumun yoğun talebine rağmen ki bu talebi, bu beklentiyi Adalet Bakanı ve iktidar mensupları oluşturmuş olmasına rağmen, Covid düzenlemesinin bu teklifte olmaması açıkçası toplum açısından da, bizim açımızdan da kabul edilemez bir durumdur. Bunun, az önce de söylediğimiz gibi, bizimle bir ilgisi yoktur. Bunun tekliften çıkarılması kabul edilebilir değildir. Dilan Vekilimin de söylediği gibi buna dair bizim, Covid'e ilişkin 2 ayrı kanunda, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un geçici 10'uncu maddesinin 6'ncı fıkrasında "31/7/2023 tarihinden önce işlenen suçlar" diye bir değişiklik yapılması ve aynı şekilde "beş yıl erken yararlandırılır"la birlikte bu fıkradaki "Beş yıllık denetimli serbestlik uygulamasından kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlüler de yararlanır." şeklinde bu kanun teklifinize bir ihdas maddemiz vardır. Biz bu ihdas maddesini burada bulunan bütün partilerin üyelerine, Komisyon üyelerine sunuyoruz ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Toplumun beklentisi de bu yöndedir. İhdas maddemizin değerlendirilmesi elzemdir. Bu talebe cevap vermek gerekmektedir.

Yine, aynı şekilde, bu teklifle getirilen, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar hariç hasta mahpuslarla ilgili evde infazın tamamlanması noktasında bir düzenleme vardır. Buna ilişkin de yine bizim bir önergemiz vardır. Bu önergemizi birazdan önergeler kısmına geldiğimize daha detaylı arkadaşlarımızla birlikte konuşacağız ama özetle söylemek gerekirse önergemizde bu "ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar hariç olmak üzere" kısmı ile "toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilenlerin"le ilgili kısmın bu kanun teklifinden çıkarılmasına yönelik önergedir. Bunun da yine desteklenmesi gerektiğini belirtiyoruz. Zira, "ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar hariç olmak üzere" derken yani az önce Dilan Vekilim söyledi ama yani ağırlaştırılmış bir ceza alan bir kişinin ağır hasta olması hâlinde, kanser hastası olması hâlinde biz cezaevinde bir cinayete maruz kalmasına göz mü yumacağız? Bunun önüne geçmek gerekmez mi? Bu ayırımı ortadan kaldırmak lazım ve kapalı ceza infaz kurumunda olanlar da dâhil "toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilenlerin" kısmının da çıkarılması lazım. Bu da yine, açıkçası soyut, belirsiz bir tanımlamadır ve "toplum güvenliği açısından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağının değerlendirilenlerin" kısmı Adli Tıp tarafından yapılacağı hususu da dikkate alındığında ve Adli Tıbbın daha önceki dönemde ortaya koymuş olduğu tavrın, vatandaşın, toplumun, zindanlarda, cezaevlerinde bir cinayete maruz kalmış olması karşısındaki tutumunu burada hepimizin biliyor olmasına rağmen hâlâ bu değerlendirmenin Adli Tıbba bırakılmış olmasını anlamış değiliz. Buna yönelik de yine bir ihdas maddemiz vardır ve Adli Tıbbın değerlendirmesine yönelik, yine, 5275 sayılı Kanun'un 16'ncı maddesinde yer alan "Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır." cümlesinden "kesin" ibaresinin çıkarılması yönünde bir ihdas maddesidir. Bunun da yine biz desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz ve iktidar cenahından da bu ihdas maddemizin dikkate alınmasını istiyoruz. Açıkçası, bu ayrımcı yaklaşımdan vazgeçilmeli ve toplum tarafından tehlike oluşturabilecek şeklinde soyut ve hakikaten çözüm olmayacak ibarelerden vazgeçilmesi elzemdir diye düşünüyoruz.

Tabii yine, ses ve gaz fişeklerine ilişkin yapılan bir düzenleme var, buna ilişkin de birkaç cümle kurmak istiyorum: Burada yapılan düzenleme açıkçası yine soyut ibareler barındırıyor ve yine bir kısım amaca yönelik. Tabii, bizim burada söyleyeceğimiz çok açık ve nettir: Önce silah ruhsatlandırmalarının denetiminin daha düzgün bir şekilde yapılması sağlansın. Kaçak silah ticareti yapan kimlerdir, acaba bu kaçak silah ticaretini yapanlar kimler, bunun üzerine gidilsin, bununla uğraşılsın; ruhsatsız silah kullanımının önüne geçilsin diyoruz ve cezalar ile özgürlükler arasında denge kurulsun diyoruz. Yine, açıkçası, özgürlüklere müdahale eden bir düzenlemedir bu.

Son olarak, Türkiye'de kurallar açık, adil değil elbette ama hukukta asıl sorun uygulamada görülüyor. Salonlarda oturarak yazılan kurallar maalesef hukuk getirmiyor, bunu defalarca gözlemledik, defalarca yaşadık. Ülkede, savcının, hâkimin, polisin, jandarmanın, bütün bürokrasinin ve yargı kadrolarının yurttaşlar üzerinde bir padişah, sultan gibi davrandığına şahitlik ediyoruz, buna son verilmelidir. Açıkçası, bunu gözlemlemek istiyorsanız adliyelere gidip bunu çok net bir şekilde gözlemleyebilirsiniz. Van Adliyesinde olan da yine budur, Van Adliyesinde bir yarım saat geçirmeniz asıl sorunun ne olduğunu açıkça sizlere de gösterecektir. Yurttaşın işlemlerinin keyfî bir şekilde yapılmadığını gözlemleyeceksiniz, yurttaşın işlemlerinin savsaklandığını göreceksiniz. Yurttaşlara cevap vermeye tenezzül bile etmeyen bir yargı mensubunun olduğunu adliyelerde çok bariz bir şekilde göreceksiniz.

Dolayısıyla, son olarak şunu söyleyeyim: Bu Kanun Teklifi, toplumun beklentisini karşılamıyor. Bu Kanun Teklifi, vatandaşın, cezaevlerinde bir umutla bekleyen mahpusların beklentisini karşılamıyor. Hasta tutsaklarla ilgili, siyasi tutsaklarla ilgili beklentiyi karşılamıyor, bir çözüm değildir bu. "Barış süreci" dediğimiz bir süreçte toplumun taleplerini hiçbir şekilde karşılamıyor. Bu noktada, biz ihdas maddelerimizin dikkate alınmasını, önergelerimizin dikkate alınmasını, toplumun ve cezaevlerinde bir umutla bekleyen mahpusların taleplerinin görmezden gelinmemesini talep ediyoruz.

Daha sonra maddeler üzerinde tekrardan bütün arkadaşlarımızla değerlendirmede bulunacağız ama adil, eşitlikçi bir yaklaşıma dönmenizi talep ediyoruz.