KOMİSYON KONUŞMASI

MURAT EMİR (Ankara) - Sayın Başkan, çok Değerli Komisyon üyeleri, bizi izleyen basın görevlileri, çok değerli konuklar ve uzmanlar; hepinizi en içten saygılarımla selamlıyorum.

Tabii, birçok açıdan Anayasa'ya aykırı bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız. Üzerinde uzunca konuşmak gerekir ve konuşacağız ama öncesinde, özellikle bu sabah belediyelerimize, belediye başkanlarımıza, eski milletvekillerimize, bürokratlarımıza dönük olarak yapılmış olan, Ceza Usul Kanunu'nun ayaklar altına alındığı ve hukuk devletinin neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığı süreçle ilgili çok kısaca görüşlerimizi paylaşmak isterim çünkü burası Adalet Komisyonu, burada birazdan Anayasa'ya uygunluğu konuşacağız, hukuk devletinde olması gereken nitelikleri konuşacağız, yargının bağımsız ve tarafsızlığını konuşacağız, ceza adaletini konuşacağız, hukukun, kanunların herkese eşit bir biçimde uygulanmasını konuşacağız. Tam bunları konuşuyorken de başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu, diğer belediye başkanlarımız ve partimize topyekûn yürütülen saldırıyla ilgili görüşlerimizi ifade etmek isterim.

Değerli arkadaşlar, Adalet Komisyonumuzun nezdinde bir kere daha ifade etmek isterim ki tam bir düşman ceza hukuku uygulanıyor. Önce karar veriliyor "Kimi tutuklayacağız, kimi siyaset sahnesinin dışına iteceğiz, kimle yarışmak istemiyoruz?" diye. O kişi bugün Ekrem İmamoğlu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 4 kez yenildiği Ekrem İmamoğlu'na 5'inci kez yenileyeceğini gördüğü için, bildiği için, korktuğu için Ekrem İmamoğlu'nu tutuklamak üzere operasyonun düğmesine basmıştır ve bugün üzülerek ifade etmeliyiz ki İstanbul Başsavcılığı maalesef talimatla hareket etmektedir. Bir defa, bu soruşturmaların siyasi olduğunun altını çizmek gerekir çünkü hukuk devletinde elbette ki yargılanamayacak hiç kimse yoktur, hiçbir kamu görevlisi, hiçbir seçilmiş, kanunun dışında görev yapamaz elbette ama biz öteden beri söylüyoruz, özellikle bir yolsuzluk soruşturması yapılıyorsa yolsuzluk soruşturmasının içerisinde somut deliller olmalıdır, para hareketleri olmalıdır, sebepsiz zenginleşme olmalıdır, tapuların artması olmalıdır, kara para olmalıdır, kara para aklanmalıdır, paranın yurt dışına transferi olmalıdır, somut delilleri gösteren MASAK belgeleri, MASAK raporları olmalıdır. Ama bunlar olmadan bir sabah kalkıyoruz 1'inci dalga, bir sabah kalkıyoruz 2'nci dalga, bu sabah 5'inci dalga, 15'inci dalga, 105'inci dalga; nereye kadar bu olacak? Yüzlerce sanığın olduğu bir yolsuzluk soruşturması olamaz. Burası Adalet Komisyonu, burada son derece seçkin onlarca hukukçu var, böyle bir yolsuzluk soruşturmasını asla kabul etmiyoruz. Elbette ki somut suç isnatları, suç delilleri var ise hiç kimse kaçmıyor, hiç kimse göçmüyor, seçilmiş kamu görevlileri, başta Ekrem İmamoğlu, kovsanız gitmez çünkü eninde sonunda gelecek, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan'la yarışacak. Bu kişiler sabahın bir vakti ve zaman zaman da daha şafak sökmeden yani usul hükümleri çiğnenerek gözaltına alınıyor ve sonrasında ortada bir delil olmadığı için, dosyanın çöktüğü daha birinci ayda ortaya çıktığı için "Sanıktan delile gidelim, şüpheliden delile gidelim." deniliyor. Neler yapılıyor biliyor musunuz? Kadın tutuklularla tek tek görüşülüyor, "Revire götürüyoruz." diyorlar, savcının karşısına çıkarıyorlar. "Avukatım olması lazım." diyor... Değerli arkadaşlar, avukatsız bu mümkün müdür bizim usul hukukumuza göre? Elbette değil. "Avukatım nerede?" diyor, "Ya, biz seni özel görüşme için çağırdık. Bak, bizim söylediğimiz ifadeyi verirsen çocuklarını bir daha görürsün ama eğer bu ifadeyi vermezsen ne çocuklarını görebilirsin ne de yirmi yıl buradan çıkabilirsin. Bizim öyle kanunla, hukukla, usulle, Ceza Yasası'yla falan bir işimiz yok, biz bu soruşturmaları sonuçlandıracağız ve Ekrem İmamoğlu'nu ve çalışma arkadaşlarını mutlaka cezaevinde tutacağız." deniyor. Bunun birçok örneği var, daha geçenlerde bir arkadaşımızı, adı sanıklar arasında sıkça geçen bir arkadaşımızı aynı şekilde tehdit ettiler, baş başa görüşmek istediler. Diyorlar ki: "İtiraf et, paraları bir kasada biriktirdiğin, senin 'kasa' olduğun söyleniyor, kasa olduğunu kabul et, ondan sonra biz seni serbest bırakalım, evine git, yoksa gidemeyeceksin." diyorlar. Bizim bürokratımız "Ya, benim bir an için bunu kabul edeceğimi düşünün, bir kasa yok ortada, ben nasıl para gösterebilirim, ben size nasıl kasa gösterebilirim ki?" diyor. Dolayısıyla değerli arkadaşlar, burada bir düşman ceza hukuku uygulanıyor ve özellikle de siyasi amaçlı bir operasyon yürütülüyor. Biz yargıdan kaçmayız, yargıdan korkmayız, kimseye hesap veremeyeceğimiz tek kuruşumuz yok ve varsa da bunun yargılanmasından yanayız ama tutuklu yargılama -birazdan geleceğim ceza adaletini konuşurken de- maalesef Türkiye'de artık bir rutine dönüşmüştür, bir tedbir önlemi olmaktan çıkmıştır, peşinen cezalandırma yöntemidir ve bunun en basit örneği de en basit delili de bizim tam rakamlarını bilemediğimiz, Adalet Bakanlığımızın özenle bizden gizlediği ama neredeyse 150 binin üzerinde, belki 100 binin üzerinde tutuklu olduğu gerçeğidir. Bir hukuk devletinde 450 bin hükümlünüz olacak, bunun 100 binden fazlası tutuklu olacak, insanlar yıllarca hüküm bekleyecek, sonra siz duruma göre, o günkü konjonktüre göre, o günkü ihtiyaçlara göre, o günkü pazarlıklara göre bir infaz kanun teklifi getireceksiniz ve biz burada buna "Evet." diyeceğiz. Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin geldiği nokta budur. Dolayısıyla, tutuklu yargılamaları en aza inmesi gerekirken maalesef Türkiye'de en üst seviyededir. Tam da bu nedenle biz özellikle seçilmişlerimizin tutuklu yargılanmasını asla kabul etmiyoruz. Bu, siyasete müdahaledir. Bu, iradenin gasbedilmesidir. Bu, halkın vermediğini adliye koridorlarında gasbetmektir, el koymaktır, millî iradeye darbedir, cuntadır. Dolayısıyla, sözümün daha başında bu cuntayı şiddetle reddettiğimizi ve bu cuntaya karşı her şekilde, her yerde ve tüm halkımızla birlikte mücadele vereceğimizi herkesin bilmesini isterim. Asla korkmuyoruz, asla sinmiyoruz, asla geri adım atmayacağız ve eninde sonunda halk kazanacak, millî irade kazanacak, hukuk kazanacak, adalet kazanacak. Biz bunun peşindeyiz.

Değerli arkadaşlar, bugünkü operasyon özelinde de birkaç ayrıntıya değinmek isterim. Bir kişi var: Aziz İhsan Aktaş, bu kişi AKP'ye çok yakın bir iş adamı -birazdan birkaç örneğini vereceğim- kamu kurumlarında -buna Yargıtay da dâhil, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi de dâhil- 4,5 milyar lira ihale kazanmış toplamda, 4,5 milyar liralık ihale kazanmış ve iş bitirmesi var adamın; olabilir. Tabii, ihalelerin belirli adreslere nasıl paslandığını buradaki herkes biliyordur ama bu kişi Beşiktaş Belediyesiyle, Küçükçekmece Belediyesiyle, bizim Adana'daki birkaç belediyemizle de iş yapmış, olabilir çünkü adamın makine parkı buna müsait, iş deneyimi buna müsait. Dolayısıyla, bizim belediyemiz aldıktan sonra savcılık harekete geçiyor. Bakın, savcılıklar şöyle yazılar yazıyor, görmüşsünüzdür: "Bana 2019'dan sonraki ihale dosyalarını gönder." Niye? Ya, sen savcı değil misin, hukuk adamı değil misin; orada bir usulsüzlük, bir rüşvet, bir kara iş varsa hepsinin üstüne gitmek senin görevin değil mi? Yok. "Ben 2019'dan sonrasını istiyorum." Niye? Çünkü amaç belli, amaç Cumhuriyet Halk Partili belediyeyi sıkıştırma. Şimdi, 4,5 milyarlık iş almış beyefendi ama itirafçı olmuş sonunda, biraz önceki yöntemlerle itirafçı yapılmış ve sadece Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin üstüne gidilen bir durum var. Bunu kabul etmiyoruz. Buna "Adalet." diyemezsiniz. Bunu bağımsız ve tarafsız yargının adalet için harekete geçmesi olarak tanımlayamazsınız ve değerli arkadaşlar, buradan söylüyorum, bir an evvel bu hukuksuzluklardan vazgeçilsin. Bakın, bire bir söyleşilerimizde içinizde son derece vicdanlı, insan olarak çok vicdanlı ve hukukçu olarak çok donanımlı kişiler olduğunu elbette biliyorum. Bire bir sohbetlerimizde içinize sindiremediğinizi de görüyorum ama değerli arkadaşlar, böylesine bir hukuksuzluğa, böylesine bir düşman hukuku uygulamasına izin vermeyin, müdahale edin, anlatın. Yani Türkiye'de savcılar, savcılıklar Ceza Usul Kanunu'na uymak zorundalar. Türkiye'de delilsiz, sanık üzerinden dosyaya gitmek, delile gitmek olmamalıdır ve sizin de burada sorumluluğunuz, mesuliyetiniz olduğunu da bilmenizi isterim. Bakın, mesela bu İhsan Aktaş -bir şirket kurmuş, denizcilik şirketi Perla Denizcilik- Nurettin Cengiz -bu, tabii, Cengiz Holdingin yeğeni- Gürkan Dölekli; bunların hepsi böyle birlikte iş yapan kişiler. Bunların uçak ortaklığı da var, başka her yerde ortaklıkları var. Gürkan Dölekli kim? Çok yeni bir olay olduğu için söylüyorum, Gürkan Dölekli, daha geçenlerde Mehmet Şimşek'le resmi görülen, yine birçok kamu ihalesini aldığını bildiğimiz, yağlı ballı ihaleler alan ve de TRG Hastanelerinin yani yenidoğan çetesi hastanelerinin sahibi konumundaki kişi. Bir çete arıyorsanız, bir organize suç örgütü arıyorsanız; buralara bakacaksınız, buralara bakın ama bütün bunları bir kenara bırakıyorsunuz, Aziz Aktaş'ın sadece Cumhuriyet Halk Partili belediyelerde yaptığı işlemlere bakıyorsanız eğer siz savcı olamazsınız, savcılık görevini hakkıyla yerine getirdiğinizi söyleyemeyiz. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bunları asla kabul etmeyeceğimizi burada da bir kez ifade etmek isterim.

Bakınız, önümüzde bir yargı paketi var. Bu yargı infaz paketine birçok maddeyi koymuşsunuz. Bir defa gelişiyle ilgili görüşlerimi ifade etmek isterim. Sayın Feti Yıldız da burada, kendisiyle siyaseten çok karşı karşıya geliriz ama meslek büyüğümüz olarak da saygı duyarız ve kendisinin de defalarca ifade ettiği gibi Covid-19 yasası çıkarken büyük bir eşitsizlik olmuştu çünkü o sırada hüküm giymiş olanlar evlerine gittiler, serbest kaldılar ama hükmü kesinleşmemiş olanlar cezaevinde kaldılar. Oysa kişilerin hükümlerinin kesinleşmemiş olması bu kişilerin suçu değil. Kimin suçu? Bizim devletimizin. Yani demiyor muyuz "Geç gelen adalet, adalet değildir." diye? Eğer bir kişi iki yıl, üç yıl, dört yıl; Selahattin Demirtaş örneğinde, Figen Yüksekdağ örneğinde dokuz yıl hüküm bekliyorsa bu bizim yargı sistemimizin nasıl yerlerde süründüğünü ortaya koyan bir örnektir. Bizim bunu çözmemiz, bunu düzeltmemiz gerekirken bununla ilgili bir beklenti yarattık, ailelerin umuduyla oynadık. Evlerinde bekleyen çocuklar, annesini babasını bekleyen çocuklar, evladını bekleyen anneler bizi dinliyorlar, bizi izliyorlar, buraya bakıyorlar ve buradan olumlu bir şey bekliyorlar kendileri adına ama bunu dahi yapmaktan çekinen ve yaraya merhem olmayacak, yaratılan beklentileri boşa çıkaracak bir kanun teklifi var. Ya, buradan sesleniyorum: Madem böyle olacaktı, en azından herkesin gördüğü ve herkesin söylediği adaletsizlikleri düzeltmeyecektiniz, niye bu kadar umut yarattınız, insanların duygularıyla niye oynadınız? Buna hakkınız var mı? Hiç olmazsa bunu yapmasaydınız.

Bakın, Sayın Başkan da söyledi, teklif sahibi arkadaşlarımız da söyledi, reformdan bahsediliyor. Değerli arkadaşlar, "reform" kelimesi sizin ağzınızda sakıza dönmüş. Reform ikide bir yapılmaz, ikide bir yapılıyorsa onun adı reform olmaz. "Reform" dediğiniz bir kere yapılır, köklü bir değişikliktir ve yapıldıktan sonra çok büyük bir değişiklik yaratmıştır, bir daha dokunulmaz oraya. İkide bir reform yapıyorsunuz. Efendim, neymiş? Dördüncü yargı reform paketi varmış, onun bir parçası olarak da bu onuncu yargı paketi geliyormuş. Peki, soruyorum size: Her defasında belgelere sokuyorsunuz, hâkimlerin coğrafi teminatı niye gelmiyor, niye gelmiyor arkadaşlar? Her Adalet Komisyonu toplantısında soruyoruz. Ya, bir cümle, bir cümle, hâkimlerin coğrafi teminatını getirin. Getiremezsiniz çünkü sizin hâkimlere talimat vermeniz lazım, en azından hâkimlerin "Acaba ben bu kararı verirsem sürülür müyüm?" düşüncesine kapılması lazım. Başka türlü yargı üzerinde böylesine baskı kurma olanağınız yok. Dolayısıyla sizin "reform" demeniz aslında hiçbir gerçekliğe karşılık gelmiyor, bunu da söylemek isterim.

Bakınız, Anayasa kararlarına uyulmuyor yani Türkiye'nin bir hukuk devleti reformuna ihtiyacı var. Hukuka saygılı, yaptığı her iş ve işlem hukuka uygun ve hukuk önünde hesap verebilir bir kamu yönetimine ihtiyacımız var ama bunları bırakıyoruz. Bırakın, Anayasa'ya uymayı, Anayasa Mahkemesi kararlarını defalarca ihlal eden ve Anayasa Mahkemesinin iptal ettikleri hükümleri buradan aynen, nokta, virgül değiştirmeden geçiren bir anlayışa sahipsiniz. Arkadaşlar, ben buna isyan ediyorum, bunu kabul etmiyorum, bunu yapmayın.

Geçen Anayasa Mahkemesi Başkanına gittik ve Sayın Genel Başkanımız açıkça ifade etti, açıkça da söylüyoruz; anayasa yargısıyla böylesine alay etmeyin, anayasa yargısını böylesine küçük düşürmeyin. Anayasa yargısı tüm dünyada da Türkiye'de de son derece değerlidir. Anayasa Mahkemesi bir hükmü iptal ediyor, siz aynısını yazıp yolluyorsunuz. Gerekçe ne? Nasılsa geriye doğru yürümüyor, nasılsa bir daha iptal ederse bir daha toplar, bir daha geçiririz. Ya, bu anlayış, hukuka bu kadar saygısız, Anayasa'yı bu kadar çiğneyen bir anlayış Türkiye'de yasa yapıyor. Burada da o anlayışın getirdiği yasayı konuşacağız birazdan.

Bu maddede de değerli arkadaşlar, bakınız, Anayasa'ya aykırı birçok hüküm bilerek, kasten konulmuş durumda. Birazdan kısaca tek tek ifade edeceğim. Bir defa, bizim -Başkanın söylediği gibi- bir ceza adaleti sistemini, gerçekten çağdaş bir ceza adaleti sistemini kurabilmemiz için çağdaş bir infaz kanununa ihtiyacımız var. Daha sade, daha öngörülebilir, daha hukuki güvenliği olan ve gerçekten bir yanıyla suçlunun ıslah edilmesini sağlayan, bir yandan caydırıcılığı artıran, bir yandan kamu vicdanını tatmin eden, bir yandan kanayan vicdanları onarmaya çalışan ama bütün bir toplama baktığınızda suç oranını düşürmeye çalışan bir Ceza İnfaz Kanunu'na ihtiyacımız var. Peki yaptık mı? Yapmadık. Elimizi ne tutuyor? Hiçbir şey. Her defasında o günkü ihtiyaçlara göre bir şey getiriyorsunuz, her defasında o günkü duyarlılıklara göre bir şey getiriyorsunuz; bir yanlış yapıyorsunuz, birkaç yıl sonra onun yanlış olduğu ortaya çıkıyor, bu yanlışı bir yanlışla daha çözmeye gidiyorsunuz. Yanlışı yanlışla çözemezsiniz değerli arkadaşlar yani ilkeler belli. Bakın, bir ceza infaz sistemi veya birazdan konuşacağım 30 maddenin eşitlik getirmesi lazım, eşitlik. Var mı burada bir eşitlik arkadaşlar? Eliniz neye değdiyse, neye uzanabildiyseniz, o gün neyi konuşmak istiyorsanız buraya kanun maddesi olarak getirmişsiniz. Burada bir eşitlik var mıdır? Yani sizin belirli suç tiplerine belli bir şey getiriyorken diğerini niye getirmediğinizin veya onu niye getirdiğinizin bir cevabı var mı? Yok. Kendinize göre bir ön almışsınız, bir öncelik sıranız var ve bu öncelik sıranıza göre bir teklif hazırlamışsınız.

Adalet... "Adalet" dediğiniz... Bakın, maddelere baktığımızda gerçekten adaleti bulmak bu maddeler içerisinde neredeyse imkânsız. Genel olacak; mesela özel ve genel önlemleri olacak, topluma kazandıracak. Caydırıcılık olacak; caydırıcılık olacak deyince, bu bizim infaz sistemimizde ve özelinde, bu gelen kanun teklifinde bir caydırıcılık olmadığını açıklıkla ifade etmek isterim. Ama bir yerde bir cezasızlık algısının üstüne gittiğinizi iddia ediyorsunuz. Efendim, neymiş, yatarı olmayan suçlar olunca bunlar daha çok işleniyormuş, toplumda cezasızlık algısı oluyormuş ve bunlar, bu suçlar daha çok işleniyormuş. Aslına bakarsanız ilk anda doğru gibi görünebilir bu ama içine baktığınızda, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu genel adalet sistemine baktığınızda insanların birine hakaret, Cumhurbaşkanına hakaret, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu'na muhalefet, ifade hürriyetinden kaynaklanan haklarını kullandı diye suç işlemesi ve buna benzer, aslında hiç yargılanmaması gereken veya hiç suç olmaması gereken fiiller üzerinden yargılandığını, hatta tutuklandığını göz önüne aldığınızda, aslında bunun toplumdaki baskıyı, otoriterliği artırmaya dönük, insanları, gençleri, üniversitelileri, işçileri, emeklileri evine tıkmaya dönük, sokağa çıkmasınlar diye, çıkamasınlar diye yapılmış ve kimse düşüncesini ifade edemesin diye, "tweet" atamasın, paylaşım yapamasın, sussun diye getirilmiş bir madde olduğunu açıklıkla görüyoruz. "Bilsinler ki bir paylaşım yapmanın bundan sonra bir cezası var kardeşim. Sizi de hapse koyacağız en az beş gün." diyorsunuz. Oysa caydırıcılık başka bir şey değil mi? Yani ceza hukukunda ve ceza infaz adaletinde caydırıcılık bambaşka bir şey.

Yine -getirmişsiniz, eminim hak verirsiniz- bir olay oluyor, toplumsal tepki bir yerde büyüyor, "Artıralım cezasını." diyorsunuz, artırıyorsunuz. Ceza sisteminin dengeleri tamamen bozulmuş durumda. Çok daha az olması gereken bir ceza, fiil karşılığında, bakıyorsunuz çok daha fazla olmuş, sistemin dengesi bozulmuş. Niye? Günlük ihtiyaçlara göre bunu yapmışsınız. Ama değerli arkadaşlar, cezaları artırarak caydırıcılığı artıramazsınız, caydırıcılık bambaşka bir şey. Yine burada da cezaların artırıldığı hükümlerle karşı karşıyayız. Bunlar üzerinden caydırıcılığı artıramadınız, artıramayacaksınız. Türk ceza hukukunda cezalar evrensel ölçütlere göre yüksek ama Türkiye'de 450 bin civarında tutuklu ve hükümlü var, cezaevleri tıka basa dolu. Demek ki arkadaşlar -hiç olmazsa şurada anlaşalım- cezayı artırırsak cezaevlerini boşaltamıyoruz. İşte bu yüzden de iki üç yılda bir -nereyi tutarsanız orayı çektiğiniz, âdeta bir piyango gibi- Ceza İnfaz Kanunu'nda bir değişiklik yapıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, devam edelim, Anayasa'ya aykırılık... Bakın, Anayasa'ya aykırılıkta birçok madde var, birkaçını söyleyip çok da uzatmayacağım, sabrınız için de teşekkür ederim. BTK'nin, Bilgi Teknolojileri Kurumunun erişimi engelleme yetkisi; Anayasa Mahkemesi 2 kez iptal etmiş, 1 kez de değil. Şimdi, Anayasa Mahkemesinin 2 kez iptal ettiği bir maddeyi, bir normu 3'üncü kere getiriyorsunuz. Ya ben yani gerçekten utanmalısınız diyeceğim ama demeyeceğim yani nezaketen demeyeceğim.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Tek gerekçeniz bu mu?

MURAT EMİR (Ankara) - Efendim?

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - O maddeyi okudunuz mu?

MURAT EMİR (Ankara) - Elimde Şengül Hanım, okuyacağım şimdi.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Tamam. Bu kanunla ilgili tek gerekçeniz Anayasa Mahkemesinin...

MURAT EMİR (Ankara) - Şengül Hanım, okurum ben size, ben size okurum.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Ben okudum da...

MURAT EMİR (Ankara) - Yok, yok; hayır, gayet iyi biliyorum. Bakın, elimde Anayasa Mahkemesi kararı; ben çalışıp gelirim, merak etmeyin.

Şimdi, Anayasa Mahkemesi bekletici sorun yapmış ve sonunda bir karar daha vermiş, en son kararı bu. Bakın, diyor ki: "İfade özgürlüğü ve bu yayının internet haberciliği kapsamındaki bir yayın da olabileceği gözetildiğinde basın özgürlüğünü sınırlamaktadır." Ve diyor ki: "Bu sınırlama demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun değildir." Ve diyor ki, daha da önemlisi, bu 9'uncu madde yani değişiklik yaptığınız 9'uncu maddenin uygulanması bağlamında: "Sulh ceza hâkimliklerinin çelişmeli bir yargılama yapmadan, gecikilmeksizin ve hızlıca bertaraf edilme ihtiyacını ortaya koyamadan sonuca vardıklarının anlaşıldığı ve çatışan haklar arasında adil bir denge gözetiminin sağlanmasına ilişkin bir yaklaşımın tespit edilmediği vurgulanmıştır." Yani "Sulh ceza hâkimliğine gidiyor ama son derece teknik bir konu, alelacele karar veriliyor ve sonuçta bir adil yargılanma olmuyor." diyor Anayasa Mahkemesi. Devam ediyor: Ayrıca, gerekçeli kararların somut olayların şartlarından bağımsız ve genel ifadeler içerdiği, olaylara konu yayınların kişilik haklarına ilk bakışta görülebilecek, apaçık bir şekilde ihlal etmiş olduğu tespitinin nasıl yapıldığının anlaşılamadığı ve ceza hâkimliğinin kararlarına itiraz edilmesi üzerine verilen kararlarda yer aldığı söylenmiş.

Değerli arkadaşlar, son cümleyi okuyorum, burası çok önemli: "9'uncu maddenin kapsamı ve sınırları belli değil." diyor yine Anayasa Mahkemesi ve son olarak da "Kişilik haklarına yapılan bu saldırılara karşı internet içeriğinin sınırlanmasına yönelik kademeli bir müdahale yöntemi sunmuyor -'Kademeli bir yöntem sunmuyor.' diyor- ve bu kurallar kapsamında yapılan sınırlamanın internet ortamında yer alan belirli bir içeriğe erişimi engellemek suretiyle o içeriğe belirli bir ülke sınırları içinden ulaşılmasına kararın verildiği tarihten itibaren süresiz olarak engel olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle -son cümle- kurallar, ifade ve basın özgürlüklerine ağır bir müdahale teşkil etmektedir." Yani özetle söylersek: Sulh ceza hâkimliğindeki yargılama usulünden başlayarak değerlendirmeye gidiyor ve buradan hareketle de kişilik haklarına dönük olarak ölçülü bir müdahale sunmadığını, dolayısıyla da ifade ve basın özgürlüğüne ağır bir müdahale olduğunu söylüyor. Şimdi, bunun neresini düzeltmişsiniz? Düzeltmemişsiniz, aynen getiriyorsunuz.

Şimdi, bir de buna "yolsuzluk" ibaresi eklemişsiniz yani ahlaka aykırı vesaire engellemeler için... Şimdi bu örnekler verilir, eminim herkes de ilk anda buna "Evet, doğrudur." diyecektir ama "yolsuzluk" dediğiniz zaman, mesela internette yolsuzlukla ilgili bir paylaşım yapıldığı zaman hemen BTK engelleme kararı veriyor. Kim? CHP'liler yapınca, halk yapınca engelle; AKP yapınca, kamu kurumları yapınca, milletvekilleri yapınca, bakanlar yapınca sulh ceza hâkimliğine git; yaşadığımız gerçeklik budur arkadaşlar. Dolayısıyla hiç olmazsa Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmasını bekleriz.

Kısaca iki konunun daha altını çizeyim, bu da Türkiye'deki, özellikle demokrasi açısından son derece önemli iki husus var. Birincisi, 12'nci maddeyle getirilen ve TCK 170'e yapılan düzenleme. Burada, özellikle ses ve gaz fişeği atabilen silahlar da ekleniyor. Bu kaygıyı biliyoruz, bu korkuyu biliyoruz arkadaşlar. Yani normalde Yargıtayın kabahat saydığı yani huzur ve sükûnu bozan, gürültü olarak saydığı -bugüne kadarki içtihadıyla- ses fişeği kullanmayı ve gaz fişeği kullanmayı bu maddeyle cezalandırıyor ve bunun üzerinden de kişiler üzerinde "Sokağa çıkmayın, mitinglere katılmayın ve oralarda ses fişeği, gaz fişeği atıldığında siz bundan suçlu sayılacaksınız ve bunun üzerinden de cezaevine gönderileceksiniz." denmiş oluyor. Bu, Türkiye demokrasisi açısından son derece büyük bir geriye gidiştir, bunu kabul etmiyoruz ve buradaki bu ihtiyacın da özellikle Saraçhane'de başlayan toplumsal muhalefetin ayağa kalkması olduğunu biliyoruz ama bununla, sizlerin yaptığı hukuksuzluklara isyan eden, karşı koyan, direnen halkı evine sokabileceğinizi ve direncini kırabileceğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz.

Yine, 170'inci maddeye bir (2)'nci fıkra ekleniyor, deniyor ki: "Kişilerin toplu olarak bulundukları yerler." Son derece muğlak bir ifade. Sayın teklif sahibi arkadaşımız "düğün, nişan töreni" falan dedi ama bu muğlak değerli arkadaşlar. Böyle olduğu zaman, o toplu bulunan yerlerdekiler yaptığı zaman, orada bulunanlar da mı cezalandırılacak, yoksa sadece bu işi yapan kişi mi cezalandırılacak, o dahi belli değil ve bir de cezalar da artırılıyor. Dolayısıyla bir toplantı ve gösteri sırasında bir ses fişeği veya gaz fişeği kullanan kişinin çeşitli hükümler uygulandığında cezası beş yıldan -1 kat daha artırdığında- on yıla kadar gidiyor. Sayın Yıldız, olacak iş mi? Bir kişi, bir genç Saraçhane'ye gitti, bir de yanıldı, bir gaz fişeği sıktı. İstanbul Üniversitesindeki çok saygın...

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Her konuyu niye Saraçhane üzerinden değerlendiriyorsunuz ki?

MURAT EMİR (Ankara) - Efendim?

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Türkiye'de herkes Saraçhane'de değil yani!

MURAT EMİR (Ankara) - Siz unutamadığınız için, siz unutamadığınız için... Sizin aklınızda orası kaldı. O panikte olduğunuz için...

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Milletimizin mesajlarına da uyanık olun! Milletimiz Saraçhane'den ibaret değil.

MURAT EMİR (Ankara) - İşte, siz unutun onu.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Bundan rahatsız olan insanlar var.

MURAT EMİR (Ankara) - Siz Saraçhane maddeleri getirmişsiniz buraya, Saraçhane maddeleri getirmişsiniz Hanımefendi, farkında mısınız?

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - O kadar milletten uzaksınız ki, kendi hayal dünyanızda yaşıyorsunuz!

MURAT EMİR (Ankara) - Saraçhane'yi siz unutun, siz bu tepkileri unutun.

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Sayın Başkan...

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Emir, devam edin lütfen.

Sayın Karslı...

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - İsteyen istediği kadar saatlerce konuşması mı ya! Ben daha dayanamıyorum yani!

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Böyle bir üslup yok yani!

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Emir, buyurun.

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Grup Başkan Vekilimizin konuşması niye sizi rahatsız ediyor, niye rahatsız ediyor sizi?

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Grup Başkan Vekilinizin özel bir yeri değil burası, Komisyonun üyesiyim.

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Karslı, konuşmacı sözünü tamamlasın.

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Gerçekleri söylediğinden mi rahatsız oluyorsunuz?

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Yalan olduğunu söyleyeceğim, konuşacağım zaten!

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Karslı...

İSMAİL ATAKAN ÜNVER (Karaman) - Grup Başkan Vekilleri her komisyonun üyesidir Sayın Karslı!

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Böyle bir şey olabilir mi?

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Karslı, söz isteyin, size de söz vereyim.

İSMAİL ATAKAN ÜNVER (Karaman) - Öyledir tabii.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Ağzına geleni söyleyecek...

İSMAİL ATAKAN ÜNVER (Karaman) - Grup Başkan Vekilleri her komisyonun üyesidir.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Üyesi olabilir ama Komisyonun bir konusu var, gündemi var.

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Karslı...

İNAN AKGÜN ALP (Kars) - Tahammül sınırınızdan mı başlıyor Hanımefendi? Cumhuriyet Halk Partisinin Grup Başkan Vekiline müdahale etme hakkını nereden buluyorsun?

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Karslı... Sayın Karslı, tamam.

İNAN AKGÜN ALP (Kars) - Senin tahammül sınırınla mı başlıyor? Ne demek, "Tahammül edemem." ne demek?

ORHAN KIRCALI (Samsun) - Bağırma! Bağırma!

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Grup Başkan Vekilinin özel bir durumumu mu var?

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Karslı...

İNAN AKGÜN ALP (Kars) - Sizin tahammülünüzle biz sınırlı değiliz!

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Alp... Sayın Alp, lütfen üslubunuzu düzeltelim.

İNAN AKGÜN ALP (Kars) - Sen bizim Grup Başkan Vekilimize ağzını her açtığında müdahale edemezsin Şengül Hanım, kusura bakma.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Sen de bana edemezsin, ben de Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesiyim.

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Alp, karşılıklı konuşmayalım lütfen.

İNAN AKGÜN ALP (Kars) - Ne demek yani, ne demek yani?

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Ben de milletvekiliyim.

İNAN AKGÜN ALP (Kars) - Milletvekilisiniz, sıranızı bekliyorsunuz, sıranız geldiğinde konuşacaksınız.

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Değerli arkadaşlar... Değerli arkadaşlar...

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Hakareti edecek...

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Değerli arkadaşlar, izin verir misiniz.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - ...yanlış konuşacak, yalan konuşacak, iftira atacak, her şeyi dinleyeceğiz...

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Niye hakaret etsin, niye iftira atsın, böyle bir şey var mı ya!

İNAN AKGÜN ALP (Kars) - Türkiye Saraçhane'den ibaret değilse bütün İstanbul Adliyesini niye Saraçhane'ye yığıyorsunuz o zaman?

MURAT EMİR (Ankara) - Dinleyeceksin, dinleyeceksin!

İNAN AKGÜN ALP (Kars) - Her sabah neyin operasyonudur o zaman, Türkiye Saraçhane'den ibaret değilse? Her sabah operasyonla kalkıyor Türkiye, bunun savunmasını yapmayacak mıyız?

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Alp, lütfen, tamam, karşılıklı konuşmayalım.

Sayın Emir, sözlerinizi tamamlayın.

Buyurun Sayın Emir.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Savunmasını gerekçelendirin, bunun için yanlış yerdesiniz!

İNAN AKGÜN ALP (Kars) - Ne demek "Tahammül edemiyorum." efendim? "Tahammül edemiyorum." diye bir üslup mu var yani?

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Her türlü hakareti de dinleyemem ben burada!

MURAT EMİR (Ankara) - Şimdi, Şengül Hanım, dinlemek istemiyorsanız çıkın, bir çay için, geri gelin, hiç sorun yok bizim için, siz dinlemeyince biz rahatsız olmayız, rahat olun siz.

ŞENGÜL KARSLI (İstanbul) - Ben de doğrusunu söyleme hakkına sahibim.

ORHAN KIRCALI (Samsun) - Komisyon üyesi, niye çıksın dışarıya?

MURAT EMİR (Ankara) - Ben, sadece, değerli arkadaşlar, yeri gelmişken, rahmetli Sırrı Süreyya Önder'i rahmetle anmak istiyorum, biraz da konuya farklı bir yerden girmiş olayım kısaca. Sırrı Süreyya Önder Karma Komisyonda bir savunma yapacaktı ve süre sınırı yoktu -işte, Sırrı Süreyya Önder'in tabii müktesebatını da biliyoruz, gerçekten çok etkili ve uzun konuşabilecek birisi- Komisyon "Sayın Önder, çok uzayacak mı? Hani ona göre tedbirimizi alalım." diye böyle kinayeli, şakacı bir soru sorunca şunu söylemişti: "Ben size süre sözü veremem ama bir şeyi 2 defa söylemeyeceğimin sözünü verebilirim." demişti. Tabii, bizim onun gibi müktesebatımız yok ama benim aynı şeyi söylemediğimi de fark etmişsinizdir diye düşünüyorum.

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Emir...

MURAT EMİR (Ankara) - Toparlıyorum.

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - ...toparlayacaksınız da bir şeyi açıklamak istiyorum: Sayın milletvekilleri, burada ilk defa toplantı yapmıyoruz, hem iktidar hem muhalefet partisi milletvekillerine söylüyorum. Lütfen, eğer söz talebiniz olursa mikrofonunuza basın, biz herkese söz veriyoruz, dilediğiniz kadar zaten konuşuyorsunuz, herhangi bir kısıtlama da burada uygulamıyoruz. Dolayısıyla hatibin sözü varsa lütfen sözünü tamamlamasını bekleyelim, karşılıklı konuşmayalım. Karşılıklı konuşursak bu toplantıyı bitiremeyiz.

Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Emir.

MURAT EMİR (Ankara) - Teşekkür ederim. Ben şurada kalmıştım: Bir genç, yine ısrarla söylüyorum, Saraçhane'ye gitti, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi olsun bu arkadaşımız, elinde de bir gaz fişeği olsun, bu gaz fişeğini ateşlemiş olsun.

ORHAN KIRCALI (Samsun) - Niye olsun Murat Bey? Niye gaz fişeğiyle gitsin oraya?

MURAT EMİR (Ankara) - Ya, örnek veriyorum, olamaz mı?

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Yasak mı?

ORHAN KIRCALI (Samsun) - Niye gitsin ama gaz fişeğiyle?

NURETTİN ALAN (İstanbul) - Çeksin gitsin, yasaklayacağız.

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Ya, yasa bu, getirdiğiniz yasa teklifi bu.

MURAT EMİR (Ankara) - Bundan sonra size sorar ya, size sorar!

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Kırcalı, Sayın Emir sözünü bitirsin, varsa...

MURAT EMİR (Ankara) - Başka bir şey söylüyorum, sabrederseniz...

ORHAN KIRCALI (Samsun) - Niye gitsin ama?

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Kırcalı, sözünü bitirsin, ondan sonra size söz vereceğim.

Buyurun Sayın Emir, sözünüzü tamamlayın lütfen.

MURAT EMİR (Ankara) - O zaman şöyle yapalım Orhan Bey, eksik getirmişsiniz. Bakın şöyle: Bu Hukuk Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi arkadaşımız gaz fişeğini ateşledi ve eğer ceza maddeleri tatbik edilirse, on yıl ceza yiyor arkadaşlar, on yıl, on yıl. Bu kişi, bu arkadaşımız, mesela, kasten birinin yüzüne bir bıçak vursaydı ve kalıcı iz bıraksaydı veya gözünü çıkarsaydı yine on yıl yatacaktı. Arkadaşlar, bakın, yaptığınız işin yanlışlığını anlatmak için size örnek veriyorum. Ha, siz şunu söylüyorsanız anlarım, hani burası Adalet Komisyonu diye biraz daha şey konuşuyorum: "Niye gitsin? Yasaklayın." O zaman idam edin; asın ya, asın; gitmesin o zaman, asın kardeşim. Ben diyorum ki bir kişinin bir toplantıda gaz fişeği atması suçu ile bir kişinin kasten diğerinin gözünü çıkarması fiili aynı cezaya tatbik olur mu, olmaz mı? Adalet Komisyonusunuz, buna cevap verir.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Murat Bey, silah var. Silah olmadan olmaz.

MURAT EMİR (Ankara) - Feti Bey, bakın, silah var ama özellikle "ses ve gaz fişeği atabilen silah" diyor. Yani ne demek bu? Gaz fişeği silahı demek Sayın Yıldız, değil mi? Yani bu sizin içinize sinmemiştir, ben inanıyorum buna; bununla ilgili de cevabını verirsiniz. Bu konu anlaşıldı diye düşünüyorum.

Son bir konu değerli arkadaşlar, 223'üncü maddeye bir şey ekleniyor, o da hareketin engellenmesi, ulaşım aracının hareketinin engellenmesi. Şimdi, onun önünde kaçırılma ve alıkonulma var. Yani kaçırma ve alıkonma çok yüksek bir kastla yapılabilecek eylemler, yüksek bir kastla yani birisinin aracını kaçıracaksınız veya birisinin aracına el koyacaksınız, değil mi? Bunun önüne "hareketi engelleme" diyorsunuz. Ya, ne kadar müphem, ne kadar belirsiz, ne kadar hâkimlere geniş bir alan tanıyan bir düzenleme. Ya, bunu nasıl kabul edeceksiniz, elleriniz nasıl kalkacak? Mesela, bir kişi, bir köylü diyelim, tarlada domatesi kalmış -başımıza çok geliyor, her gün böyle- nakliyesi satacağı parayı karşılamıyor, garibim köylü de alıyor kasaları, ürününü yola döküyor, duyulsun istiyor ya, sesim duyulsun istiyor köylü, çiftçi, "Beni duyun." diyor. Şimdi, araçlar geçemiyor, ne olacak? Bu köylüye, o zaman, bir aracı kaçıran kadar ceza mı vereceksiniz? Bunu yapacak mısınız gerçekten? Toplumsal olay... Rahatsız oluyorsunuz ama tekrar söyleyeceğim: Saraçhane'ye milyonlar geldi. O milyonlar gelirken bir kısım aracın geçişi önlenebilir, geçemeyebilirler, ne yapacaksınız? Onlara bu cezayı mı tatbik edeceksiniz? Yani böylesine İnfaz Kanunu çıkaracaktınız, hatta bir demokratikleşme adımının bir parçası olarak takdim ettiniz bunu ve biz de bundan umutlandık. Bakın, biz Türkiye'de demokratikleşme adına, adalet adına, demokrasi adına yapılacak her işin ya öncüsüyüz ya içindeyiz, hiç merak etmeyin ama bütün bunların bir parçası olarak getirdiğiniz teklif böyle mi olmalıydı? Bu kadar dar ve eliniz değmişken cezaları artıran ve eliniz değmişken toplumsal muhalefeti susturmaya, sindirmeye dönük maddeler mi olmalıydı? Değerli arkadaşlar, bu madde, bu teklif çekilmeli.

Son bir söz, usulle ilgili: Şimdi, Grup Başkan Vekillerinizle görüşüyoruz sürekli, bir baskı altına alınıyoruz. Yani böylesine önemli bir konu, geleceği belli, haftalardır "Getirin." diyoruz. Niye gelmiyor? Belli, alelacele Komisyon görüşsün. Sabaha kadar buradasınız bu arada, geçmiş olsun.

ÖMER ÖZMEN (Aydın) - Sizinle birlikte...

MURAT EMİR (Ankara) - Biz buradayız, biz alışkınız.

Salı akşam Meclis Başkanı seçeceğiz. Çarşamba günü başlayacaksınız, böylesine önemli bir konuyu -yani toplumsal taraflar var, mağdurlar var, bekleyenler var, çocuklar var, anneler var, kadınlar var, mağdurlar var, beklenti var- bu kadar dökülen bir adalet sisteminin içerisinde bir gecede geçirmeyi planlıyorsunuz; bu, kaptıkaçtı anlayışıdır arkadaşlar. Bakın, Genel Kurula geldiğinde de şunu söylemeyin bize... Ben on gündür bunu söylüyorum, dilimde tüy bitti. Bekle, bekle, bekle, son gün getir, ondan sonra da her çıkan diyecek ki "Hadi hızlanalım, hadi çekin teklifleri de şu halka bir müjde verelim bayram öncesi." Böyle denilecekse eğer, gidin işinize; biz bunu kabul etmiyoruz. Bu teklifi şimdiden çekin.

Sayın Yıldız, eylüle mi ekime mi bıraktınız? Sonbahara bırakmayın. Gelin, bayramdan hemen sonra hep beraber, hep birlikte, gerçekten yaraya merhem olacak doğru dürüst bir İnfaz Kanunu'nu hazırlayalım, birlikte geçirelim, bunun onuru da Türkiye Büyük Millet Meclisinin olsun.

Sabrınız için teşekkür ederim.