KOMİSYON KONUŞMASI

SEYİT TORUN (Ordu) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Hasankeyf'in, Ilısu Barajı sular altında kalacağı kesinleşti gibi bir şey. İlçedeki tüm kamu kurumları yeni Hasankeyf denilen bölgeye taşınmış. İlçedeki dükkânlar tek tek kapanıyor. Yöre halkı da yeni evlerine taşınmaya başlamış, yakında taşınma işlemleri de bitecek. İlçede bugünlerde "Hasankeyf sular altında kaldıktan sonra turizmi nasıl geliştiririz?" konulu çalıştaylar yapılıyormuş. 1.100 ton ağırlığındaki Zeynel Bey Türbesi'nin taşınması için ihaleler açılmış. Koruma statüsü taşınmaz kültür varlığı olan bir yapıyı taşıyacaklar anlayacağınız. En geç iki sene içinde Hasankeyf tamamıyla sular altında kalacak. Bir kültürel miras ve Dicle Nehri'nin yaratmış olduğu ilk yerleşik hayatın, ilk tarımın, ilk hayvancılığın, ilk merkezî devletlerin ve bürokrasinin, ilk bilimin ve ilk yazının mümkün olabilmesine olanak sağlayan çevrenin yok olması gerçekleşecek. Hem geçmişi hem de geleceği silmiş olacağız.

Türkiye'nin kültürel mirasına sahip çıkma konusunda sicilinin ne kadar bozuk olduğu aşikâr. Oysa nehirleri ve nehir ekosistemlerini yok ederek çevresel ve doğa mirasını da yok etmek konusunda en az kültürel miras kadar bozuk bir sicile sahip ülkemiz. Kültürel miras değerleri daha görünür, bilinir ve marka değerleri yüksek olduğu için insanımıza dev enerji projeleri sadece kültürel mirası yok ediyor gibi gelir. Oysa kültürel mirastan çok daha fazla zararı çevremize ve içimizde yaşadığımız doğaya da verir. Bir tarih ve kültürel miras sular altında kaldığında geçmişimizi sileriz ama çevresel ve doğal mirasımızı sular altında bıraktığımızda geleceğimizi silmiş oluruz.

Nehirler su döngüsünün en büyük parçalarından biridir. Yağmur ya da kar suları olarak biriken sular nehirler aracılığıyla denizlere taşınır. Bu taşıma esnasında zengin bir habitat çeşitliliği ve biyolojik çeşitlilik oluşur. Bu zenginlik de yaşamın ta kendisidir aslında. Yaşam nehirlerden ibaret olmasa hiçbir uygarlık nehirlerin kenarına kurulmazdı. Türkiye nehir zengini, dolayısıyla kültür zengini, dolayısıyla uygarlık zengini bir ülkedir. Yaklaşık 800 bin kilometrekare ülkede toplam 26 nehir havzası bulunur. Bu havza bolluğunun temel nedeni Anadolu yaylasının etrafına göre yüksek olmasıdır. Anadolu yaylası batıdan doğuya gittikçe yükselir ve ortalama 1.100 metre gibi oldukça yüksek bir rakıma ulaşır. 26 havza sularıyla bu nehirleri besler ve bu nehirler de suyu Akdeniz, Karadeniz, Ege ve Marmara Denizlerine taşır. Buharlaşan su yağmur olur, kar olur ve döngü yeniden başlar. Bu yükseklikten dolayı nehirlerimizin akış hızı yüksektir. Bu nedenle nehirlerimiz, nehir taşımacılığına pek olanak vermez. Hatta Çoruh Nehri on sene öncesine kadar coşkunluğu nedeniyle dünyanın en iyi üçüncü rafting yapılan nehriydi. Üzerine yapılan 9 adet baraj, kollarına yapılan sayısız hidroelektrik santrali nedeniyle bugün durgun bir göl hâline gelmiş durumda.

Suyun önemini fark etmemiz gelişmiş Batılı ülkelerle aynı döneme rastlar fakat fark etmemizin şekli 180 derece farklıdır. Avrupa suyun önemini, su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımını anlamışken, biz suyun öneminden nehirlerin üzerine ne kadar çok baraj ve HES yapılabileceğini anladık. Avrupa Komisyonu 23 Ekim 2000 tarihinde 2000/06/EC sayılı AB Su Çerçeve Direktifi'ni kabul etmiş ve tüm üye ülkelerine bu direktifin kapsamını dikte etmiştir. Avrupa Birliği bu direktifle üyelerine su kaynaklarının korunmasını, sürdürülebilir su kullanım planlarının yapılmasını, sulak alanların korunmasını, yer altı su kirliliğinin azaltılmasını, sellerle ve kuraklıkla mücadele için gerekli çalışmaların yapılmasını zorunlu kılıyor. Biz ise 2003 yılında içinde nehirlerimizin, temiz su kaynaklarımızın olduğu sayısız doğal alanı enerji yatırımları için lisanslamaya başladık. Avrupa ülkeleri havza bazında planlamalarını yapıp endüstri, enerji, tarım, orman, turizm yatırımlarını o ana plana uygun, sürdürülebilir, ekolojik dengeyi gözeten yatırımlar hâlinde yaparken biz şırıldayan her şeye lisans verip HES, baraj, maden yatırımlarına izin verdik. Avrupa Birliği finansal kaynak ayırıp su kaynaklarının korunması gibi konularda çiftçinin desteklenmesi, doğa dostu tarım faaliyetlerinin sübvanse edilmesi, yöre insanının farkındalığının arttırılması için bilinçlendirme projeleri yapıyor. Örneğin, Avrupa Birliği tarafından desteklenen ülkemizde Doğa ve Yaban Hayatı Koruma Derneğinin de ortak olduğu, Karadeniz'e kıyısı olan diğer ülkelerden Bulgaristan, Romanya, Moldova ve Gürcistan'dan sivil toplum kuruluşlarıyla beraber yürütülen Temiz Nehirler-Temiz Deniz Projesi böyle bir proje. Biz ise son on yılda yöre halkını yerinden yurdundan eden; onların köylerini, tarlalarını sular altında bırakan, onları şehre göç ettirmek zorunda bırakan su politikaları izledik ve bunların hepsine "üstün kamu yararı" dedik. Üstün kamu yararı olması için bir projeden bizim, bizden çok çocuklarımızın faydalanması gerekir. Her şeyden önce o projenin akılcı olması gerekir.

Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyadaki elektrik enerjisi üretimi 1993 ila 2010 yılları arasında yüzde 72 artmış. 2040 yılına kadar bu üretimin yüzde 56 daha artacağı tahmin ediliyor. Yine, 2040 yılına kadar dünyadaki tüm hidroelektrik enerji potansiyeli değerlendirilse bilse dünyanın toplam elektrik ihtiyacının yarısı bile karşılanmayacak.

Öte yandan, suyun potansiyel enerjisini kinetik enerjiye çevirip elektrik üretmek için suyun devamlı ve istikrarlı bir debide olması lazım. Suyun biriktirildiği, su havzalarının oluşturulduğu büyük baraj projelerinde bu sorun değil. Ama verimliliği akan derelerin debisine bağlı olan ve başta Doğu Karadeniz ve Akdeniz derelerine yapılmış sayısız HES bu açıdan verimsiz çalışır. Bu nedenledir ki kırk dokuz yıllığına hiç durmadan elektrik üretip para basacaklarını düşündükleri HES'leri şu an ellerinden çıkarmak isteyen sayısız yatırımcı vardır. Oysa 2007 yılında Meteoroloji Mühendisi Enise Neyran Cebe'nin yapmış olduğu ve Türkiye akarsularının trendlerini çalıştığı tezinin de ortaya koyduğu gibi Türkiye'de akarsularımızın debisi düşüyor. Aslında bunu anlamak için bilimsel analiz yapmaya da gerek yok. Hafızamızı zorlayıp sadece son yıllarda yağan yağmur ve karı düşündüğümüzde ülkemizde akarsuların debisinin düşüyor olduğunu kendimiz de görebiliriz. Yağmur ve kar olmazsa nehirler dolmaz. Toplam 31 istasyondan alınan DSİ verilerine göre, Türkiye akarsularında yıl bazında azalan yönde bir trend gözlemlenmiş, bu veriler dört mevsime yayıldığında sonuç değişmemiş ve her mevsim akarsu debilerinin azaldığı yönünde bir trend elde edilmiş. Yani, göz göre göre susuz derelere HES yapıp elektrik üretmeyi bekliyoruz. HES yaparken de tüm nehir ekosistemini, yollarla ormanı, orman tahribatıyla erozyonu; suyu boruların içine almayla başta balık yaşamı olmak üzere doğal yaşamı yok ediyor, yöre insanını bölgeden kaçırıyor, turizm ve rekreasyon değeri çok yüksek eşsiz vadileri talan ediyoruz. İşte size üstün kamu yararı!

Gelişen, büyüyen Türkiye'ye, artık sığamaz olduğumuz şehirlere bakıp hep daha fazla elektrik üretmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Oysa anlamamız gereken bu değil. Türkçemizde güzel bir söz var "Hazıra dağ dayanmaz." diye; yani birikim akılcı şekilde kullanılmadığında bir gün o birikimin biteceğine vurgu yapar bu güzel atasözü. Demek ki sorunumuz üretimde değil tüketimde. Biz tüketimimizi azaltmadıkça, verimli hale getirmedikçe, enerji tasarruflu teknolojilere geçmedikçe ne kadar ve ne şekilde üretirsek üretelim, her zaman daha fazla elektriğe ihtiyaç duyacağız. Çözüm sadece diğer yenilenebilir enerji üretim şekilleri güneş ve rüzgâr teknolojisinde de değil; çözüm, bu yenilenebilir enerji teknolojilerini verimli ve tasarruflu tüketim şekilleriyle birleştirip az üretmek ve az tüketmekte. Sonuçta ne şekilde üretirseniz üretin enerji üretmenin finansal ve çevresel bir faturası her zaman olacaktır.

Çok teşekkür ediyorum.