KOMİSYON KONUŞMASI

AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri, sayın bürokratlar ve basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, bundan tam yedi yüz kırk sekiz yıl önce 13 Mayıs 1277'de Karamanoğlu Mehmet Bey'in "Bugünden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste, meydanda Türkçe'den başka dil kullanılmayacaktır." fermanıyla dilimize sahip çıkması kültürel bağımsızlığımızın en önemli adımlarından biri olmuştur diyorum. Türkçe, sadece bir iletişim aracı değil binlerce yıllık medeniyetimizin, kimliğimizin ve düşünce dünyamızın taşıyıcısıdır. Karamanoğlu Mehmet Bey'in bu tarihî kararı dilimizin resmî statüsünü belirlemekle kalmamış, aynı zamanda millî birliğimizin temellerini de güçlendirmiştir. Bu anlamlı günde, dilimize sahip çıkmanın, onu geliştirmenin ve gelecek nesillere en doğru şekilde aktarmanın sorumluluğunu bir kez daha hatırlatıyoruz. Türkçemiz, zenginliği ve derinliğiyle dünya dilleri arasında seçkin yerini korumaktadır. Karamanoğlu Mehmet Bey'i saygı ve minnetle anıyor, tüm vatandaşlarımızın Türk diline sahip çıkma kararlılığını da selamlıyorum. Dilimiz kimliğimizdir, geleceğimizdir diyorum.

Dilden sonra biraz ben de Diyanete geçmek istiyorum. Hepimizin bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik ilkesinin kurumsal teminatlarından biridir Diyanet Başkanlığı. 1924 yılında kurularak din hizmetlerinin düzenli, devlet denetiminde ve halkın dinî ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yürütülmesi amacıyla ihdas edilmiştir. Kuruluş felsefesi itibarıyla dinin siyasal ve ideolojik istismar alanı olmaktan çıkarılması, kamusal hizmetlerin eşit vatandaşlık temelinde sunulması hedeflenmiştir. Ancak aradan geçen bir asra yakın sürede, özellikle de son yirmi yılda Diyanetin konumu, fonksiyonları ve bütçesi hakkında derin tartışmalar maalesef ortaya çıkmaktadır. 1982 Anayasası'nın 136'ncı maddesi, Diyanet İşleri Başkanlığının genel idare içinde yer alan, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli bir kamu kurumu olarak tanımlamaktadır. Bu hüküm, Diyanetin tarafsız, eşitlikçi ve kamu yararına çalışan bir kurum olması gerektiğini de açıkça ifade etmektedir. Kısaca, Diyanet, ülkede yaşayan her insanın sahip olduğu, her inanca hizmet etmesi gereken, hepsine eşit mesafede olması gereken ve kesinlikle siyasetüstü ve tarafsız bir kurum olarak kurulmuştur çünkü devletin dini adalettir. Ancak bugün Diyanetin toplumun bakış açısıyla baktığımızda ne yazık ki bu anayasal sınırlar içerisinde kalamadığını, siyasi iktidarın ideolojik ve kültürel dönüşüm projelerinde merkezî bir araç olarak algılandığını görmekteyiz ki bu durum, yalnızca laiklik ilkesini değil kurumun anayasal meşruiyetini de tartışmalı hâle getirilmiştir. Oysaki güçlü ve adil bir devletin olmazsa olmazıdır bu kurum hatta öyle ki Türkiye'nin bekasının da teminatlarından biridir Diyanet. 15 Temmuzda yaşananlar ya da Türkiye'de bazı cemaat güçlerinin konuşuluyor olması, Diyanetin alanda bıraktığı boşluğun da bir sonucu olarak yorumlanmaktadır.

Bugün baktığımızda, Diyanetle ilgili bir diğer konu da Diyanetin bütçesi; diğer arkadaşlar da söz etti. Diyanetin gerçekten ciddi bir bütçeye sahip olması, bazı bakanlıklardan, önemli kurumlardan çok daha fazla bütçeye sahip olması özellikle yine son zamanlarda gündemdedir, konuşulmaktadır. Bu bütçenin dağılımı, denetimi, sonuçları şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmamaktadır. Bu da bu konuşulmanın ana sebeplerinden biridir, kamuoyunda Diyanete karşı olan güven kaybının da bir sebebidir ve tepki duyulmasının da bir sebebidir. Bu bütçe azdır, çoktur demek yerine biz şöyle bakıyoruz: Vatandaş bu kadar büyük bir bütçeye sahip olan kurumdan nasıl faydalandığına bakıyor ya da vatandaşa nasıl dokunduğuna bakıyor ve görüyor ki bütçeyle aynı oranda Diyanetten hizmet almıyor. Bu da tabii ki vatandaşın bu kurumu sorgulamasına sebep oluyor.

Ayrıca, Diyanetin kamuoyunda konuşulan magazinsel kısmı beni şahsen ve partimizi de çok fazla rahatsız etmektedir. Bir Müslüman olarak Müslümanlığın bu tarz konularda çok alt seviyede konuşulması bizi, dinimizi de Diyanete karşı savunma durumuna getirmektedir. Bize Kur'an-ı Kerim'de tebliğ edilen din ile Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili konuşulan konuların hiçbir kesişim kümesi yoktur. Bu konuda da devletin önemli tedbirler alması gerekmektedir çünkü hiçbir din, özellikle Türkiye'nin çoğunluğunun sahip olduğu Müslümanlık, her şekilde böyle küçük düşürücü söylemlerden uzak tutulması gereken önemli ve kutsal bir kavramdır.

Diyanetin, aynı zamanda, yine son zamanlarda özellikle cuma hutbelerinde siyasi iktidarın politikalarını dolaylı ya da doğrudan destekleyen söylemlere vermesi de vatandaş tarafından maalesef tepkiye sebep olmaktadır. Hani ben de milliyetçi, mukaddesatçı kanadı temsil eden bir siyasi olarak çoğu kişinin sırf bu hutbelerden dolayı cuma namazını terk ettiğine şahit olmaktayım. Bunu da burada bir sorumluluk olarak dile getirmek gerektiğini düşünüyorum. İbadet yapma özgürlüğü ya da ibadet yapma hiçbir partinin ya da siyasi şahsiyetin tekelinde olamaz. Hiç kimse de herhangi bir ibadet yerinde, bir ibadet yapmak üzere gittiğinde hiçbir siyasinin ya da bir şahsiyetin propagandasını dinlemek, onu desteklemek ya da orada ona karşı herhangi bir tepki göstermek zorunda bırakılmamalıdır. Bu, insanlar için bir nevi ibadetini engellemeye girmektedir ki bu da ne demokratik Türkiye Cumhuriyeti'ne, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışır ne de Diyanet gibi bir kuruma yakışır böyle bir şeye sebep olması. Bu faaliyetler yurt dışında da aynı paralellikle devam etmektedir ve aynı tarz görevler üstlenmektedir Diyanet. Oysaki Diyanetin görevi, dine hatta Türkiye'de sahip olunan ya da inanılan tüm dinlere, tüm mezheplere eşit mesafede olup onlarla ilgili en sağlıklı, en güvenilir kaynakları vatandaşla buluşturmak hatta bilimsel ve tarafsız kaynakları vatandaşla buluşturmak ve onlara vesile olmaktır. Ama maalesef şu anda vatandaş tarafından da kamuoyu tarafından da algısı, taraflı ve bir tarafa yan olması noktasındadır ve bu da çok sakıncalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığının yeniden yapılandırılmasının, anayasal sınırlar içinde laiklik ilkesine uygun bir şekilde hizmet vermesinin önemini bir kere daha vurgulamak istiyorum. Diyanet, bu doğrultuda, kesinlikle, Türkiye'de sahip olunan her türlü inanca eşit hizmeti sunmalıdır ve herkesin, her inanca sahip olan insanın Diyaneti kendi için bir kurul olarak görmesi kaçınılmazdır.

Bütçe şeffaflığı çok önemlidir; harcama kalemleri, personel atamaları bağımsız ve denetime açık hâle getirilmelidir. Siyasi tarafsızlık çok önemlidir. Özellikle cuma hutbeleri bence tekrar gözden geçirilmeli; bence değil, bunu insanlar talep de ediyor. Bu gerçekten ciddi ele alınması gereken bir şeydir. Eğitim reformu önemlidir. Diyanetin din görevlileri insan hakları, kadın hakları, laiklik ve anayasal değerler konusunda da eğitilmelidir. Toplumu aydınlatma misyonu bu değerlere uyumlu hâle getirilmelidir. Aynı zamanda çocuk ve kadın hakları da önemlidir. Bu konuda da gerçekten bilimsel çalışmalarla ve dayanaklarla hareket etmelidir. Yetki alanında, kesinlikle, laik devlet ilkesi gereği yalnızca kamusal ibadet yerlerinde görev yapmalıdır. Sosyal medya üzerinden ya da herhangi bir siyasi, ideolojik açıklama şeyiyle gündeme gelmesini de sakıncalı bulmaktayız.

Türkiye'nin geleceği, laiklik ilkesine sıkı sıkıya bağlı, inanç özgürlüğünü güvence altına alan demokratik bir devlet yapısından geçmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı da bu çerçevede yeniden ele alınmalı, siyasal araç olmaktan çıkarılmalı ve evrensel değerlere uyumlu bir hizmet anlayışına kavuşturulmalıdır.

Teşekkür ediyorum.