KOMİSYON KONUŞMASI

OSMAN ZABUN (Isparta) - Sayın Başkanım, değerli Komisyon üyelerimiz, kıymetli banka Genel Müdürümüz ve Yönetim Kurulu üyelerimiz; ben de yine Vakıfbankla ilgili bütün bu denetim sürecinde emeği geçen ve bu kapasitenin ortaya çıkmasına katkı sağlayan bütün arkadaşlarımıza teşekkür ederek başlamak istiyorum.

Yani burada az önce siz de kısmen ifade ettiniz Sayın Başkanım, gerçekten de siyasette eleştiriler mutlaka olabilir hatta bazen acımasız ve sert de olabilir ama bunlar hoşgörüyle karşılanır ve karşılanıyor da. Bunlarda hiçbir problem yok ama "siyasi eleştiri" adı altında paragrafın içerisine, cümlelerin içerisine hakaret eden, töhmet altında bırakan, mahkûm eden kelimelerin ve cümlelerin yerleştirilmesi, bu asla hiç kimsenin kabul edebileceği bir durum değildir. Hani bu, büyük bir iddia olur ve bunun ispatı da artık mahkemede olur yani mahkemeye gitmek gerekir bunun ispatı için. Ben bu noktada, önemle, kullanılan dilin dikkatli oluşturulması gerektiği kanaatindeyim. Bunu ifade ederek başlamak istiyorum.

Şimdi, Sayın Başkanım, özellikle bir iki konuyla ilgili görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Şimdi, takiplerde şöyle bir şey var: Yani bunu özellikle bankalarla muhatap olan Komisyon üyelerimiz ya da iş dünyası çok iyi bilir; kamu bankalarının özellikle ödemede güçlük çeken firmalarla ilgili toleransı ile özel bankaların toleransı arasında dağlar kadar fark vardır. Burada hiç kimsenin kimliğine de bakılmaz. Genel uygulamalarla kamu bankaları -Vakıfbank da bunların içerisinde- olabildiğince girişimciyi, işletmeciyi iş dünyasını yok etmek ve öldürmek yerine yaşatmayı tercih eder ve borçlarını yenilemek suretiyle hem alacağını tahsil etmek hem vadeye yaymak suretiyle bir şekilde hem iş dünyasını ayakta tutmak hem de kendi çıkarlarını korumakla ilgili bir yaklaşım ortaya gösterir, koyar. Bunu bütün Türkiye'de iş dünyası çok iyi bilir.

İkincisi, kullandırılan kredilerle ilgili sürekli kullanılan veya ortaya konulan bir yaklaşım var. İnanın, hani siyasetçi olarak bizim ağzımızdan bazı cümleler çıkıyor ama ya, ben öyle eminim ki Genel Müdürün bunlara cevap verme noktasındaki o heyecanı içinde şişiyordur, köpürüyordur ama bulunduğu makam itibarıyla yani o sorumluluk makamı itibarıyla bunlara cevap vermekten mutlaka kaçınması gerekiyor ve kaçınıyor. Ben eminim bu sıkıntıyı yaşıyordur çünkü eğer iddia edildiği gibi takipteki ya da kullandırılan kredilerle ilgili şöyle çarşaf çarşaf listeyi bir yayınlasa -tabii, bunu yapması mümkün değil çünkü bu, her şeyden önce ticari sırlar kuralına aykırı- inanın, bu konuyu dile getiren insanların birçoğunun o listeyi gördüğünde en çok utanacak ve mahcup olacak kişiler olduğu ortaya çıkar.

Öbür taraftan, yine avukatlık ücretleriyle ilgili şunu ifade etmek istiyorum: Yani bankaların, avukatlarla çalışma prensiplerinde esas olan, avukatlar bankadan para almazlar, avukatlar tahsil ettikleri rakam oranında borçludan para tahsil ederler ya da alacak miktarının ne kadarını tahsil ettiyse ona oranlı olarak borçlunun yasal olarak ödediği vekâlet ücretinden alır, yoksa avukata işi yapsın yapmasın, işi takip etsin etmesin, böyle ödenen bir vekâlet ücreti söz konusu değildir uygulamada, avukat kendi ortaya koyduğu performansa göre kazanç sağlar.

Yine, öbür taraftan, ben şunu da ifade etmek istiyorum, bu KGF kredileri kefaletleriyle ilgili: Burada denetim kurulu raporuna da Komisyon raporuna da yansımış yani KGF'deki kefalet şartları o kadar enteresan ki bunun titizlikle takip edilmesi lazım. Zannediyorum, banka da Genel Müdürlük de bu konudaki uyarıyı dikkate almak suretiyle sonraki süreçlerde daha titiz davranır hâle gelmiş. Basitinden, bir kişinin, kredi kullandırdığınız bir kişinin sigorta ya da maliye borcunu sorguluyorsunuz bir hafta önce, on gün önce, bir şey çıkmıyor ama o süre içerisinde, o iki üç günlük süre içerisinde bir borç tahakkuk ediyor ama bunu yeniden sorgulamadığı için o kısa arada, bu daha sonra takibe düştüğünde, banka bunu KGF'den kefalet sebebiyle talep ettiği takdirde buna KGF diyor ki: "Senin kullandırdığın tarihte bu firmanın borcu olduğu için ben sana bu kefaleti yerine getirmiyorum." Bunlardan kaynaklanan şeyler, özellikle ve ısrarla titizlikle takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Öbür taraftan, yine bir gerçeğin altını kısaca çizerek konuşmamı tamamlamak istiyorum. Yani Türkiye'de özelleştirme süreci 1984'lü yıllardan itibaren başlamış ve kademe kademe devam etmiş bir süreç ve bu noktada da mevzuatta da çok değişiklikler yapılmış, uygulamada bunların örnekleri ortaya çıkmış, hatta ve hatta yine hatırlarsak, bu ülkede hükûmetlerin maaş ödeyemediği dönemlerde bankalar kendi kasalarından memura, işçiye maaşları ödediler ve bunların her birini de devlete bir kamu zararı yazmak suretiyle devletin kasasına yansıtmak gibi durumlarla karşı karşıya kaldılar ama bugün geldiğimiz nokta itibarıyla -bütün kamu bankaları için bunu çok açık yüreklilikle söyleyebiliriz- hem rasyonel hem de az önceki söylediğim o iş dünyası dengesini de gözetmek suretiyle kârlılık esaslı yürüyen bir sektör hâline gelmiştir, bu da Türkiye'nin en önemli ekonomik güçlerinden biri hâline gelmiştir geldiğimiz nokta itibarıyla.

Ben tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.