Komisyon Adı | : | ÇEVRE KOMİSYONU |
Konu | : | İstanbul Milletvekili Mustafa Demir ve Bursa Milletvekili Emel Gözükara Durmaz ile 99 Milletvekilinin İklim Kanunu Teklifi (2/2927) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 26 .02.2025 |
AYTEN KORDU (Tunceli) - Teşekkür ederim.
Öncelikle hazırunu, herkesi saygıyla selamlıyorum.
Yani isterdik ki gerçekten bu kanun teklifinin kendisi biraz iklimin sorunlarını tartışacağımız bir kanun teklifi olsun ama birçok vekil de burada belirtti; bu, daha çok bir ticari kanun teklifi olarak önümüzde duruyor. Onun için, insan bu kanun teklifini neresinden tartışacağını şaşırıyor.
Ben şeyle başlamak istiyorum: İliç Komisyonundaydım aynı zamanda, orada hep böyle başlardı: "Önce insan, sonra çevre, sonra sürdürülebilir madencilik." başlığıyla başlardı ve konuşma oradan ilerlerdi ama konuşmanın özü ya da yaşananların kendi içeriğine baktığında, "Önce insan, önce çevre." yoktu, sadece tek başına "önce"yi başına aldığı "sürdürülebilir madencilik" vardı; burada da aslında öyle.
Şimdi, İklim Kanunu Teklifi'ni konuşuyoruz. İklimle ilgili "ciddi iklim krizi" diye ifade ediliyor ama şimdi iklimin krizini kimler yaratıyor? Niye iklim krizi var? İklim krizi böyle havada uçuşan kendi başına bir kavram değil. İklim krizinin kendisini aslında insanlık yaratıyor yani uluslararası hegemonik güçlerin kendisinin uluslararası sermaye politikaları yaratıyor, işte "endüstriyalizm" dediğimiz şeyin kendisi yaratıyor aslında iklim krizini. Dolayısıyla, iklim krizi böyle kendiliğinden ortaya çıkan bir şey değil; bu sermaye anlayışının, bu rant anlayışının kendisi aslında bir iklim krizi yaratıyor. Dolayısıyla, iklim krizinin karşısına da "Peki, bununla nasıl mücadele edeceğiz?"i koyuyoruz. Yani hem sorunu yaratanız hem de "Sorunu nasıl engelleyebiliriz?" diye önünde duruyoruz. Bu, şuna benziyor bazen: İlaç firmaları önce hastalığı yaratıyor, sonra arkasından ilacı basmaya başlıyor "Nasıl bu ilacı satarım? Hastalıklar iyileşsin." diye; bu, o mantalite.
Yani şunu söylemek gerekiyor: Burada çok ciddi bir zihniyet sorunu var. Yani ben hemen hemen birçok konuşmanın başında bu zihniyet sorununa özel vurgu yapıyorum çünkü bu kanunların düzenleniş biçiminde, bu iktidarın bu kanunları getirip çoğunlukla, büyük itirazlara rağmen; STK'lerin, bilim insanlarının, kitle örgütlerinin, birçok kesimin yani muhalefet eden, bu yasalara muhalefet eden, söz kurmak isteyen herkese ilişkin çok ciddi bir bastırma var zaten yani hukuk diye bir şey yok. Zaten hukuk, yine bu iktidarın kendisinin vesayeti altına aldığı biçimde ilerliyor.
Şimdi, hep diyoruz ya, orada da söylerlerdi, İliç'te de söylerlerdi vekiller -oraya döneceğim- derlerdi ki: "Burada siyaset ve politika yapmayalım. Bu, siyaset ve politikayla ilgili değil." Aksine, şimdi, aynı iklim kanunun kendisinde de orada da sorun tam da siyasette politika meselesidir. Çünkü bu ülkede farklı fikirler dikkate alınmıyor, bu ülkede demokrasi kültürü diye bir şey kalmadı, bu ülkede yargı kalmadı, bu ülkede yerel yönetim kalmadı. Dolayısıyla, tekçiliğin kendisini sürdürdüğü, tekçilik politikalarının kendisinin Cumhurbaşkanı kararnameleriyle bir ülkeyi yürüttüğü politik, siyasi bir iktidardan bahsediyoruz, bir ülkeden bahsediyoruz.
Dolayısıyla, dün sunum yaptığınızda şunu söylediniz, ki bugün de ilk açılışta ifade edildi: "Yüzlerce kişiyle görüştük, yüzlerce STK'yle görüştük ve birçok görüş ve öneri aldık." İşte İliç'te de yapıldı ama bunların hangisi dikkate alındı? Muhalif olandan alınmadı; hiçbir muhalif olan, eleştiren; gerçekten toplum, halk sağlığı, ülkenin geleceği, ekolojik yaşam... Ki ekolojik yaşam sadece börtü böcek, kuş değildir, insandır içinde ekolojik yaşamın, insana aittir o ekolojik yaşam ve biz "ekolojik yaşam" dediğimizde sadece börtü böceği söylemeyiz, bütün canlıların kendisini içinde, yaşamda kültürel olarak da var ettiği bir yaşam sisteminden bahsediyoruz. Orada da mesela aynı şeydi, hiçbiri dikkate alınmadı. Yani ne çıkıyor? Geliyor geliyor iktidarın yandaş destekçileri, yandaş yargısı, yandaş düşünce taraftarları; onların hâkim olduğu, onların yasayı çıkartmak istediği ve Mecliste de çoğunluğun kendisinin elini kaldırarak yasaları geçirdiği bir sistemden bahsediyoruz. Ama bizim, tabii, görevimiz ne? Yani bizim görevimiz gerçekten her kurulda biraz olası tehlikelerin hem STK'lerin çağrısını çok ciddi yaptığı hem de sesini duyurmaya çalıştığı... Ki bugün de burada olan platform sözcüleri var, belki onlar da söz alacaklar, söyleyecekler; Onların ve bizim bu tahribatın nasıl önüne geçebileceğimiz bir mantalite, bir zihniyetin değişmesi sorunu. Biz bunu aslında aynı zamanda kapitalist moderniteye karşı demokratik modernitenin savaşıdır bu aynı zamanda, ezilenler ile ezenlerin savaşıdır aynı zamanda, tahrip edenler ile onarmak isteyenlerin savaşıdır aynı zamanda, insanca yaşamak isteyenlerin savaşıdır bu aynı zamanda. Dolayısıyla, meseleye böyle bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
Yani bu kanunun teknik olarak şurasından burasından, neresinden tartışalım? Hani, isterdik, iklim kanunu geliyor, ilk defa bir iklim kanunu geçiyor; buna ilişkin gerçekten önlem alıcı; halk sağlığını, ekolojik yaşamımızı, sadece şimdimizi değil, geleceğimizi biraz aslında garanti altına alan bazı politik önermeler olsun ve bunu önleyici tedbirler ve yasalar olsun; onu konuşalım, onu tartışalım. Diyelim ki: "Ya, şu kanunun, şu maddenin burası böyle değil de şu maddenin şurası şöyle olsun." diye bir önerme yapalım isterdik ama önermenin kendisi tamamen zaten ticari bir yaklaşım üzerine kurulmuş. Burada ekoloji yok ki, burada tedbir yok ki, burada yaşam yok yani. Sadece kömür madenlerini, onları bile ele alın, binlerce insan yaşamını yitirdi kömür madenlerinde, hâlâ yaşamını yitirmeye devam ediyor. En son İliç işte, söyleyeyim, siyanürlü ağır çalışma; altın, bakır, kurşun madenlerinin geleceği nasıl kirlettiği çok bilimsel olarak kanıtlanmış yani ve bizim bu bilimsel olarak ağzımıza doladığımız lafların bilimselliğini kanıtlayamaz hâle getirdi bu iktidar, bu Hükûmet yaptı bunu yani.
Şimdi, bas bas bağırıyor köylüler, diyor ki: "Siz yaşam alanlarımızı madenlerle elimizden aldınız". Hektarlarca alandan bahsediyoruz ya, dünya kadar suyun kullanıldığı alanlardan bahsediyoruz; özellikle bu madenler açısından söylüyorum bakır, kurşun ve altın madenleri olmak üzere. Binlerce tonluk toprağın toprak olmaktan çıktığı yerden bahsediyoruz yani devasa alanlardan bahsediyoruz. Bu devasa alanlar; mera öldürülmüş, hayvancılık öldürülmüş, işçiler sadece istihdam adına, bir de istihdam adına madenlere bağlanmış insanlar. Şimdi "Madenler kapatılsın." deyince işçiler diyor: "Biz ne yapacağız?" Çok haklılar çünkü yaşamları oraya, aynı kömür madenlerinde olduğu gibi, istihdam adına yaratılan, işte orada binlerce... Ki onun geçişi de yok mesela, tasarınızda onun geçişi de yok. Yani şimdi, kömür madenlerinin kapatılması gerekiyor. Bu işçiler ne yapacaklar? Bir geçiş politikası yok yani bu insanlar, bu aileler yaşamlarını nasıl idame edecekler? Bir geçiş şeyi yok yani bu kanun teklifinin içerisinde, hiçbiri yer almıyor, orada da aynı sorun var. İnsanlar oraya bağlanmışlar, yaşamlarını idame ediyorlar. Köylüler yolumuzu kesti Uşak Eşme'de, diyor ki: "Yaşayamaz hâle geldik. Köylerimizde sular bitti, bostanlarımızı ekemiyoruz, tarım alanlarını ekemiyoruz, yaşam alanlarımızı mahkûm ettiler bize, bizi göçe zorluyorlar, insansızlaştırma politikaları var." Orada, madenlerde çalışan işçilerin ailesi, tıpkı İliç'te de olduğu gibi, Uşak Eşme'de de diyorlar ki: "Ya, hiçbir şey yok, biz çalışıyoruz, sigortalıyız burada." Çünkü ona mahkûm edilmişler. İşte bu bir zihniyet sorunudur.
Şimdi, biraz önce bir sömürü mekanizmasından bahsedildi. Sömürüyü sadece uluslararası firmaların yapıp yapmadığı değil ki tek başına önemli olan, sömürüyü kendi ülkemiz de yapıyor. Kendi yaşadığımız coğrafyada yapsa, uluslararası firmalar da yapsa sömürü, sömürüdür yani. Yani onlar sömürmesin ben mi sömüreyim yani, şimdi biz bunu mu diyeceğiz yani? "Uluslararası firmalar sömürüyor; onlar sömürmesin, bizim ülkemiz sömürsün, biz sömürelim." Hep beraber sömürme mekanizması var zaten. Bu sömürü biçimlerinin hepsine karşı olmak gerekiyor.
Dolayısıyla, burada "iklim adaleti" deniyor ya, yani şimdi bir ülkede insan hak ve özgürlüklerinin, yaşam alanlarının hiçbirinde bir adalet yok ki iklim adaleti gerçekleşsin. Onun için iklim adaleti var mesela, mücadele ediliyor "iklim adaleti" diye. Bu iklim adaletinin çağrısı aynı zamanda işte bu sömürü biçimlerinin son bulmasına ilişkindir, iklim adaleti böyle gerçekleşir. Bir ülkede hukukta adalet yoksa, hak ve özgürlüklerde adalet yoksa; bir ülkenin işçisinin, emekçisinin, köylüsünün, kadınının, hayvanseverlerinin, doğasını, ekolojisini savunan insanların eğer başvurduğu adil mekanizmalar, yargı mekanizması yoksa, bunları savunan HDK gibi kurumlara hukuksuzca saldırıp, komplo teorileriyle insanları tutuklayıp cezaevine atan bir iktidar zihniyetiyle, fikriyatıyla karşı karşıyaysak nasıl gerçekleştireceğiz biz gerçekten adil, insanca, onurlu bir yaşamı; ekolojik bir yaşamın içerisinde yaşayabileceğimiz bir sistemi?
Onun için, ciddi bir zihinsel problem var, bir faşizm var aslında; bu bir faşizmdir. Çoğunlukla oyları geçirmek, çoğunlukla muhalefetin çağrısına rağmen, itirazlara rağmen, STK'lere rağmen; onurluca, insanca yaşam çağrısı yapanlara karşı sürekli tutuklamayla, baskıyla, sesini kıstırmayla karşı karşıya bırakan... İşte, yerel yönetimleri arkadaşlar az önce konuştular. Zaten işinde yok, atanmış memurlar, valiler onun üzerine zaten söz kuruyorlar. Şimdi, o atanmış memurlar, kayyumlar politikalarıyla beraber belediyelere atanıyor. Kayyum, memurdur ya, memurdur; bir kentin seçilmiş iradesinin üstüne koyuluyor. Şimdi, bu zihniyetle nasıl bir şey oluşturulacak? İşte böyle bir kanun çıkar. Oradan çıkacak, bu zihniyetten çıkacak kanun ancak ticari bir yaklaşımla kurulacak bir kanundur; ne insanı ne doğayı ne yaşam alanlarını ne de geleceğini düşünecek bir zihniyete sahip değildir. Dolayısıyla, bunun zihniyetinde zaten -onun için özellikle vurgu yapıyoruz- bir sorun var ve bu zihniyetle kurulacak bir şey de endüstriyalizmin kendisine hizmet eden... İşte bugün üçüncü dünya savaşı var, enerji yolları üzerinden kavga var, değil mi? Üçüncü dünya savaşının gölgesinde tartışılıyor bir sürü şey, bu enerji kavgaları yüzünden aynı zamanda.
Dolayısıyla, bu zihniyet adil, demokratik, barışçıl bir siyaset biçimini kendi zihniyetinde, kendi zihinsel formatında oturtamadığı sürece çıkardığı bu kanunla ancak sermayedarların, ancak ticari iş yapanların... Hatta biz ticariyi yadsımıyoruz, elbette ki ticari bir şey olacak yani karşı olduğumuz o değil; sadece, zengini zengin yapan, insanı düşünmeyen, kamu yararını düşünmeyen politik önermelerle, bir kanun önermesiyle önümüze getiriyor, burada tartıştırıyor. Dolayısıyla burada da yaptığımız muhalefetler, evet, Meclis kayıtlarına geçiyor. Biz halkımıza sesleniyoruz. Yani bu sömürü mekanizmasının kendinin, bu zihniyetinin değişmesi gerekiyor. Bu kanun teklifinin kendi de bir sömürü mekanizmasına çanak tutan bir şeydir, zengini zengin yapan bir ticari şeydir yani daha doğrusu, iklim şeyidir. Bir ticari metin olsaydı, bir kanun olsaydı, belki onun üzerinde ticaret üzerinden tartışabilirdik ama "iklim kanunu" diyerek böylesine tamamen ticari, ticareti öngören "Ben nasıl pastadan pay kaparım? Ben nasıl bu pastadan kendi zenginlerimi daha zengin yaparım?" diyen bir mantalite üzerine, bir zihniyet üzerine kurulmuş bir kanunun kendinin bu ülkeye çok fazla bir yarar sağlamayacağını tekrar söyleyelim.
Bu kadar emek verilmiş, emeklerine sağlık yani iyi kötü bir emek tabii ki sarf edilmiş buraya. Hani, isterdik ki keşke bu emekler yerini bulsa, keşke bu emekler gerçekten adil, demokratik bir yaşam biçimine hizmet eden bir emeğin ürünü olsa, bu emekler oraya hizmet etse ama maalesef bu kadar emek de oraya hizmet etmiyor.
Onun için, gerçekten bu ülkede demokratik, adil, onurlu bir yaşamın sözünü kuran her kesimin sözüne kulak verilmeli. Öyle sadece kafa sallayarak, sadece "Görüşün." diyerek dikkate alındığını göstermiyor. İliç'te de aynı şey vardı. Yani "Biz aldık düşüncelerini." diyor. Zaten oradan da kendisine demokratik bir pay biçiyor yani "Bak, demokratiğiz, herkesin görüşünü aldık." Görüşünü aldın da o görüşü dikkate değer bir kanuna çevirdin mi; bir önleme, bir tedbire çevirdin mi, o zihniyeti yıkacak bir yaklaşıma çevirdin mi? Hayır, onu sürdürüyorsun. Bence AKP iktidarının en ciddi manipülasyon yaptığı şey de budur. Böyle kafa sallayıp, destekleyip aslında en iyi insancıl cümlelerle her şeyi süsleyen ama onun arkasına da en ciddi yıkım politikalarını inşa eden bir zihniyete sahip olduğunu bir kere daha söylemek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.