KOMİSYON KONUŞMASI

PERİHAN KOCA (Mersin) - "Sayın Koca" olacaktı, "Doğan" soyadını kullanmıyorum; kadınların soyadı hakkını da buradan savunmuş olayım.

Tekrardan herkese merhabalar sevgili arkadaşlar. Çok önemli bir kanun teklifi -dün ön bilgilendirme toplantısında da ifade ettim- ve çok önemli tartışmalar gerçekleştiriyoruz, gerçekten Türkiye'nin akıbeti açısından tayin edici tartışmalar ve değerli konuşmalar yapıldı.

İklim Değişikliği Başkanının sunuşuyla, dün yapılan ön bilgilendirme toplantısında da aslında bu kanun teklifinin geneli üzerine değerlendirmelerimi ve önerilerimi ifade etmiştim, şimdi de birkaç vurguyu öne çıkarmak istiyorum izninizle; daha çok kanun teklifinin niteliğine ve politik muhtevasına ilişkin, karakterine ilişkin birkaç vurgu yapacağım.

Birçok arkadaşım, birçok hatip ifade etti "İklim krizinin etkilerine karşı hangi sonuçları yaşıyoruz bugün ve nasıl bir kırılganlık içerisindeyiz?" diye sunuş yapan arkadaşlarımız da ifade etti. Çok kırılgan bir coğrafyada artık -aslında Halil Bey'in sunuşunun ortasında da ifade ettiği gibi- rekor üstüne rekorlar kırıldığı, aşırı iklim olaylarının yaşandığı bir gerçekliğin içerisindeyiz. Bugün iklim krizinin bu sonuçlarını orman yangınlarıyla yaşıyoruz, sellerle yaşıyoruz, kuraklıkla yaşıyoruz, aşırı hava olaylarıyla yaşıyoruz, denizdeki, topraktaki, havadaki korkunç kirlenme hâlleriyle yaşıyoruz. Bu "ekolojik kriz" dediğimiz şey, "iklim krizi" dediğimiz şey soyut bir kavram değil, dünya çapında havada dolaşan bir kavram değil; yaşamımızın merkezinde, her birimizin yaşamını doğrudan ilgilendiren, sadece geleceği değil bugünümüzü de doğrudan ilgilendiren bir kavram olarak merkezimizde duruyor. Ama hâl böyleyken, herkes buraya dair atıflarda bulunurken, iktidar kanun teklifinde de buna dair gerekçe metninde de belli vurgularda bulunurken iklim kanunu olarak önümüze getirilen şeyin iklim politikalarına, iklim kriziyle mücadeleye, doğayı, ekosistemi, çevre ve halk sağlığını koruyucu, önleyici hiçbir politik hedef ve yol haritasını barındırmadığını görüyoruz, herhangi bir eylem planını barındırmadığını görüyoruz. Ne var peki eylem planı ya da kanun teklifi olarak bizim karşımızda? Tümüyle neoliberal politikalara dayalı bir sermaye kanunu var, bir ticari sözleşme var. Karbon emisyonu ticaret kanunu diyebileceğimiz ve AB'nin sınırda karbon düzenlemesine uyumlanması yasası diyebileceğimiz, maddeleriyle de bunun ayrıntılandırıldığı bir kanun teklifi olduğunu görüyoruz. Yani bırakalım kirletmeyi ortadan kaldırmayı, bırakalım kirletmeyi azaltmayı, hedefi tümüyle bundan uzaklaştıran bir şekilde kirletme ve tahribat hakkı tanıyan, bu hak üzerinden de sermayenin kirletme hakkını -tırnak içerisinde- meşrulaştıran bu kanun teklifini de bir ticari aygıt olarak önümüze getirilen bir kanunla ne yazık ki karşı karşıyayız. Dolayısıyla -dün de ifade etmiştim- baştan aşağı aslında ticari kaygılarla bezeli bir kanunla, maddeler bütünüyle karşı karşıyayız.

Şimdi, buradaki boşluklara baktığımız zaman ya da nereye dayandığına baktığımız zaman OVP'yle yani On İkinci Kalkınma Planı'yla, aslında sermaye politikalarıyla tümüyle uyumlanmış bir yasa taslağı olduğunu görüyoruz. Şimdi, kalkınma planında nükleer enerjiye dair, kömüre dair, madene dair, orman varlıklarının ticarileşmesine dair bir sürü madde vardı, bunu da buradan görüyoruz aslında nasıl ticari kaygılarla yapılmış bir kanun teklifi olduğunu.

Şimdi, teklif imzacılarından Mustafa Vekilin sunuşuyla başladık ve sunuşun son derece ticari kaygılarla başladığını hep beraber görmüş olduk. Ne dedi ilk sözünde? AB'yle ticaretten bahsetti, AB'yle ticaret ilk vurgu oldu. "Biz ihracatımızın yüzde 70'ini Batı'ya yapan bir ülkeyiz ve Batı'ya ekonomik entegrasyon doğrultusunda bu kanunu yapmak durumundayız." dedi ve "Eğer biz bu kanunu yapmazsak Avrupa'daki sınırda karbon düzenlemesine zaten tabi olacağız." dedi ve bunu temellendirirken de altı boş olan bir şekilde yine asıl hedef olarak "2053 sıfır net emisyon" ifadesini ortaya koymuş oldu. Neden altı boş diyorum? Birçok arkadaşım da ifade etti, bir 2053 hedefinden bahsediliyor ama bu 2053 hedefinin sadece ve sadece gerekçe metninde bir lafız olarak geçtiğini, temellendirilmediğini, kısa, orta, uzun vadeli planlarla ayrıntılandırılmadığını görüyoruz. Şimdi, öyle bir yasa yapım sürecinin içerisindeyiz ki yani Parlamentodakiler olarak bunu artık çok daha net yaşayarak görüyoruz. Şimdi, her şeyin Cumhurbaşkanı kararnameleriyle, Cumhurbaşkanı imzasıyla tek yetkide toplandığı bir şey var pekâlâ bu kanunda da olduğu gibi, işte İklim Değişikliği Başkanlığının da o imzayla, o kararnameyle hızlıca yapıldığı gibi. Pekâlâ "2053 üzerinden bir hedef değil de 2100 üzerinden ben bir hedef yaptım." diye tek imzayla geçirilebilecek bir şey de bizim karşımıza gelebilir. O yüzden -biraz önce Orhan Vekilimiz de ifade etti- biz şunu merak ediyoruz gerçekten: Nedir 2053 Strateji Planı? Nedir 2053 Eylem Planı? Bunun somut adımları toplumsal anlamda, siyasal anlamda, hukuki anlamda, doğal yaşam alanları anlamında nasıl atılacaktır? 2030'daki hedef nedir, 2040'taki hedef nedir? Buraları gerçekten merak ediyoruz.

Yine, gerekçe metninde ifade edilen ama maddelerde ayrıntılandırılmayan, bir sürü boşlukta bırakılan, muğlak bırakılan husus var. Bu hususları dün de ben bilgilendirme toplantısında sorduğum zaman Ulusal Katkı Beyanı bize işaret edilmişti, "Ulusal Katkı Beyanı güncellemelerinde hepsi mevcut." denmişti ama Ulusal Katkı Beyanı güncellemelerine baktığımız zaman belli bir metodolojinin olmadığını görüyoruz.

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Şimdi, kelimatik olarak da kimi vekiller ifade ettiler, hangi kavram ne kadar geçiyor diye, dün İbrahim Vekilimiz de ifade etmişti kendi değerlendirmelerinde. Şimdi, gerçekten yaşamsal bir mevzudan bahsediyoruz başlarken de ifade ettiğim üzere. "İklim adaleti" "adil geçiş" gibi kavramlar için sunuşta da "İlkesel olarak kullanıyoruz biz bu kavramları." dendi ama bu kavramların içinin tamamen boşaltıldığını görüyoruz, yeşil büyüme vizyonuyla o paranteze alındığını görüyoruz. İklim adaletine dair bu anlamıyla herhangi bir somut eylem planının ve takviminin içerilmediğini de görüyoruz yani sadece kavramların içinin boşaltılması, kavramların içi boşaltılırken sermayeye uyumlu kavramlar hâline getirilmesi değil, son derece soyut bir yerden eylem planı, takvimi olmadan -dün de işte teklif metninde gördüğümüz, bugün de sunuşlarda gördüğümüz üzere- danışma kurullarıyla, denetleme kurullarıyla, kurulacak yeni kurum, kuruluşlarıyla beraber tümüyle sermayeye yeni yatırım alanları açacak olan, tümüyle aslında yeni yağma alanları açacak olan ve bu yağmayı hukuki bir kılıfa sokacak olan bir yasa teklifiyle karşı karşıyayız. Ama İklim Kanunu gibi bir kanuna tarihsel olarak ve bugün dünya ölçeğinde ihtiyacımız yok mu? Çok acil ihtiyacımız var. Bu anlamıyla, İklim Kanunu ayakları yere basan bir yerden, sadece sonuçlarını değil, nedenlerini de tartışabileceğimiz bir yerden çevre ve ekoloji örgütleriyle, bilim insanlarıyla istişare usulüyle birlikte derhâl gündeme alınmalı, bunun önceli olarak ekokırım, yurttaş yasası harekete geçirilmeli, bir güvence olarak harekete geçirilmeli, devreye konulmalı ve İklim Kanunu bunun üzerinden hayata geçirilmelidir diyorum.

Tekrardan sizleri selamlıyorum.