KOMİSYON KONUŞMASI

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Ben de medyamızın çok kıymetli temsilcilerine çok teşekkür ediyorum.

Şimdi biraz yaşımız ortaya çıkacak ama Serap Hocamın aslında çok çok temel bir meseleye parmak bastığını düşünüyorum çünkü gerçekten de o kadar temel bir mesele ki Konfüçyüs'e sormuşlar "Bir ülkeyi idare etme vazifesi verilseydi ne yapardınız?" diye, o da şöyle demiş: "Önce dili düzeltmekle başlardım çünkü dil bozulursa kelimeler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa yapılması gereken işler yapılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa adalet yoldan sapar, adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez." Bu, benim lise zamanında okuyup çok etkilendiğim bir söz. Gerçekten de Serap Hoca çok güzel bir şeyden bahsetti, bir zamanlar "TRT Türkçesi" diye bir Türkçeden bahsediyorduk, BBC İngilizcesi İngiltere'deki versiyonu. Fakat dil de çürüdüğü için... Dilin aslında çürümesi birçok çürümenin tezahürü yani birlikte bir çürüme var, dünyada da var, global bir çürüme sürecinden geçiyoruz. Bunun ne yazık ki medyada yansımasını görüyoruz. Ben bir itirafta da bulunacağım bu açıklamanın üzerine. TRT'nin haber spikerlerinden nispeten daha doğru bir Türkçe dinlesek de -hazır müdür yardımcımızı bulmuşken bunu da söylemiş olayım- VTR'ler veriliyor ya, onun arkasındaki background da tıpkı diğer özel kanallarda olduğu gibi Türkçe'nin hiçbir devrinde kullanılmamış kelimeler ve tonlamalarla acayip bir şey türedi, bu böyle son zamanların bir şeyi, son on, on beş yılın. Yani TRT hani devlet kanalı olduğu için sadece haber spikeri değil bence VTR'lerin arkasında da böyle konuşulmamalı. Dolayısıyla, şiddet bence ahlaki çürümüşlüğün bir neticesi ve dilin çürümüşlüğü de buna yol açıyor çünkü düşünce olmayınca işte bir sürü silsile yani her şey bozuluyor, ahlak da dâhil. Dolayısıyla, Serap Hocam çok çok temel bir meseleye parmak bastı, dil son derece mühim, korumak çok mühim, doğru düzgün ifadeye sahip kanalların olması son derece mühim. Ben televizyon seyretmiyorum fakat medyayı çok önemsediğim için çok dikkatle dinledim ama medyaya ilgim de var. Televizyon seyretmememin temel sebebi de gerçekten dil beni çok rahatsız ediyor yani bu rahatsız eden dilden dolayı seyredemiyorum, bunu söylemek zorundayım. Ama böyle bazı popüler televizyon dizilerinden zaten sosyal medyada falan bir şekilde siz seyretmeseniz de seyretmiş kadar haberiniz oluyor oradaki karakterlerden, topluma etkisinden. Genelde böyle maço maço adamlar, mafyavari adamlar, bunlar böyle kılıkları kıyafetleriyle de maalesef, toplumdaki özellikle genç erkeklere rol model olup kılığı kıyafeti değişik tarzda giyinmelerle, değişik saç modelleriyle bıçkın delikanlılar falan bunlar böyle erkeksi, kadınların aslında cazip bulduğu erkekler gibi resmediliyor genelde dizilerde. Kadınlar da genelde -dediğim gibi, seyretmediğim için çok fazla eleştiri yapma hakkım belki olmaz ama hani en azından bana yansıyan kadarını aktarmaya çalışıyorum- biçare, onlar tarafından kurtarılan, onların bazen işte, aşiret ailesine gelin giden, oradaki bir sürü eşitsizliğe rağmen bunu kanıksayan, o şeyin bir parçası olan, falan filan böyle kadınlar. Şuna inanmıyorum: Medyaya bakıp da kimsenin şiddet uyguladığını ben de düşünmüyorum fakat dediğim gibi, böyle birlikte bir çürüme... Mesela, eski televizyon -yine yaşımız çıkacak ama- TRT'de eskiden mesela Reşat Nuri Güntekin'in roman uyarlamaları vardı, o kadar güzeldi ki romanı yansıtıyordu mesela. Ne bileyim aklıma gelmiyor, işte, Çalıkuşu, işte, ne bileyim, bir sürü, bir sürü, Tarık Buğra'nın Küçük Ağa, Osmancık yani böyle çok güzel, Türkçeleri çok nezih... Şimdi de çok güzel şeyler yapılıyor mutlaka da yani ben kendi fikrimce gördüğümü anlatmaya çalışıyorum. Dediğim gibi, çok televizyon seyretmediğim için çok eleştiremem ama şunu söyleyebilirim: Yani bu birlikte bir çürüme, toplumsal çürüme medyaya yansıyor, medyadaki çürüme toplumsal çürümeye bir katalizör oluyor. Yani bu bir şekilde...

BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Soruyu kime soruyorsunuz?

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Soruyu genel soruyorum. Önce bir katkıda bulunmak istedim. Bir şey dedi, çok dürüstçe yorumlar yapan yani çok böyle öz eleştiri yapan sanırım Star televizyonunun temsilcisi -herkes çok dürüsttü bu arada, yanlış anlaşılmasın da- "Hani icabında cezamızı da yiyoruz." falan gibi güzelce tespitleriniz oldu fakat şöyle bir şey dediniz, böyle tek başına bir inisiyatif almanın gerçekten zorluğundan, birlikte ancak bir şey yapılabileceğinden bahsettiniz, bu her konuda böyle çünkü büyük bir rekabet var, kurtlar sofrası, kapitalist sistem, kimse ahlak mı bozulmuş, şu mu, bu mu buna bakmıyor, herkes para kazanmaya bakıyor, bunu kabul edelim ama böyle. Şimdi biraz belki enteresan bir fikir olacak ama hani plajlarımızda Mavi Bayrak uygulaması vardır ya temiz plaj, böyle temiz dil kullanan, işte kadın-erkek eşitliğine, toplumsal adalete riayet eden, topluma fayda üreten kanallara belki böyle bir uygulama mı gelebilir, Mavi Bayrak gibi böyle...

SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Ceza yerine ödül.

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Evet, evet, "mavi televizyon" gibi böyle bir şeyler yani bu birlikte başarılabilecek bir şey gibi geliyor. Bu arada sanırım Demirören Medya temsilcisi Murat Bey biraz ihaleyi dijital mecralara kestiniz, süper haklı yani son derece haklı yorumlarınız var ama hani bu da şuna geliyor, biraz ehvenişer yani bizden daha beteri var. Yani onlar hakikaten gerçekten çok beter, TikTok'ta ya da dediğiniz gibi bayağı hayvana şiddet görüntüleri, kadına şiddet görüntüleri yani onlar varken hakikaten zemzemle yıkanmış gibi ana akım medya. En azından çocuk seyrederken sen de yanındasın, görüyorsun. Son derece doğru bir tespit fakat ben birçok medya kampanyası da yapıp yönettim, bu hem kadına şiddetle ilgili hem de özellikle sigarayla mücadeleyle ilgili. Biz kampanya sonrasında hangi mecradan ulaştığımızı genelde ölçümlüyoruz. Hâlâ ana akım medya yüzde 90-95 yani "Burada gördüm, televizyondan gördüm." diyorlar. Dolayısıyla, önemini hâlâ koruyor. Herkese ulaştığı için orada daha dikkatli olmak fakat bununla beraber -dediğiniz gibi- dijital mecralara da -ben bunu bir özgürlük alanı gibi görmüyorum- kesinlikle göz açtırmamak gerektiğini düşünüyorum; isterlerse bunu çarpıtsınlar. Böyle bu kadar korkunç bir dejenerasyona yol açmanın bir özgürlük olmadığını kabul ediyorum.

Bir şey daha söyleyerek cümlemi bitirmek istiyorum. Mesela, bizim tütünle mücadelede otuz dakikası prime timeda olmak şartıyla doksan dakikalık zorunlu yayın, kamu spotu hakkımız var ve birçok kamu spotuna ben de gönderdim tütünle mücadele ederken yaptığımız şeyleri. Bu, aynı şekilde kadına karşı şiddetle mücadele kapsamında da geçerli fakat bizim medya monitoring şirketlerinden aldığımız kadarıyla bu zamanların da etkin kullanıldığını düşünmüyorum. Mesela, reyting kaygısı... Yani reklama ayrılan sürenin dışında o kadar güzel bir kanun ki şiddete uğrayan kadının... Mesela, dün Kartal Adliyesinde şiddete uğrayan kadının Adli Görüşme Odaları'yla (AGO) ilgili bir kamu spotu vardı. Mesela, televizyonlarda bunlar yayınlanabilir, üstelik sizin reklam şeyinize hiçbir menfi tesiri olmaz çünkü gerçekten reklamın -işte, onun medya terminolojisindeki kelimeyi bilmiyorum ama- payına dâhil değil o, reklam şeyinden olmuyor. Dolayısıyla, buralarda böyle biraz daha özverili olmak, şu kamu spotlarını prime timeda gerçekten çok fazla yayınlamak ve belki bu Mavi Bayrak plaj sisteminde olduğu gibi böyle bir platform şeklinde birlikte hareket etmek ya da bunu bir öneri olarak sunmak mümkün olabilir.

Çok teşekkür ediyorum.

DEMİRÖREN MEDYA TV GRUP BAŞKANI MURAT YANCI - Ben cevap verebilir miyim?

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Lütfen.

BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Buyurun.

DEMİRÖREN MEDYA TV GRUP BAŞKANI MURAT YANCI - Çok teşekkür ederim.

Öncelikli olarak o dediğiniz kamu spotlarını aşağı yukarı hepimiz yayınlıyoruz, onu belirteyim; bir tarafıyla bu var. Öbür tarafıyla da RTÜK gerçekten çok kıymetli bir denetleme yapıyor zaten yani burada bulunan bütün kanallardaki arkadaşlarımız da bunu söyledi. Dolayısıyla, aslında biz zaten otokontrolle yapıyoruz yaptığımız dizileri; keşke televizyondan izleseniz bu arada, o zaman birbirimizi konuştuğumuzda çok daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum. Artı, biz otokontrolümüzün dışında da RTÜK'le, Aile Bakanlığıyla, bunlarla da sürekli iletişim hâlindeyiz ve çok da katkısını görüyoruz; bir tarafıyla böyle bir durum var.

Şöyle bir şey var, ana akım medyanın hâlini ben şuna benzetiyorum yani buradaki televizyon kanallarının... Nasrettin Hoca'nın bir fıkrası vardır. Nasrettin Hoca bir gün oğluyla giderken hoca eşekte gidiyor, oğlu da yanında yürüyerek geliyor; birkaç kişiyle karşılaşıyorlar, adamlar diyorlar ki: "Ya, koskoca adam eşeğe binmiş, küçücük çocuğu yürütüyor; yazık değil mi, böyle rezillik olur mu?" Tabii, hocanın morali bozuluyor, diyor ki: "Oğlum, gel sen eşeğe bin, ben yürüyeyim." O şekilde devam ediyorlar, sonra gene birkaç kişiye rastlıyorlar, onlar diyorlar ki: "Ya, hiç ahlak kalmadı; küçücük çocuk eşekte gidiyor, koskoca adam da yanında yürüyor; böyle şey olur mu?" Nasrettin Hoca'nın gene morali bozuluyor, diyor ki: "Oğlum gel beraber binelim eşeğe." Neyse, ikisi birlikte biniyorlar eşeğe, gene birkaç kişiye rastlıyorlar, onlar diyorlar ki: "Ya, hiç insaf kalmamış; 2 kişi birden eşeğe binmiş ve hayvana eziyet ediyorlar." Neyse, hocanın gene canı sıkılıyor, diyor ki: "Oğlum, biz en iyisi yürüyerek gidelim, eşek boş gitsin." Biraz öyle gidiyorlar, gene birkaç kişiye denk geliyorlar, onlar diyorlar ki: "Ya, aptallara bak; eşek boş gidiyor, ikisi de yürüyor." Tabii, hocanın gene morali bozuluyor ve diyor ki: "Oğlum, biz bildiğimiz gibi yapalım."

Şimdi, sosyal sorumluluk projesi yapıyoruz. Mesela, gerçekten çok güzel dizilerimiz var, buradaki arkadaşların hepsinde var fakat gene oradan bir şey cımbızlanıyor; ya sosyal medyada ya da başka bir şey oluyor ve bir bakıyorsun, o güzelim projeyi öyle bir kirletiyorlar ki fikrî olarak ve sen derdini anlatamıyorsun, istediğin kadar "Ya, burada şunu anlattık, bunu anlattık." Yok, adam oradaki mesela beş saniyelik, yirmi saniyelik bir videoyu alıyor, ona inanıyor maalesef. Şimdi, Türkiye'de kimseye yaranamayan 2-3 tane... Mesela, hakemler asla hiç kimsenin sevmediği bir kesim mesela, değil mi? Bir tanesi o. Emlakçıları mesela genelde kimse sevmez. Bir de maalesef medya mensuplarına da karşı böyle her kesimden... Hani bu ne kadar hak ediliyor? Ne yaparsak yapalım bu arada, onun da özellikle altını çiziyorum. İşte, Nasrettin Hoca fıkrası bunu çok iyi anlatıyor.

"Ya, efendim, tamam, onu öyle yaptıysan bile şunu niye yapmadın?" Ya tamam da şöyle de bir tarafı var bu işlerin: Gerçekten hepimiz, işte, bunun bir ticari tarafı daha var ki işte biraz önce Ali Bey bahsetti, şu an yurt dışına 1 milyar dolara yakın dizi ihraç ediyoruz, dünyanın dört bir tarafında Türkçe öğreniyorlar bu dizilerden. Mesela, işte, Cumhurbaşkanıyla Cezayir'e gitmiştik, yolda Türkçe konuşuruz, gazeteciler yürürken etrafımızı küçük çocuklar, 13-16 yaş arasındaki çocuklar çevirdi, çok güzel de Türkçe konuşuyorlar, biz Türk zannettik, meğerse dizilerden öğrenmişler ve bütün dizileri, mesela, Kanal D'nin bütün dizilerini ve oyuncularını biliyorlar. Şimdi, böyle de bir katma değeri var. Peki, dünyanın dört bir yanı neden Türk dizilerini tercih ediyor? Şundan dolayı: Bu dizileri oturup ailesiyle beraber izleyebildikleri için, bir sürprizle karşılaşmadıkları için ve genel ahlak normlarına uyduğu için, aşırı şiddete yönlendirme olmadığı için. O yüzden satın alıyorlar. Bu, benim fikrim değil bu arada, bunu zaten söylüyorlar fakat şimdi dünyanın dört bir tarafında beğenilen bu Türk dizilerini biz kendi ülkemizde bir türlü beğendiremiyoruz veya işte, üvey evlat muamelesi görüyoruz, ben çok şaşırıyorum gerçekten. Şimdi, normalde bizim yerimizde olmak isteyen bir sürü Avrupa ülkesi var ve işte, biliyorsunuz, bu Gece Yarısı Ekspresi filminin yarattığı travmayı, benim de yaşım ortaya çıkacak, o dönemler. Bu dizilerle biz o travmayı yok ettik, insanlar Türkiye'ye sempati duyuyor fakat işte genel olarak oturduğumuzda diyorlar ki "Ya, efendim, siz çok kötüsünüz, şöyle kötüsünüz, efendim, aşiret vardı da töre vardı da, falan da filan da." Ya, tamam da yani şimdi bunları da birilerinin izlemesi için yapıyoruz, izlenmesi gerekiyor. Yani şimdi, mesela, diyorsunuz ya, ben çocukken özellikle çok kitap okuyan bir çocuktum, devamında da... Şimdi, mesela bazen ayar kaçıyor, konuşuyoruz, tabii, yeni nesilden bir sürü arkadaşla çalışıyoruz -ben de aslında çok yaşlı değilim ama- diyor ki: "Abi, ben senin ne dediğini anlamıyorum, kullandığın kelimeleri." Nasıl anlamıyorsun diyorum "Eski Türkçe geliyor." Yani ne bileyim, o kelimeyi kullanmıyor mesela günlük hayatında. Şimdi TRT'de hani o bahsettiğiniz şeyler vardı ya, ben mesela sevmesem de izliyordum çünkü tek kanaldı, Hikmet Şimşek'le Pazar Konseri her pazar yayınlanıyordu yani. Şimdi, Küçük Ağa dizisini ben mesela, çok net hatırlıyorum, çok da güzel bir diziydi, "İki Öküz" diye başka bir dizi vardı mesela.

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Yaprak Dökümü vardı, Yaprak Dökümü'nün TRT versiyonu vardı.

BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Dallas vardı TRT'de o zamanlar.

DEMİRÖREN MEDYA TV GRUP BAŞKANI MURAT YANCI - Dallas vardı mesela. Dallas'ın olduğu dönem Şahin Tepesi vesaire, Yalan Rüzgârı... O dönemlerde medya acayip şey yapıyor, çok böyle her şeyi bozuyor. Şimdi, aradan geçti kaç sene? Kırk sene geçmiştir hâlâ biz aynı şeyi tartışıyoruz. Burada, kendi dizimizi yapıyoruz mesela, dediğim gibi, dünyanın her tarafına beğendiriyoruz ama bir türlü bizim ülkemizde bu ana akım medyanın yaptığı dizileri kimseye şey yapamıyoruz. Yani ben de gerçekten buna üzülüyorum bir medya yöneticisi olarak. Şunu bir kere gerçekten rica ediyorum, lütfen, sizden de, siz söylediniz diye söylüyorum: Ne olur izleyin, televizyon izleyin lütfen. Yani o sosyal medyada yazılanların birçoğunun, belki tamamının doğru olmadığını göreceksiniz.

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Ya böyle küçük küçük kliplerine rastlıyoruz zaten, hani bir fikir ediniyoruz o zaman.

DEMİRÖREN MEDYA TV GRUP BAŞKANI MURAT YANCI - İşte problem onlar, o küçük küçük klipler alıyor, zehirliyor. Yani o kadar farklı bir yere getiriyor ki. Şimdi, ben, mesele bambaşka bir şey anlatıyorum bütününde, kanalın bütününde de. Mesela, CNN TÜRK'te kadına şiddetle alakalı inanılmaz böyle farkındalık yayınları yapıyoruz, Kanal D'de keza öyle, gündüz kuşağı programları bizim mesela bu konuda en hassas olduğumuz -nasıl diyeyim- güvenli içerikler yani ona çok önem veriyoruz ama dediğim gibi, biraz gerçekten ana akım medyayı izleyerek lütfen, çok rica ediyorum yani şimdi yoksa şuna dönüşüyor: İnsanlar eleştiriyor, diyorum ki: Gerçekten izledin mi? Öyle değil, aslında şu diyorum; diyor ki: "Sosyal medyada gördüm. İşte, falanca internet sitesinde okudum." Ama bu değil ki o zaman hiçbir yere varamıyoruz.

Çok teşekkür ederim.