| Komisyon Adı | : | MİLLİ SAVUNMA KOMİSYONU |
| Konu | : | Afyonkarahisar Milletvekili Ali Özkaya ve Antalya Milletvekili Atay Uslu ile 133 Milletvekilinin Siber Güvenlik Kanunu Teklifi (2/2860) |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 15 .01.2025 |
ONUR DÜŞÜNMEZ (Hakkâri) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Siber Güvenlik Başkanlığı Kanunu olarak Komisyona getirilen bu kanun teklifinin 16'ncı maddesi, hukuk sistemimizde bugüne kadar var olmayan yeni suç ve cezalar ihdas etmektedir. Bilindiği üzere, devletin tekelinde bulunan cezalandırma yetkisinin kullanımına dair özgün bir alan olarak gelişmiş ceza hukuku başlı başına kritik bir disiplindir. Kişilerin hürriyetlerini sınırlama ve hapsetme gibi ağır sonuçları olan ceza maddeleriyle ilgili yapılacak her türlü düzenleme en başta cezanın amacı, işlevi, ölçülülüğü ve gerekliliği gibi denetimlere tabi tutulmalıdır. Bugüne kadar Türk Ceza Kanunu'nda çok sayıda değişiklikler yapılmış, bunların bir kısmı kazuistik yöntemlerle, bir kısmı değişen sosyoloji ve siyasi tercihlere bağlı olarak yapılırken, bir kısmı ise çeşitli zamanlarda ihtiyaçlara yönelik düzenlemeler olmuştur. Buradaki en önemli nokta ise ceza hukukuna dair yapılan düzenleme ve değişikliklerin ceza alanında uzman hukukçuların katkılarıyla yapılması ve gerçek bir toplumsal hukuki ihtiyaca yönelik olup olmadığının doğru tespit edilmesidir. Aksi hâlde, devletin tekelinde bulunan cezalandırma yetkisi soyut, keyfî ve ölçüsüz şekilde kullanılarak hukuk devleti olma ilkesini ortadan kaldırma riski taşıyacaktır. Tam da burada söz konusu teklifin öncelikli olarak Millî Savunma Komisyonuna gelmesi eksik ve hatalıdır. Cezai düzenlemeler içeren bu kanunun Adalet Komisyonu tarafından incelenmesi, değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kanunu hazırlayanlar Siber Güvenlik Başkanlığı kuruluşunu aşan şekilde maddeler ekleyerek kanuni bütünlüğü ve hukuki güvenilirliği ihlal etmiştir. İhdas edilen suçun ve cezanın hukuk sisteminde ve toplumsal ilişkilerde yaratacağı etkileri, sonuçları, diğer temel hak ve özgürlüklerle ilişkileri oldukça titiz bir şekilde irdelenmeli, değerlendirilmelidir.
Söz konusu teklifin 16'ncı maddesindeki düzenlemeler pek çok temel insan hakkı açısından riskler içermektedir. 16'ncı madde içerdiği düzenlemelerle Anayasa’nın temel ilkelerine, hak ve özgürlüklere ciddi şekilde aykırılık teşkil etmektedir. Öncelikle maddenin içerdiği yetkilendirmeler Anayasa’nın 20'nci maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği ve 22'nci maddesinde düzenlenen haberleşme hürriyetiyle açık bir çelişki içindedir. Denetim görevlilerine tanınan geniş yetkiler, kişisel verilerin korunması hakkını ihlal ederken bu verilerin toplanması ve kullanılmasıyla ilgili somut ve ölçülebilir bir sınırlandırma getirilmemektedir. Verilerin hangi amaçla ve nasıl korunacağına dair bir güvence sağlanmaması, hukuk devleti ilkesinin temel unsurlarından biri olan hukuki öngörülebilirlik ilkesini de zedelemektedir. Bu durum, bireylerin anayasal güvence altındaki haklarına yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Madde, ayrıca ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü bakımından da önemli sorunlar barındırmaktadır. Özellikle veri sızıntısının olmadığı hâlde algı oluşturma fiilinin suç olarak düzenlenmesi, Anayasa’nın 26'ncı maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü ve 28'inci maddesinde korunan basın özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır. Bu tür muğlak ve soyut bir düzenleme gazetecilik faaliyetlerini baskı altına alabilecek bir mekanizma yaratmakta ve halkın bilgi edinme hakkını ciddi şekilde tehdit etmektedir. İfade özgürlüğü üzerindeki bu sınırlama Anayasa’nın 13'üncü maddesinde yer alan ölçülülük ilkesiyle de açık bir şekilde çelişmektedir. Ayrıca, cezaların caydırıcılıktan ziyade eleştirel medya ve sosyal medya kullanıcılarını sindirme amacı taşıdığına dair güçlü bir izlenim yaratılmaktadır.
Yine, "siber uzaydaki millî güç unsurları" gibi hukuki olarak tanımlanmamış ve sınırları belirsiz kavramlarla ağır cezalar öngörerek Anayasa’nın 13'üncü ve 38'inci maddelerinde düzenlenen suç ve cezada belirlilik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Suç ve cezanın belirsiz bir zemine oturtulması hem hukuki güvenlik ilkesini zayıflatmakta hem de bireylerin hangi fiillerinin suç teşkil edeceğini öngörmesini imkânsız hâle getirmektedir. Bu durum adil yargılanma hakkını da ihlal ederek demokratik toplum düzeni ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan sonuçlara yol açmaktadır. Tüm bu nedenlerle 16'ncı madde Anayasa’nın 13, 20, 22, 26, 28 ve 38'inci maddelerine aykırıdır ve iptal edilmesi gerektiği açıktır.
Teklifin (1)'inci fıkrası "Kamu kurum ve kuruluşları hariç olmak üzere bu Kanunla yetkilendirilen mercilerin ve denetim görevlilerinin görev ve yetkileri kapsamında istedikleri bilgi, belge, yazılım, veri ve donanımı vermeyenler veya bunların alınmasına engel olanlar bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşyüz günden binbeşyüz güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır." şeklindedir. Öncelikle, bu fıkra oldukça geniş yetkiler tanımakta, aynı zamanda bu yetkiler kullanılırken muhatap olunacak kişi ve kurumları cezai tehdit altında bırakmaktadır. İdari bütünlük ve hukuki tutarlılık açısından bakıldığında, bu derece geniş ve olağanüstü yetkilere sahip çok az kamu kurumu olduğu ortadadır. Yargı kurumlarının dahi belirli bir davada bir kişi veya kurumdan talep ettiği veri, bilgi, belgeleri istemesi sonucu da bu denli ağır cezalar öngörülmemişken somutlaştırılmamış amaçlar için bu yetkiyi tanımak hukuka aykırıdır.
"Kanunla yetkilendirilen mercilerin ve görevlilerin görev ve yetkileri kapsamında istedikleri bilgi, belge, yazılım, veri ve donanım" ibaresi oldukça geniş ve belirsizdir. Herhangi bir görev gerekçe gösterilerek kişi ve özel kurumlardan özel veri niteliğindeki verilerin temin edilebilir olması, başta kişisel verilerin gizliliği, güvenliği olmak üzere, anayasal güvence altındaki özel hayatın gizliliğini koruma hakkını da ihlal etmektedir. Fıkrada açık ve net olarak somut ve yakın tehlikeden veya amaca uygunluk ölçütlerinden bahsedilmemiştir.
Yakın geçmişte meydana gelen olaylar ve üst düzey devlet görevlilerinin yaptığı itiraflardan da anlaşılacağı üzere, Türkiye teknik ve dijital olarak sahip olmadığı imkânların aksine çok hızlı dijitalleşmiş ve bu durum 85 milyonun verilerinin kamu kurumları üzerinden ele geçirilmesiyle sonuçlanmıştır. Siber güvenliğe dair önlemlerin alınmasında gecikmeler, ihmaller ve eksiklikler yaşanmış, söz konusu kanun ise bu ihmallerin telafisine değil daha fazla gerçekleşmesine ve yaşanan veri sızıntı ve çalma vakalarının üstünün örtülmesine yönelik önlemleri önceleyen bir akılla hazırlanmıştır. Ulaştırma Bakanının da itiraf ettiği gibi, 85 milyon yurttaşın kişisel verisi ihlal edilmiştir. Bu veri sızıntıları ihlalleri bir kez değil birçok kez yaşandı. Her ne kadar devlet kurumları kabul etmese de hâlihazırda kamu kurum ve kuruluşlarının altyapılarından veri sızıntısı her gün yaşanmaya devam etmektedir. Yine, Sağlık Bakanlığı e-Nabız sisteminde tüm yurttaşların özel nitelikli verileri olan sağlık verileriyle birlikte çok sayıda verisinin çalındığı, bu verilerin Telegram hesaplarında, değişik internet sitelerinde satışa sunulduğu herkesçe bilinmektedir. Keza, aynı şekilde, İçişleri Bakanlığının MERNİS sisteminden veri ihlallerinin yaşandığı ve hâlâ önlem alınamadığı da bilinmektedir. MERNİS ve e-Nabız sisteminde büyük açıklar olduğu hâlde Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı bugüne kadar önleyici hiçbir adım atmamışlardır. Hâl böyleyken, veri sızıntı ve ihlali riski en kapsamlı şekilde kamu kurum ve kuruluşları tarafından veya onlar üzerinden gerçekleştirilirken her türlü kişisel ve özel veriye ulaşım yolunun kolaylaştırılması kabul edilebilir değildir. Siber güvenlik zafiyetinin sona erdirilmesi ve tüm önlemlerin alınması gerekirken SGK aracılığıyla muğlak amaçlar doğrultusunda verilerin toplanması kabul edilemez. Tüm bunların yanı sıra, ceza hukuku temel ilkeleri bağlamında ele alındığında 16'ncı maddenin (1)'inci fıkrasının bir ceza kanunu olarak hapis cezası ve adli para cezasıyla cezalandırılması evrensel ceza hukuku ilkelerine aykırıdır. İdari bir yaptırım veya kabahat niteliğinde olan bir eylemin cezai yaptırıma tabi kılınması Anayasa'ya aykırılık teşkil etmektedir.
Teklifin 16'ncı maddesinin (5)'inci fıkrası gazetecilik faaliyetlerini doğrudan hedef alıyor. Bu maddeye göre veri sızıntısı olmadığı hâlde veri sızıntısı yapılmış gibi algı oluşturma fiili suç kapsamına alınıyor ve bu suçu işleyenlere iki ila beş yıl arası hapis cezası öngörülüyor. Anayasal bir hak olan basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkını engellemeye yönelik âdeta bir Truva atı gibi olan bu fıkra Anayasa'ya aykırılık teşkil ettiği gibi dünyanın her yerinde temel bir insan hakkı olan ifade özgürlüğünü de ihlal etmektedir. Daha önceki tarihlerde sansür yasası, dezenformasyon yasası gibi yasalarla belli bir ölçüde budanan basın ve ifade özgürlüğü, geçtiğimiz aylarda etki ajanlığı yasası tartışmalarıyla yeniden ülke gündemine getirilmiştir. Kamuoyunda büyük tepkiler ve itirazlar yükselmesi sonucu geri çekilen bu yasanın Siber Güvenlik Başkanlığı Kanunu'nun satır aralarında yeniden karşımıza çıkarılması, devlet aklının özgürlükleri kısıtlamadaki ısrarını ve politikalarını göstermektedir. Bu düzenleme yalnızca gazetecilerin değil, aynı zamanda bu tür olayları sosyal medyada tartışılan vatandaşların da cezalandırılmasını mümkün kılmaktadır. Yetkililerin geçmişte ortaya çıkan veri sızıntılarını çoğunlukla reddettiği düşünüldüğünde, bu düzenleme veri sızıntısıyla ilgili haber yapmayı veya bu konular üzerine düşünce başlıklı paylaşmayı neredeyse imkânsız hâle getirmektedir. Sağlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı gibi bakanlıklardan sızan verilerinin çalınması birtakım gazetecilerin yaptıkları haberlerle ortaya çıkarılmıştı. O dönemde sızıntının sorumlusu ve faillerini soruşturmak yerine bu haberleri yapanlara yönelen engelleyici dil bugün bu maddeyle bir ceza yasasına dönüşmüştür. Bu durum halkın bilgi edinme hakkını ortadan kaldırdığı gibi, kamuoyunu ilgilendiren skandalların üstünün örtülmesine de kapı aralayabilir.
Teklifin (6)'ncı fıkrası Türkiye Cumhuriyeti'nin siber uzaydaki millî gücünü oluşturan unsurlara yönelik saldırılara ağır cezalar öngörmektedir. Düzenleme millî güvenliği koruma amacı taşıyor gibi görünse de "siber uzaydaki millî güç unsurları" ifadesinin hukuki olarak tanımlanmamış olması ciddi bir belirsizlik yaratmaktadır. Bu muğlaklık hangi eylemlerin suç kapsamında değerlendirileceği konusunda geniş yorumlara ve keyfî uygulamalara zemin hazırlayabilir. Ayrıca, cezaların sekiz ila on beş yıl gibi yüksek oranlarda belirlenmesi, bu tür suçların niteliğiyle orantılı olmayan bir cezalandırma anlayışı sergileyerek adil yargılanma hakkını ve hukuki güvenlik ilkesini zedeleme riski taşımaktadır. Bu tür cezaların caydırıcılığını artırmak yerine ifade ve bilgi özgürlüğünü baskı altına alabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Fıkra elde edilen verilerin siber uzayda bulundurulmasını ve yayılmasını da cezalandırmakta, bu kapsamda bilgi ve belgelerin açıklanmasının suç teşkil edebileceğini belirtmektedir. Ancak kamu yararını ilgilendiren bilgilerin kamuoyuna açıklanması durumunda dahi ağır cezalar öngörülmesi özellikle gazetecilerin ve ifade özgürlüğünü kullanan bireylerin üzerinde ciddi bir baskı yaratabilir. İnsan hakları bağlamında bu tür düzenlemeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğüyle ilgili 10'uncu maddesiyle çelişecektir. Ayrıca, millî güvenliği gerekçe göstererek bu kadar geniş kapsamlı bir cezalandırma mekanizması öngörülmesi, bireylerin ve medyanın kamu denetimi yapma işlevini zayıflatacaktır. Hukuki açıdan bakıldığında bu düzenlemenin keyfî yorum ve uygulamalara açık olduğu açıktır. "Millî güç unsurları" ifadesinin sınırlarının belirlenmemiş olması, bireylerin hangi eylemlerinin suç sayılacağının önceden öngörülebilir olmasını engellemektedir ki bu durum suç ve cezada belirlilik ilkesiyle çelişir. Ayrıca, düzenleme kişisel haklar ile kamu yararı arasındaki dengeyi kurmakta yetersiz kalmaktadır.
Yine önümüze gelen bir değişiklik önergesi var, AK PARTİ tarafından verilmiş olan. Buna biz dün toplantıda da değinmiştik tamamen TCK'nin 217/A maddesinde yanlış bilgiyi alenen yayıma suçu düzenlenmiş bulunmakta. 218'de de bu bilgiyi basın yoluyla teşhir etmenin cezasında artırıma gidilmektedir. Oradaki sınır bir yıl ve üç yıl iken yarı oranında artırılıp iki yıl ve beş yıl şeklinde... Burada direkt hedefin basın ve kamuoyunu bilgilendirme olduğunu da gözler önüne sermektedir. Bunu da tutanağa geçsin diye söyledim. Bu maddenin kanun metninden çıkarılmasını talep ediyorum.