| Komisyon Adı | : | AVRUPA BİRLİĞİ UYUM KOMİSYONU |
| Konu | : | Başbakanlık Başdanışmanı Dr. Muhammed Murtaza Yetiş'in, Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılım sürecinde göç ve mülteci krizi hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 02 .03.2016 |
ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) - Sayın Başkanım, yapmış olduğu sunum için çok teşekkür ediyorum Murtaza Bey'e. Hem bu etrafta dolaşan spekülasyonları önleme adına önemliydi hem de "Şu anda neredeyiz ve ne yapıyoruz?"un cevabını kısmen de olsa alabildik.
Sadece, şunu söyleyeceğim: Aslında göç gibi önemli bir konuyu konuşurken -iç veyahut da dış göç, hiç önemli değil ama- yerel yönetimler gibi önemli bir mekanizmanın devre dışı kalması ve dikkate alınmaması, aslında, uzun vadede hem sosyal içerme programlarını etkiliyor hem de iskândan tutun diğer problemlere varıncaya kadar yönetilmesinde ciddi bir sıkıntı olarak çıkıyor. Bu anlamda, özellikle büyük şehirlerde muhakkak yerel yönetimlerin de bir paydaş olarak kabul edilmesi ve onlara da yükümlülük verilmesi, gerekirse kanuni düzenlemelerinin de yapılması lazım.
İstanbul'da -ben kendi tecrübelerimden biliyorum- belediyeye gidiyorsunuz gayriihtiyari yardım için. Belediye nasıl yardım edeceğini bilmiyor -kendi vatandaşı değil- eğitimden sağlıktan diğer alanlara varıncaya kadar. Dolayısıyla, bu anlamda, hem bizim yerel yönetimler yasasının belki revize edilmesi lazım hem de... Çünkü orada göçle ilgili bir ifade yok, dolayısıyla hiçbir şey yapamıyorlar. Yaptıklarında da Sayıştay Demokles'in kılıcı olarak başında duruyor "Sen bunu yapamazsın." diye ve sonra dönüp belediye başkanlarına ciddi zimmetler çıkarıyor.
Bir başka şey: Bunlar kendi aralarında ciddi evlilikler yapıyorlar ve bu evliliklerin ben kayıt altına alındığını da görmedim, nasıl alacağız onu bilmiyorum. Aynı anda, yani, bu nesebin karışması açısından çok önemli, aile bütünlüğünün kendi toplumumuz açısından korunması açısından önemli.
İstanbul'da şahit olduğum bir olayı anlatayım: 63 yaşındaki bir Suriyeli 29 yaşındaki bir hanımefendiyle evlendi. 63 yaşındaki beyefendi öldü. Sonra aynı hanımefendi, işte, onun amcasının oğluyla evlenmiş. Yani, nasıl bir durum var bilmiyoruz.
Şimdi, doğan çocukları nasıl kayıt altına alıyoruz, onu da bilmiyorum. Bazıları hastaneye gitmiyor, korkudan gitmiyor ya da imkânsızlıktan gitmiyor. Dolayısıyla, doğan çocukları da kayıt altına nasıl alıyoruz, onu bilmiyorum ama belki -madem kimlik tanımlaması yaptık- bunlara yönelik evlilikleriyle ilgili olan sürecin de dikkate alınması lazım. Doğumlarıyla ilgili, yani, kayıt dışı doğdukları andan itibaren de -maalesef, öyle bir gerçek var, kayıt dışı doğuyorlar- bunların da tekrar kayıt altına alınmasının sağlanması lazım.
Üçüncüsü: Arzu Hanım'ın söylediklerine çok ciddi anlamda katılıyorum. Sosyal içermenin... Evet, sosyal içerme normalde kendi vatandaşlarımız arasında olur, yani, doğru kullanılan terminoloji budur ama, bu anlamda, özellikle göçmen çocukların da bizim toplumla entegre olmalarını sağlamak lazım. Çok fazlasıyla dışlanmıyorlar ama dil gibi temel bir problem olunca, aynı dilden, aynı kültürden gelmedikleri için bugün İstanbul'da, İzmir'de birçok çocuk, maalesef, DEAŞ terör örgütünün ya da diğer illegal örgütlerin -illa DEAŞ olması şart değil- mafyanın ya da dilenci örgütlerinin inanılmaz derecede hedef kitlesi hâline gelmişler. Ve ailelerden ben çocuk satın alındığını duydum İstanbul Esenler'de. Aileye diyor ki: "Çocuğunu ver. Ben yirmi gün kullanayım." Ne için kullanacağını söylemiyor. "Sana 4 bin lira para." Çaresizlik içinde olan bir ailenin buna ne kadar kanıp kanmayacağını bilmiyorum. Hiçbir aile bunu istemez ama eğer çocuğunun normal bir işte çalışacağı düşüncesiyle, özellikle şehir içindeki illegal yapılanmalar bu çocukları ciddi anlamda kendi kıskaçlarına alıyorlar dolayısıyla hani yaptığınıza eminim ama yerel yönetimler marifetiyle de bu sosyal içermenin bir an önce başlanmasının taraftarıyım.
Teşekkür ediyorum.