| Komisyon Adı | : | (10/696, 1831, 1832, 1833, 1834, 1835) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, Başkan Yardımcısı Deniz Güler ve RTÜK Üyesi Deniz Güçer tarafından yapılan sunumlara ilişkin görüşme |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 24 .12.2024 |
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Şimdi, ben aslında çok özgürlükçü bir insan yani prensip olarak özgürlükçü ve demokrasiye inanan bir insan olmama rağmen, halk sağlığı söz konusu olunca bu özgürlükçü tavrımdan vazgeçebiliyorum. Yani mesela, bu alkolde de böyledir; eğer siz alkolle mücadele ediyorsanız "self" regülasyonu yani öz denetimini alkol endüstrisine bırakırsanız hiçbir şekilde mücadele edemezsiniz ya da çok uluslu sigara şirketlerine bırakırsanız, "Siz çocukları hedef almayın." bilmem ne derseniz hiçbir şekilde sigarayla mücadele edemezsiniz. Kadına şiddet gibi gerçekten önemli bir halk sağlığı probleminde de ben böyle dizi senaristlerine, şunlara bunlara "self" regülasyonu bırakmaya, öz denetimi onların eline bırakmaya katiyen inanmıyorum. Halk sağlığı söz konusu olduğu zaman çok ciddi caydırıcı yaptırımların olması gerektiğini ve tabii ki yasa yapıcılar olarak, Meclis ayağı olarak gerekirse bizim burada sizin elinizi daraltan bir şeyler varsa bu alana odaklanıp çalışmamız gerektiğini düşünüyorum.
Kamu spotlarından bahsedildi. Sayın Başkanım beni tanır, ben aslında 2008'den beri seyrettiğiniz tütünle mücadeleyle ilgili pek çok kamu spotunun senaryosunu, sloganını yazmış biri olarak söyleyeyim; tütünde bütün ulusal radyo ve televizyon kanallarının otuz dakikası "prime time"da olmak üzere doksan dakika bir zorunlu yayın yasamız var, bu yasamızın içine dercedilmiş. Benim bildiğim kadarıyla kadına şiddetle mücadelede de böyle bir yasal uygulama var yani ne kadar süresi "prime time"a giriyor, yine doksan dakika mı şimdi onu hatırlayamadım ama ben bu sosyal kampanyaların -"social marketing" deniliyor ama Türkçesini de terminolojik olarak karşılayan tam bir terim yok- farkındalık ve tutum oluşturmak ve davranış değişimiyle sonuçlanmak üzere yani ölçülebilir, gerçekten kanıta dayalı metotlarla hazırlanmış, öncesi ve sonrası test edilmiş ve bütün mecralar birlikte olduğu takdirde çok etkili olduğunu düşünüyorum. Televizyon hâlâ çok önemli bir mecra çünkü biz kampanyalarımızda ölçtüğümüz zaman "Bu reklamı duydun mu?" "Evet." "Nereden duydun?" sorusuna umumiyetle yüzde 95 "televizyon" cevabını alıyoruz, daha sonra sosyal medya geliyor. Hâlâ bu klasik mecralar önemini koruyor. Dolayısıyla Sayın RTÜK üyelerine ve RTÜK kurumuna çok büyük, önemli bir görev düşüyor kadına şiddetle mücadelede.
Ben şunu sormak istiyorum: "Media monitöring" yapılıyor mu? Çünkü biz tütünle ilgili yaptığımız zaman kanalların hepsinin bu doksan dakika yasasına riayet etmediklerini, bazıları doksan dakikayı geçerken bazılarının daha az riayet ettiğini görüyoruz. Kadına şiddetle ilgili böyle bir "monitöring" var mı?
Bir de hatta gelen şikâyetlerle değil de daha böyle "media monitöring" yaparak yani direkt bütün kanalların, televizyonların monitör edilerek, gözlemlenerek ceza yazılması gerektiğini düşünüyorum. Belki burayı atlamış olabilirim, böyle bir sistem var mı yok mu emin olamıyorum.
Çok güzel bir öneri geldi bence, televizyonda diyelim ki her şiddet içeren haberde, mesela, KADES'in tanınırlığının artması için alt yazı olarak KADES geçebilir. Böyle bir duruma düştüğünüz zaman derhâl "Şiddete seyirci kalma." "Senin de görevin." "Şiddet aile içi mahrem mesele değildir." vesaire alt mesajlarıyla tanıtılabilir ve kadınların kendilerini korumak için bunu yüklemeleri teşvik edilebilir.
Başka birkaç not daha aldım; şöyle, hızlıca bir bakmak istiyorum: Ha, Hulki Bey'in bir önerisi vardı "Televizyonlar, böyle pembe kanallar olsaydı gerçekten şiddet azalır mıydı?" Böyle bir düzlem yani böyle bir "..."(*) yapamayız; böyle, iki toplumu karşılaştıramayız ama belki hani o TRT'nin, güzel Türkçe konuşulduğu... Ki o zamanlar bile bizimkiler eleştirirlerdi; ki o zamanlara bakıyorum, büyüklerimiz eleştirirdi. TRT'nin böyle güzel Türkçe konuşulduğu ve aile şeyini çok güzel... Ne bileyim, tek kanalın olduğu o siyah beyaz zamanlarda acaba şiddet daha mı azdı? Belki bu iki şey, zaman karşılaştırılarak... Ama birçok başka sosyolojik faktör de var, onlar nasıl kontrol edilir bilmiyorum ama televizyonun bu konuda etkisi oldu muhakkak.
Özgül Hanım sanırım kalktı ama bir de ben ona bir şey söylemeyi arzu ederdim çünkü şey dedi: "Ben burada mobbinge uğradığımı düşünüyorum. Diğer üye arkadaşlar ne düşünüyor?" diye böyle bize de sorduğu için... Ben şuna inanıyorum: Hangi fikir olursa olsun, birbirine yüzde yüz zıt fikirler de dâhil, burada çok kıymetli. Bence fikirlerin çok farklılığı bizim zenginliğimiz. Elbette ki her konuda hemfikir olmak durumunda değiliz, bundan dolayı bazen fikir çatışmaları da çıkabilir. Lütfen, bunu böyle bir mobbing ya da ayrımcılığa uğramak olarak hissettiyseniz ben şahsen üzüldüm çünkü burası bir kadına şiddetle mücadele komisyonu. Siz böyle hissettiyseniz ben buna üzülürüm ama her konuda hemfikir olmadığımız için, komisyonlardaki bu tür fikir çatışmalarının da bu işin biraz cilvesi olduğu, biraz tuzu biberi olduğunu düşünerek bunu söylemek isterim.
Herkese bütün fikirlerinden, katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Günün sonunda hepimiz -hangi fikirden olursa olsun- hiçbir kadının Türkiye'de ekonomik, sosyal, psikolojik hiçbir surette şiddete uğramaması için mücadele eden insanlarız. İnşallah, buna yasal düzlemde de bu Komisyonun neticesinde katkı sunabiliriz.
Çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Çok teşekkürler Sayın Durgut.