KOMİSYON KONUŞMASI

SABAHAT ERDOĞAN SARITAŞ (Siirt) - Sayın Başkan, değerli üyeler, değerli bürokratlar; hepinizi ben de saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten böyle, yangından mal kaçırır gibi dediğimiz mesele tam olarak burası için geçerlidir; dün sunumu yapıldı, bugün Komisyonda tartışılıyor. Bunun doğru olmadığını, aslında mimarın, imarın çokça konuşulması gerektiği, çokça tartışılması gerektiği, ilgili kurumların olması gerektiği, ki ülkemiz depremler ülkesi, o anlamda üzerine ince eleyip sık dokumamız gerektiği, iki düşünüp bir konuşmamız gerektiği konular ama maalesef, her gördüğümüz süreç böyle; böyle apar topar, hemen Komisyona geliyor, muhalefet tartışırken sürekli zaman baskısını hissediyor. Bu anlamda, biz bu tarzın, yöntemin doğru olmadığını defaatle ifade ettik, böyle olmaması gerekiyor. Söz konusu imarsa... "İmar" demek, "insan yaşamı" demek, "çevre" demek; bu anlamda daha geniş, daha detaylı, yarına ve canlara mal olmayacak şekilde tartışmak gerektiğini düşünüyorum.

Evet, maalesef, ülkemizde son beş yıllık süreye yani 2020 yılından günümüze kadar geçen zamana bakıldığında 2020 yılında yaşanan Elâzığ, İzmir ve en son 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremler, Karadeniz Bölgesi olmak üzere yaşanan sel ve taşkın olayları, her gün yaşanan ve can kayıplarıyla sonuçlanan heyelan olayları, yangınlar, 2020-2022 yılları arasında Covid-19 gibi biyolojik afetler sonucu yaşanan ve yaklaşık 192 bin insanımızın can kaybıyla sonuçlanan Covid-19 pandemisi gibi biyolojik afetler nedeniyle toplumda 250 bini aşkın insanımız yaşamını yitirmiş, sayıları 400 bini geçen bina ve bina türü yapı başta olmak üzere, çok sayıda üstyapı ve altyapı hasar görüp 250 milyar dolara yakın mali kayıplarla karşılaşılmasına rağmen, bu Komisyonda ülkenin afet risklerini azaltacak tedbirlere odaklanılması ve buna ilişkin düzenlemelerin görüşülmesi gerekirken bugün Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının yetkilerinin nasıl genişletileceğine ilişkin hükümleri, imar, rant aktarımının nasıl yapılacağı konuşuluyor maalesef.

Ülkemiz doğal afetler ülkesiyken buna karşın halkın can ve mal güvenliğini öncelemesi gereken iktidar, maalesef bu teklifte görüleceği üzere, rant ve talan üzerine bir mekanizma kurma arayışı içerisine girmiştir. Gerek 2020 yılında Elâzığ ve İzmir gerekse de 6 Şubat 2023'te Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra TBMM'de kurulan Deprem Zararlarının Azaltılması Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu tarafından düzenlenen raporlarda belirtilen yasal mevzuat eksikliklerine ilişkin düzenlemeler gündeme getirilmiyor.

Daha önce Meclis baypas edilerek Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle hayata geçirilen düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle, bu kez arkadan dolaşılarak hayata geçirilmek isteniliyor. Düzenleme yerel yönetimlerin yani seçimlerde kaybettiğiniz belediyelerin yetki ve sorunlarını âdeta bürokrasiye devretmekle kalmayıp yerel yönetimlerin özerkliğini zayıflatarak, merkezi otoritenin denetim alanını keyfî şekilde genişletmektedir. Kent estetiği ve kamu güvenliği adına getirilen bu düzenleme, çözüm üretmek yerine ağır bürokrasi, yasal belirsizlik ve keyfî uygulamalara yol açacaktır.

2004-2009 dönemi istasyonların kapsam dışında bırakılması eşitlik ilkesine aykırı bir durum yaratırken, "belge tamamlama ve eksikliğinin mümkün olmadığı tespiti" gibi muğlak ifadeler sektör için öngörülmez bir süreç doğuracaktır. Bu yaklaşım "düzenleme" adı altında daha büyük sorunlara zemin hazırlamaktadır.

Güneş ve rüzgâr santrallerinin yapı denetiminden muaf tutulması güvenlik ve ekolojik dengeyi tehlikeye atmaktadır. "Basit yapı" tanımıyla güneş santralleri denetimsiz bırakılırken kontrolsüz inşaatlar, doğal yaşam ve tarım alanlarını tahrip edecektir. Rüzgâr santrallerinde denetimin kaldırılması ise çevresel etkileri göz ardı ederek riskleri artırmaktadır. Kısa vadeli kazanç uğruna çevre ve halk güvenliği feda edilemez. Bu düzenleme sürdürülebilirlik ilkesine aykırıdır.

Teklifin en sıkıntılı ve büyük sorunlara yol açacak düzenlemesidir 12'nci madde. Yapı denetim kuruluşlarının seçiminin müteahhitlere bırakılması bağımsız denetim anlayışına ters düşmektedir. Müteahhidin yani denetlenenin denetim kuruluşunu seçmesi şeffaflık ve tarafsızlık ilkesine aykırıdır ve bu ilkeleri tehdit etmektedir. Bu sistem, yapı denetim firmalarının rekabet baskısıyla tarafsızlıklarını kaybetmelerine neden olabilir. Bu da denetim mekanizmasının bağımsızlığını zedeleyecek bir risk barındırıyor.

Tam da buraya gelmeden önce aslında konunun muhatabından -maalesef, başta da belirttiğim gibi muhataplarıyla konuşulmuyor- bir mesaj aldım, sizlerle paylaşmak istiyorum sabrınıza sığınarak. Yapı denetimden konuya ilişkin fikirlerini ilgili konunun muhatabı bize iletiyor, şunu diyor: "Müteahhitlerin yapacakları yapıların denetimini kendilerinin seçmesi, yapı denetim ücretlerini yapı sahibi adına kendilerinin de ödemesi yıllarca büyük sorun olarak duruyordu. 1 Ocak 2019 yılında uygulamaya başlanan ve yapı denetim kuruluşlarının elektronik ortamda sıralanmasını öngören bu yönetmelik değişikliği alışagelmiş düzeni bozdu. Neydi bu düzen? Yapı denetimlerinin büyük çoğunluğu yıllarca iş almak için müteahhitlerin peşinde koşmak zorundaydı ve işi almak için maalesef hem fiyatta indirim yapmak zorundaydılar hem de denetim mekanizmasını doğru işletemiyorlardı. 2019'daki yönetmelik değişikliğiyle müteahhitlerin bu sistemdeki patronluğu sona erdi. Yönetmelik değişikliği ilk çıktığında en çok itiraz edenler büyük firmalar oldu çünkü büyük indirimler yapabiliyorlardı, indirim yapan firmaların çoğunluğu da aldıkları ücret kadar denetleme yapıyorlardı yani denetimi sağlıklı yapamıyorlardı. Bunun sonuçlarını 6 Şubat depremlerinde gördük. Depremden hemen sonra yapı denetim sisteminde yapılması düşünülen bu değişiklik daha büyük facialara sebebiyet verecektir. Bununla uğraşacağınıza, İstanbul'a sağlanan 1,5 milyon TL'lik dönüşümünün desteğini büyük deprem riski altında olan başta Bingöl olmak üzere diğer kentlere de uygulamaktır. Böylelikle deprem için çok kısa sürede büyük önlemler alınmış olur."

Türkiye'de yaklaşık 2.500 yapı denetim firması faaliyet göstermektedir. Mevcut yönetmelik, yapı denetim firmaları ile yapı sahiplerinin keyfî iş akdi fesihlerini engellemeye çalışsa da getirilen yeni düzenleme müteahhit odaklı bir seçim sistemi öngörmekte ve denetim süreçlerinin şeffaf yürütülmesini riske atmaktadır.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) - Sayın Vekilim, öyle değil, yanlış yerden mi bakılmış?

ERTUĞRUL GAZİ KONAL (Giresun) - Madde 12, evet.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) - Ben ona bir bakayım.

SABAHAT ERDOĞAN SARITAŞ (Siirt) - Yani konunun ilgili...

BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Lütfen toparlayalım, madde gelince konuşuruz.

SABAHAT ERDOĞAN SARITAŞ (Siirt) - Sonuç olarak, düzenleme yapı denetim sistemindeki ekonomik sorunları çözmeyi hedeflerken şeffaflık, eşitlik ve kalite gibi temel ilkelerden ödün verilmesi riskini barındırmaktadır. Bu düzenlemenin uygulanabilirliği, olası etkileri ve riskleri üzerine daha detaylı analizler yapılmalıdır yani denetlenenin kendini denetleyeni belirlemesine yol açmaya çalışıyorsunuz diyebiliriz burada. Geçici olarak durdurulabilir veya yüksek para cezalarına maruz kalabilir ancak bu yaklaşım, sorunların asıl nedenlerini ele almak yerine cezalandırıcı bir model üzerinden ilerlemektedir. Bu da sektörde daha iyi bir denetim ve kalite standardını oluşturmak yerine, bürokratik engellerin arttırılmasına ve sektördeki işleyişin aksamasına neden olabilir.

Sonuç olarak, bu değişiklik, yapı denetim sektöründe adalet, şeffaflık ve sürdürülebilirliği sağlamak yerine sektörü cezalandırmaya ve mali yükleri artırmaya yönelik bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle denetim süreçlerinde daha şeffaf, adil ve hesap verilebilir bir model geliştirilmelidir; eşit sorumluluk ilkesi benimsenerek yapı sahipleri de sürece dâhil edilmeli ve cezalar orantılı bir şekilde düzenlenmelidir. Aksi hâlde, yapı denetim sektörünün zayıflaması ve yapı güvenliğinin tehlikeye girmesi kaçınılmaz olacaktır.

Yapı denetimindeki eksiklikler, yetersiz denetim mekanizmaları, yolsuzluk ve mevzuattaki boşluklar gibi sorunlar çoğu zaman inşaat hatalarının temel sebebidir. Ancak bu düzenleme bireysel sorumluluğu ön plana çıkararak asıl çözüm gerektiren bu sistemik sorunları göz ardı etmektedir.

Öte yandan, bu kadar geniş bir kesimi kapsayan hapis cezası uygulaması yargı sisteminde ciddi bir yük oluşturacaktır. Mahkemelerde karmaşık mühendislik ve mimari meselelerde yeterli uzmanlığa sahip olunmadığından hatalı kararlar alınma ihtimali yüksektir. Bu da hukuki süreçlerin adil yürütülmesini zora sokabilir.

Bakanlık, büyükşehirleri bölgeler hâlinde ayırarak yapı denetim sorunlarını çözmeyi hedefliyor ancak bu düzenleme denetim sistemindeki temel eksikleri gizlemekten öteye gitmiyor maalesef. Gerekçesi teşvik ve altyapı yetersizliğini işaret ederken çözüm, bölgeleri daraltmak değil teknolojik ve lojistik kapasiteleri güçlendirmek olmalıdır. Bölgesel ayrım, hizmet kalitesinde eşitsizliklere ve güvenlik zafiyetlerine yol açabilir, şeffaflık ve hesap verilebilirlik yerine rant ilişkilerini artırma riski taşır. Yapı denetim sistemini geliştirmek yerine karmaşayı derinleştiren bu yaklaşım, vatandaşların güvenlik kaygılarını büyütecektir. Çözüm, güçlü, adil ve şeffaf bir yapı denetim sistemini inşa etmektir.

Türkiye Çevre Ajansına şirket kurma ve ortaklık yetkisi verilmesi, kamu hizmetlerinde verimlilik gerekçesiyle sunulsa da demokratik denetim mekanizmalarını devre dışı bırakıyor. Kararların Cumhurbaşkanı onayına bırakılması, keyfî uygulamalara ve çevre politikalarının ticari çıkarlara tabi olmasına zemin hazırlıyor. Yani bunu okuduğumda aklıma ilk şu gelmişti, söylemeden geçemeyeceğim: Acaba bakanlıklar da artık kademe kademe özelleşiyor mu diğer kurumlar gibi; aklıma geldi, sizlere de ifade etmek istiyorum çünkü bu yola gidiliyor kademe kademe. Şimdi ajanslar kuruluyor, efendime söyleyeyim, sonra şirketlere ortak olunuyor, yarın bütün bakanlıklar da artık özel olarak işletilir diye düşünüyorum. Bu düzenleme, Çevre Koruma Komisyonunu tehlikeye atarak Ajansın bağımsızlığını ve kamu güvenliğini zedeleme riski taşıyor. Çözüm, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve kamu yararını esas alan bir yaklaşımla mümkün. Kamu yararının gözetilmediği bir düzenleme ne kadar iyi niyetli olursa olsun uygulamada sıkıntılar yaratıyor.

Sonuç olarak, bu tarz değişiklikler yapılırken kamunun yararına mı yoksa başka bir amaca mı hizmet ediyor diye sormamız gerekiyor. Kontrolü merkeze alan, yerel yönetimlere sadece yük bindiren ya da onların sesini kısmayı hedefleyen bir hamleyse -ki maddelere bakınca bu sonuca varmak pek de zor olmuyor maalesef- bunun kabul edilmesi elbette mümkün değil. Bu kanun teklifiyle ilgili asıl değerlendirme, detayları iyi incelenip gerçek etkilerini görebildiğimizde daha net yapılacak. Yani biz bunların gerçekten daha kendi cenahıyla tartışılması gerektiğini, daha uzun zamanlarda tartışılması gerektiğini ve gerçekten önerilerimizin de dikkate alınacağı bir kanun teklifi ve kanunlaşma olmasını istiyoruz, öneriyoruz.

Bu anlamda çalışma yürüten, fikirlerini belirten bütün arkadaşlara da teşekkür ediyoruz, dinlediğiniz için de.

BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Teşekkür ederiz.