KOMİSYON KONUŞMASI

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlarımız ve basın mensupları; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bugün, çok geniş görev alanı olan bir Bakanlığı konuşuyoruz; gelir dağılımından yoksulluğa, kadına, çocuğa, gençliğe, yaşlıya, engelliye kadar hepsi sizin sorumluluk alanınızda. Konuşacak çok fazla şey var ama ben konuşmamı daha çok gelir dağılımı, yoksulluk üzerinde odaklamak ve o çerçevede bir şeyler söylemek istiyorum.

Yoksulluk konusu önemli bir konu, insanca yaşama hakkını ortadan kaldıran çok önemli toplumsal bir sorun. Genel olarak yoksulluk "Temel ihtiyaçları karşılayamama, asgari yaşam standartlarına erişememe durumu" olarak tanımlanıyor. Avrupa Komisyonunun Sosyal İçerme Raporu'nda ise yoksulluk tanımı için "Gelir kaynakları kendisini yaşadığı toplumda kabul edilebilir bir yaşam standardından mahrum bırakacak ölçüde yetersiz olan bireyler yoksul sayılır." şeklinde bir ifade var. Yani aslında yoksulluk hem işsizlerin, çalışmayanların ama aynı zamanda çalışanların da içinde yer aldığı kapsamlı bir kategori.

Şunu söylemek lazım açıkça: AKP iktidarları döneminde, yoksulluğu ortadan kaldırması, bu amaca yönelmesi gereken politikalar uygulanmamaktadır ve ne yazık ki yoksulluğun yönetilmesi ön plana çıkmıştır ve çıkmaktadır. Aslında burada yapılması gereken yoksulluğu yönetmek değil. Tabii ki sosyal yardımlar verilecek çünkü sonuçta yoksulluk bir neden değil, bir sonuç ama bunun ortadan kaldırılmasına yönelik köklü politikaların ele alınmasına ihtiyaç var. Yapısal birtakım sorunlar varsa bunlar çözülmeli, eğer kaynak aktarılması gerekiyorsa daha çok kaynak aktarılmalı. Bu anlamda, bütün bu gruplara yönelik spesifik olarak yapılması gereken şeyler var ama ne yazık ki ben AKP iktidarları döneminde bunu görmedim. Yoksulluğu bir siyasi sömürü aracı olarak devam ettirmeye yönelik bir politikanın varlığını ben de görüyorum, hepimiz görüyoruz.

Gelir dağılımı ve yoksullukla ilgili birkaç gösterge vermek isterim: Türkiye'de eş değer hane halkı kullanılabilir gelirine göre yüzde 20'lik, yüzde 10'luk, yüzde 5'lik dilimler var, daha çok en düşük ve en yüksek geliri alanların gelirleri birbirine oranlanıyor, orantılanıyor. Yüzde 20'lik gruplar olarak bakıldığında en yüksek gelire sahip olanların toplam gelirden aldığı pay yüzde 48,7 -beşte 1'i- en düşük gelire sahip olanlar yüzde 6,1 yani en düşük ve en yüksek arasındaki fark 8 kat. Biraz daha küçültelim: Geliri en yüksek yüzde 10'luk grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 33,9, geliri en düşük grubun payı yüzde 2,3 yani aradaki fark 15 kat. Bakın, örneklem hacmi küçüldükçe bu orantısızlık artıyor. Aynı araştırmaya göre geliri en yüksek yüzde 5'lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 23,3 -yirmide 1'i- geliri en düşük grubun ise binde 9 yani aradaki fark tam 26 kat. Zaman içinde de bunun arttığını, en yüksek gelire sahip olan grubun gelirinin, toplam içindeki payının arttığını görüyoruz. Eş değer hane halkı kullanılabilir medyan gelirinin yüzde 70'i dikkate alınarak belirlenen yoksulluk sınırına göre, nüfusun yüzde 29'u yoksulluk sınırının altında, baktığımız zaman yaklaşık olarak 25 milyon kişiye denk geliyor. Bunlar çok büyük rakamlar Sayın Bakan. Uluslararası göstergeler açısından bakıldığında da ülkemizdeki gelir dağılımı bozukluğu ve yoksulluk çok çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor. OECD verilerine göre Türkiye OECD ülkelerinde -toplam içinde- gelir dağılımının en kötü olduğu ülkelerden biri, en alttan 3'üncü sırada. Gini katsayısı 0,42'yle OECD ortalamasının üzerinde, OECD ortalaması yüzde 0,30'lar seviyesinde. Biliyorsunuz, sıfıra sıfır tam eşitlik, bire doğru gittiği zaman da tam eşitsizlik; bunun yükselmesi demek aslında Türkiye'de gelir dağılımının bozulması demek. Bu rakamlara baktığım zaman dünya ölçeğinde de son derece çarpıcı rakamlar fakat ilginç olan ne On İkinci Kalkınma Planı'nda -ki 2024-2028'i kapsıyordu- ne de OVP'de -geçen sene görüştüğümüz orta vadeli program- bu sene gelir dağılımını düzeltmeye ve yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik bir politika var, sanki bu konular yokmuş gibi. Bakanlığınız var ama bu konuya ilişkin tedbirler yok, gerekli kaynaklar bu alanlara ayrılmamış.

Peki, nedir yoksulluğun nedenleri? Bir kere, uygulanan ekonomik politikalar, zayıf sermaye birikimi, insan gücüne yapılan yatırımların yetersizliği, ülkenin bilgi ve teknoloji üretme kapasitesinin düşüklüğü, yetersiz kurumsallaşma düzeyi; bunlar ciddi yapısal ekonomik sorunlar. İş gücü piyasasındaki sorunlar, düşük iş gücüne katılım oranları, yüksek kayıtdışılık, reel ücretlerin gittikçe gerilemesi, sendikalaşma oranlarının düşüklüğü, taşeron çalışma ilişkileri; bunlar da iş gücü piyasasındaki ciddi yapısal sorunlar. Onun yanında, eğitim ve sağlık gibi temel kamusal hizmet alanlarının artan ölçüde piyasaya bırakılması toplumdaki fırsat eşitsizliğini derinleştirerek yoksulluğun gelecek kuşaklara aktarılmasına neden oluyor. Sadece şu an değil, çocuklar üzerinden geleceği de kapsayan, çocuklarımızın, torunlarımızın da gelecekteki refahını aşağı düşürecek, onların da yoksulluk çemberi içinde, kısır döngüsü içinde kalmasını sağlayacak bir olay. Tarımdaki çözülme, tarımın desteksiz olması ve kırdan kente devam eden göç bunun nedenlerinden biri. Fakat son dönem buna şunlar da eklendi: 2021 yılının Eylül ayında ekonomide uygulanan yanlış politika -faiz sebep, enflasyon sonuç tezi- Türkiye'de döviz kurlarını ve enflasyonu ciddi olarak yukarıya doğru çıkardı, bunun sonunda Türkiye'de gelir dağılımındaki bozulma devam etti ve yoksulluk arttı. İlginç olan, ondan sonra, 2023 yılı seçim sonrası uygulanan dezenflasyon politikası. İşte, bu yüzden bu dokümanlarda da gelir dağılımı ve yoksulluğa ilişkin bir şey yok. Bu, sorunun devam edeceğini, artarak devam edeceğini öngörüyor çünkü uygulanan dezenflasyon politikasının temeli enflasyonun tek haneye düşürülmesi, iki buçuk-üç yıllık bir süre öngörülüyor. İyi ama o süre içinde zaten uygulanan yanlış politikaların yükünü çeken, gelir dağılımı daha da bozulan ve yoksullaşan -yoksulluk hem artıyor hem yaygınlaşıyor hem derinleşiyor- kitleler bu yükü ödemeye devam edecekler.

Tüm bunlara karşı bir sistem var, sosyal koruma sistemi. Bunun 3 ayağı var Sayın Bakan; sosyal sigorta, sosyal hizmet, sosyal yardım. Sosyal sigorta primli bir sistem, diğerleri primsiz sistemler fakat bunların üçü de birbirinden ayrı. Aslında bunların hepsinin, primli ve primsiz sistemlerin tek bir çatı altında birleştirilmeye ihtiyacı var; ideal bir sistemde ikisi birlikte çalışmalı. Devletin resmî dokümanlarında da şu var: Primli sistemler... Türkiye'de sosyal transferlerin yoksulluk oranı üzerindeki etkisi AB ülkelerine göre daha sınırlı çünkü orada primsiz sistemler ağırlıklı, bizde ise primli sistemler ağırlıklı. Yani bizde primsiz sistemlerin, sosyal yardımların payı son derece düşük Sayın Bakan, devletin Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'ndaki rakamları söylüyorum size. Oradan söyleyeyim, devam edeyim; bu sene 2025 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı var: 2023 yılında sosyal yardımların toplamı 287 milyar lira -millî gelirin yüzde 1,08'i- geçen sene binde 9,5'iydi. Halbuki OECD ülkelerinde bu oran yüzde 2,5'ler seviyesinde ve hâlâ son derece verimsiz bir sistem var. 6 tane, belediyeleri de sayarsak 7 tane ayrı kurum sosyal yardım veriyor. Biz aile destekleri sigortasını bu yüzden söyledik. Bu tam bir sigorta sistemi değil, bu, asgari gelir desteği sistemi. Ama hepsini bir çatı altında toplayıp bir yoksulluk envanterine, buna uygun olarak o kurumun kurulmasına, kuruma sosyal yardım, sosyal hizmet elemanlarının alınmasına -sosyologlar, psikologlar, iktisatçılar- böyle bir yapının öngörülmesine ihtiyaç var ve hane halkı temel alınmalı burada. Sonrasında biz bunu söyledik, bakıyoruz, belli dokümanlarda "Hane halkını temel alan bir sosyal yardım sistemi kurulsun." deniyor ama nerede kaldınız? Yirmi iki yıllık AKP iktidarında ne yazık ki bunlar yapılmadı.

Buradan son bir konuya -çok az vaktim kaldı- geçeyim: İzmir'in Selçuk ilçesinde iki hafta önce 5 çocuğumuz yanarak hayatlarını kaybetti. Bu çok vahim, çok üzücü, hepimizi çok derin bir üzüntüye sevk etti. Şimdi, tabii, burada şu konuşuluyor: İşte "Aileye belli yardımlar yapılmış." deniyor "Aile çocukları kuruma vermek istememiş." deniyor. Bakın, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi diyor ki: "Çocuğun yüksek yararı esastır." Aynı zamanda, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 5'inci maddesi çok açık ve net, diyor ki 5'inci madde: "Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tamamlayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Ama (c) bendinde diyor ki: "Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine..." Çok açık, çok açık ve net.

CEYDA BÖLÜNMEZ ÇANKIRI (İzmir) - Gidip gördünüz mü? İzmir Vekilisiniz, gördünüz mü aileyi?

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bir dakika, lütfen sözümü kesmeyin.

Bakın, çok açık ve net. Baba hapiste, anne hurdacılık yaparak ancak şey yapıyor, hurda toplamaya gidiyor. 5 çocuk var ve çocuklar vefat ediyor.

Normalde yapılması gereken, oraya gelen, sosyal inceleme yapan sosyal hizmet sorumlularının gidip orada bir biçimde, aileyi, çocuklarıyla birlikte anneyi kendi kaderine bırakmaması ve bir anlamda Çocuk Koruma Kanunu 5'inci madde (c) bendinin de uygulanmasıydı. Bu konuda bir ihmal, bir sorumluluk varsa...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tamamlıyorum.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - ...bu konudaki sorumluluk Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığındadır, çok açık ve nettir. Bunun gereğinin yerine getirilmesini bekliyoruz.

Teşekkür ediyorum.