Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278) ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ile Sayıştay tezkereleri a) Cumhurbaşkanlığı b) Millî İstihbarat Teşkilatı c) Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ç) İletişim Başkanlığı d) Diyanet İşleri Başkanlığı e) Devlet Arşivleri Başkanlığı f) Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı g) Savunma Sanayii Başkanlığı ğ) Strateji ve Bütçe Başkanlığı h) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ı) Yatırım Ofisi Başkanlığı i) Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanlığı j) Finans Ofisi Başkanlığı k) İnsan Kaynakları Ofisi Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 29 .11.2024 |
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, değerli üyeler, basın emekçileri, salonda emek veren herkes; her birinizi saygıyla selamlıyorum.
2025 yılı merkezî bütçesi tam kırk üç gün önce Meclise sunuldu, bizler de bir aydır burada bütçeyi tartışıyoruz, eleştirilerimizi sunuyoruz. Bu yıl bizler DEM Parti olarak Eş Genel Başkanlarımızın düzeyinde toplumun her kesimiyle bir araya geldik, halkların ihtiyaçlarına göre de temel mottomuzu "ekmek ve adalet bütçesi" olarak belirledik. Şimdi, burada engelliler, emekçiler, kadınlar, çocuklar, eğitimciler ve cezaevleriyle ilgili birçok konuda önergeler de sunduk ama maalesef, sarayda hazırlanan bütçede tek bir taşı dahi yerinden oynatamadık. "Bütçe hakkı" dedik, bu hakkın demokrasinin ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade ettik her defasında fakat muhalefetimiz her seferinde AKP iktidarının ördüğü duvarlara çarptı. Belki bütçede bir cümleyi dahi değiştiremedik ama söylediklerimizin siyaseten ve devlet bürokrasisi içerisinde dikkate alınmasını umuyoruz Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı.
Şimdi, Türkiye'de 2018 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçildi. Sistemin özüne baktığımızda, kuvvetler ayrılığının sembolik hâle getirilerek sarayın ana yönetim merkezi olması yatıyor. Zaten ülkede bir merkezîleşme hâkimdi ama bu sistemle birlikte tüm erkler bir araya getirilerek daha katı bir merkezîleşmeye gidildi maalesef. Bunun en olumsuz sonuçlarından bir tanesi de toplumun Meclis üzerinden bütçe sürecine katılımının ortadan kaldırılması oldu.
Mevcut sistem sadece erklerde merkezîleşmedi, basında da tekelleşme üzerinden bir merkezîleşme yaratılmış durumda maalesef. Bu amaçla da İletişim Başkanlığı çok kritik bir misyonla kuruldu çünkü inşa edilen sistemin bir propaganda aracına ihtiyacı vardı, bilginin kontrol edilmesi ve yönetilmesi gerekiyordu bu açıdan. Her ne kadar kamu diplomasisi faaliyetlerini yürüteceği ve dezenformasyonla mücadele edeceği belirtilse de İletişim Başkanlığı farklı bir rol üstlendi bu süreçte. Böylece muhalif ve Kürt medyasına yönelik uygulamalar, sosyal medyada trol tartışmaları ve basın emekçilerinin maruz kaldığı baskılar da maalesef beraberinde geldi.
Şimdi, İletişim Başkanlığı rutin işlerinin yanında muhalefete karşı da bir algı operasyonu merkezine dönüştürüldü. Kamuoyu algısını tamamıyla iktidar lehine yönetmeye çalıştığı da herkesin malumu zaten. Bunu 2023 genel seçimlerinde ve 2024 yerel seçim dönemlerinde artan harcamalardan da çok rahat bir şekilde anlayabiliyoruz çünkü Mayıs 2023'te yapılan harcama bir önceki ayın 2 katına çıkmış durumda. Yine, Mart 2024'te yapılan harcama bir önceki aya göre 3 kat artmış durumda. Bazı harcamalar örtülü bir şekilde yürütülüyor olmalı ki Sayıştay raporlarında herhangi bir bulgu yok, bir bulguyla karşılaşmıyoruz. Başkanlığı ilgilendiren çoklu maaş, çift maaş ve bu maaşlara astronomik zamlar mevzusu da kamuoyunda çokça tartışıldı.
Şimdi, değerli hazırun, eleştiri, haber alma ve bunu yayma çağdaş toplumlarda önemli özgürlük kriteri olarak karşımıza çıkıyor. Bugün "darbe eseri" dediğimiz Anayasa bile "Basın hürdür, sansür edilemez." diyor. Türkiye'de hiçbir zaman gerçek anlamda bir basın özgürlüğü olmadı, ona hepimiz şahidiz ama siyaset kurumunun devletin sopasıyla bu denli basına saldırdığı bir dönem de maalesef görülmedi.
Şimdi, bu ülkede asıl tehdit kurumlar çürüdüğünde değil, otoriterlik arttığında da değil, basın özgür olmadığında başlıyor. AKP iktidarları yirmi iki yılda kamunun imkânlarını ve sermayenin gücünü kullanarak bağımsız yayıncılığı rekabet edemez hâle getirdi. Bugün onlarca televizyon ve gazetenin aynı manşetle çıktığı bir dönemi hep birlikte yaşıyoruz. Basın-yayın canlı bir alan Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, malzemesi de sözdür; engellendikçe bir su gibi akıp çatlağını da bulabilen bir mecra ayrıca.
Bugün "sosyal medya" denilen bir fenomen var. Siyasi iktidar ilk başlarda bunu çok ciddiye almıyordu ama yeni nesil bir haberleşme etkileşim hâline geldiğini fark eder etmez buna da müdahalede geç kalmadı. Bugün sosyal medyada gençler özgür değil. Tüm dünyada 2012-2020 yılları arasında önceki adıyla Twitter'a iletilen toplam engelleme, çıkarma talebi 181.689 olarak karşımıza çıkıyor, Türkiye 49.525'le dünyada 2'nci sırada yerini almış durumda.
Tabii, AKP, yasakçı sicilini temizlemeyi aklından dahi geçirmiş değil hatta sansür yasasıyla bir müdahale sopası yarattı, bunun adını da "dezenformasyonla mücadele" olarak koydu. Ama kime göre dezenformasyon Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı? Bir muhalif partiye veya gruba yönelik dezenformasyona müdahale edildiğini biz şimdiye kadar görmedik, şahit olmadık.
Dicle Fırat Gazeteciler Derneğine göre sadece 2023 yılında en az 26 gazeteci gözaltına alınırken kayıtlara geçen vaka sayısı 29 olarak görülüyor. Onlarca gazetecinin hâlen cezaevinde olduğu zaten raporlarla mevcut. 2024'ün ilk dokuz ayında 89 gazeteci hâkim karşısına çıkmış durumda. Bugün, Türkiye, Sınır Tanımayan Gazetecilerin yayınladığı Basın Özgürlüğü Endeksi'nde de 180 ülke içerisinde maalesef 158'inci sırada yerini almış görünüyor. Şimdi, bunun müsebbibi de icra makamı olarak karşımıza çıkıyor.
Diğer bir konu Basın İlan Kurumu... Eğer resmî ilanların dağıtımında adil bir performans ortaya konulabilseydi halkın da haber alma hakkı daha kaliteli bir noktaya getirilebilirdi ama Basın İlan Kurumu da İletişim Başkanlığı bünyesine alınarak maalesef tekelleştirildi. Bugün Basın İlan Kurumunun dağıttığı reklam ve ilanların tutarının yüzde 80'e yakınının iktidar yanlısı medyaya gittiği belirtiliyor. Muhalif çizgideki gazetelere uygulanan resmî ilan cezaları yüzlerce günle ifade ediliyor. Bakın, Evrensel gazetesinin resmî ilan ve reklam alma hakkı 2019'dan beri gasbedilmiş durumda. Yine, karar vermeniz gerekiyor bu noktada yani Basın İlan Kurumu bir infaz kurumu mu yoksa bir gasp kurumu mu; bunu ortaya koymak gerekiyor.
Basın İlan Kurumu yüzünden yerel medya da kan ağlıyor çünkü akredite medya korunurken bağımsız yayıncılık yapan gazeteler ve internet haber siteleri maalesef sahipsiz bırakıldı. Van'dan -kendi seçim bölgem- bir örnek vereceğim. İlan almak için şartları yerine getirebilen gazete sayısı 2'yi geçmiyor çünkü Basın İlan Kurumu, desteklemek için değil, âdeta desteklememek için şartlar getirmiş durumda. Belli sayıda tıklanma sayısı isteniyor, bölgeye göre değişse de 3-4 sigortalı çalışan şartı mevcut. Yine, yerel basın emekçileri Basın İlan Kurumuna kaydolma şartlarını karşılayamadıkları için ticaret odası benzeri kurumlardan da ilan ve reklam alamadıklarını belirtiyorlar. İstenilen şartları yerel basın karşılayamıyor, bunun için de başvuru yapamıyorlar. Yerel basına yönelik şartları düzeltmeyi düşünüyor musunuz Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı? Bunu sormak istiyoruz.
Yine, Kürtler varsa eğer bu Kürtlerin bir coğrafyası da vardır. Kürtçe varsa elbette kendilerine özgü bir basın-yayın da vardır. Kürt basını ilk Kürtçe gazete olan Kürdistan'ın 22 Nisan 1898 yılında Kahire'de Mikdad Midhat Bedirhan tarafından çıkarılmasından beri hakikat mücadelesi yürütüyor, hakikatin peşinde. 1900'lerin başından günümüze kadar Roji Kurd'ten Hawar'a, Ronahi'den Welat'a, Azadiya Welat'tan Xwebûn ve Ajansa Welat'a birçok gazete ve dergi basıldı, büyük bedellerle de olsa bir özgür basın geleneği oluşturuldu ama iktidarlar özgür basını sevmediler. Bunun nedeni de hakikatin onları fazlasıyla rahatsız edici olmasıydı. Bu sebeple, geçmişte Musa Anter ve onunla dayanışma içinde olanların yargılandığı 49'lar davasından Özgür Gündem gazetesiyle dayanışmak amacıyla nöbetçi genel yayın yönetmeni olan gazetecilerin yargılanmasına kadar baskılar hiçbir zaman iktidarlar tarafından eksik edilmedi. 1990'lı yıllarda Özgür Ülke gazetesi devleti yönetenlerin onayıyla bombalandı, AKP iktidarı da hakikatin peşini bırakmayan, Kürt meselesini odağına alan Kürt basın geleneğini sevmedi. Kürt basınının kilometre taşlarından olan Özgür Gündem ve Azadiya Welat gazeteleri KHK'lerle AKP döneminde kapatıldı, basın emekçileri dava dosyalarını, mahkeme duruşmalarını takip etmekten artık haber takibi yapamaz hâle getirildi. 2011 yılında bir günde 35 Kürt gazetecinin gözaltına alındığı günlere şahit olduk. Yine, benzer şeyleri 2022 ile 2023 yılları arasında gördük. Üç gün önce de 9 gazeteci, yazar, şair gözaltına alındı. Bu insanların elinde sadece kalem var; kaleme karşı yargı sopasını gösteren iktidar ancak acizlik içerisinde olabilir. Burada iktidar erbaplarının gözden kaçırdığı bir nokta var. Şimdi, Apê Musalardan Nagihan Akarsellere yılmayan bu mücadele geleneği asla boyun eğmedi, bundan sonra da boyun eğmeyecektir çünkü gazetecilik suç değildir Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı.
Sonuç itibarıyla, İletişim Başkanlığı, sarayın ve AKP'nin imajından sorumlu bir kurum olarak karşımıza çıkıyor. Bu sebeple, bağımsız davranmasını beklemek abesle iştigal etmektir. Sansür yasası da bunun bir aparatı olarak karşınıza çıkmakta maalesef.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun, tamamlayın.
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Bununla yetinmeyip etki ajanlığı tarzı girişimlerde bulunmak basın özgürlüğü ve ifade hürriyetine de son darbeyi vurmak olur. Bu sebeple, siyasi iktidar toplumu baskılayan ve fikir özgürlüğünü ortadan kaldıran uygulamalara derhâl son vermelidir diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.