KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Evet, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, sayın basın mensupları; hepinizi öncelikle saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, gerek Sayın Cumhurbaşkanının gerek Dışişleri Bakanlarımızın gerekse AK PARTİ'nin üst düzey yetkililerinin hep sıklıkla kullandığı sözler, cümleler var veya kelimeler, deyimler var. İşte "Türkiye dış politikada çok aktif." "İtibarlı dış politika, onurlu dış politika." hatta bazen hızımızı alamıyoruz, işte "Küresel güç Türkiye." şeklinde birtakım ifadeleri çok sıklıkla kullanıyoruz. Bunlar güzel, bunlar aslında bizim de gururumuzu okşuyor. Ben diplomat değilim, ben iktisatçıyım ama baktığımız zaman meselelere, hakikaten böyle spesifik birtakım olayları düşündüğümüzde, bu gerçekten böyle mi diye baktığımızda bunun böyle olmadığı görülüyor. Önce şunu da söyleyeyim: Yani, genel meselelerde hakikaten çok ciddi efelenebiliyoruz. İşte "Dünya 5’ten büyüktür." diyoruz, herkese karşı, o 5 büyüğe karşı Türkiye bir duruş sergiliyor; bunu her yerde söylüyor, Birleşmiş Milletlerde ve başka yerlerde. Ama, ne bileyim, spesifik bir olay geliyor, işte Ruslar 32 askerimizi şehit ediyor; ağzımızı açamıyoruz. Çinliler Doğu Türkistan'da Uygurluları eziyor, zulmediyor; ağzımızı açıp bir şey söyleyemiyoruz veya Trump mektubunda hakikaten Cumhurbaşkanımıza yakışıksız sözler söylüyor, ağzımızı açıp bir şey söyleyemiyoruz; böyle bir durum var. Yani genelde çok iyiyiz, çok ciddi şeyler söylüyoruz ama spesifik bir olay karşısında maalesef çok yetersiz kalıyoruz, Türkiye'nin ve ülkemizin menfaatlerini veya o duruşunu gösteremiyoruz.

Yine, şöyle kısa kısa notlar aldım, bakıyorsunuz, Suriye'de uçağımız düşüyor, Amerika SİHA'larımızı düşürmüş, Libya'da Birleşik Arap Emirlikleri SİHA'mızı düşürüyor, ondan sonra Cemal Kaşıkçı olayı başlı başına bir olay, Türkiye egemenlik haklarından vazgeçiyor, yargılama hakkından vazgeçiyor. Rahip Brunson davasındaki o mahkemenin görmesi meselesi hâlâ aklımızda. Ne bileyim, Birleşik Arap Emirliklerine önce "15 Temmuzun finansörü." dedik, sonra gidip adamlarla pasta kesiyoruz. Sisi meselesini zaten herkes söyledi, "Katil, darbeci." diyoruz, şimdi gayet iyiyiz filan. Ya, böyle çok sert, diplomatik olmayan ifadeler bir yanda, ondan sonra çok başka ifadeler başka bir tarafta. Esad meselesi... İşte "Kardeşim Esad" "katil Esad" şimdi "Tekrar görüşebiliriz." filan diyoruz. Bu BOP eş başkanlığı meselesinde bakıyorsun Suriye'nin, Irak'ın, Libya'nın, ondan sonra Sudan'ın bölünmesinde bizim de rolümüz var fakat mesele Suriye'ye gelince anlıyoruz ki yanlış bir politika yürütüyoruz, bu sefer makas değiştirmeye çalışıyoruz, onu yapamıyoruz. Dolayısıyla, bunlara baktığımızda hakikaten ciddi tutarsızlıklar var.

Bir taraftan Avrupa Birliği bizim devlet politikamız, AK PARTİ de bu konuda belki de bütün hükûmetlerin yaptığından fazla iş yaptı ilk başlangıçta ama son on yılda Avrupa Birliği diye bir şey kalmadı bizim kitabımızda, lügatimizde. Ondan sonra bir ara "Şangay" dedi Sayın Cumhurbaşkanı, "Şangay'a gireceğiz." "Şangay 5'lisi" filan dedi. Ondan vazgeçti, şimdi "BRICS" diyor. Yani, böyle oradan oraya, oradan oraya gidiyoruz. Şimdi, tabii bu ne oluyor? Ciddi bir itibar kaybı oluyor, Türkiye'ye karşı güvensizliğe yol açıyor.

Bütün bunları göz önünde bulundurarak yani konunun da uzmanı olmadan acaba Türkiye'nin dış politika ilkeleri nelerdir diye şöyle bir bakayım, bir sınıflandırayım, neler çıkar buradan diye baktım. Tabii, bunda çok objektif olamayabilirim, onu söyleyeyim. Olumsuzlukları belki daha fazla görüyor olabilirim ama bunları birilerinin de sizlere biraz söylemesi gerekiyor işin doğrusu.

Şimdi, birinci ilke -ilke tırnak içinde tabii, ilke değil aslında, ilkesizlik belki- günübirlik politika belirleme ilkesi yani Türkiye'nin uzun vadeli bir bakışı yok, stratejik bir vizyon eksikliği var ama kimi zaman da Sayın Erdoğan ruh hâline göre günübirlik politikalar belirliyor; bence bu çok etkili ve bizim politikalarımızda önemli bir yer tutuyor.

İkincisi, kurumsal değil, kişisel politika belirleme ilkesi yani bana göre Dışişleri Bakanlığı tamamen birçok meselede, hele hele... Sayın Bakan, bunu sakın yanlış anlamayın, sizin dönemizle ilgili spesifik bir şey söylemedim yani biraz yirmi iki yılın "resume"si. Belki de Bakanlıkta en iyi çalışan Dışişleri Bakanlarından birisi olabilirsiniz. Ama biz şunu net bir şekilde görüyoruz ki Dışişleri Bakanlığında diplomasi tamamen devre dışı, kimi zaman bir danışmanın, kimi zaman o ünvanı bile olmayan birilerinin dış politikada çok etkin olduğunu maalesef görüyoruz.

Üçüncü ilkeniz, dış politikanın iç siyasete malzeme yapılması ilkesi. Buna zaten örnek vermeye bile gerek yok, bunun örnekleri dolu; miting meydanlarında dış politika oluşturan bir Cumhurbaşkanımız var bizim yani başka ne söylenebilir?

Ondan sonra, dördüncü ilke, dış politikada tutarsızlığın avantajından faydalanma ilkesi. Bunun yine bir miktar faydası oluyor ama bu avantajdan kim faydalanır, onu bilmiyorum.

Beşinci ilke, ulusal çıkarları önemsememe ilkesi. Yani, şimdi, benim esas itibarıyla gördüğüm mesele budur. Bizim dış politikamız bu çerçevede maalesef yürütüldü ve geldiğimiz noktada çok da iyi olduğunu söylemek mümkün değil.

Şimdi, bu meselelerden bir tanesini biraz açmak istiyorum. Yunanistan'la aramızdaki bu adalar meselesi. Şimdi, tabii, bu mesele hiç konuşulmuyor, bu pek anlaşılır da değil, mesela bugün de hiç gündeme gelmedi. Şimdi, Yunanistan, 2004 yılından itibaren Ege ve Akdeniz'deki adalarımızı önce işgal, 2009'dan itibaren ilhak etmeye başlıyor. Eş zamanlı olarak Lozan'a göre gayriaskerî statüde olması gereken adaları silahlandırmaya başlıyor. İlk işgal edilen adalar Aydın ve İzmir sınırları içinde kalan Koyun, Eşek ve Bulamaç adalarıydı. 2012 yılına gelindiğinde Yunan işgali altındaki adalarımızın sayısı 16'ya, 2022'de ise 2'si kayalıklar olmak üzere 22'ye ulaşıyor. Yunan yayılmacılığı... Adalarımızın isimleri var, onları geçiyorum. Yunanistan buraları işgal etmekle kalmıyor, açtığı 14 askeri üssü top, havan, uçaksavar ve tanksavar silahlarıyla da donatıyor. 1914'te 6 büyük devlet kararı ve Lozan Anlaşması'yla gayriaskerî statüde kalmak koşuluyla Yunanistan'ın kullanımına verilen 23 adadan bazılarının şimdiki durumunu bir hatırlatalım. Mesela Midilli, Rodos ve İstanköy'e mekanize tümenleri; Limni, Sakız, Sisam adalarına mekanize tugayları; Taşoz, Semadirek, Bozbaba, İpsara, Ahikerya, Batnoz, Lipsi, İleriye, Kelemez, İstanbulya, İncirli, Sömbeki, İleki, Kerpe ve Meis adalarına ise tabur alay seviyesinde askeri birlikler konuşlandırılmış durumda. Ayrıca Limni, Midilli, İstanköy ve Rodos'a havaalanları inşa edilip savaş uçakları yerleştiriliyor. AK PARTİ Hükûmeti, tabii, önce AB üyeliği uğruna bunları görmezden geliyor, sessiz kalıyor. Konu 2015 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine taşındığında, dönemin Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz "Ege ada ve adacıkları hukuken Türkiye Cumhuriyeti egemenliğindedir. Bu adalar üzerindeki mevcut olan fiilî Yunan uygulamaları hukuki statüyü değiştirmez." ifadeleriyle işgali doğruluyor. Ancak bir yıl sonra Erdoğan bu adaların Lozan'da verildiğini öne sürüyor, bu çok enteresan, Lozan'da verildiğini öne sürüyor. Oysa sözünü ettiği 1913 Londra, ardından Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında yapılan Atina Antlaşmaları, nihayetinde İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İtalya'nın Yunanistan'a devrettiği 12 adalardı. O adaları karıştırıyor Sayın Erdoğan.

2017'de Yunanistan'ın işgal ettiği ada ve kayalıklar bir kez daha gündeme geldiğinde, dönemin Hükûmet Sözcüsü Bekir Bozdağ, Erdoğan'ı eleştirenleri Yunanistan'la aynı şeyi söylemekle suçluyor. Başbakan Binali Yıldırım ise iktidarları döneminde Ege adalarından tek bir çakıl taşının dahi gitmediğini iddia ediyor. 2020'ye gelindiğinde, dönemin Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, 18 ada Yunanlı komşularımız tarafından anlaşmalara aykırı bir şekilde silahlandırılmış, asker konuşlandırılmış itirafında bulunuyor. Kim? Millî Savunma Bakanı, yıl 2020. İki yıl sonra ise Yunanistan'ın uluslararası anlaşmalara aykırı olarak 23 adadan 16'sını silahlandırdığını söylüyor Sayın Hulusi Akar. 2022'de de Erdoğan Yunanistan Başbakanını "Artık benim için Miçotakis diye birisi yok." sözleriyle defterden sildikten sonra, üç ay arayla şu uyarılarda bulunuyor: "Bir kez daha Yunanistan'ı gayriaskerî statüdeki adaları silahlandırmaktan vazgeçmeye, uluslararası anlaşmalara uygun davranmaya davet ediyoruz. Şaka yapmıyorum, ciddi konuşuyorum. Özellikle bu millet kararlıdır ve bu millet bir şey söylerse ardını da takip eder. Sayın Miçokatis herhâlde adalara turistik çıkarma yapıyor. Bununla bir yere varmak mümkün değil. Yunanistan'ı tıpkı bir asır önce olduğu gibi pişmanlıkla sonuçlanacak hayallerden, söylemlerden ve eylemlerden uzak durması, aklını başına alması konusunda tekrar ikaz ediyoruz; kendine gel! Türkiye, Ege'deki haklarından vazgeçmeyeceği gibi, adaların silahlandırılması konusunda uluslararası anlaşmaların kendisine tanıdığı yetkileri gerektiğinde kullanmaktan da geri durmayacaktır." diyor. Daha sonra, Eylül 2022'de de "Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz." diyor Sayın Erdoğan. Bunu en son söyledikten sonra da iki yıl geçmiş, o gece hâlâ gelmiş değil.

Yani bu mesele nedir Sayın Bakan? Buraya ilişkin Türkiye devletimizin politikası nedir? Hakikaten bu meseleler önemsiz bir mesele midir yoksa burada bizim elimiz zayıf olduğu için mi sesimiz çıkmıyor? Mesele nedir? Bu konuda bizi aydınlatırsanız biz çok memnun oluruz. Biz, burada, Türkiye'nin hakkı olan bu adalar meselesinde çok daha kararlı ve itibarlı bir duruş sergilenmesini istiyoruz.

Vaktim çok az kaldı, bu sığınmacı meselesi... Tabii, bunu başka vesilelerle biz burada çok konuştuk. Gerçekten, buraya ilişkin politikanız nedir? Biz bunu öğrenmek istiyoruz. Yani bu insanlar kalıcı mıdır? Bunları geri memleketlerine göndermek mi istiyoruz? Buradan Avrupa Birliğine gitmelerini mi sağlayacağız? Yani ne yapacağız? Buna ilişkin devletin bir politikasının olması lazım. Biz işte "Gitmesi gerekir." diyoruz, İYİ Parti "Göç Doktrini" diye çalışmalar yapıyor ama bir yandan bakıyoruz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Usta, buyurun, toparlayın.

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.

Dünya Bankasıyla işte bir kredi anlaşması var. Bu kredi anlaşmasında şartlardan birinin onlara hıfzıssıhha hizmetlerinin verilmesi, şu kadar sığınmacıya şu hizmet verilecek... Efendim, bir tanesinde onlara iş bulunması "..."(*) filan diyor. İş bulunması konusunda bir yandan da kredi anlaşması yapıyoruz ve buralarda kalıcı olacağına yönelik birtakım işler yapıyoruz. Bunları taahhüt ederek de yurt dışından kredi alıyoruz. Dolayısıyla, bu meseleye ilişkin de politikanızı bizimle paylaşırsanız sevinirim.

Son mesele olarak da bu Doğu Türkistan zulmü. Artık bu arşa yükseldi Sayın Bakan yani hem soydaşımız hem dindaşımız. Hani birisi olsa, birisini... Yani bu AK PARTİ'nin belki Türklük meselesini önemsemediğini biliyoruz; ya, aynı zamanda bunlar hem dindaşımız -orada bir zulüm var- hem soydaşımız. Niye bu işe kayıtsız kalıyorsunuz? Bakın, şu konuşmanızda Doğu Türkistan'la ilgili, Uygur Türklerine yapılan zulümle ilgili bir tane cümle yok. Bu, bu kadar kayıtsız kalacağımız bir mesele mi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

ERHAN USTA (Samsun) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Bizim açımızdan bunun önemi yok mu? Yoksa ilk başlangıçta söylediğim gibi herkese efeleniyoruz "Dünya 5’ten büyüktür." oraya buraya filan ama spesifik bir konu geldiğinde Çin'den korkuyoruz, endişe ediyoruz, işte ekonomik durumumuz zaten çok kötü. Bu mudur neden? Bunu anlayamıyoruz ama ne olursa olsun, buradaki zulme sessiz kalmamak gerekir diye değerlendiriyorum.

Her şeye rağmen bütçenizin hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Sağ olun Sayın Başkanım.