Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278) ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ile Sayıştay tezkereleri a) Ticaret Bakanlığı b) Helal Akreditasyon Kurumu c) Rekabet Kurumu |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 12 .11.2024 |
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim.
Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlarımız ve basın mensupları; hepinizi konuşmama başlarken saygıyla selamlıyorum.
Bugün, Ticaret Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz. Daha önce de tabii, konuşmacı arkadaşlarımız söyledi, "ticaret" dediğimiz zaman işin bir dış ticaret bir de iç ticaret boyutu var. Tabii, dış ticaret boyutu çok önemli bir boyut, Türkiye'nin en önemli yapısal problemlerinden birini oluşturuyor. Millî Muhasebe Sistemi'ne gittiğimiz zaman -biz plancılar da geçmişte de planlamada da hep bunu kullanırdık- şöyle bir şey vardır: Tasarruflar yatırımlara denktir. Ama eğer yurt içi tasarruflarınız yatırımları karşılamıyorsa dışarıdan tasarruf alırsınız yani cari işlemler açığı verirsiniz. Ne yazık ki Türkiye'nin yapısı budur; Türkiye, dış tasarruf kullanan, cari işlemler açığı veren, çok istisnai yıllar dışında -ki onlar kriz yıllardır- ekonomisinde hep açık veren bir yapıya sahip. Ekonomi büyüdükçe, özellikle ekonominin hızlandığı, büyüme hızının arttığı dönemlerde cari işlemler açığı da artıyor. Bunun temel nedeni de ihracatın ciddi anlamda ara malı ithalatına bağımlı oluşu. Tabii ki enerjiyi de ithal ediyoruz, tüketim malları ithal ediyoruz ama özellikle ara malı ithalatındaki bağımlılık çok yüksek oranlarda.
Şimdi, bir orta vadeli programa bakayım dedim, bakmak istedim, orada... İlginç bir şey söylemek isterim, tabii, hep burada cari işlem yani ihracatta hedeflerimiz gerçekleşiyor, cari işlemler açığı beklenenin altında, sanki kalıcı olarak düşürülüyor gibi bir şey var. İhracat 2024 yılında -OVP rakamlarını söylüyorum- 264 milyar dolar, 2027'de 319,6 milyar dolar olacakmış, artış yüzde 21. İthalata bakıyorum, 2024'te 345 milyar dolarmış, 2027'de 417,5 milyar dolar olacak, artış gene yüzde 21. Aslında ihracat ve ithalatın OVP döneminde aynı oranda artması öngörülmüş. Fakat ilginç olan şu, hep de bunu söylüyoruz: Orta vadeli program ile kalkınma planı arasındaki ilişki koptu. Bakın, aynı şeyi söylüyorum: 2028 yılında, 2027'de 319,6 milyar dolar olan ihracat birdenbire 375,4 milyar dolara çıkacak. İthalatta 417,5 milyar dolardan 481,4 milyar dolara çıkacak. Bir yıldaki artış, 2027'den 2028'de ihracatta yüzde 17,5; ithalatta yüzde 15,3. Bir kere bu şunu gösteriyor: Buradaki ilişki kopmuş, plan kâğıt üzerinde. Aynı zamanda, şimdi burada ekonominin gidişine baktığımızda, ekonomideki, OVP'de var olan büyüme hedeflerine ulaşılamayacağı düşünüldüğünde... Çünkü bu sene de o büyüme hedefine ulaşmak mümkün değil, sonraki yıllarda da... Zaten uluslararası kuruluşlar Türkiye'nin büyüme hızını gittikçe aşağı doğru çekiyor. O zaman otomatikman orta vadeli program da artık son derece etkisiz kaldı. Âdeta biz hem planı hem OVP'yi çöpe attık; iyi ama bunlar yol haritaları. Bu yol haritaları olmadan Türkiye'nin bir yere gitmesi mümkün değil. Ben şunu elbette kabul ederim her zaman: Tabii ki bunlar belli varsayımlar altında hesaplanır; bir varsayım seti. Ama bu varsayım setinin gerçekçi oluşturulmasına ihtiyaç var. Bakın, OVP'de cari açık 2027 yılında -22,6 milyar dolara inecek, 2028'de -2,8 milyar dolar olacak; bir yılda 20 milyar dolar... Bu da biraz önce söylediğim gibi, OVP ile kalkınma planının arasındaki ilişkinin kopması anlamına geliyor. Hani "2023'te ihracat hedefimiz 500 milyar dolar."dı, ne oldu? Bu hedeflerin hepsi çöpe atıldı. İddia sahibi olmak elbette güzel ama onun altını doğru politikalarla doldurmadığınız zaman, ona ilişkin önlemleri almadığınız zaman ve kaynakları aktarmadığınız zaman hiçbir anlamı yok. Cari açığın finansmanı sorununu her zamanki gibi doğrudan yabancı yatırımlar, ağırlıklı olarak yüzde 80'i gayrimenkul yatırımları... Daha çok sıcak paraya dayalı bir modele geri dönüş var. Şu an için belki döviz baskı altında tutuluyor ama OVP'ye baktığımızda her sene millî gelir deflatörünün altında kur artışının olacak olması aslında bize bunu çok açık ve net olarak gösteriyor. Ama ne oldu? Bütün bu süreçlerin içinde bu artan cari işlemler açığı Türkiye'nin hem finansmanında sorun çıkardı hem de dış borç stoku kartopu gibi büyüdü. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde Türkiye'nin toplam dış borcu 131 milyar dolarmış, 2024'ün ikinci çeyreğinde -rakamlar açıklandı- haziran ayı itibarıyla 512 milyar dolara çıktı. Bakın, çok büyük rakamlar bunlar. Dış borç öyle iç borç gibi bir şey değil. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1954 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan borçları ödemeye devam etti. Bu uygulanan yanlış politikalar... Yıllardan beri hazırlanan bütün kalkınma planları ve orta vadeli programlarda "Cari açığı düşüreceğiz. Ekonominin, ihracatın ithalata bağımlılığını azaltacağız." gibi söylemlerin hepsi aslında anlaşılıyor ki boştu ve onun sonucunda Türkiye'nin böyle bir yapısı oluştu.
Devamında, teknoloji yoğunluğu, imalat sanayisinin teknoloji yoğunluğunun arttırılmasından bahsediliyor. Ama hem ihracatta hem ithalatta baktığımız zaman ciddi bir artış yok. 2002 yılında -4'lü ayrıma göre söylüyorum, biraz önce sunuşta Sayın Usta da göstermişti- yüksek, orta yüksek, orta düşük, düşük... Yüksek teknolojili sektörlerin payı -ihracat için söylüyorum- 2002'de yüzde 6,2'ymiş, 2023'te yüzde 3,8. Teknoloji yoğunluğuna baktığımızda -bu sene için bakıyorum- hem ihracat hem ithalat için baktığımızda ihracatta yüzde 3,8; yüksek teknolojili sektörlerin payı ithalatta yüzde 10,7. Türkiye'nin orta yüksekte yüzde 33,8; ithalatta yüzde 42,9. Yani düşük emeğe dayalı, düşük teknolojili malları ihraç ediyoruz ama aynı zamanda da sermaye yoğun, yüksek teknolojili malları ithal ediyoruz. İşte, modeldeki çarpıklık da burada. Bu yapıyla Türkiye'nin bir yere gitmesi mümkün değil hem kendi içindeki yapısal sorunları çözemez hem de aynı zamanda rekabet içinde olduğumuz ülkelerle ciddi bir rekabet yapabilmesi mümkün değil. Bu sene de zaten rakamlara baktığımızda -hem sanayi üretimindeki rakamlar, bunlar tabii ihracatla da çok yakın ilişkili; yüksek teknoloji, orta yüksek- hepsinde aşağı doğru bir iniş, negatif seviyeler var. Bu model, uygulanan özellikle tabii, bu... Şunu her zaman söylemek lazım: Yani Türkiye ekonomisinde 2013'ten beri zaten aşağı doğru bir iniş var. Bu, 2018'de hızlandı ama 2021 yılındaki "Faiz sebep, enflasyon sonuç." tezi ekonomideki dengeleri bozdu. Özellikle bunun dış ticaret üzerinde etkisi olduğu gibi, iç ticaret üzerinde de etkisi çok büyük oldu.
Şimdi, sizin sunuşunuzda da var, geçen seneki sunuşta da vardı; çeşitli sektörlerde, işte yaşanan fahiş fiyat artışları, stokçulukla mücadele, denetimler, kesilen cezalar; otomotiv, emlak bir sürü sektör... Ama şunu kabul etmek lazım: Enflasyonun nedeni bu uygulanan yanlış ekonomi politikaları. Birtakım firmaların oturup da fahiş kâr elde etmek için eksik rekabetçi bir yapı içinde olmuş olması değil. Tabii, bunun da etkisi vardır elbette, tabii ki denetimler yapılacak ama temel neden o değil. Temel neden faiz sebep, enflasyon sonucunda negatif reel faiz Türk lirasından kaçışı başlattı, dövize gidiş oldu, arkadan KKM'yle döviz ve altına olan gidiş engellenince de konut piyasasına ve otomobil piyasasına yansıdı. Bugün oradaki fiyatların artış nedeni bu. Kira artışlarını yüzde 25'le sınırlayarak bunu engelleyemezsiniz ya da yaptığınız birtakım denetimlerle bugün Türkiye'deki fahiş fiyat artışlarını engelleyemeyiz yani polisiye tedbirlerle ekonomi düzelmez.
Piyasaların eksik rekabetçi yapısı devam ediyor. Tekelci ve oligopolist piyasa yapısı hâlâ birçok sektörde egemen. Rekabet açısından baktığımızda ciddi sıkıntılar var. AVM'lerin, alışveriş merkezlerinin bugün Türkiye'deki ticaret yapısını son derece olumsuz etkilediğini biliyoruz. AVM'ler, âdeta yanlış tüketim mabetleri hem kişilerin hem de pazarın ekonomisini bozuyor. Atalarımızın biliyorsunuz, yaptığı kapalı çarşılar, bedestenler vardı, oralarda ticaret yapılırdı ama bugün AVM'ler onun ötesinde, her şeyin yapıldığı ve her şeyin satış amaçlı pazara yönelik bir yapı içinde olduğu bir sürecin içindeyiz ve şehrin içinde, kentlerin içinde AVM'ler var. Ne hazindir ki Türkiye'nin birçok yerinde şehir hastanelerini şehirlerin dışına yapıyoruz ama AVM'leri şehrin içine yapıyoruz. Bunu yaptığımızda da zaten rekabet etmekte son derece güçlük yaşayan esnafı ciddi sıkıntıya sokuyoruz.
Zincir marketler, sayıları 30 bini geçti. Özellikle gıda alanında esnafın bunlarla rekabet etmesi mümkün değil. Bakın, gene, bugün gıda fiyatlarındaki artış var. Gıda fiyatlarındaki artışın nedeni, yine fahiş fiyatları, marketlerin bundan sadece oturup bir stokçuluk, bir menfaat temin etmeye yönelik, kârını azami kılmaya yönelik yaptığı hamleler değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tamamlıyorum.
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, buyurun.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Yanlış tarım politikaları, yüksek girdi maliyetleri, dışa bağımlılık... Birçok ürünün, temel ürünlerin, girdilerin dışarıdan ithal edildiğini biliyoruz. Gübre de öyle, zirai ilaç da öyle, mazotu zaten dışarıdan ithal ediyoruz. Taşıma maliyetleri, lojistik maliyetlerindeki artış, işte, bütün bunların hepsi çok ciddi sıkıntılar yaratıyor ve rekabeti bozuyor. Esnaf ve KOBİ'ler ciddi sıkıntı altında. KOBİ'ler özellikle "mikro ölçekli" dediğimiz, küçük ölçekli, 10 kişiden az çalıştıran firmalar ki ağırlıklı olarak hem mikro ölçekli işletmelerde KOBİ boyutunda... Bu, tabii, sanayinin de konusuna giriyor ama ticaretin de büyük ölçüde özellikle küçük ölçekliler, ikisi de daha çok ticaret alanında üretim yapan şirketler, firmalar, bunların da rekabet edebilme gücü yok. Ciddi anlamda personel sorunları, finansmana erişmede zorluk, teknolojik kapasitelerin son derece geri olması gibi nedenler var. Diğer taraftan da elektronik ticaretin ortaya çıkardığı birtakım sorunların hepsini bir araya getirdiğimiz zaman Türkiye'deki rekabet yapısının düzelmediğini aksine bozulduğunu görüyoruz. Bütün bu sürecin zaten ortaya çıkardığı konu, Türkiye'de bu politikaların ortaya çıkardığı sonuç, gelir dağılımındaki bozulma ve yoksulluğun artması. Bunu hem vatandaş nezdinde, hane halkları nezdinde görüyoruz hem de şirketler nezdinde girdiğimizde, baktığımızda görüyoruz. Yani böyle bir sıkıntılı durum varken Ticaret Bakanlığının aslında yapacağı çok iş var ama ne yazık ki gördüğümüz zaman pembe tablolar çiziliyor, her şey güzel olacakmış gibi bir hava var ve onun için de bunun dediğim gibi, ne planla ne OVP'yle ne oradaki politikaların da hayata geçmediğini görüyoruz. E, o zaman Türkiye nasıl bu yapısal dönüşümü sağlayacak? Nasıl rekabet edeceğiz dünyayla? Bu anlamda da bu sıkıntıların çözülmesi gerekir diyorum.
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.