KOMİSYON KONUŞMASI

HEVAL BOZDAĞ (Ağrı) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, değerli bürokratlar, basın emekçileri, Değerli Komisyon üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, bu bütçeyle ilgili, tabii, herkesin, bütün arkadaşlarımızın, vekil arkadaşlarımızın da bahsettiği gibi bütçe hakkını ortaya koymak lazım, "bütçe" kavramını tartışmak lazım. Gerçekten bu bütçe toplumun hak ettiği bir bütçe mi, bu bütçede toplumun katkısı ne kadar, talepleri acaba yerine getirildi mi, bir önceki dönem bütçesiyle kıyaslandığında ihtiyaç olan kalemler acaba gerçekten bu bütçede yerine getirilen kalemler miydi diye tartışmak gerekiyor. Bütçe hakkının nasıl ortaya çıktığını hepimiz biliyoruz, 1215 yılı, işte, bir kraliyet, kralın vergileri istediği gibi artırıp indirdiği ve -zorla tabii- zor da uygulayarak aynı zamanda bütçesini oluşturduğu dönemler. O günden bugüne... Ki baronlar itiraz etmiş, ilginçtir, savaşmışlar tabii, bu da önemli, isyanlar çıkmış ve bir şekilde en azından krala ödedikleri vergilerde belirleme noktasında kendi katılımlarını da sağlayabilmişler. Acaba bugün toplum o noktada mı açıkçası, biraz da ona bakmak lazım yani toplum bu bütçe kalemleri belirlenirken -tırnak içerisinde- isyan edebiliyor mu? Yani tartışmasına katılmayı bırakın -değil mi- itiraz edebileceği alanları acaba bulabiliyor mu? Bu çok önemli çünkü biz toplum hakkında karar veriyoruz. Topluma buradan doğru paylar ayırıyoruz ve o payları da kendi bürokratlarımız ve idarecilerimiz üzerinden dağıtıyoruz ve bu dağıtımdan doğru da bir adaletin olduğunu öngörerek doğru bir hakedişin olduğunu öngörerek de süreci yürütüyoruz. Burada da vicdanen de çok rahat süreç işletiyoruz. Ben bunun bu şekilde açıkçası çok da hakkaniyetli işlediğini düşünmüyorum.

Bütçe hakkıyla ilgili şöyle internette gezinirken birkaç tıktan sonra bir araştırma, makale düştü önüme, ona bir göz attım. Ali Gökhan Gölçek ismini belirtmiş olayım. Dokuz Eylül Üniversitesi maliye yüksek lisans öğrencisiymiş 2014 yılında. Şimdi kısaca bir okudum, orada gördüğüm şöyle bir şey var -2014 yılı yalnız, buna bir dikkat çekmiş olayım- şöyle diyor: "Halk tarafından seçilmiş politikacılar iktidarı elde tutmak kaygısıyla uzun vadeli projeler yerine kısa vadeli, popülist politikalara yönelirlerse devlet uzun vadede bütçe açıkları ve borçlanmayla karşı karşıya kalacaktır ve sonuçta artacak olan borç ve faiz maliyetleri toplumun yani vergi veren halkın sırtına yüklenmiş olacaktır." "Örneğin" diye Yunanistan'ı belirtmiş, 2008 krizini ele almış. "İç talebi canlandıran, genişletici para, maliye politikalarıyla bir nevi halkın gözünü boyayarak iktidarı elde tutma gayreti sonraki yıllarda son derece büyük bir krize yol açmıştır. Ağır ekonomik şartlar ülke ekonomisini neredeyse durma noktasına getirmiştir." Sonrasında taramaktan vazgeçtim artık, bu yeterli diye düşündüm. Buradan kendimize de bir pay açıkçası ben çıkardım.

Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı sizin sunumunuz vardı, sunumunuzda... Ben aslında konuşmamı biraz da şöyle özetleyeceğim, biraz sağlık boyutuyla da gideceğim, bütçe tercihleri üzerinde duracağım yani neden bu kalemler tercih edildi? Ve sağlık üzerinden de aslında tercih edilmesi gerekenin, öncelenmesi gerekenin ne olması gerektiğiyle ilgili birkaç yorumda bulunacağım.

Şimdi, 2025 yılı merkezî yönetim bütçesi hakkında değerlendirmelerde bulundunuz ve "Sağlık hizmetleri için mesela 1 trilyon 106 milyar lira kaynak ayırıyoruz." dediniz, dediniz ve sonrasında hemen SGK'yi eklediniz ardından ve Sosyal Güvenlik Kurumundan yapılacak sağlık harcamalarıyla birlikte bunun 2 trilyon 435 milyar liraya ulaşacağını söylediniz. Burada tabii ki pay çok büyüdü birdenbire. Oysaki burada tartıştığımız bütçe, merkezî bütçe ve merkezî bütçeden bakanlıklara ayrılmış paylar idi fakat burada konuşmanın içerisinde geçen -notlarınızda da var- yüzde 16,52'lik bir dilim sanki bütçeden bir pay olarak sağlığa ayrılmış gibi göründü, böyle bir algı oluştu. Neden ben bu algının üzerinde duruyorum? Çünkü tartışıldı; gazetelerde, makalelerde, köşe yazılarında bunun üzerinde eleştirel olarak duruldu ve değerlendirmelerde bulunuldu. Şöyle de denildi, ben de böyle diyorum açıkçası: Eğer yüzde 16,52'lik bir pay ayrılmışsa bugün sağlığa bir önceki dönemde neredeyse SGK'yi de katarsak eğer süreci OECD ülkelerinin ortalaması olan ve sağlık harcamaları için ayrılması gereken pay olarak öngörülen yüzde 15'lik pay tutturulmuş demektir. Birazdan eğer öyle idiyse madem bu sağlık göstergeleri niye varı tartışmamız gerekiyor. O zaman neden bu sağlık göstergeleri var, tartışmak gerekiyor ya da bu rakam gerçekten bu değil yani sağlığa harcadığımız paylar... Belki tercihlerimizden kaynaklı hatalar yapıyor da olabiliriz ki öyle de görünüyor. Tercihler burada önemli, tercihler üzerinde çok duracağım zaten. Bunu tartışmak zorundayız.

Şimdi, tabii, şu cümleyi duymak istiyorduk, herkes de bu cümleyi duymak istiyordu: SGK ve halkın cepten harcamaları azaltılacak. Katkı, katılım payları, ilave ücret gibi farklar halktan sağlık hizmetleri için alınmayacak. Niye böyle? Çünkü yükselen bir hane halkı sağlık gideri harcaması var; yüzde 18 buçuktan bu dönem yüzde 20'ye çıkması bekleniyor. Hane halklarının tedavi, ilaç ve benzeri gibi cepten yapılan sağlık harcamaları 2022 yılında bir önceki yıla göre yüzde 98,8 artmış, 112 milyar 18 milyon liraya ulaşmış. Toplam sağlık harcaması içerisindeki payı 2022 yılında yüzde 18,5 olarak gerçekleşmiş; 2023 yılını henüz göremedim, muhtemelen 2024 Aralık ayı içerisinde Sağlık İstatistikleri Yıllığı'nda yayınlanacak, orada göreceğim; yüzde 20'lerde bekleniyor. Varsa sizde bir rakam almak da isterim. Ne görmek isterdik? Bu oranın azalacağını, bu miktarın düşeceğini açıkçası görmek isterdik. Belki sizin açıklamanız gerekmiyor olabilirdi ama bir kalem daha var, bir paragraf daha koyabilirdiniz belki sunumunuza. Neydi o paragraf, ne olması gerekiyordu? Çünkü geçen dönem çok tartıştık ve hem Sağlık Bakanlığı bütçesi tartışılırken hem de genel sunumda HPV ve grip aşılarının ücretsiz olması talebi vardı; çokça da dile getirildi, tüm muhalefet partileri neredeyse bunu dile getirdiler, hatta bazı muhalefet belediyeleri bu konuda adımlar attılar, çok da iyi oldu. Sizin de burada HPV ve grip aşılarıyla ilgili bir sürpriz yapacağınızı ve en azından bunların artık ücretsiz olacağına dair bir ibareyi sunumuza koyacağınızı bekliyorduk; maalesef, onu göremedik. Merkezî yönetim bütçesinde sağlığa ayrılan pay 2024 yılında yüzde 6,6 iken bu yıl yüzde 7,5 olmuş; bir miktar artış var. OECD sağlık harcamalarında sondan 3'üncüyüz, bu artış bunu değiştirmiyor. Sağlık harcamalarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı OECD ortalamasında yüzde 9,2; Türkiye'nin bu rakamdaki yeri yüzde 4,3.

Peki, en çok artan kalemler neler diye bir baktık şöyle bütçeye genel olarak. Ben üç kalem üzerinde özellikle durdum, "İşte, tercihlerimiz." dedim. Çok açık bir şekilde, gayet açık bir şekilde tercihlerimizi yapmışız. Savunma ve güvenlik harcamaları için ayrılan bütçe 47 milyar dolar. Dolar kurunun ne olacağı belli değil, ben yuvarladım; 1,5 trilyon. Faiz harcamaları yüzde 11'den yüzde 13'e çıkmış, 1 trilyon 950 milyar lira. Vergi harcamaları 2,2 trilyondan 3 trilyona çıkarılmış. Şimdi, neden bu üç kalem? Bu üç kalem yaklaşık 6,5 trilyon yapıyor. Toplam bütçenin 14,7 trilyon olduğunu düşünürsek eğer, neredeyse bunun yarısı. Peki, bu faiz harcamaları nereye yapılıyor? Borçlara. Vergi harcamaları nereye yapılıyor? Kamu-özel iş birliklerinden başlar, sermayeye diye kısaltılır. Savunma ve güvenlik harcamaları, neden, niçin yaptığımızla ilgili çok yoğun bir tartışma gerektiren; aslında bu harcamaların belki de geleceğimiz açısından, demokratikleşme açısından, özgürlükler açısından, Orta Doğu’nun geleceği açısından nereye yapılması gerektiğini çok geç olmadan tartışmamız gereken bir kalem. Savunma ve güvenlik harcamaları neden gittikçe artmış? Özellikle 2002 yılından sonra savunma projelerinin arttığını düşünürsek, 800'lü rakamlarda, 2000'li rakamlarda savunma şirketlerinin açığa çıktığını düşünürsek ve buraların genelde sermayenin desteğiyle kendisini ayakta tuttuğunu da varsayarsak buraya yapılan harcamaların tartışılması gerektiğini açıkçası düşünüyorum.

Şimdi, burada, sonuç itibarıyla sağlığa ayrılan bütçenin -sağlık üzerinden daha rahat tartışacağız- özel sermayeye kaynak olarak aktarıldığı da görülüyor. Şehir hastanelerini biliyoruz, şehir hastaneleri çok ciddi anlamda sağlık bütçesini yutuyor. Bu dönem 83 milyar liradan bahsediyoruz şehir hastanelerine gidecek olan kalem için. Ben 2025 ve 2026 için olanı da söyleyeyim: 104 milyar 500 milyon lira ve 115 milyar lira. Şimdi, şöyle bir baktığımızda, 2024 ile 2025 arasında sağlık bütçesine ayırdığınız, artırdığınız miktar kadar neredeyse şehir hastaneleri için de artmış olarak bir ödeme yapılacak; en azından onun altında kalınmamış, bu iyi bu açıdan.

Şimdi, burada, kaynaklar nereye aktarılıyor? Piyasacı sağlığa aktarılıyor. Bunu görmeden... Çünkü burayı bir bütçe aktarıyorsak bu bütçe -o yüzden söyledik- topluma mı gidiyor, uzanıyor mu, ulaşıyor mu topluma? Çünkü onu tartışacağız birazdan. Topluma ulaşmadığını düşünüyoruz çünkü son sağlık verileriçok sıkıntılı. Topluma ulaşmıyorsa o zaman bu kadar bütçe buraya aktarılıyor ve nereye gidiyor, sormak lazım. Bunun da bir hesap verilirliğinin de olması gerekiyor açıkçası. Biz piyasacı sağlığa gittiğini düşünüyoruz, neoliberal politikalara yani Dünya Bankası projesi olan Sağlıkta Dönüşüm'e. 1 milyar hasta başvurusu olmuş geçen yıl, 1 milyar hasta başvurusu. Sağlıklı bir toplum yaratıyor olsaydık eğer o zaman bu sayının düşmesi gerekiyordu.. Ekonomi, sayılar vesaire, her şey çok ortada, bunu çok tartışıyoruz, burada da herkes sayılardan bahsediyor, en basit sayı bu bence sağlık göstergeleri açısından da. Eğer çok hastaneye gidiyorsanız sağlık sorununuz vardır. Hiç kimse hastaneyi sosyal aktivite olsun diye, gezmek için, hekimleri görmek için ziyaret etmez. 1 milyar ve gittikçe artıyor bu rakam. O yüzden, tercihin, tedavi edici giderlerden koruyucu sağlık hizmetlerine yapılıyor olması gerektiğini düşünüyoruz. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Peki, bu bütçede sağlığa ayrılan pay... Tedavi edici giderlere mi daha çok ayrılmış, birinci basamak sağlık hizmetlerine mi diye baktığımızda, maalesef ki bunun yine tedavi edici giderlere ve artan bir pay olarak da artarak devam ettiğini görüyoruz, yüzde 26-27'lerdeyken yine o düzeylerde bir payın birinci basamakta kaldığını, geri kalanın da tedavi edici hizmetlere ayrıldığını görüyoruz.

Şimdi, birinci basamak sağlık hizmetlerine -çok önemli- neden sermaye yatırım yapmaz? Sermaye neden birinci basamak sağlık hizmetlerine yatırım yapmaz? Çünkü koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgilidir orası, orada kâr dönmez, orada tedavi edici hizmetlere, medikal malzemeleri falan ihtiyaç yoktur, orada hastalığı öncesinde önlersiniz. Bu yüzden de hasta olmayan kişi bu ticarete, sağlık ticaretinin içerisine bir özne olarak, hatta bir nesne olarak katılmaz. O yüzden de sermaye birinci basamak sağlık hizmetlerine yatırım yapmaz. O zaman bu iş kimin işi, kimin görevi? Kamunun görevi, devletin görevi; birinci basamak sağlık hizmetlerine yatırım yapmak zorunda. Neden zorunda? Kızamık vakaları yoktu, geçen yıl 76 yerli, 27 yabancı kızamık görülmüş; toplam 103. Yüz binde 0,12. 2023 yılı, bir yıl geçiyor aradan, yerli vaka sayısı 3.571, yabancı vaka sayısı 1.517. Yüz bindeki rakam, bakın, 0,12'den 5,96'ya çıkmış. 2023 yılı 5 yaş altı ölüm oranları: Bakınız, bir önceki yılda, 2022'de 11,1 iken -bindedir bu rakamlar- binde 14'e çıkmış. "Güneydoğu Anadolu" diye yazmış, Kürt coğrafyası, "Güneydoğu Anadolu" diye belirtmişler istatistiklerde. 2022'de 16,5'ken -bakınız, Türkiye ortalamasının da üzerinde. Türkiye ortalaması artmış hâliyle- 2023'te 14. 2022'de artmış hâlinin bile üzerinde, 16,5 ve 2023 yılında bu rakam 21,6'ya çıkmış 5 yaş altı çocuk ölümleri, tüm haftalar olarak karşımızda. Çünkü 2022'de toplam sağlık harcaması: Hastaneler yüzde 50, perakende satış ve tıbbi malzemeler yüzde 22,8'ini yutmuş şehir hastaneleri. Peki, halk sağlığına ne kadar ayrılmış? 9,2. Ne zaman? 2021 yılında. Peki, 2022 yılında halk sağlığına ayrılan pay ne kadar? Yüzde 6,2. Orada da bir gerileme var. Yani birinci basamak sağlık hizmetleri içinde dahi halk sağlığına ayrılan payın azalarak devam ettiğini görüyoruz. Tercihimizi toplum sağlığından, toplumu korumaktan, halk sağlığından yana yapmıyoruz; çok açık olarak bu görülüyor. Neden sermayeyi destekliyoruz, neden tedavi edici hizmetleri destekliyoruz?

Bazı rakamlar vardı, onların üzerinde durmak istiyordum yeni doğan yatak sayılarıyla ilgili ve yoğun bakım yatak sayılarıyla ilgili. Siz kendi sunumunuzda ambulans sayılarından bahsetmişsiniz, bayağı sayıları artmış; 5.696. İki ya da üç gün önce Ağrı Taşlıçay'a çok yakın bir mesafede bir trafik kazası gerçekleşiyor ve onun hastaneye ulaştırılması sedye üzerinde gerçekleştirildi ve kişi vefat etti. Gerçekten çok artmış, 618; 5.696, büyük rakam.

Yenidoğan yatak sayıları, yoğun bakım yatak sayıları artmış, çok doğrusunuz, haklısınız, ayrıca ortalamaların da çok üzerindeyiz Avrupa ve OECD ortalamalarına göre fakat bakın, yenidoğan yatak sayısının yüzde 54'ü özelde. Daha yeni gündeme geldi yenidoğan olayı. Ben çeteyle yan yana kullanmak istemiyorum yenidoğanları, daha yeni gündemdeydi. Yüzde 54; o kadar çok yatak var ki doldurmak için artık -o süreci anlatmaya gerek yok- canlarımıza kıyıldı.

Peki, ben birkaç soruyla konuşmamı sonlandırmak istiyorum. Şimdi, kâr ve rant meselesinin sermaye için insan yaşamından daha kıymetli bir yere sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Bir sorum bu Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı. Ya da savaş sanayisinin daha fazla top, tank, uçak, İHA, SİHA satabilmek için savaşları sermayenin çıkardığı, halkları birbirine çatıştırdığı savına katılır mısınız? Eğer öyleyse o zaman bütçe tercihleri yapılırken, bütçe yapılırken işte, "tedavi" veya "savunma, güvenlik harcamaları" adı altında koruyucu sağlığın veya halkların barışının geri planında bırakılması sonuçları itibarıyla bir yanlışın planlanması anlamını taşımaz mı? Ya da en baştan bütçe tercihlerimizle aslında önümüzdeki süreçlerin sağlık veya savaş koşullarının mimarlığını yapmış olmuyor muyuz? İşte, sonuçta, eğer sağlığa yatırım yapacak olsaydık hastalıkların büyük bir çoğunluğu tedavi edilecekti, tedavi edilemeyenler ise önlenebilir olacaklardı. Birinci basamağa halk sağlığı hizmetlerine bütçe ayırır, hakkıyla o işi yaparsanız sağlıklı toplum yaratırsınız.

Yine, devletler gerçekten isterlerse sorunlarını çatışmadan çözebilirler. Sonuçta, halklar çıkarlarının uzlaşıdan geçtiğini bilir ve bunun koşulları yaratıldığında bu uzlaşıya en güçlü desteği verirler. Bu konuda ne düşünürsünüz? Çok açık soruyorum yani neden toplum hastalanmasın diye bütçe ayrılmaz ve çaba sarf edilmez? Sağlıklı bir toplum istemiyor muyuz? Ya da neden uzlaşıyı, barışı egemen kılacak bir toplumsal sözleşmeyi sürdürelebilir kılmak için bir bütçe ayrılmaz ve bu konuda sürekli bir çaba sarf edilmez? Ekonomik krizden çıkış için hep şöyle söyleniyor söz bitirilirken: "Yapısal sorunlar çözülürse ekonomik büyüme gerçekleşir." Adaleti sağlamadan, demokratikleşmeden, belki de en büyük yapısal sorunumuz olan Kürt meselesi sorununa demokratik, barışçıl bir çözüm getirilmeden ekonomi düzelmez, bütçede de adalet sağlanmaz.

Teşekkürler.