| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278) ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/277) ile Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 30 .10.2024 |
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, kıymetli bürokratlar, kıymetli milletvekili arkadaşlarım, değerli konuklarımız; hepinizi ben de saygıyla selamlıyorum.
2025 yılı bütçe görüşmelerimizin ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını ben de diliyorum.
Konuşmama başlamadan önce, cumhuriyetimizin 101'inci yılını ben de kutlamak istiyorum. Bu vesileyle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, silah arkadaşlarına ve tüm şehitlerimize rahmet diliyorum. Allah bizleri bir kez daha bir kurtuluş mücadelesi vermek zorunda bırakmasın diyorum. Ne mutlu bize ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin kutlu çatısı altında yüce Türk milletinin temsilcisi olarak bulunmaktayız. Oturduğumuz koltukların sorumluluğunu idrak ederek görev yapanlarımızın sayısı artsın ki egemenlik kayıtsız şartsız bu yüce milletin olsun.
Bütçe görüşmeleri sırasında Sayın Oluç'un kullandığı "Kürt coğrafyası" ifadesini kesinlikle reddettiğimi ben de burada belirtmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti 7 coğrafi bölgesiyle bir bütündür. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hiçbir döneminde hiçbir bölgeye ve hiçbir kesime pozitif ya da negatif bir ayırımcılık yapılmamıştır. Uygulanan yanlış politikalar, yapılan yanlışlıklar olmuştur elbette ama bu durum tüm coğrafyayı yani tüm bu 7 bölgeyi ve tüm Türk milletini etkilemiştir. Türkiye'de uygulanan yanlış politikalar ya da yapılan yanlışlıkları bir kesime, bir bölgeye özel olarak tanımlamak kesinlikle iyi niyetli değildir, bunu da reddediyorum. Yaşanan her problemi, her sorunu ya da olumlu gelişmeleri biz millet olarak, bütün olarak ortak yaşıyoruz, bertaraf etmek için ortak çalışıyoruz veya mutluluklarımızı ortak paylaşıyoruz. Mustafa Kemal Atatürk'ten başlamak üzere Türkiye Cumhuriyeti devleti, kalkınma planını tüm coğrafya üzerinde yapmıştır. Hatta ve hatta temeli Atatürk zamanından gelen, 1970'lerde başlayan Güneydoğu Anadolu Projesi de Türkiye Cumhuriyeti'nin yaptığı en büyük kalkınma projesidir diyorum ve 2025 yılı bütçesinde önemli gördüğüm bazı konulara ben de dikkat çekmek istiyorum.
2025 yılı bütçesinde en çok dikkat çeken nokta, kişi başı gayrisafi yurt içi hasıla hesaplamasında kullanılan Türkiye'nin toplam nüfusudur. 2024 yılı için Türkiye'nin nüfusu 85,6 milyon olarak hesaplanmaktadır ancak bu nüfusta açık bir şekilde görülmektedir ki ülkemizdeki kaçak göçmenler dikkate alınmamıştır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ülkemizde 3,1 milyon kayıtlı göçmen bulunmaktadır fakat kaçak göçmenleri göz önüne aldığımızda bu rakam yaklaşık 10 milyon civarındadır. Bu da demek oluyor ki ülkemizin reel nüfusu yaklaşık 95 milyon civarındadır. Ekonomik verilerin gerçeği yansıtması ekonomik hedeflerin tutturulmasında ve piyasada güven yaratmak çok önemlidir. Biz İYİ Parti olarak diyoruz ki: Gelin, 2000 yılına kadar her on yılda bir yapılan genel nüfus sayımı tekrar geleneksel kapalı nüfus sayımı olarak yapılsın. Hepinizin bildiği gibi, 2000 yılından sonra Türkiye adrese dayalı nüfus kayıt sistemiyle nüfus verilerini toplamaktadır ancak bu sistem sadece kayıtlı nüfusu takip etmektedir ve kayıt dışı nüfus ve geçici göçmenler hakkında net bir bilgi sunmamaktadır. Hepimizin malumudur ki ülkemiz demografik yapısı özellikle 2011 yılı sonrası aldığı ve verdiği göç nedeniyle ciddi şekilde değişmiştir ancak bu değişikliğin boyutları kapsamlı bir nüfus sayımı yapılmadığı için tam olarak bilinmemektedir. Kapalı genel nüfus sayımı sadece demografik veriler vermez, aynı zamanda gelir durumu, eğitim seviyesi, işsizlik oranı gibi sosyoekonomik önemli verileri de bize sunar. Bu nedenle düzenli nüfus sayımları hayati önem taşımaktadır. Güncel ve detaylı nüfus verilerine sahip olmamanın yaratacağı en önemli sıkıntı da önümüzdeki bütçe teklifinde de gördüğümüz üzere planlama süreçlerinde ciddi eksikliklere yol açmasıdır. Buna ek olarak, bu kadar kaçak ve suçlunun dışarıda elini kolunu sallaya sallaya gezdiği bir memlekette kapalı yani sokağa çıkma yasaklı nüfus sayımı bir seçenek değil zorunluluktur. Her gün güvende olmak için, devletimizin doğru planlamalar yapabilmesi için ve hatta ve hatta sağlıklı ekonomik verilere sahip olabilmek için bir gün evde kalmaya razıyız diyor, bu vesileyle kapalı nüfus sayımı önerimizi buradan da dikkatlerinize arz ediyorum.
Buna ek olarak, bütçenin önemli başlıklarından olan, aynı zamanda benim seçim bölgem olan Çukurova'nın, Adana'nın ve tabii ki Türkiye'deki tüm çiftçilerin de gündemi olan, tarımla ilgili de en son 2001 yılında yapılan tarım sayımının da acilen tekrar yapılmasının gerekliliğine dikkat çekmek istiyorum. Pandemi ve bölgemizde yaşanan savaşlar yakın zamanda bize gıda güvenliğinin önemini bir kez daha göstermiştir. Tarımda gelişmenin ve gelir sağlamanın ilk basamağının da planlı tarım yapmak olduğunu çiftçilerimizin yaşadığı son yıllardaki sıkıntılar bir kez daha gözler önüne sermiştir. Planlı tarımın olmazsa olmazı da tarım sayımıdır.
2025 yılı bütçesini ele alırken geçmiş yılın gerçekleşmelerine de ve mevcut ekonomik göstergelere de bakmanın önem taşıdığını düşünüyorum. 2024 yılı bütçesi, dar ve sabit gelirli vatandaşların, esnafın ve sanayicinin karşılaştığı zorlukların bir özeti niteliğindeydi. Gelirlerin yetersizliği, enflasyonun yarattığı yaşam maliyeti ve kamusal hizmetlerdeki yetersizlikler gibi temel sorunlar 2024'te kendini derinden hissettirdi. Üzülerek görüyorum ki 2025 bütçesi de maalesef, bu sorunları çözmekten hayli uzak. 2024 yılındaki bütçeyi değerlendirmek gerekirse, Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından aylık olarak yayınlanan bütçe gerçekleşme raporları on ayın sonunda bize Hükûmetin geçen seneden başlayan, dar gelirlinin, sabit gelirlinin, mavi yakalının, beyaz yakalının enflasyon, satın alma gücü karşısında ezilmesine göz yumma politikasında bir değişiklik olmadığını gösteriyor. Açlık sınırının yaklaşık 19 bin TL, yoksulluk sınırının da 65 bin TL olduğu ülkemizde asgari ücret hâlâ 17 bin TL dolayısıyla dar gelirli ezildi. Döviz kurları üzerindeki baskı sebebiyle enflasyon ve maliyet artışlarına rağmen üretim ve ihracat yapmaya çabalayan ihracatçı ezildi çünkü döviz kurları onların beklediği düzeyde değil sermayenin talep ettiği seviyede tutuldu. Aldıkları maaş miktarı ne olursa olsun sabit gelire sahip olanların yani mavi ve beyaz yakalıların gelirleri 2024'te ihtiyaçlarını karşılamaya yetmez hâle geldi. Dolayısıyla bu kesim de ezildi çünkü gerçekleşen enflasyon ve açıklanan enflasyon arasında küçümsenmeyecek bir fark var ve ücret zamları açıklanan enflasyona göre yapılıyor ki bu da sabit gelirliyi zor duruma sokuyor.
Genel tabloya şöyle bir bakacak olursak, yıllık olarak ana harcama kalemleri olan kira, eğitim, sağlık ve gıda fiyatlarının hepsi yüzde 50'nin üstünde artmış ancak bu artışlar yaşanırken vatandaşların alacağı zam yaklaşık yüzde 18 oranı üzerinden hesaplanacak, bu çok büyük bir adaletsizliktir. Hele hele tarım cenneti olması gereken ülkemizde maalesef ki gıda enflasyonu rekorlar kırmaktadır. OECD ülkeleri arasında en yüksek gıda enflasyonuna sahip ülke Türkiye, yine Avrupa'da aynı kategoride 1'inci, dünyada da 5'inci sıradayız. Gıda harcamaları da yapılan harcamaların başında yer aldığına göre vatandaşlarımızın ne kadar sıkıntı içinde olduğu önemlidir.
Burada demin AK PARTİ'li vekil arkadaşım yanlış anlamadıysam İspanya'da kiraların çok arttığını dile getirmişti. Kendisi ve burada olan tüm arkadaşlarımın çok iyi bildiğini biliyorum ama bir daha vurgulamak istiyorum. Kira artışlarına bakarken önemli olan toplam gelirimizin içinde kiraya ayırdığımız yüzde ne kadar, o çok önemlidir.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Asgari ücret 1.800 euro, kira 2.800 euro.
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Neyse, bölmeyi siz yaparsınız, ben şimdi bölmeyeceğim burada.
Bunun dünya genelinde yüzde 20-25 olması gerekir, toplam gelirin içindeki payının. Türkiye'de maalesef bu, ortalama yüzde 50 gibi yüksek bir rakam olarak karşımıza çıkmaktadır.
Millî Eğitim Bakanlığı ve onun yüzde 32 artırılan bütçesi de dikkatimi çeken unsurlardan biridir. Tabii ki eğitim bir milletin, bir devletin olmazsa olmazlarından biridir ve tabii ki bütçeden güçlü pay almalıdır ama geldiğimiz noktada millî eğitim sistemimizin çöktüğü ve ivedilikle el atılması gerektiği ortadadır. 2024 yılında Türkiye'nin başkentinde bulunan okullar okulda personel çalıştıramıyor, hijyeni sağlayamıyor ve Millî Eğitim Bakanı yeterli ödeneği olmadığı için bunları gerçekleştiremediğini söylüyorsa artık burada yorum yapmaya gerek yoktur diye düşünüyorum.
Yine, "tasarruf tedbirleri" adı altında taşımalı eğitim servisleri kaldırılıyor ve Millî Eğitim Bakanı kendi bütçesinden kendi deyimiyle STK'lere -ama bunların nereler olduğu gayet açık, herkes tarafından biliniyor- devasa miktarda kaynaklar aktarıyorsa bu da kabul edilemez bir gerçektir. Burada da konuşulacak ve savunulacak bir durum kalmamıştır ancak ve ancak iş yapmak için harekete geçmek gerekmektedir.
Hazır tasarruf konusuna girmişken bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum ben de 2 çocuk annesi olarak. Çocuklarımız bu kalıcı yaz saati uygulaması yüzünden yıllardır okula karanlıkta gitmektedir, güvenlik problemleri oluşmaktadır, biyolojik ritimleri bozulmaktadır, psikolojik sorunlar giderek artmaktadır. "Bu neden yapılıyor?" diye Bakanlığa ve Sayın Bakanımıza sorduğumuzda da enerji tasarrufu olduğu cevabı verilmektedir. Enerji Bakanlığının bütçesine baktığımızda 45 milyar TL olarak karşımıza çıkıyor, bunun karşısında Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi 130 milyar TL. Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi 5 tane bakanlığın bütçesinden daha fazla neredeyse, hatta İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı gibi önemli 2 Bakanlığın toplam bütçesinin ancak Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi kadar olduğu gözüküyor. "Enerji tasarrufu" deniliyor, Diyanetin bütçesi Enerjiden fazla. "Jeopolitik olarak zor bölgedeyiz." deniliyor, sürekli İsrail tehdidinden bahsediliyor, hatta ve hatta -geçen hafta- bu sebeple kredi kartı limitinden vergi almaya kalkışılıyor ama Diyanetin bütçesi Millî İstihbarat Teşkilatının bütçesinden fazla. Esnaf kepenk indiriyor, KOBİ kan ağlıyor diyoruz, Diyanetin bütçesi Ticaret Bakanlığı bütçesinden fazla. Biz ülkede kadınlarımızı, çocuklarımızı, yaşlılarımızı, hayvanları koruyamıyoruz diyoruz, Cumhurbaşkanlığı koruma giderleri rekor kırıyor. Burada gerçekten izaha muhtaç bir durum var diye düşünüyorum. Vatandaşlar güvenlik, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimde bu kadar sıkıntı yaşarken böylesi bir dağılımın kabul edilebilir olmadığını söylemek istiyorum.
Yine, bütçesi yüzde 39 artan Sağlık Bakanlığının durumu da maalesef içler acısı. Son günlerin gündemi olan yenidoğan bebek çetesi bile bu Bakanlığın iflas ettiğini söylemek için geçerli ve yeterlidir ama maalesef, bizim yöneticilerimiz hiçbir zaman sorumluluk almadıkları için herkes hâlâ görevinin başındadır. Daha depremden sonra hasar gören hastanelerin onarımı bile bitirilemedi. Kendi seçim bölgemden yine örnek vermek istiyorum: Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi hâlâ çok kötü şartlarda hizmet vermeye çalışıyor; ameliyattan çıkan hastalar acilde bekletiliyor, hekimlerimizin icap ve nöbet ödemeleri gecikmiş, teşvik ödemeleri iki aydır yapılmamış. Görünen o ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, geçen sene bu zamanlar iktidar partisinin bir reform hareketi gibi sunduğu, savunduğu 2024 bütçesinden mutlu olmamış ve maalesef, beklenen o ki 2025 bütçesinden de pek mutlu olunamayacaktır.
Çok üzülerek ifade ediyorum ki 2025 bütçesi esnafa "Kepenk indir.", KOBİ'ye "Şirketini kapat.", ihracatçıya "İşi yavaşlat." ve vatandaşa ise "Şükret." demekten öteye gitmiyor. Dar gelirliyi sabit tutan, sabit gelirliyi enflasyonun pençesinde bırakan bir bütçeyle karşı karşıyayız.
Bütçenin ana kalemi olan vergilerle ilgili de birkaç cümle etmek istiyorum. Vergide adalet, maalesef, bu bütçede yine sağlanamayacak gibi görünmekte. Sayın Şimşek "Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alacağız." demişti ama durumun böyle olmadığı gayet açık; vergi gelirlerinde hâlen en büyük kalem dolaylı vergiler, ÖTV ve KDV olarak karşımıza çıkıyor. Zengin ile fakirin eşit oranda ödediği bu vergiler toplam gelirin yüzde 52'sini oluşturuyor. "Vergide adalet" söyleminin arkasında beyana dayalı vergilendirme sisteminin güçlendiği, dolaylı vergilerin payının azaldığı bir bütçe bekliyorduk ancak bu beklentilerimiz gerçekleşmedi. Hiçbir insan, hiçbir vatandaş cebinden para çıktığını hissetmezse o paranın peşine de düşmüyor, bu da hükûmete, yöneticilere, verginin vatandaş tarafından hesabının sorulmaması elastikiyetini sağlıyor. Herhâlde, o yüzden de AK PARTİ Hükûmeti bu stratejide kararlı şekilde yoluna devam ediyor. Aynı zamanda, kurumsal vergi toplamada da başarısız olunduğu gayet açık. Hükûmet 2024 yılında vergi tahsilatını yüzde 85 oranına çıkaracağını belirtmişti ancak 2024'ün ilk dokuz ayında bu oran yüzde 69'da kaldı yani vatandaşlar artık vergilerini ödeyemiyor ya da özellikle yaşadığımız deprem felaketi sonrasında vergilerin milletin, memleketin hayrına işlere harcandığına olan inançlarını kaybettikleri için vergi ödemekten imtina ediyorlar. "Vergide adalet" deyince insan, vergilendirilemeyen kesimlerin vergilendirilmesini; kentsel rantların, sermaye kazançlarının, kripto varlıkların vergilendirilmesini; sermayenin haksız elde ettiği kazancın vergilendirilmesini; değer artış kazancı istisnasının kaldırılmasını görmek istiyor. Biz bunu beklerken fatura yine dar gelirliye, sabit gelirliye çıkarılmış olarak karşımıza çıkıyor. Enflasyon yükseldiğinde de faturayı halk ödüyor, enflasyonu düşürmek için de acı reçete sunulduğunda faturayı yine halk ödüyor. Emek-sermaye denkleminde denge emek aleyhine korkunç ölçüde bozulmuş durumda.
Depremi yaşayan illerden birinin, Adana'nın Milletvekili olarak deprem harcamaları konusuna da biraz değinmek istiyorum. Cumhurbaşkanı Yardımcımız Sayın Cevdet Yılmaz, deprem harcamalarının tutarlarını açıkladı ve deprem bölgesinin iyileştirilmesi ve afetlere karşı dirençliliğin artırılması için 584 milyar lira tutarında ödenek öngörüldüğünü söyledi ve en önemlisi "Gelecek seneden itibaren deprem harcamalarının bütçedeki payı düşecek." dedi. Bu açıklamaya şaşırdım Sayın Yılmaz çünkü şu anda, mesela, Hatay'da teslim edilen ev oranı yüzde 4,5 gibi gözüküyor. Adana'da vatandaşlarımız hâlâ çok büyük mağduriyetler yaşıyor, bu bölgelerde eğitim ve sağlık hizmetleri ağır aksak yürütülüyor, güvenlik konusunda ciddi problemler var. Ayrıca, Türkiye genelinde de depreme dirençli hâle getirilmesi için ihtiyaç duyulan yatırımlar ortadayken bu bütçenin azaltılmaması gerektiğine inanıyorum ve düşünüyorum ben. Bütçe oluşturulurken ve bütçe üzerinden tartışmalar yaparken deprem bölgesinin gerçeklerini asla göz ardı edemeyiz, afaki ve hayalî söylemlerle hareket edemeyiz. Bunun yerine, somut verilere dayalı ve ihtiyatlı bir yaklaşım sergilemek hepimizin sorumluluğudur. Her birimizin, deprem bölgesine ve bölge halkına olan borcumuzu dikkate alarak özellikle deprem bölgesini ilgilendiren kalemlerde daha duyarlı ve özenli davranmamız gerektiğini düşünüyorum.
Sonuç olarak 2025 bütçesi vatandaşlarımızın gerçek ihtiyaçlarını gözeten, sosyal adaleti sağlayan bir yapıya kavuşturulmalıdır. Üretime dayalı bir ekonomik modelin benimsenmesi, yoksulluk ve işsizlik oranlarının düşürülmesi ve gelir dağılımında adaletin sağlanması gerekmektedir. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi temel hizmetler için ayrılan bütçe kaynaklarının arttırılması toplumun huzur ve refahı açısından kritik öneme sahiptir. Unutulmamalıdır ki bir ülkenin geleceği, o ülkedeki bireylerin eğitimli, sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamasıyla şekillenir.
Çok teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum.