Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278) ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/277) ile Sayıştay tezkereleri |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 30 .10.2024 |
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Tamam, teşekkür ederim.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, kıymetli emekçiler ve bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum.
Bütçe sürecinin yorucu olduğu kadar hayati bir önemde olduğu da hepimizin malumu çünkü emekçiler, kadınlar, çocuklar ve ekoloji başta olmak üzere her şeye değen, her şeyi bir şekilde etkileyen bir bütçeden bahsediyoruz. Elbette, imtiyazlı sınıfların ve torpilli holdinglerin hiçbir zaman olumsuz etkilenmediği şerhini de koymak zorundayız. Ama ehlivicdan sahipleri, DEM PARTİ olarak emeğin ve emekçinin yanında olacağımızın da yoksulluğa ve yoksunluğa ses çıkarmaya devam edeceğimizin de altını burada bir kez daha net bir şekilde çizmek istiyorum. Eğer bütçe bir haksa o hakkın sahiplerinin sesi olmak hepimizin bir görevi. Dolayısıyla AKP iktidarının sayısal oyunlarına, rakam yuvarlama maharetlerine karşı Türkiye halkları adına muhalefetimizi dün yaptık, bugün de bu muhalefeti yapmaya devam edeceğiz. AKP iktidarları boyunca hazırlanan hiçbir bütçede maalesef biz halkları görmedik, görmüyoruz. Ekonominin nispeten iyi olduğu zamanlarda dahi bir holding aklıyla hareket eden bir sistemle karşı karşıyayız. Kendilerini patron yerine koyanlar yurttaşı da daima tebaa olarak gördüler. Önümüze getirilen her bütçede büyük puntolarla öne çıkan tek vaat yoksulluktu ve fakirleşmeydi maalesef; ülkenin kaynakları dar bir zümreye peşkeş çekilirken geniş halk kitleleri, halk yığınları işsizliğin ve yoksulluğun pençesinde kıvranmaya mahkûm edildi.
Şimdi, özellikle Orta Doğu'da yumuşak gücün yerine yalın şiddet ikame edildikten sonra ülke bir daha maalesef düze çıkamaz oldu. Kürt sorununda güvenlikçi politikalar hem can aldı hem de tüm halkları fakirleştirdi. Demokrasi, özgürlükler, adalet, barış ve insan hakları hiçbir zaman bütçenin üzerine oturtulduğu temel sütunlar olmadı maalesef; bilakis, bu güvenlikçi politikalar, yalın şiddet eğilimleri üzerinden enflasyon, işsizlik ve döviz krizi daima manipüle edilmek istendi. Bunun artık değişmesi gerekiyor çünkü Türkiye halkları artık yanlış politik tercihler ile güç gösterilerinin kurbanı olmak zorunda değil. Özetle şunu demek istiyorum: Siyasi iktidar bu yıl da yurttaşın bütçe hakkını net bir şekilde ihlal etmiş durumda. AKP iktidarının geçen yıl söylediklerimize kulaklarını nasıl tıkadığını maalesef bir kez daha yine yeniden görüyoruz çünkü bütçenin sahibi halklar ama onlara danışan, onları sivil toplum örgütleri üzerinden bütçe sürecine dâhil eden bir kurumsal akıl maalesef yok. Bütçe halka aitse bu bütçe neden sarayların gizemli odalarında hazırlanıyor diye sormak istiyoruz? Eğer bütçenin amacı sorun çözmekse neden emeklinin,
asgari ücretlinin sorunlarına dair bir çözüm bulamıyoruz. Bir çözüm yok çünkü kendini bütçenin sahibi olarak gören bir AKP aklıyla karşı karşıyayız. Onun da yegâne amacı, inşa edilecek bir refahın tabana yayılması değil, sadece soyut büyüme rakamlarıyla ayarlanmış enflasyon oranları üzerinden pembe bir tablo oluşturma.
Şimdi, bu anlamda, barışın çok fazla konuşulduğu bir süreçten geçiyoruz, hepinizin malumu. Bu barışın çok konuşulduğu süreçte ekonomik bir barışın da inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu da ancak ekmek ve adalet ekseninde hareket edilmesiyle mümkün.
Değerli hazırun, bütçenin tarihi aynı zamanda bir demokrasi tarihidir de. Bugünden geçmişe baktığımızda, bütçe hakkı, yöneticilerin demokrasiyi içselleştirmesiyle başat şekilde gelişmiştir. Çünkü yurttaş söz kurup hesap sorabildiği oranda halkların verdiği vergilerin nereye harcandığı, amacına uygun kullanılıp kullanılmadığı, gelir gider dengesi ve uygunluğu ve benzeri konularda denetim gücüne de sahip olmuştur. Dolayısıyla, denetim mekanizması çağdaş demokrasilerde önemli bir frendir. Özellikle AKP gibi freni boşalmış iktidarlarda denetimin ne kadar hayati bir işleve sahip olduğunu her gün maalesef yaşayarak görüyoruz, yaşayarak öğreniyoruz. Buna artık bir son vermek için de hesap verme ve sorumluluk ilkeleri ışığında çağdaş, demokratik bir denetleme aracına ihtiyacımız var. Şu an raporları hakkında da konuşuyoruz Sayıştay Başkanlığının. Tam da bunun için var olduğunu söyleyebiliriz ama yıllar içerisinde kurumların içinin nasıl boşaltıldığı, kurumların politize edildiği gerçeği varken hiç kimsenin bununla rahat bir nefes alması maalesef mümkün görünmüyor. Teknik olarak bakıldığında Sayıştay bağımsız ve özgür bir kurum olarak karşımıza çıkıyor. Gücünü halklardan alan, Meclis adına kamu menfaati için denetleme yapmakla yükümlü önemli bir kurum gerçekten Sayıştay. Çünkü ideal açıdan bakıldığında, kamu harcamalarının nasıl gerçekleştiğini, usulsüzlük ve yolsuzlukları, hatta kurumların nasıl daha iyi bir bütçe performansı sergileyebileceği Sayıştayın raporlarına bağlı. Denetleme olgusunun dünya örneklerine bakıldığında da denetçilerin siyasi etkiden uzak olduğunu, kurumun siyasi müdahaleye karşı bir güce sahip olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz. Hatta Amerika Birleşik Devletleri'nde Sayıştayın mukabili olan kurumun adı "devlet hesap verme ofisi"ymiş. Açıkçası bu adlandırma hoşuma gitti benim de çünkü denetim salt bir cebir değil; çarpma, çıkarma işlemi olamaz. Meselenin özüne inersek devlet kurumlarının yurttaştan topladığı vergileri nereye ve ne için harcadığının hesabını yurttaşa vermesidir anlamı.
Sayın Başkan, değerli hazırun; Sayıştayın dış denetim raporlarını incelediğimde, açıkçası devletin yurttaşına hesap vermekten kaçındığı hissine kapıldım ben. Özellikle geçmişteki bulguların detaylarını bugünkü bulgu özetleriyle mukayese ettiğimizde, sorunların ve usulsüzlüklerin tam olarak yansıtılmadığını düşünüyorum. Sayıştay raporları, yayınlandığı her dönemde ciddi bir heyecan oluşturuyordu, büyük bir ses getiriyordu bu raporların sonuçları ama "Balık baştan kokar." deyişiyle başlayan süreç, artık kuyruğu da koktu dediğimiz yere demirlemiş vaziyette maalesef. Sayıştayı tamamıyla hiçleştirdiğimiz düşünülmesin, elbette çok kıymetli kurumlardan bir tanesi ama son yıllarda kendini sınırlandıran bir kurum görüntüsü veriyor Sayıştay. Faaliyet raporunda kullanılan kaynaklar hakkında bilgi vermediği tespit edilen onlarca kurum mevcut. Bütçe hedef ve gerçekleşmeleri arasında yaşanan sapmaların sebepleri hakkında bilgi vermediği söylenen 200'den fazla kamu idaresi söz konusu. Yine, 258 kamu idaresinin, faaliyet raporunda temel mali tablolara ve bu tablolara ilişkin açıklamalara yer vermediği belirtiliyor. Ortada ciddi bir yapısal sorun var. Sayıştayın anayasal yetkisi ortadayken hangi kurumlar, nereden güç alarak bunu yapabiliyor? Bunu sizler burada iken sormak istiyoruz. Bütçe uygunluk işiyse eğer, Sayıştay raporlarının başlı başına ele alınması gerekiyordu diye düşünüyoruz.
Bugün geldiğimiz aşamada toplumun devlet kurumlarına inancını, güvenini yitirdiğini hepimiz biliyoruz. Sayıştay diyoruz ama belediyelerle ilgili yapılan denetlemelerin çok sınırlı olduğunun da farkındayız. Özellikle il ve ilçe belediyelerinin denetleme oranı ortalama yüzde 50 civarında. Dolayısıyla, denetlenmeyen bu belediyelerin hangileri olduğu önemli bir nokta olarak karşımıza çıkıyor. Bakın, belediyelerin bizde olduğu dönemlerde denetçiler belediyelerden çıkmıyordu ama kayyumlar döneminde denetleme ya hiç yapılmadı ya da çok az sayıda yapıldı. Öyle ki kayyumların olduğu sekiz yılda sadece 1 defa denetim raporu yayınlanan belediyeler de mevcut. Yayınlanan raporlarda da kanuna aykırı işe alımlar, amacı dışında kullanılan paralar vesaire, yok yok ama buna karşı siyasi iktidar kılını bile kıpırdatma zahmetinde bulunmadı. Sayıştayın tespitleri üzerine verdiğimiz araştırma önergelerine de maalesef cevap alamadık ve araştırma önergelerimiz reddedildi.
Birkaç hususa daha dikkat çekip sözlerimi bitirmek istiyorum. Şimdi, bakanlıkların dış denetim raporlarının hepsine bu süre içerisinde değinmek mümkün değil ama bugün harcamaları ve uygulamalarıyla fazlasıyla dikkat çeken Cumhurbaşkanlığı hakkında hazırlanan denetim raporuna bakalım. Tek bir bulgu bile yok. İtibardan tasarruf etmeyip uçak konvoylarıyla seyahat edenlerle ilgili bir bulgu olmaması açıkçası bizler açısından şaşırtıcı bir durum. Böyle bir durumda Sayıştayın bağımsız ve tarafsız olduğuna inanmamız bizden beklenmesin.
Bir diğer husus Türkiye Varlık Fonunun Sayıştay tarafından denetlenmemesi hususu; kamu menfaatine aykırılık teşkil ediyor diye düşünüyoruz. Bunun yanı sıra, Sayıştayın bazı tespit ve bulguları sayesinde yurttaşın vergilerinin nasıl çarçur edildiğini, siyasi iktidar menfaati doğrultusunda nasıl kullanıldığını, hazine garantili köprü ve hastanelerde şirketlere nasıl akıtıldığını, "mal ve hizmet alımı" adı altında silahlanma yarışında nasıl kullanıldığını da net bir şekilde, maalesef, görebiliyoruz.
Sonuç itibarıyla, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'nde AKP iktidarının klasik "ben yaptım oldu"cu yaklaşımı maalesef bu dönemde de kendini fazlasıyla hissettirdi. Ehliyet ve liyakatten uzaklaşmış kurumların yapısal sorunları ciddiye alınmıyor çünkü AKP her şeyin kendi cenahından yansıtılacağı bir sistem inşa etmiş durumda. Oysaki demokrasinin, halkların katılımının bir gereği olarak daha şeffaf bir bütçe süreci gerçekleştirmek, hatta görüşmelerin tüm topluma canlı olarak ulaştırılması da mümkün kılınabilirdi; böyle bir şey de olmadı. Buna rağmen DEM PARTİ olarak bize düşen, halkların sesinin burada yankılanmasını sağlamak, bunu sözümüzle en güçlü şekilde bugüne kadar nasıl yaptıysak bundan sonra da halkların sesi olmaya; emekçinin, yoksulun, işçinin sesi olmaya devam edeceğiz.
Teşekkür ediyorum.