| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) ve Sayıştay tezkereleri a) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 27 .01.2016 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Komisyonumuzun çok değerli üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, sizi de kutluyorum, yeni görevinizde başarılar diliyorum. Çok şanslısınız AKP'nin 14'üncü bütçesi ve on dört yıllık bütçe içerisinde toplam 6 bakan Aile ve Sosyal İşler Bakanlığını yürütmüş ve bu 6 bakan içerisinden biri de kız kardeşiniz yani bir noktada kız kardeşinizle halef ve selef oldunuz. İsterdik ki o dönemle sizin şimdiki bu dönemi biraz mukayese edelim ama önümüzdeki günlerde kardeşinizin bakanlık yaptığı dönemle sizin döneminizi mukayese etme şansını yakalayacağımızı düşünüyorum.
Sayın Bakan, geçtiğimiz günlerde bir konuşma yaptınız ve bu konuşmada da "4 ilimizde 12 ilçemizde sıcak süreçler yaşanıyor. O sıcak süreçler yaşanırken biz orada olup bitene seyirci kalamayız. Bütün imkânlarımızla, Bakanlığımın bütün imkânlarıyla her şeyimizle oradayız." biçiminde bir açıklama yaptınız.
Tabii şimdi, Sayın Bakanın yaptığı açıklamayla anlıyoruz ki bakanlık olarak sürece hakimsiniz, hakim gözüküyorsunuz. O zaman sormak lazım, bahsettiğiniz illerde son durum nedir, kaç güvenlik görevlisi, kaç sivil yaşamını yitirmiştir? Bu illerde temel ihtiyaçlara ulaşma konusunda yurttaşlarımız özgürler mi, sağlık haklarını kullanabiliyorlar mı?
"Kimse aç değil, kimse açık değil, herkesin giyeceği, yiyeceği, yakacağı, barınacağı her şeyi ayarlıyoruz." dediniz. O zaman günlerdir basına yansıyan haberlerin gerçeklik payı nedir? Bu konuda gerçekten vatandaşlarımız mağdur değil mi, sıkıntı içerisinde değiller mi? Bunları öğrenmek istiyoruz.
Yine AK PARTİ İl Danışma Kurulu toplantısında yaptığınız konuşmada, geniş konuşmadan sonra da Türkiye'nin ciddi bir muhalefet sorunu olduğunu dile getiriyorsunuz "Muhalefetin millî olamama gibi ciddi bir sorunu var, muhalefetin seviyeyle ilgili de bir sorunu var. Muhalefet yapmak iyiyi ürettirmek demektir, muhalefet yapmak demek güzeli, daha güzeli buldurmak demektir. Bizde ise muhalefet demek yaptırmamak, karalamak, ülkemizi ve milletimizi gidip dışarıda jurnallemek demek." diye bir açıklamanız da var bu Danışma Kurulunda.
24'üncü Dönemde hem Sayın Şahin'le hem de İslamoğlu'yla burada çalıştık. Kuşkusuz Aile ve Sosyal İşler Bakanlığı büyük bir bakanlık. Bu konuyla ilgili çeşitli kalemlerde eleştirilerimiz ve önerilerimiz oldu ama biz bu bakanlığın başında hem bir kadın bakan olması nedeniyle hem de naif bir bakanlık olması nedeniyle üslubumuza ve tarzımıza hep dikkat ettik. Gönlümüz istiyor ki bu bakanlığı temsil eden siz de siyaset yaparken de, bu muhalefeti eleştirirken de üslubunuza biraz daha dikkat etmenizi, muhalefete karşı söylemlerinizde daha dikkatli olmanızı arzularız ve isteriz.
Öncelikle bir konuya kısaca değinmek isterim, çocuk işçilik. Birkaç gün önce Kocaeli'nde bir fırında çalışan 15 yaşındaki Serhat ekmek yükleme robotuna kolunu kaptırdı ve öldü.
Değerli milletvekilleri, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinin verilerine göre 2015'te en az 63 çocuk işçinin hayatını kaybettiğini biliyoruz. 2015'te 1.730 iş cinayetinde hayatını kaybeden 18'i 14 yaş altında, 45'i 15-17 yaşlarında çocuklar öldü arkadaşlar iş kazalarında, iş cinayetlerinde.
2013'te 59 çocuk işçinin, 2014'te ise 54 çocuk işçinin öldüğü bilgisi de elimizde. Son üç yılda iş cinayetlerinde yaşamını yitiren 176 çocuk işçinin 92'si tarım, 20'si inşaat, 14'ü ticaret, eğitim, 11'i metal, 6'sı gıda, 6'sı tekstil, 5'i konaklama, eğlence, 5'i taşımacılık, 5'i genel işler, 3'ü kimya, 2'si çimento, 1'i maden, 1'i iletişim, 1'i metal ve bir de sağlık iş kolunda çalışan iççiler. Bu çocuklar okulda olması gerekirken çalışmak mecburiyetinde olmaları nedeniyle hayatlarını kaybeden çocuk işçiler.
Bilindiği gibi, 1999'da kabul edilen ILO'nun Dünyada Çocuk İşçiliğinin En Kötü Koşullarının Ortadan Kaldırılması İçin Acil Eylem Planı adı altında 182 sayılı Sözleşmesi'ne Türkiye taraf oldu ve bu çerçevede Türkiye'de 15 yaşından küçüklerin çalışması yasaklandı ama verdiğim rakamların hepsinde de çocuk işçilerin iş cinayetlerine kurban gittiğini birlikte izliyoruz.
Ülkemizde 1 milyon dolayında çocuk işçi var ne yazık ki. Diyoruz ya Türkiye, dünyanın en büyük 16'ncı ekonomisi, Avrupa'nın 6'ncı büyük ekonomisi; tablo ortada. Bu çocukların önemli bir bölümü tarım, inşaat gibi mevsimlik işlerde çalışıyorlar, çöp toplayıcılığı olmak üzere birçok işi yüklenen çocuk işçilerden özellikle kız çocukları sektörün görünmez gücünü oluşturarak daha fazla yıpranmaktadır. İnşaat işlerinde erkek çocukları sadece hafif, yardımcı işler yapmaz bizzat tehlikeli işler de yapar ve emek sömürüsüne kurban edilirler.
AKP Hükûmeti eliyle zorla getirilen 4+4+4 sistemiyle temel eğitim yaşının 5-13 yaş aralığına çekilmesi sonucu ortaokulun bitiş yaşı yani çocuk işçiliğinin yaygınlaşma yaşı fiilen 13'e düşmüş durumdadır arkadaşlar. 4+4+4 ile Türkiye'de artık fiilen çocuk işçilik 13 yaşına düşmüş durumdadır. Çocuk işçiliğinin her geçen yıl artmasını, binlerce çocuğun eğitimin dışına zorla itilmesini ülkemizin geleceği açısından önemli bir tehlike olarak görüyorum.
Değerli milletvekilleri, Kasım ayında yayınlanan 2015 Yılı Küresel, Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu'na göre genel sıralamada Türkiye 145 ülke arasında 130'uncu sırada. Geçtiğimiz yıl 125'inciydi, bu yıl 130'a geldi. Hakikaten Hükûmetin büyük bir başarısı olduğunu da teslim etmemiz gerekir.
Verilere kısaca bakarsak: Kadın üst düzey yönetici sayısında 109'uncu sıradayız. Ülkemizde 100 kadından 13'ü üst düzey pozisyonlarda görev yapıyor. Kadın çalışan sayısında 103'üncü sıradayız. Ülkemizde 100 kadından 37'si çalışıyor. Parlamentodaki kadın parlamenter sayısında 86'ncı sıradayız. Türkiye Büyük Millet Meclisinde 100 milletvekilinin 18'i kadın. Kabine açısından değerlendirdiğimizde ülkemiz 139'uncu sırada yer alıyor. Kabinenin yalnızca yüzde 4'ü kadın bakanlardan oluşuyor. Ücret eşitliğinde 82'nci sıradayız. Rapora göre, ülkemizde 1 erkek çalışanın kazandığı 100 dolara karşın, aynı işi yapan bir kadın çalışan maalesef 80 dolar kazanıyor. Eğitimde cinsiyet eşitliği ve okuryazar kadın oranında 105'inci sıradayız. ortaöğretimde 101, yükseköğrenimde 100'üncü sırada yer alıyoruz. Üniversite mezunu kadın oranı yüzde 47 ancak bu oranın yarıya yakın kısmı iş hayatında ne yazık ki yer almıyor.
AKP Hükûmeti ve bu siyasi anlayışıyla ne yazık ki, bu oranların değişmesini çok beklemiyoruz. Çünkü sizler kadının toplumdaki yerini ancak aile içinde tanımlıyorsunuz, annelik ve ev hanımlığından başka bir kariyer planlaması yapmasını istemiyorsunuz. Fakat biliyoruz ki, kadın ve erkeğin eşit olduğu, kadınların güçlü ve bağımsız olduğu, karar verme süreçlerine erkeklerle eşit düzeyde katılabildiği ve tam anlamıyla eşit yurttaş olduğu bir toplum, özgür ve demokratik toplum olabilir. Böylece de tüm bu sıralamadaki yeri değişebilir. Ama bunu sağlayamadığımız sürece Türkiye'de eşitliği yakalamamızın da söz konusu olması mümkün değil.
Önemli bir konu da, yıllardır dile getirdiğimiz kadına yönelik şiddet konusudur arkadaşlar. Şiddet, azalmıyor ne yazık ki akıl almaz derecede artıyor. Bu ülkede her gün kadınlar tanıdığı erkekler tarafından öldürülüyor. 2015 yılı sonu itibarıyla erkek şiddetine kurban gitmiş kadın sayısı 303'e yükselmiş arkadaşlar. Eminim hiç birimiz Özgecan'ı unutmadık, unutamayacağız da. Özgecan'dan sonra kaç kadın öldürüldü ve Hükûmet bu süreçte ne yaptı, hangi önlemleri aldı onu da burada Sayın Bakandan duymak ve öğrenmek isteriz. 2015'te öldürülen kadınların 30'u devlet koruması altındayken öldürülmüş arkadaşlar; önemli bakın. Devlet koruması altındayken öldürülüyor arkadaşlar. Demek ki bu yakıcı sorunun çözümünde attığınız adımlar yeterince caydırıcı değil. Bu önemli sorun karşısında etkili önlemler ne yazık ki alınamıyor, iyi hal indirimleri ve cezasızlıkla âdeta teşvik edici bir rol oynuyorsunuz.
Türkiye'de şiddete maruz kalan kadınların çok büyük bir kısmı resmî kurumlara ya da STK'lara başvuramamaktadır. Sadece yüzde 3'ü yaşadıkları aile içi şiddeti muhtar, polis, jandarma, avukat ya da savcıya anlatabilmektedir, diğerleri ne yazık ki, can güvenliği ve korku nedeniyle ilgili ve yetkili mercilere bu şikâyetlerini iletememektedirler.
Haklarını bilememek ve hizmetler hakkında bilgi sahibi olmamak, kurumlara başvurmamanın önemli nedenlerinin başında geliyor. Ayrıca, hizmetlerin yaygınlık ve nitelik itibariyle yetersiz olması olumsuz etkenlerdendir. Polis karakollarında, aile mahkemelerinde ve danışma merkezi ya da sığınma evi gibi kurumlarda gizliliğe dikkat edilmemesi de kadınların başvurmama nedenleri arasındadır. Şiddet karşısında kadınları korumakla yükümlü kolluk güçleri, hâkim ve savcıların çeşitli araştırmalarda ortaya koyulan "Kocandır, döver de sever de." yaklaşımı, kadınları şiddet karşısında savunmasız ve ne yazık ki çaresiz bırakmaktadır. Özellikle kolluk kuvvetleri tarafından sergilenen bu davranışlar karşısında, bu tutumları değiştirmeye yönelik güçlü bir siyasi irade gösterilememektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, ilave süre veriyorum efendim.
Buyurun lütfen.
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim.
Bu nedenle de şiddet mağduru kadınlar eve kapanmakta, sosyal yaşamdan kopmakta ve de şiddete uğradıklarında da ne yapacaklarına ilişkin bilgiye ulaşamamaktadırlar. Bu durumun AKP hükûmetlerinin anlayış ve vizyonuyla da çözülemeyeceği artık gün gibi ortadadır. Kadını ikinci sınıf gören her tür değer yargısıyla mücadele etmek devletin temel görevidir. Bunu devletten talep etmek de, kadınların hakkıdır. Sizin göreviniz de bu taleplere karşılık vermek ve Cumhurbaşkanının "Kadın ile erkek eşit değildir." söyleminden çıkıp esaslı ve ciddi adımlar atmaktır arkadaşlar. Sayın Cumhurbaşkanının dediği gibi "Kadın ve erkek asla eşit olamaz." söylemini hep birlikte rafa kaldırmamız gerekiyor.
Önemli bir konu da sosyal yardımlar konusudur. İktidar ve yandaşları, yoksulluk içinde temel gereksinmelerini karşılayamayan ve en düşük düzeyde yaşamlarını sürdürmekte güçlük çeken aile ve kişilere temel yaşam desteği için sosyal yardımları artırmayı ve bu yardımı nakdî olarak yapmayı seçim bildirgelerine alan siyasi partilere "Kaynak nerede?" diye sorabilmektedirler. Bu anlayış, Hükûmetin, sosyal yardımları aslında sosyal bir hak olarak değil lütuf gibi gördüğünü ve vatandaşın siyasal tercihini belirlemede bir tür rüşvet olarak kullandığını göstermektedir; bu kabul edilebilir bir durum değildir.
Ayrıca, düzenli yayımlanan sosyal yardım istatistikleri -benden önceki konuşmacı MHP milletvekili söyledi- Sayın Bakan 2013 yılından itibaren yayımlanmıyor. 2013 yılına kadar bu istatistiklerin tamamı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının web sayfasında yayınlanıyordu ama 2013 yılından sonra kaldırıldı. Sizden rica ediyoruz, eksik olabilir, yanlış olabilir ama bu verilerin tamamının İnternet sayfasında yayımlanması ve bizim onları takip etmemiz gerekiyor. Varsa eksikler, yanlışlar onlar düzeltilebilir ama yayımlanmaması o zaman sanki birtakım şeyler gizleniyor, saklanıyor ve kaçırılıyor anlamı taşır ki, bunu doğru bulmuyoruz. Örneğin, toplam sosyal yardım harcamaları, sizin iktidara geldiğiniz 2002 yılından, 2014 yılına kadar kademeli olarak artırılmış.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, son söz için size süre vereceğim ama önce salondaki hazirunun bir hususta dikkatlerini istirham ediyorum. Lütfen, değerli katılımcılar, salonda bir uğultu var ve hakikaten ben sayın hatibi izlemekte güçlük çekiyorum. Lütfen, sizi sükûnete davet ediyorum.
Sayın Çam, size de sözlerinizi tamamlamak için ek süre veriyorum.
Buyurun lütfen.
MUSA ÇAM (İzmir) - Yani, 2002 yılında iktidara geldiniz ve 2016 yılına kadar toplam sosyal yardım harcamalarında çok ciddi artışlar var. O zaman aklımıza şu geliyor; Türkiye'de yoksulluk her geçen gün artmış demektir. Neden insanlara sosyal yardım yapılır? Bir ihtiyaçtan kaynaklandığı için yapılıyor. Oysa bizim Türkiye'de yoksulluğu ortadan kaldırmamız, istihdam yaratmamız gerekirken ne yazık ki ama ne yazık ki sadece yoksulluğu yönetir duruma gelmişiz ve Türkiye'de yoksulluğu ortadan kaldırmak için herhangi bir proje veyahut da yoksulluğu ortadan kaldırmak için bir çaba ve gayret içerisinde değiliz. İnsanları âdeta yoksulluğa muhtaç etmek, mahkûm etmek ve sonra da bu sosyal yardımlarla onları yönetebilir duruma getirmiş olmaktır arkadaşlar. Dolayısıyla bizim öncelikle insanlara balık vermeyi değil, balık tutmayı öğretmemiz gerekiyor, onlara yeni iş ve meslek kazandırmamız gerekiyor ve onlara yeni istihdam alanları yaratmamız gerekiyor. Evet, kuşkusuz yardıma ihtiyacı olan insanlara da devlet, sosyal devlet olarak, hukuk devleti olarak elinden gelen yardımı yapmalı ve onlara elini uzatmalıdır ama öncelikle ve öncelikle bizim yoksulluğu ortadan kaldıracak projeleri yürürlüğe sokmamız ve yoksulluğu yönetmekten çok yoksulluğu ortadan kaldıracak bir mücadeleyi ortaya koymamız gerekir diyor, teşekkür ediyorum.