Komisyon Adı | : | TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU |
Konu | : | |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 17 .07.2024 |
SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli vekiller; gecenin bu saati birçok şey söylendi, Sayın Başkan da az evvel "Maksat hasıl oldu." dedi, ben "Olmadı." dedim. Böyle, çok özel bir şey söyleyeceğim zannedildi belki ama kendi adına konuşamayacak canlılar için kullanılacak her söz kayda geçmeden maksat hasıl olmayacak çünkü maksat iki türlü hasıl olabilirdi; bir cenahta bu yasa geçseydi ki umarım inşallah geçirmeyeceğiz ya da geri çekilseydi. Bunlar olmayacağına göre elimizde kalan şu var: Her şeyin kayda geçmesi. Bu niye önemli? Burası şimdi 21'inci yüzyılda, sizin adlandırmanızla "Türkiye Yüzyılı"nda bir tarih sahnesidir. Sosyal bilimciler bilir, bundan yirmi beş otuz yıl önce bizler için en önemli kaynaklardan biri Meclis kütüphanesiydi. Şimdi her şey dijital ortamda, sanırım o kadar sık gelinmiyor buraya. Bizim gençliklerimiz buradaki o mikrofilmleri, tutanakları incelemekle geçti çünkü biz tarihin biraz da oralardan okunacağını biliyorduk ve tarih, eğer -umarız ki asla gerçekleşmeyecek- bu hayvan katliamı gerçekleşirse bugün, buradan da okunacak, toplumsal tarih burada ne söylediğimizle ve ne söylemediğimizle de okunacak. "Büyük Kedi Katliamı" diye bir kitap vardır. Gecenin bu saatinde söylenenleri tekrar etmek yerine böyle aklıma gelenleri, konuşmamı bir tarafa bıraktım, sizleri dinlerken düşündüğüm şeyleri konuşmaya karar verdim. Robert Darnton isimli bir yazarın 1984'te yazdığı ama 1730 Fransasını, aydınlanma Fransasını anlattığı bir kitaptır Büyük Kedi Katliamı. Orada birkaç epizot seçer; Fransız tarihinden, 18'inci yüzyıl Fransasının tarihinden birkaç epizot seçer ve alışılagelmiş o klasik tarih dışında bir tarih olabileceğini birçok toplumsal tarihçi gibi o da buradan anlatır. Yani tarih sadece savaşların, sadece anlaşmaların, kayıpların, kazançların tarihi değildir. Mesela, 1730'da Fransa tarihine geçmiş büyük bir kedi katliamı vardır, oraya gider ve o tarihte matbaa işçilerinin, hatta öyle çok sayıda işçi de değil, 2 matbaa işçisinin çok sayıda kediyi neden öldürdüğünü anlamaya çalışır, bir zihniyet örüntüsünü anlamaya çalışır. Çok da uzatmayacağım, buradan şuraya geçeceğim: Az evvel bir Sayın Milletvekili -Adem Bey sanıyorum, başlangıçta kötü bir başlangıç da yaptık onunla, Komisyon başladığından beri buradayım- dedi ki "Tarih bir gün hayvanların yanında olanı da yazacak, insanların yanında olanı da yazacak." Ona göre, biz insanı göz ardı ettik ve hayvanın yanındayız; asla böyle bir şey yok, tam da bu zihniyetin karşısındayız. Biz göçmenler Kayseri'de katledilirken de onların yanındaydık, LGBT+'lar canlarına kasteden her türlü nefret söyleminin nesnesi olurken onların yanındaydık, burada ismini vermek istemiyorum ama bir AKP kadın milletvekili sadece 6284 sayılı Yasa'yı savundu diye linç edilirken, çok kötü bir hafızamız olduğu hâlde onunla, onun da yanındaydık. Hayvan haklarına sahip çıkmak için insandan yola çıkmamız gerekmediğini artık biliyoruz. Değiştik, belki otuz yıl önce bilmiyorduk. Böyle insan merkezli, hayvan merkezli diye ayırmaya da gerek yok. Hayvan hakları kendi içinde bir haktır, insana karşı savunulmaz ya da insana rağmen savunulmaz. Öyle çok büyük hayvan dostları ya da çok vicdanlı olmamız da gerekmez açıkçası ya da şöyle söyleyeyim: Vicdan öyle kalple filan ilişkili bir şey değil, vicdan İngilizce'deki etimolojisinden falan gidersek bilinçle, daha çok bilmekle ilişkili bir şeydir. Karşısınız oradan baktığımız zaman yani vicdan akılla ilişkili bir şey. Peki, birileri daha akıllı ve birileri akılsız mı? Hayır, bu da değil, eleştirel bir kapasiteyi harekete geçirmediğiniz için... Size deniyor ki: Hayvanlar sorun yaratıyor, kuduz vakaları var. Ben burada konuşmadan önce gerçekten büyük bir enerji sarf ettim, bir sürü şey okudum. Ne kadar kuduz vakası var? Gördüğümüz şey şu: 2008 ile 2014 arasında en yüksek kuduz vakasının olduğu yıl 2014 ve sadece 4 vaka var, ortalama 1 ya da 2. Çocukların, kadınların korunmasız olduğu o kadar çok başka olay varken bu bizim karşımıza böyle koruma, savunma şeyiyle gelmeyip böyle geldiğinde tabii ki güvenmiyoruz. Sonra bize diyorsunuz ki: Getirin böyle toptan reddedeceğinize, bağıracağınıza. İmkân kalmadığı için bağırıyor. İnsanlar bağırırken şiddet üretiyorlar da siz sessizliğinizle üretmiyor musunuz? Şiddet, en çok da bu kadar yapıları hiçleştirerek, yasama organını baypas ederek üretilir. Bu gayet sessizce de üretilir. Evet, çare bırakmıyorsunuz, hiç sevmediğimiz şeylerle geliyoruz, bağırıyoruz bazen ben gerçekten bayağı da bir yaşam var ama yani hiç bağırmadım şu Meclise gelene kadar çünkü konuşma imkânı bulunmadığı zaman bu ortaya çıkıyor. Bu kısmı çok uzatmayacağım, devam edeceğim, küçük bir şey daha söylemek istiyorum.
BAŞKAN VAHİT KİRİŞCİ - Lütfen toparlayalım.
SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Toparlamaya çalışacağım.
BAŞKAN VAHİT KİRİŞCİ - Buyurun.
SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Şimdi "Ayrancı Ahalisi" diye bir Facebook topluluğu var. Ben orayı da burası gibi bir şey -mesleki deformasyon olarak da görebilirsiniz- bir sosyolojik saha olarak da görüyorum hem üyesiyim hem yıllardır izliyorum, ne konuşuyorlar ne tartışıyorlar, bu topluluğu bir arada tutan ne? Yıllardan beridir o topluluk belki de bölünmemek ve parçalanmamak için hep böyle "Siyaset konuşmayalım"ı birbirine hatırlatıyor ve birçoğu hayvan sevgisi üzerinden birbirine bağlanıyor. Ayrancı Ahalisi kayıp bir kediyi birlikte bularak, yaralı bir köpeğe birlikte bir çare üreterek -bu küçük bir kesit yani Ayrancı Ahalisi- birbirine tutunuyor. Dışarıdaki topluluklar da öyle, bu toplumu bir arada tutan çok az şey kaldı elimizde. Hayvan sevgisi bundan bir tanesi ama hayvanları sevdiğimiz için katletmeyelim de belki yeterli bir şey değil, buna hakkımız yok. Çok daha basit, çok daha sürdürülebilir, çok daha akla ve vicdana sığan yöntemler var. İşte, çok basit bir formülle ticari amaçla üretme, kısırlaştır, aşılat, yaşat. Ötanazi dediğiniz şeyi yaptınız da belki 3 misli maliyeti olacak onun, bunu hesap etmiyorsunuz, bunu düşünmüyorsunuz. Birileri kuduz var diyor ve harekete geçiyorsunuz. Burada bu yüzden vicdan ortaya çıkmıyor. İstanbul Sözleşmesi'nde aynı şeyi yaptınız. Bir taneniz baştan sona bunu bir okuyayım demedi, demiş olsaydı şunu görürdü -çok üzgünüm ama meczup diyeceğim- bir avuç marjinal meczup, paçavra basında çalışan gazeteci bunun LGBTİ savunucusu olduğunu, onu meşrulaştırmaya vesaire vesaire söyledi ve bunun üzerinden, bu yalan siyaseti ürettiniz, en büyük bizim korunma mekanizmamızı elimizden aldınız. Oysaki 35 sayfada bir tek cümle vardı, her yerde söylüyorum bugün de söyleyeceğim "Cinsiyet yönelimi ya da kimliği etrafında ayrımcılık yapılamaz." Yapılsın mı istiyorsunuz yani? Ne LGBT... Keşke olsaydı, onların da yaşam hakkı sahiplenilseydi, şiddetten korunma hakları çok daha ayrıntılı sahiplenseydi. Şimdi aynı yalan kuduzdu, çocuklarımızı ısırıyordu. Evet, bazen oluyor, yılda 3-5 ya da işte 500 kuduz başvurusu olabiliyor ama bunların çok azı gerçekten böyle çıkıyor.
BAŞKAN VAHİT KİRİŞCİ - Sayın Çelenk, rica ediyorum lütfen tamamlayalım sözlerimizi.
SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Başka formüller var, üretebiliriz ve burası bir tarih sahnesidir bugün, bunlar kayda geçiyor, bunu unutmayın. Biz, bir anlam varsa niye bu saatte buradayız, niye oturuyoruz, niye ayrıca kendimiz kayıt alıyoruz? Bu mücadelenin kayıtlarını, bu ülkenin toplumsal tarihine kaydetmek istiyoruz.
Teşekkür ederim.