Komisyon Adı | : | TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU |
Konu | : | |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 17 .07.2024 |
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Evet teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de hazırunu tekrardan saygıyla selamlıyorum. Talebimizi yeniden iletmek istiyorum, bütün Komisyona, Divana ve bütün arkadaşlara. Hayvan haklarıyla ilgili bir yasa konuşuyoruz ve bu yasanın en nihayetinde ilgili taraflarının her 2 taraf açısından, çoklu taraflar açısından mutlaka dinlenilerek konuşulmasının daha sağlıklı olacağı görüşümüzü yeniden iletmek istiyorum. Hayvan hakları savunucularının bu salonda olmadığı, hayvan hakları savunucularının dinlenmediği bir yerde bizlerin oturup milletvekilleri olarak hayvanlarla ilgili, bir hayvan katliamına yol verecek bir yasa yapmamızın kendisinin sorunlu olduğunu ifade etmek istiyorum.
Diğer bir mesele, Anayasa'ya aykırılık iddialarımız reddedildi ama bu tabii ki Anayasa'ya aykırı olmadığı anlamına gelmiyor bu yasa tasarısının. Hâlihazırda Genel Kurulda onlarca Anayasa'ya aykırılık iddiasında daha önce bulunduğumuz Genel Kurul aşamasında, iktidarın dikkate almadığı, Anayasa Mahkemesine giden ve Anayasa aykırılığı nedeniyle iptal edilen, şimdi yeniden cümlesine dokunulmadan komisyona ve Genel Kurula getirilmeye çalışılan yasalar var. Bu anlamıyla, bu yanlıştan bir an önce dönülmesi talebimizi ifade etmek istiyorum. Az önce, yine milletvekili arkadaşlarım ifade ettiler. Şimdi, sonuçta yasama bir bütündür ve yasamayı besleyen yani bir komisyonu besleyen tali komisyonların görüşü olmadan ana komisyonun toplanmış olması bir handikap. Şimdi -Sayın Sarıbal söyledi- burada hukuki düzenlemeler var, cezai düzenlemeler var; e, Adalet Komisyonunun görüşü alınmadan nasıl buraya gelebilir? Ya da -Bursa Milletvekili Kayıhan Pala Hocamız ifade etti, kendisi bir halk sağlığı uzmanı- Sağlık Komisyonu kuduz gibi bir meselenin popülasyonuna, kuduz vakalarına, kuduz aşılama oranlarına dair görüş bildirmeden biz burada izafi bir mesele üzerinden -ki istatistiki veri yok- kuduz vakaları arttığı için bir yasal düzenleme yapıyoruz. Yine, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının -en çok başıboş köpekler kentlerde yaşıyor- görüşü yok bu yasa teklifinde tali komisyon olarak. O anlamıyla baştan sakat olan bir görüşme sürecine başladığımızı ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, şimdi, diğer bir şey, içinde yaşadığımız yüzyıl ve aslında 1800'lerden bugüne baktığımızda, Sanayi Devrimi'nin kendisinin, kentleşmenin kendisinin, kapitalizmin kendisinin yarattığı handikaplar var ve bu kapitalizm her seferinde kendi krizini aşmak için aslında sermaye odaklı, kâr odaklı çözümler bulmuş ve bunların her seferinde aslında toplum karşıtı çözümler olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. 1800'lere bakalım, Avrupa'da modernizm, sekülerizm, iyi bir yaşam meselesi üzerinden dünya kadar hayvanın aslında katledildiğini görüyoruz, dünya kadar hayvanın ölümüne ferman biçildiğini görüyoruz. Yine, daha sonrasında Osmanlı açısından da aynı; o anlamıyla, bu hayvanları, köpekleri öldürme meselesinin aslında Türkiye coğrafyasında da yeni olmadığını biliyoruz ama en önemlisi ve aslında en çarpıcısı 1910 yılında Hayırsızada'ya gönderilen 80 bin köpeğin katledilmesi meselesi ki çok çarpıcı resimler var, gerçekten insanı çok rahatsız edeceği için getirmedik ama o Hayırsızada'ya kıyısı olan yerlerde oturan insanların evlerini koku nedeniyle ve hayvanların ulumaları nedeniyle terk ettiklerine dair dünya kadar şey var, romanlara bile konu olmuş bir mesele bu. Şimdi üzerinden yıllar geçmiş, yüz yılı devirmişiz, yüz on yıla yakın zaman geçmiş, bu Meclis tekrar aynı utancı konuşuyor; bu, kabul edilemez Sayın Başkan. Şimdi, dönüp dönüp hayvanlarla ilgili popülasyon artışı, kuduz vakalarındaki artış -ki bununla ilgili yasada hiçbir veri yok- ve çözüm olarak dönüp tekrardan hayvanların katledilmesi; bunu konuşamayız. Bu meseleyi çözmek mi istiyoruz? Çok iyi, bakın, elimizde etkin olarak uygulanmayan bir yasa var; 5199 sayılı Yasa. 5199 sayılı Yasa yerel yönetimlere ciddi sorumluluklar yüklüyor. Peki, bu yerel yönetimler sorumluluklarını yerine getirmişler mi Sayın Başkan? Hayır, getirmemişler. Örneğin her seferinde yerel yönetimlerin barınak yapma süresi üçer yıl uzatılmış. 2014'te yasa çıkıyor, peki niye üç yıl uzatıldı? "Efendim, zaman verelim, yetiştirsinler." değil mi? Peki, günün sonunda elimizde yirmi yılda kaç barınak var? 326 barınak var. Bakın, 1.389 belediyenin olduğu bir Türkiye'de sadece 326 barınakla hayvanlara barınak sağlamaya çalışıyoruz. Bunun kendisinin handikaplı olduğunu söylememiz gerekiyor.
Diğer bir mesele, şimdi, bu insan merkezli bakışın kendisi sorunlu yani biz doğanın bir parçasıyız, doğanın efendisi değiliz. Zekâmızın fazla olması, elimizin tutması, evrimleşme sürecini farklı tamamlamış olmamız doğanın üzerinde her türlü tahribatı yapma hakkını bize vermiyor ama bunu yapıyoruz yani biz akıllıyız diye, biz yürüyoruz diye, biz makine icat ediyoruz diye, biz zehri biliyoruz diye bütün hayvanları öldüremeyiz, sokak köpeklerini öldüremeyiz, biz doğaya hükmedemeyiz. Biz bu ekosistemin sadece bir parçasıyız ve ekosistemle barışık yaşadığımız, ekosistemle uyumlu yaşadığımız oranda mutlu olabiliriz, bu yaşamın bir parçası olabiliriz. O anlamıyla, bu insan bakışlı, insan merkezli... Biz söylediğimizde de iktidardan olan milletvekilleri itiraz ediyorlar "Önce insan." diyorlar. Hayır, önce doğa, önce ekosistem, bütün canlılar. Canlılar arasında bir hiyerarşi güdemeyiz yani benim canımı yakan şeyin bir köpeğin canını yakmadığını iddia edebilir misiniz? Yani bana işkence edildiğinde benim canım nasıl yanarsa, bana şiddet uygulandığında benim canım nasıl yanarsa, buradaki her bir insanın, her bir vekilin canı nasıl yanarsa bir köpeğe, bir kediye, bir hayvana da şiddet uygulandığında aynı şekilde canı yanar ama şu anda biz kendilerini savunamayacak durumda olan, söz söyleyemeyecek durumda olan, bir örgütleri, bir partileri olmayan hayvanlar, canlılar, sokak köpekleri adına burada ölüm fermanına imza atmaya çalışıyoruz. Bir de bu ölüm fermanını makul bir sınıra getirmeye çalışan, masumlaştırmaya çalışan çok önemli kavramlar var; "ötanazi" deniliyor. Ötanazi kime uygulanır Sayın Başkan? Yaşamının belli bir aşamasından sonra, terminal dönemde olan, yaşamak istemeyen, gerçekten o acılara katlanmak istemeyen insanların akıl sağlığı yerindeyse irade beyanı sonucunda Avrupa'nın bazı ülkelerinde uygulanıyor, ülkemizde yasak. Anayasa'mızda "ötanazi" diye bir kavram geçiyor mu? Hayır geçmiyor. Peki, nasıl uygulayacağız ötanaziyi? Bu sadece katletmeyi meşrulaştırmak için kullanılan bir kavram, bu kavramı doğru bulmuyoruz. İradesi olmayan hayvanları öldürme kararı alıyoruz, adına da "ötanazi" diyoruz. Hayır, bu doğru değil, bunun da altını çizelim.
Diğer bir mesele, şimdi, bakın, bu Meclis 2019 yılında 200 sayfayı aşan bir rapor yayınladı, birçok muhalefet milletvekili o dönemde -bizim partimiz de- katkı sundu; çok iyi tavsiyeleri var. Bu Meclisin araştırma komisyonlarının sonuçlarından iktidar, yasa yapıcı eğer faydalanmayacaksa biz bu komisyonları niye kuruyoruz, niye o komisyonlarda o kadar çalışıyoruz geceli gündüzlü, tarafları dinliyoruz, uzmanları dinliyoruz, bilirkişi raporları okuyoruz, oturuyoruz sonra raporlar yazıyoruz, o raporlara şerh düşüyoruz? Yani bu yasa yapımının hiçbir aşamasında 2019 yılındaki Meclisin araştırma komisyonu raporunun dikkate alınmadığını görüyoruz. Bakın, AKP kendi yaptığı yasanın gerisine düşmüştür, kendi tuttuğu raporun gerisine düşmüştür; imza koyduğu uygulamanın gerisindeki bir uygulamayı bugün getirmek istiyor ve bugün yasalaştırmak istiyor. Bu, asla kabul edilecek bir şey değil.
Diğer bir mesele, şimdi, burada çok acılı bir anne vardı. Gerçekten acısına saygı duyuyoruz, hepimizin böyle bir konuda canımız yanar tabii ki ama Sayın Başkan, şimdi, sorumluluk kimin? Yasa var, uygulanmıyor; yasa var, denetlenmiyor; yasa var, ceza yok; yasa var, barınak yok; yasa var, aşılama yok; yasa var, kısırlaştırma yok; yasa var, küpeleme yok. Yasa var yani mevcut yasayı uygulasanız bugün biz bu sorunun hiçbir şeyini konuşmayacağız. Çok açık; kısırlaştır, aşıla, yerinde yaşat. Bunu niye uygulamıyoruz? Bu, yasanın gereği. Bugün hayvanların ve sokak köpeklerinin, sokakta yaşayan köpeklerin popülasyonunun artmasını engellemenin yolu onları toplu olarak alıp götürüp toplu olarak katletmek değil ki. Çok açık ve net, bütün bilimsel veriler şunu açığa kavuşturuyor: 1910'da İstanbul'da 80 bin köpek toplanmış, Hayırsızada'ya gönderilmiş, 30 bine yakın köpek ayrıca Hayırsızada'ya gönderilmeden katledilmiş ama 1912 yılında aynı köpek popülasyonuna ulaşılmış; neden? Çünkü her canlının bir yaşama içgüdüsü var, soyunu, türünü sürdürme içgüdüsü var. Siz doğaya, canlıya -inançlı olan biri için söylersek- Allah'ın kelamına karşı çıkmıyor musunuz? Bu canı kim verdi? Kim verdi ve siz nasıl alabilirsiniz? Bakın, benim inancım şunu söyler: Her lokma verdiğinde -ki 12 İmamlar'dayız, yas-ı muharrem, muharrem oruçlarındayız- yas-ı muharrem oruçlarında biz kapımızdaki yılanı vurmayız, kan akıtmayız, baş kırmayız, soğan ezmeyiz. Niye? Çünkü canlıdır deriz ve cümle canlının yaşamını gözeten bir felsefeyle yaşamımızı sürdürürüz. Ağacı kestiğin zaman ağaçtan rızalık istersin. Sen bir lokma verdiğin zaman önce kurdun, kuşun lokmasını sokağa bırakırsın. Bizim orada hasat yapıldığında ağaçta kuşun hakkı bırakılır. Eğer orak biçiliyorsa, buğday hasadı yapılıyorsa orada karıncanın, kuşun hakkı bırakılır. Şimdi, böyle bir kültürün olduğu, böyle bir bakış açısının olduğu bir yerde bu kadar fazla hayvanı katletmeye yol vermek hangi inancımıza sığıyor, hangi töremize sığıyor, hangi kültüre sığıyor? Ya siz iktidar olarak akşama kadar "millîlik ve yerlilik" demiyor muydunuz? Bakın, Avrupa katlettiğinde bu ülkede insanlar evlerinde köpekleri saklamışlar Hayırsızada'ya gitmesin diye; verileri var, tanıkları var, bunları herkes biliyor. O anlamıyla, eğer bir şey konuşacaksak bunu konuşalım.
Diğer bir mesele, şimdi, şu resimlerin kendisi asla kabul edilemez Sayın Başkan. Bunun sorumlusu, bizzat bu resimleri sıralarına koyanlardır. Ben iktidar değilim ama ben şu sözü veriyorum bir muhalefet grubunun grup başkan vekili ve milletvekili olarak: Benim bulunduğum bütün illerde, bizim belediyelerimizin olduğu her yerde biz hayvan barınakları yapacağız ve hayvanların refahını gözeteceğiz. Aşılama, kısırlaştırma çalışmalarına ilk elden -eğer iktidar gölge etmezse- başlayacağız ve yürüteceğiz. Biz bu politikayı doğru bulmuyoruz. Buraya çocuk resimleri mi koyacağız? Tamam, koyalım, ben size söyleyeyim: 14 yaş altı yaşamını yitiren 13 işçi çocuğun resmini koyalım mı? Bir yılda, devletin okuluna giderken iş cinayetinde yaşamını yitiren 9 işçi çocuğu koyalım mı? Ya da çoğu göçmen -Afgan, Suriyeli, Rusyalı ve diğer ülkelerden- 33 işçi çocuğunun resimlerini koyalım mı? Mesela bu çocukların resmini koymalıyız, değil mi? Ama bunları koymuyoruz. Şimdi bir katliam yasası çıkarmak için buraya parçalanmış, travmatik olan görüntüleri koyarak aslında bir algıya, bir manipülasyona yol açılıyor ki bu doğru değil.
Diğer bir mesele, şimdi, bu ülkede dünya kadar sorun var; ekonomik kriz var -zor bela toplandılar, 2.500 lira emekli maaşlarında artış yaptılar- çocuk işçiliği var, çocuklar aç, bu ülkede her şey berbat durumda ama bakın biz yaz ortasında köpeklerin katliam yasasını görüşüyoruz. Mesela işçi maaşlarını artırmayı görüşmüyoruz, mesela toplumun dar gelirlilerinin nasıl destekleneceğini konuşmuyoruz, bir haftada, üç günde 10 kadın katledildi... Ben size son istatistiği söyleyeyim: Son altı ayda 205 kadın, Ocak ayından bugüne kadar 221 kadın katledilmiş. Mesela biz niye bunu konuşmuyoruz? 221 kadın erkekler tarafından katledilmiş, şiddete maruz kalmış ama biz bunu konuşmuyoruz. Daha yeni maden kazası oldu, 7 işçimiz göçük altında kaldı, bunu konuşuyor muyuz? Bunu da konuşmuyoruz. Yangın çıktı, 15 insanımız yaşamını yitirdi; en son Çeşme'de yangın çıktı, 3 insanımız yaşamını yitirdi; İzmir'de elektrik akımından 2 yurttaşımız, gencecik, pırıl pırıl insan yaşamını yitirdi ama biz ne konuşuyoruz? Sanki gerçekten toplumsal bir sorunmuş, sanki gerçekten her gün sokaktan harıl harıl geçince hepimizin paçasını köpekler tutuyormuş gibi gelmişiz burada katliam yasasını konuşuyoruz. Neden? Çünkü iktidarın buna ihtiyacı var. İktidar faşizmi kurumsallaştırmak istiyor, AKP faşizmi kurumsallaştırmak istiyor. Her otoriter rejim bir öteki yaratır, düşman yaratır. İlk düşmanlaştırılanlar her zaman için hayvanlardır. Bakın, tarihteki bütün katledilenlerin köpeklerle ya da başka hayvanlarla eşleştirilerek yapıldığını görüyoruz. Bu Hitler faşizminin Almanyası'nda da böyle, bu coğrafyada da böyle. Şimdi, önce sokak hayvanları katledilecek, ardından göçmen problemi başlayacak -daha yeni yaşadık Kayseri'de, Konya'da- göçmenlerin nasıl evlerinin işaretlendiğini, nasıl onlardan... En son Antalya'da bir göçmen çocuk yaşamını yitirdi, neden? Çünkü öteki üzerinden inşa edilen bir nefret ve faşizm var. Sonra kim? Sonra Kürtler. Sonra? Sonra kapısı işaretlenecek Aleviler. Sonra kadınlar. Bu böyle uzayıp gidecek tıpkı zamanında Avrupa'da "çingene" diye "büyücü" diye katledilen kadınlar gibi. Evet, bunların hepsi bu toplumda ve dünya genelinde otoriter rejimlerin ötekisidir ve ilk elden de en zayıf halka olan hayvanlara yönelerek aslında türcü, erkek, eril, militarist bir sistemi inşa etmek için yapılır. O anlamıyla da bunu asla kabul etmemiz mümkün değildir, bunu söylemek istiyorum.
Tabii, diğer bir mesele, şimdi, çok açık, demin teklif sahibi konuşurken kuduz vakalarındaki artışı söyledi. Birçok derneğin var, size de ulaştırmışlardır "Sokak Köpeği Popülasyonu Sorununda Tek Çözüm" diye. Kayıhan Hocam da burada, son yıllardaki bütün veriler aslında kuduz vakalarında ciddi bir düşüş eğilimi olduğunu gösteriyor. Artı, kuduzun kaynağı -yine Kayıhan Hocaya referansla söyleyeyim- sadece köpekler değildir. En fazla kuduz vakasının görüldüğü bölge illeri, neden? Çünkü aşılamanın yetersiz olduğu yerler, çünkü kısırlaştırmanın az olduğu yerler, çünkü kırsal nüfusun fazla olduğu yerler ve kırsal nüfusun fazla olduğu yerlerde en nihayetinde vahşi hayvanlarla temasın arttığını görüyoruz ve aynı şekilde evcil hayvanların da, aslında diğer hayvan türlerinin de kuduz mikrobu taşıdığını çok iyi biliyoruz. İşte, diğer zoonoz hastalıklar ve kist hitadik gibi birçok gerekçe sayılmış. Bunların her biri önlenebilir şeyler, bunlara dair önlem almak gerekiyor. Evet, insan sağlığını koruyalım. Ben bizzat hemşireyken kuduz vakasıyla karşılaşmış, kuduzdan ölen bir hastaya tanıklık etmiş biriyim, asla kabul edilemez ama yasalar niye var, aşı niye var? Biz 2024 yılında hâlâ "Kuduzdan insanlar ölüyor, bu nedenle köpekleri öldürelim."i konuşuyorsak vallahi biz bilimin dışında, çağın dışında, bambaşka bir yerde, Orta Çağ'da falan yaşıyoruz demek ki çünkü bu 21'inci yüzyılın görüşü değil, 21'inci yüzyıldaki hiçbir veri bize hayvanları, köpekleri katlederek kuduz mikrobunun eradike edileceğini, kuduz mikrobunun ortadan kaldırılacağını, vakaların görülmeyeceğini söylemiyor; aksine, çok açık ve net, yeni doğan köpeklerin aşılanmalarının yapılması gerekiyor, bütün hayvanların aşı takiplerinin yapılması gerekiyor ve en önemlisi aslında bunların yerinde yaşaması gerekiyor çünkü yerinde yaşatılmayan hayvanlar oradan söküldüğünde aslında başka hayvan grupları dışarıdan oraya geliyor ve bu da aşılı hayvanın göç etmesine neden oluyor.
Diğer bir mesele, Hayvan Hakları Yasa'mız var ama içerisinde bir cezai müeyyide öngörülmüyor, bakın, Kabahatler Kanunu'na göre işlem yapılıyor. Bu kabul edilebilir mi? Yani bir hayvana tecavüz ediliyor -bu köpek olabilir ya da başka bir hayvan olabilir- taciz ediliyor, eziyet ediliyor, işkence ediliyor, elektrik veriliyor, bu tür bir sürü -insan diyemeyeceğim- insanlık dışı uygulamayı bir hayvan, bir canlı üzerinde uyguluyorlar ama sonra gidiyorlar ellerini kollarını sallayarak. Niye? Çünkü eziyet ettiğinde eziyet suçu insana değil hayvana yapıldığı için Kabahatler Kanunu'na göre cezalandırılıyor. Şimdi bu kabul edilebilir mi? Mesela gelin bunu konuşalım. Bu hangi insana, hangi vicdana ki yürürken... Siz de söylediniz "Benim köpeğim var." dediniz, düşünün, köpeğinize biri o muameleyi reva görse onun Kabahatler Kanunu'ndan cezalandırılmasına rıza gösterir misiniz? Hayır, hiçbirimiz göstermeyiz ama bu illa bizim köpeğimiz olmasını gerektirmez, illa ki sahiplik ilişkisini geliştirmez, orada da bir şey var.
İkincisi, doğanın nesne olarak görülmesi çünkü şu anda doğayı da AKP nesne olarak görüyor, dağa taşa maden arıyor. Niye? Çünkü doğayı sömürebiliriz; ağaçları kesebiliriz, yakabiliriz, her türlü tahribatı yapabiliriz, her şey insan için. "Her şey insan için" dediğinizde her yere maden sahası da açarsınız, köpekleri de katledersiniz, her şeyi de yaparsınız. Oysa ki böyle bir şey yok Sayın Başkan. Doğa bir nesne olmadığı gibi köpekler ve bizim dışımızdaki canlılar da bir nesne değildir, bunlar yaşamın bir öznesidir, ekosistemin bir öznesidir ve insanın kendini merkeze koyarak canlıları, hayvanları ama üzerinde konuştuğumuz yasa gereği de sokak köpeklerini nesneleştirmesini asla ama asla kabul edemeyiz. Bu, insan bakışlı, tahakkümcü, tekçi anlayışı hızla terk etmemiz gerekiyor.
Ben daha fazla uzatmak istemiyorum, son olarak şunu söyleyerek bitireyim: Bu çocuk hassasiyeti meselesi üzerinden şunun altını çizmek istiyorum: Bu ülkede Karaman'da 45 çocuk Ensar Vakfı tarafından tecavüze uğradı, Erzurum Palandöken'de yine bir Kur-an kursunda sanırım 9 çocuk -ki annesi başörtülü hatta çarşaflı bir kadındı ve isyan ediyordu duruşma öncesinde- tecavüze uğradı. Bu ülkede bilmediğimiz dünya kadar yerde, mekânda çocuklar tecavüze uğruyor, tacize uğruyor, bu ülkede dünya kadar çocuk istismarı vakası var, kadına yönelik istismar ve tecavüz meseleleri var ama bakın, gelmişiz neyi konuşuyoruz. Gerçekten bir çocuk hassasiyetini konuşacaksak önce oradan başlamamız gerekiyor ve buna dair düzenlemeler yapmamız gerekiyor. Şunu söyleyeyim: En son bu bütçe salonunda, son bütçe döneminde şunu sormuştuk Millî Eğitim Bakanına: "Niye çocuklara 1 öğün ücretsiz yemek vermiyorsunuz?" "Efendim, bütçemiz yok." dedi. Dedim ki: Siz bir önceki dönemde anaokullarında ücretsiz yemek veriyordunuz, onu da deprem bölgesiyle sınırlandırdınız. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Yine döndüler, yine dediler ki: "Bütçemiz yok." E, bütçeniz her şeye var; uçağa var, 5 uçakla NATO Zirvesi'ne gitmeye var, yata var, kata var, saraya var, şatafata var, lokantaya var, tuvalet yenilemek için 23 milyon liralık Hazine Bakanlığının bütçesi var, dünyaya, her şeye bütçeniz var, bir tek çocuklara yok, bir tek kadınlara yok, bir tek sokak hayvanlarına mı yok? Bakın, o Meclis araştırma raporunda diyor ki: "Hayvan fonu olmalı." Niye bir hayvan fonu kurmuyoruz? Niye bu ülkede bir hayvan bakanlığı yok? Niye hayvan refahını gözetecek düzenlemeler yapmıyoruz? sorusunu tekrardan bütün Meclise soruyorum ve bu teklifi getirenlerin de vicdanına sesleniyorum. Yarım bu ülkede hangi belediye olursa olsun, hangi kent olursa olsun orada toplanacak o "barınak" adı altındaki cezaevlerine, tecrit mekânlarına kapatılacak her bir hayvanın, her bir canlının -sizin dilinizle söyleyeyim- Allah'ın verdiği her bir canın günahı, vebali sizin boynunuza ama bu iş günaha, vebale bakmaz. Tabii ki bu yasaya direneceğiz, bu yasaya geçit vermeyeceğiz.
Tekrar teşekkür ediyorum öncelik tanıdığınız için.