Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
Konu | : | Denizli Milletvekili Cahit Özkan ve 133 Milletvekilinin, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2258) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 11 .07.2024 |
MURAT EMİR (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çok değerli Komisyon üyelerimiz ve davetli arkadaşlarımız ve basın emekçileri; hepinizi en içten saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, özellikle 2017 Anayasa değişikliğiyle birlikte dünyada var olan ama bizim de yakından tanıştığımız, acı tecrübeyle tanıdığımız bir kavram var. Bu kavram David Landau tarafından ortaya atılmış bir kavram ve suistimalci anayasacılığı tarif ediyor. Şöyle diyor: "Anayasal olanaklar, anayasanın verdiği olanaklar popülist iktidarlar tarafından kullanılarak anayasa fiilen ortadan kaldırılıyor, anayasa istismar ediliyor ve demokrasi, hukuk devleti ayaklar altına alınıyor. İşte bunun adı istismarcı anayasacılıktır." Biz 2017'de bunu gördük. Aslına bakarsanız, şeklen bile birçok yanlış yapılmasına rağmen "Anayasa Mahkemesi sadece şeklen, usulen denetler." dendiği için Anayasa'nın içeriğine, Anayasa değişikliğinin içeriğine bakılmadığı için maalesef, Anayasamızı ayaklar altına alan, demokratik hukuk devletimizi yok olma noktasına taşıyan, bütün kuvvetleri bir kişinin iradesine bağlayan bir Anayasa değişikliği yaşandı ve her geçen gün de Anayasa'mızın var olan maddelerinin ayaklar altına alındığını görüyoruz. Bakınız, öyle bir rejime geldik ki bir kişi, yasamayı, iktidar grubunu neredeyse belirliyor, mevcut Siyasi Partiler Yasası'ndan da güç alarak. Aynı şekilde, yürütme, zaten kendisi bir kişilik iktidar. Bu tartışmaları Cahit Bey çok iyi hatırlayacaktır, bu salonda çok yaptık zamanında. Bir kişilik iktidar, zaten bununla da övünüldü, "Zaten o yüzde 51'i alıyor." dendi, "Yüzde 50 artı 1'i alan bir kişi tabii ki iktidar olacak." dendi. Biz, ortak akıl, Parlamento, kuvvetler dengesi, kuvvetler ayrılığı dedikçe bunlar söylendi ama buna karşı, maalesef, Türkiye'de böylesine bir Anayasa değişikliği yaşandı ve bunun şimdi de devamındaki süreçleri her geçen gün yaşıyoruz. Özellikle de bu, tek adam rejiminin, bu ucube sistemin her gün komplikasyonlarını görüyoruz ve Türkiye artık bununla devam edemeyeceğini açık bir biçimde yaşayarak görüyor. Bence, iktidar sahipleri de o gün bu Anayasa değişikliğini hararetle savunanlar da bugün nasıl bir açmaz içine düştüklerini görüyorlar, kapı kapı dolaşıyorlar, bakıyorlar, "İktidarımızı nasıl daha çok sürdürebiliriz?" diye arayışa giriyorlar ve bu arayışların sonucunda da Türkiye'ye sanki demokratik, özgürlükçü, sivil bir Anayasa yapma telaşları, çabaları varmış gibi yapıp ama gerçekte var olan otoriter yapıyı daha da güçlendirmenin yollarını aramak derdindeler.
Şimdi, bu girişten sonra değerli arkadaşlar, önümüze gelen metinde de açıkça Anayasa'nın ihlal edildiğini söylüyoruz ama benden önce konuşan arkadaşlarım da değindiler; bu, olağan bir Anayasa'ya aykırılık değil. Anayasa'ya aykırılığı gerçekten şöyle konuşabilirdik: Farklı bir metin geliyor, metnin bir ruhu var, bir lafzı var; biz bunu değerlendiriyoruz. Anayasa'nın ruhuna, özüne, maddelerine, lafzına, girişine, başlangıç bölümlerine göre bakıyoruz ve diyoruz ki: Bu, Anayasa'ya aykırıdır şu, şu nedenlerle. Burada böyle bir tartışma yok. Burada arkadaşlardan "Alay etme." diyenler oldu; ben, Anayasa'ya meydan okuma olarak tanımlıyorum. Aslında şurada, Meclisin bir komisyonunda bir teknik tartışmayı yürütüyor olmasak çok daha ağır sözleri hak eden bir düzenleme. Siz ne yaptığınızın farkında mısınız arkadaşlar? Getiriyorsunuz Anayasa Mahkemesinin açıkça iptal ettiği bir hükmü, bir kelimeyi, "ancak"ı siliyorsunuz, yerine "şu kadar ki" yazıyorsunuz. Bu, şu anlama geliyor: "Biz Anayasa Mahkemesini tanımıyoruz kardeşim." Kim o Anayasa Mahkemesi? Sizin Cumhurbaşkanınızın ve bir önceki seçtiğiniz Cumhurbaşkanının atadığı üyelerden oluşan Anayasa Mahkemesi.
Peki, bu Anayasa Mahkemesi sizi niye rahatsız ediyor? Biliyoruz çünkü Anayasa Mahkemesi, sizin o başhukukçularınız var ya millî hukuktan bahseden, ne demekse, o "millî hukuk" tanımına uymuyor yani üyeler uyuyor da Anayasa Mahkemesi kararıyla uyuyamıyor, niye? Çünkü Venedik Komisyonu var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var, uluslararası hukuk var; Anayasa Mahkemesi onlar nezdinde bir iletişim hâlinde ve onlar nezdinde bir saygınlığa ihtiyacı var ve utana sıkıla bazen karar veriyor, çekinik kararlar veriyor, bu kararları bile siz kimi zaman uygulamıyorsunuz, kimi zaman görmezden geliyorsunuz Can Atalay kararında olduğu gibi. 2 defa verilen "Can Atalay'ın cezaevinde tutulması Anayasa'ya aykırıdır." kararına rağmen, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin "Ortada bir hüküm yok." diyecek kadar küstahlaştığı bir ortamda, dönüyorsunuz, Anayasa Mahkemesini yok sayacak bir noktaya geliyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, devletin temeli, temel direği Anayasa'dır. Ben, burada anayasa tartışmalarını yaparken önemli bir benzetmeyi hatırlıyorum, AKP'li üyelerden gelmişti "Bakın, Türkmen çadırı vardır, Türkmen çadırının ortasında bir direk vardır; Türkmen çadırında kavga çıkar, her şey olur ama hiç kimse o direğe tekme atmayı düşünemez çünkü o direk çökerse çadır çöker." Demişti. O direk Anayasa'dır. Peki, bu Anayasa'nın koruyucusu kimdir? Anayasa Mahkemesidir; önce Anayasa Mahkemesi sonra da bizler. Değerli arkadaşlar, Anayasa'ya meydan okumak, bir anayasal kurum olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde Anayasa'ya namusu ve şerefi üzerine yemin ettiği milletvekillerinin eliyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir salonunda hem de Adalet salonunda Anayasa'ya meydan okumak, "Anayasa'yı tanımıyoruz." demek, Anayasa Mahkemesiyle alay etmek kimin haddinedir?
Sayın Özkan, size soruyorum. Bakın, 4 erkek yan yana gelmişsiniz, kadınların kimin soyadını taşıyacağına karar vermişsiniz; ne hadle, ne hakla? Siz bu yetkiyi nereden alıyorsunuz? Yani size, ben birazdan anlatacağım, sizin çok ilgilenmeyeceğinizi biliyorum ama tutanaklara geçmesi lazım. Bir defa, bu, Anayasa'ya karşı kalkışmadır; bu, Anayasa'yı yok hükmünde saymaktır ve eğer namus ve şeref üzerine yemin edilmiş bir yemin metni varsa, buna siz gerçekten yemin ettiyseniz önce namusun ve şerefinin sorgulanması gerekir. Kusura bakmayın yani bu seviyede konuşmak zorundayız.
Değerli arkadaşlar, bu teklif nereden geldi? Anayasa Mahkemesinin kararları var, 2001 Medeni Kanun değişikliğinden sonra bir tanım yapıldı ve eşlerden kadının gerektiğinde arzu ediyorsa kızlık soyadını taşımasının önü açıldı ama bu yetmedi kadınlarımıza, doğal olarak yetmedi çünkü tüm dünyada, İslam aleminde, Türk coğrafyasında, Batı'da, hiçbir yerde olmayan eşitlik dışı bir durum var burada ve bu mücadele sürdü. Kadınlarımız Anayasa Mahkemesine gittiler bireysel başvuruyla 2011'den sonra. Bu bireysel başvuru çok önemli. Bakın, bireysel başvuru sizin eseriniz. O yıllarda düşe kalka da olsa Avrupa Birliği yolunda yürüyordunuz, o yoldan çıktıktan sonra da başınıza neler geldiğini hep beraber görüyoruz. Anayasa Mahkemesi karar verdi ve başvurucuya "Bir defa kadının kızlık soyadının arkasında mutlaka eşinin soyadını taşıma zorunluluğunun getirilmesi, soyadının vazgeçilmezlik, devredilmezlik ve kişiye sıkı surette bağlı olma niteliklerinin kadının soyadı bakımından geçerliliğini etkilediği görülmekte. Belirtilen uygulamanın, Anayasa'nın 17'nci maddesinde tanımlanan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır." dedi Anayasa Mahkemesi. Yani Anayasa Mahkemesi diyor ki: "Kadının soyadı kendi kişiliğiyle sıkı sıkıya bağlı, vazgeçilemez, devredilemez bir hakkıdır ve Anayasa'nın 17'nci maddesinde tanımlanan maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkının tam ortasındadır, tam bir parçasıdır; dolayısıyla buna müdahale edemezsiniz kardeşim." Sonra, Anayasa Mahkemesi kararları var. Anayasa Mahkemesi, mahkemenin başvurması sonrasında yine bir karar veriyor, diyor ki: "Gerekçeler: Nüfus kayıtlarındaki karışıklığın önlenmesi, soybağının sağlıklı şekilde tespit edilmesinde kamu yararı vardır -evet, vardır- ancak Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası da var herkesin -ben bu karardan okuyorum- artı, nüfus hizmetlerinde bilişimi de kullanıyoruz. Dolayısıyla bunlar var iken buradaki kamu yararının korunmasının yegâne yolunun ancak ve ancak kadının soyadının arkasına eşinin soyadının getirilmesi zorunluluğuyla sağlanamayacağını, başka yollar bulunması gerektiğini, hatta gerekiyorsa Anayasa'nın eşitlik ilkesinden başlayın, hukuk devleti niteliğinden devam edin, Anayasa'nın 17'nci maddesindeki maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkından devam edin, neresinden bakarsanız bakın, Anayasa'nın ihlal edilmesi ve kadın ile erkeğin eşit görülmemesi yoluyla düzeltilemez." Ve devam ediyor: "Anayasa'nın 41'inci maddesinin -özellikle yaslandıkları- birinci fıkrasında Türk toplumunun temeli olduğu belirtilen ailenin toplumsal değerlerinin sonraki nesillere aktarılması gibi önemli işlevi bulunmaktadır -doğru- ancak kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almasının, ailenin ortak bir soyadına sahip olmasının mümkün kılan tek seçenek olmadığı açıktır." Anayasa Mahkemesi diyor bunu. Yani diyor ki: "Senin 1 tane soyadla eğer gerçekten kamu yararı, o geleneksel aile yapısının korunması gibi bir niyetin var ise bunu ancak ve ancak kadınları ikinci sınıf görerek, kadını erkeğin malı gibi görerek, kadını anayasal eşitlik hakkından mahrum ederek yapamazsın." Ve "Bu bağlamda, eşlere içlerinden birinin soyadını veya bunun dışında bir adı ortak soyadı olarak belirleme imkânının tanınması ya da ortak soyadının eşlerin evlenmeden önceki soyadların birleşiminden oluşacağının öngörülmesi de mümkündür." diyor. Bakın, size yol da gösteriyor. Nitekim, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak teklifimizi hazırladık, Komisyonumuza da teklif edeceğiz.
Bakın, bir yasal değişiklikte, ben daha ileri gidiyorum, bir yasal değişiklikte "kadın-koca" diye başlamayı bile reddediyoruz biz, "eş" diyeceğiz arkadaş, "eş" yani bu kadın olur, erkek olur. Dolayısıyla bütün düzenlemeler, kişinin cinsiyetinden bağımsız olarak herkes için geçerli olacak. İşte bunu yaptığımız zaman ancak biz gerçek anlamda eşitliği sağlamış oluruz. Ve bakın, biz "eşitlik" dedikçe sizde ne kadar çağrışım yapıyor bilmiyorum ama size oy veren kadınların son derece politik olduklarını, son derece algılarının yüksek olduğunu ve kulaklarının, gözlerinin bu Komisyonda ve Mecliste olacağını ben biliyorum; biz sokaklardayız. Ateşle oynadığınızı bilin. Nerelerden akıl aldıysanız, kimlerden telkin aldıysanız tekrar bir değerlendirin. Ateşle oynuyorsunuz.
Şimdi, AİHM kararlarına gelelim. Bunlar, bizim ulusal mahkemelerimiz, en yüksek yargı organımızın kararları. Tabii, Sayın Mehmet Uçum Anayasa Mahkemesini millî sayıyor mu, saymıyor mu; ona bir sorarsınız bir ara ama AİHM kararları var. Avrupa Konseyi üye ülkeleri arasında böyle bir düzenlemeyi gündeme taşıyan tek ülke Türkiye; tebrik ediyoruz sizi(!) Bu konuda, Türkiye'nin o ayrıcalığını gerçekten kimseye kaptırmamışsınız. Yine, AİHM "Türkiye'nin buradaki tutumu, kadın ve erkeklerin aile içerisinde eşit haklara sahip olmasını sağlama yönündeki genel eğiliminin dışında da konumlandırmamaktadır. Aile birliğinin erkeğin soyadı aracılığıyla yansıtılması Türk yasalarının o zamana kadar savunduğu geleneksel aile görüşüne karşılık gelmekteydi." diyor yani 2001 öncesi değişikliğini söylüyor ama 2001 değişikliğinin amacının, kadın ile erkeği gerçekten Anayasa'da olduğu gibi eşit bir konuma taşımak olduğunu söylüyor.
Yine, Türk tipi bir gelenek olduğuna da saygılı ve diyor ki: "Bu geleneğin erkeğin aile içerisinde sahip olduğu birincil ve kadının sahip olduğu ikincil rollerden kaynaklandığı açıktır." Yani, sizin gelenek diye yaslandığınızın aslında kadına ikincil bir rol biçmek olduğunu AİHM açıkça söylüyor. Buna itirazınız var mı? Yani, biz burada, bu ülkede, maalesef, kadın cinayetlerini önleyemiyoruz, kadınlara karşı ikinci sınıf muameleyi önleyemiyoruz, eşitliği sağlayamıyoruz, yaşamın her alanında bunu görüyoruz ama bunun altında biriken bu politik tutumu önümüze getiren alttaki kodlara baktığınızda işte bu "geleneksel aile yapısı" dediğiniz anlayış yatıyor. Bizim geleneklerimize bağlı olmakla bir sorunumuz yok, geleneklere tabii bağlı olacağız ama geleneklerimiz kadına ikinci sınıf bir rol biçiyorsa biz o geleneğin yanında değiliz, biz o geleneği elimizin tersiyle itiyoruz; bu da böyle bilinsin. Dolayısıyla "Geleneğimiz efendim." deyip geçiştiremezsiniz. Sonrasında "Geleneğiniz var ama ayırımcılık yapmama ilkesinden vazgeçemezsiniz; geleneğiniz var diye ayrımcılık yapamazsınız." diyor AİHM. Yine "Aile birliği, aile soyadı olarak erkeğin soyadının kabul edilmesiyle yansıtılabileceği gibi kadının soyadının ya da çift tarafından seçilen ortak bir soyadın kabul edilmesi yansıtılabilir." diyor. Aynı Anayasa Mahkememizin kararı gibi, gerçekten de öyle. Niye yegâne yolu, niye biricik yolu kadınlara illa "Sen evlendiği adamın soyadını taşıyacaksın." demek olsun? Bütün dünya bunu çözmüş. Yani içinizde uluslararası karşılaştırmalı hukukta çalışan biri var mı bilmiyorum ama Sayın Başkanın bu konudaki yetkinliğini biliyorum.
Sayın Başkan katkı verin, lütfen katkı verin, bu tartışmaya katkı vermenizi bekliyoruz. Böyle bir uygulama dünyada hangi ülkelerde var veya hangi ülkelerde yok? Bu, çok önemli bir nokta.
Dolayısıyla bakınız "Soyadı empoze edemezsiniz." diyor ve özellikle AİHM "Evli bir çiftin ortak bir aile adı taşımamayı tercih ettiği durumlarda bile aile birliğinin korunup güçlendirebileceğine dikkat çekmektedir. Bu uygulamanın nesnel ve makul bir nedeni olmadığı açıktır." diyor. Yani siz geleneksel ailenize sahip çıkacaksanız çıkın, aile birliğini koruyacaksanız koruyun. Aile birliği sonuç olarak iki insan arasında kurulur, sevgiye dayalıdır, anlayışa dayalıdır. Bizim de geleneklerimizin içerisinde önemli bir yer işgal eder. Biz, elbette aileyi korumakla yükümlüyüz. Elbette ki yeni nesillerin nasıl yetişeceğiyle hepimiz bire bir ilgiliyiz ama bunu yapacağız diye kadınlara ikinci sınıf muamelesi asla yapamayız.
Sonuç olarak değerli arkadaşlar, tekrar başladığımız noktaya gelelim. Burada anayasalmış gibi görünen, baktığınızda şeklî açıdan bir yasa teklifi olma niteliği taşıyan böyle bir metinle, böyle bir laf kalabalığıyla karşımıza geldiniz. Burada parmaklar inecek, kalkacak; Komisyonda bitecek, Genel Kurulu geçecek ama bakın Anayasa'yı çiğnediğiniz, Anayasa'ya meydan okuduğunuz, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla alay ettiğiniz gerçeği değişmeyecek.
Peki, Türkiye'de bunun önlenmesine dönük uygulamalar var mı? Yani biraz daha teknik bir tarafa gidelim. Yasama organı Anayasa'yı sıklıkla, kasten, bilerek, isteyerek, açıkça ihlal ederse kim ne yapabilir? Anayasa'yı koruma görevi kimindir? Anayasa'yı koruma görevi, bir defa öncelikle 85 milyonundur ve 85 milyon burada Anayasa böylesine ayaklar altına alınırken bu yapılana sessiz kalmayacak, bunu bilin. Bu Parlamento da sessiz kalmayacak, bu Komisyon da sessiz kalmayacak. Bu getirdiğiniz yasa teklifinin ne demek olduğunu siz kısa sürede anlayacaksınız, size anlatacaklar, sadece biz değil herkes anlatacak bunu sokakta, sizin eşleriniz de size bunu anlatacaklar. Ama Anayasa Mahkemesine de özel bir görev düşüyor. Elimde 93 tarihli bir Anayasa Mahkemesi kararı var. Bu Anayasa Mahkemesi kararı -anımsayacaksınız- rahmetli Mümtaz Soysal Hocanın TELEKOM'un t'sinin satılmasıyla ilgili açtığı başvuruların sonucunda ortaya çıkmış bir karar. Bu Anayasa Mahkemesi kararı özet olarak şöyle söylüyor: "Anayasa Mahkemesi uygunluk denetimleri sırasında insan yaşamının, devletin ve ulusun yüksek çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda kararlarıyla gerekli önlemi alma yükümlülüğündedir. Tersi durumda kişiler, toplum, kamu düzeni Anayasa'da korumasından yoksun bırakılmış olur." Yani Anayasa Mahkemesi bir karar veriyorsa toplumu, ülkeyi, demokrasiyi, insanları, eşitliği korumak üzere bir karar veriyorsa bunun uygulamasını da gözetmek zorundadır; Anayasa'nın koruyucusu, Anayasa Mahkemesidir. Ve aslında "Bu zorunluluk kararların etkinliği yönünden de geçerlidir." diyor ve "Önemli konularda kararların kimi zaman sonuçsuz kalmasına neden olmaktadır." diyor Anayasa Mahkemesinin kararlarına uyulmaması sonucunda. Aynen normal yargıda olduğu gibi, idari yargıda olduğu gibi veya hukuk yargılamalarında olduğu gibi yürütmeyi durdurma yetkisi konusunda Anayasa Mahkemesi "Benim verdiğim kararlar sonuç doğurmuyor, etkili sonuç doğurmuyor, yasama organı aynısını tekrar getiriyor ve benim amaçlarımda murat ettiğim koruma olmadığı için ben yürütmeyi durduruyorum." diyor. Anımsayacaktır Sayın Başkan, Anayasa yargısının özü de budur aslında.
Amerika'da bir hâkim "Eğer anayasa çiğneniyorsa ne yapılacak? Ben yapılanı anayasaya göre de değerlendiririm." dediği zaman ve uygulanan hukuk sistemini, hukuk maddelerini anayasaya göre değerlendirmeye başladığı zaman, dünyada anayasa yargısı başladı ve dünyanın birçok anayasa yargısının haiz olduğu yürütmeyi durdurma yetkisini de Anayasa Mahkemesi kullandı.
Buradan açıkça sesleniyoruz: Bu tutanakları okuyacaklar, Anayasa Mahkemesi kararlarını etkisiz hâle getiren, sonuçsuz bırakan, "Anayasa Mahkemesi kararları geriye dönemez." hükmünden yararlanan, Anayasa'yı istiskal eden, Anayasa'yla alay eden veyahut da Anayasa'ya meydan okuyan böyle kararlar olduğunda Anayasa Mahkemesinin yürütmeyi durdurma yetkisi vardır ve bu yetkisini de kullanmak zorundadır. Bunu kullanmadığı sürece de Anayasa Mahkemesi de ne kararlarıyla bir sonuç doğurabilir ne de bu Meclisin bu küstahlığına -yani Meclisin değil tabii, Meclisin bu yetkisini kullananların küstahlığına- boyun eğmek durumunda kalır. Buradan uyarıyoruz: Normal bir hukuk düzeninde Anayasa Mahkemesinin böylesine kelime hokkabazlıklarıyla yapılacak düzenlemelere karşı vereceği bir cevap da olmalıdır, olacaktır.
Sabrınız için teşekkür ederim.