KOMİSYON KONUŞMASI

YÜKSEL TAŞKIN (İzmir) - Şimdi, siz dediniz ya "AfD'de Türkler var." diye, Hollanda'da da Başbakanlığa yürüyen sağ partiden bir Türk hanımefendi vardı. Aslında sosyoloji ile siyaset arasında muazzam bir gerilim var, sosyoloji -bu "hibridizasyon" diyorlar ya- melezleşme üretiyor yani bunu kötü anlamda söylemiyorum. İşte, demin İlkay'ın çok güzel bir fotoğrafı vardı yani Alman Millî Takımı'nda. Şimdilerde daha farklı konuşan Mesut Özil de Alman Millî Takımı'ndayken "Ben kendimi Alman gibi hissediyorum." diyordu -ki ben yargılamıyorum- o tarz demeçleri vardı yani hayat böyle akıyor.

Burada böyle "Siz ırkçısınız." dediğinizde "Hayır, olur mu canım, biz ırkçı değiliz." diye yanıtlar çok sık alınıyor ama düpedüz fiilen ırkçılık yapılıyor aslında ki kendi ülkenizde de ırkçı birisine "Irkçısın." dediğinizde "Olur mu ya, ben filanca görüşe yakınım, ırkçı değilim." diyor. Ben burada hiç tribünlere oynamadan konuşuyorum dikkat ediyorsanız, parti vesaire şeyine girmeden.

Bu "refah şovenizmi" kavramını kullanıyorlar böyle zamanlarda yani Türkiye'den giden bir vatandaş da kendini oldukça başarılı görüyorsa başkalarını küçümsemeye başlayabiliyor, o kendini AfD'nin içinde görebiliyor. Hatta esprili bir şey, küçük bir anekdot paylaşayım: Amerikan sınırını geçip öbür tarafa kapağı atan bir Türk vatandaşına mikrofon uzatmışlar "Ya, Amerikalı haklı; bu ne ya, herkes buraya akıyor." demiş. Şunu demeye çalışıyorum: Böyle bir "refah şovenizmi" kavramı İtalya'da çok uzun zamandır kullanılıyor. Kuzey diyor ki güneye: "Siz tembelsiniz, bizim vergilerimizle geçiniyorsunuz." Sanki bütün dünya oraya gidiyor. O kavram ne kadar elverişli, onu soruyorum çünkü direkt ırkçılık üzerinden kendilerini şey yapmak istemiyorlar, daha sofistike yerlere doğru gidiyorlar.

Onun dışında, ben bir de şunu söyleyeceğim -tabii, siz bölgeyi çok iyi biliyorsunuz- vallahi ben Avrupa Birliği ve uluslararası müdahale edebilecek kurumlardan, kriz çözebilecek kurumlardan uzun bir süre hiçbir şey beklemiyorum; komplocu bir zihniyetim olduğundan değil, fiilî durumda ne Birleşmiş Milletlerden ne Avrupa Birliğinden ne de Amerika'dan... Bana göre, Türkiye'nin güvenlikçi paradigmadan sıyrılıp Orta Doğu bölgesine farklı bir şekilde girmesi lazım. Burayı sakinleştirecek 3 tane güç görüyorum temelde: Mısır, İran ve Türkiye. İran'la her şeyimiz aynı olacak diye bir şey yok, Mısır'la da değil ama bu 3 ülke bölgesel konularda bir masada oturabilirlerse belki biz bölgeyi istikrara kavuştururuz.

Şunu soracağım size: Bu bölgeyi siyasal, iktisadi istikrara kavuşturmaya vereceğimiz her yatırım göçmen almamızı, mülteci almamızı daha azaltıp... Ya, göçmen bir realite zaten, o vurgu çok önemli. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yani biz yine AB'den medet ummaktansa kendi bölgesel... Ya, şu güvenlikçi dilden kurtulalım diye benim bir bakış açım var yani kendi güneyimize o güvenlik... Bana göre, bana sorarsanız -kimse kusura bakmasın- çok güvenlikçi baktığımız için nur topu gibi Rusya ve Amerika'yı komşu yaptık kendi güneyimizde. Dolayısıyla, buralardan çıkmamız gerekiyor gibi görüyorum.

Birincisi "Refah şovenizmi" kavramı daha mı uygundur? İkincisi de biz bölgesel istikrar için uluslararası yapılardan uzun bir süre medet ummadan daha farklı bir paradigmayla mı bölgeye yaklaşmalıyız acaba diye naçizane aklıma gelen...