KOMİSYON KONUŞMASI

SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

Şimdi, bu 8'inci madde öğretmenlik mesleğiyle ilgili çok kritik maddelerden bir tanesi, Millî Eğitim Akademisinin de özünü oluşturan maddelerden bir tanesi. Şimdi, bu maddeye göre baktığımızda, Millî Eğitim Akademisinde öğretmenleri aldığımız zaman, burada temel tezi şu, diyor ki: Bu öğretmenler -biraz önce de söz konusu oldu- buraya hazır gelmiyorlar, ben bu öğretmenleri alacağım, yetiştireceğim. Aslında, Millî Eğitim Akademisinin temel olarak söylediği şeylerden bir tanesi bir yeniden yetiştirme programı oluşturduğudur yani bakın, bir meslek içi eğitim programı değildir Millî Eğitim Akademisi çünkü biraz önce vekilimize de sordum özellikle "Eğer bu mülakatın gerçekten kaldırılması meselesinde hepimiz aynı fikirdeysek..." diye. Şimdi, burada itiraz ettiğimiz temel nokta şu: Millî Eğitim Bakanlığının bir Millî Eğitim Akademisine ihtiyacı var; geçmişte vardı, kapatıldı. Bu Millî Eğitim Akademisi yeniden açılmalıdır, hizmet içi eğitim vermelidir. Neden? 1 milyon 154 bin öğretmen var, bu öğretmenler sonuç itibarıyla yıllar geçtikçe çağın gereği çerçevesinde eğitim almalıdır, kendini güçlendirmelidir. Dünyanın bütün iyi kurumları hizmet içi eğitimler verirler. Zaten bunun için de Millî Eğitim Bakanlığının içerisinde bir görev alanı var, bununla ilgili çalışan bir alan var. Dolayısıyla burada hiçbir tartışma konusu yok. Bunun üzerinde tartıştığımız en temel konu, seçme sürecinin bir parçası olmasıdır. Dolayısıyla Millî Eğitim Akademisine girecek olan arkadaşlarımızın önce devlet memuru olması -sözleşmeli değil- doğrudan Anayasa'da hükmünü bulur şekilde; çünkü bugünkü hâliyle Anayasa'nın 130'uncu maddesinin birinci fıkrasına ve 128'inci maddesinin birinci fıkrasına uygun değildir bu. Deniliyor ki burada çünkü: "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür." Dolayısıyla burada bu nedenle zaten yüz binlerce öğretmenimiz var, hepsi devlet memuru. Şimdi, 2016'dan bu yana bu rejim bir sözleşmeli öğretmen rejimine döndürüldü, belli bir süre burada beklemeleri gerekiyor, güvencesiz bir şekilde çalışmaları ve yerlerinden ayrılmamaları gerekiyor. Bunu daha önce de konuştuk. Bu istisnai bir durumken tüm Türkiye'ye yayılmış bir durum hâline geldi. O nedenle, devlet memuru olarak alınmaları, alındıktan sonra da Millî Eğitim Akademisinin içerisinde gerekli, hazırlıkla ilgili Millî Eğitim Bakanlığının ihtiyacı olan her neyse onu vermesi.

Fakat şimdi, burada 8'inci maddeyle ilgili çok önemli konular var; bunlardan biri şu: Aday öğretmen, öğretmen adayı... Şimdi, kanunda deniyor ki: "Bunlar öğretmen adayıdır." Bir kere çok net söylüyoruz: Öğretmen adayı olarak değerlendirilemezler çünkü kendileri dört yıllık bir üniversiteyi bitirmişler, öğretmen ünvanını almışlar. Öğretmen ünvanını alan her kimseye siz dönüp tekrar "Sen aday öğretmensin, öğretmen adayısın." diyemezsiniz. Burada başka bir garabet var. Bu üniversiteleri bitirmiş olan öğretmenler eğer devlette çalışmak istiyorlarsa statülerini kaybedip öğretmen adayına düşüyorlar ama özel sektörde çalışmak isterlerse diplomaları olduğu için öğretmen olarak devam ediyorlar. AK PARTİ Grubundan istirham ediyoruz, bakın, böyle bir yasal ikilik olamaz. Elinde öğretmen diploması olan insanlar özel sektörde çalışırken diplomaları geçerli, kamuda çalışırken öğretmen adayı pozisyonuna dü-şe-mez-ler. Dolayısıyla bu önerdiğiniz şey, kanunsuz bir öneri; doğru değil, hukuksal değil, hukuki değil. O yüzden, bir kere atanmayan öğretmenler açısından baktığımızda çok önemli sorunlardan bir tanesi bu. Tabii, böyle yapıldığı zaman iktidar otomatikman ne diyor aslında? "Ben 1 milyona ulaşmış bu atanmayan öğretmen problemini çözemiyorum. Bunun çözümünü bu atanmayan öğretmenlerin statüsünü değiştirmekte buluyorum." diyor. Şimdi, bu kabul edilebilir bir durum değil; birinci söyleyeceğim bu.

İki; kanunda hükmü var, diyorsunuz ki: "Bu arkadaşlarımız buradan eğitim alacaklar, ihtiyacımız var." Bir kere eğitim fakültelerinin neden sustuklarını anlamıyorum, kamuoyuna soruyorum. Hükûmet, Millî Eğitim Bakanlığı ve bu teklif sahipleri açık bir şekilde diyorlar ki: "Eğitim fakültelerinden öğrenciler yeterli gelmediğinden ben bunlara ders vereceğim." Ben soruyorum YÖK'e, ben soruyorum eğitim fakültelerine: Bunlar gerçekten yetersiz mi geliyorlar? Sizlerde hemfikir misiniz? Peki, şu soruyu soruyorum: 3 Millî Eğitim Bakanlığı temsilcisi YÖK'te.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Sayın Milletvekilim, toparlayabilir miyiz.

SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - YÖK, aynı Hükûmet tarafından belirleniyor. Peki, bunu iyileştirmek için ne yaptınız? Yaptınız mı bir şey? Hiçbir şey yapmayıp "Gelmiyor." deyip yeni bir yapı kurmanın bir anlamı var mı, bir mantığı var mı? Dolayısıyla Eğitim Fakülteleri Dekanlar Konseyi ne işe yarar? Onların bir sözleri yok mudur? Ya, kardeşim, neyi eksik görüyorsanız biz bunları değiştirelim, düzeltelim. Örneğin, az mı staj yapıyorlar? Öyle doksan altı saat falan değil, seksen dört-seksen dört, yüz altmış sekiz saat yapıyorlar ama azsa örneğin, tıp fakültesindeki gibi bir sene daha mı koyalım, biz bu eğitim fakültelerinin durumunu değiştirelim mi gibi. Şimdi, bunların hiçbirini düşünmeyip öğretmen ünvanı olan insanların elinden ünvanını almak, onları yıllarca güvencesiz çalıştırmak ve sonra bir disiplin hükmüyle de gidebilecekleri bir tedirginlikte bırakmak; bunun nesi kanuni? Böyle bir şey olması mümkün değil.

Bu içerikler ne olacak? Dersleri kim verecek? Başka bir şey soracağım; Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin diyor ki: "Bunlar yeterli gelmiyorlar, ben bunlara ders vereceğim." Sayın Tekin, kiminle vereceksin? Sonuçta, Finlandiya'dan insan ithal etmeyeceğiz. Nereden alacağız? Gene o yetersizliği yaratan -eğer öyleyse- eğitim fakültesi öğretim üyelerinden alacağız. Yani "Bunların verdiği eğitim yeterli değil." dediğimiz kişiler gelecekler, burada tekrar eğitim veriyor olacaklar. Eğer mesele buysa eksiklikler neyse bunları tespit ederiz. O tespitlerle eğitim fakültelerini geliştirmek için uğraşırız, hem kalıcı bir iş olur, her seferinde delik kova gibi bunu düzeltmeye çalışmayız; sadece kamuda değil özel sektörde çalışanları da geliştirmiş oluruz ve böylelikle, Türkiye'nin hayrına bir iş yapmış oluruz. Bu sorunu göz ardı edemeyiz. Öğretmen ünvanını almış olan insanları yok sayamayız.

Son olarak, bir şey daha söyleyeyim, Sayın Latif Selvi dedi ki: "Biz eğitim fakültesinden mezun olanların yüzde 80-85'ini alıyoruz." Hocam, matematik ilmine göre bu mümkün değil. Bugün itibarıyla, 2023-2024'te eğitim fakültelerinde 195.475 kişi var, 200 bin diyelim. Her yıl 50 bin kişi mezun ediyor bunlar diyelim, zaten sayı gelmiş 1 milyona. Şimdi, her yıl 50 bin mezun eden ve sizin maksimumda alabildiğiniz 20-25 binken ve bunların bir kısmı da zaten diğer üniversitelerin diğer bölümlerindeyken -örneğin, fen edebiyattayken, ilahiyat fakültesindeyken- bu rakamlar doğru değil. Siz, eğitim fakültelerinden mezun olan insanların 80-85'ini istihdam etmiyorsunuz Hocam, bu mümkün değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Sayın Vekilim, lütfen toparlayalım.

SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Sizin istihdam ettiklerinizin yüzde 80-85'i eğitim fakültesi kökenlidir ama siz eğitim fakültesinden mezun olanların yüzde 80-85'ini istihdam etmiyorsunuz. Dolayısıyla bu önerdiğiniz şey yasal olarak doğru değildir, üniversite açısından doğru değildir. Bu maddenin geri çekilmesi gerekmektedir.

Teşekkür ediyorum.