KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli başkanlar, değerli basın emekçileri ve bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben iki konuyla ilgili görüşlerimi ifade edeceğim: Meclis bütçesi ve ombudsman bütçesiyle ilgili.

Sayın Başkan, Meclis bütçesini sundunuz. Sunumunuzda eksik kalan bir şey vardı, demokrasi kriterleri anlamında memleketimizin şu anda içinde bulunduğu kaos ve demokrasi meselelerinde, her alanda geriye gitme meselemizle ilgili pek fazla bir şey söylemediniz. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, her şeyden önce insanlarımızın can güvenliği; bütün bu meselelerde geriye gitmiş durumdayız.

Ve Meclisimizde yüz yıllık, doksan yıllık bir gelenek var. Maalesef, 1920 Meclisindeki ruh kaybedilmiştir hep beraber. Hatta o ruh, 1915'te kaybedilmiştir. 1908'de İkinci Meclisimizde olan ruh tamamen kaybedilmiştir. 1920'deki Meclisin ruhuysa çoğulcu bakışı tamamen kaybedilip, maalesef, doksan yıldır bir cenderenin içinden geçiyoruz.

O müesses nizam hep birtakım unsurları esas saymış ve diğerlerini öteki görmüş, her dönemde birini yok saymıştır ve sıra dayağından geçirmiştir. Bu sıra dayağına girmeyen hiçbir kesim kalmamıştır. Mütedeyyinler de bu sıra dayağını uzun yıllar çekip şimdi... Maalesef, o sıra dayağında her zaman hep dayak yiyen kesimler Ermeniler ve Kürtler, özellikle bu dayaktan her zaman payını almıştır.

Şimdi, yeni bir anayasayı konuşacağız. Çoğulcu bir bakışı konuşacağız. Bunu tesis etmek için mücadele edeceğiz. Ancak konuştuğumuz tek bir şey var: Bir tek kişinin başkan olup olmama meselesi. Oysa yeni anayasayı konuşurken tabandan başlayarak yapılır anayasa. Tabandan bütün taleplerin merkeze akması, o anayasanın ruhunda, tek bir kişinin bile hakkını, hukukunu koruyacak bir ruhun hâkim olması esas alınır. Özellikle de azaltılmışların ve azınlıkların hakkının, hukukunun korunma meselesi esas alınmalı.

Maalesef, o ruhtan çok uzağız. Memleketimizin hâlâ toplumsal meseleleri yalnızca terör diye yaftalanıyor. Bu talepler Meclise akamıyor. Çoğulcu bir bakış tesis edilemiyor. Merkeziyetçi bir bakış hâlâ çok hâkim. Bütün demokrasilerde olduğu gibi, Sayın Cumhurbaşkanının iki yıl öncesine kadar söylediği gibi, ademimerkeziyetçi yapıları tesis eden, yerel demokrasiyi, çoğulcu demokrasiyi tesis eden ülkeler, demokratik ülkeler sayılıyorlar ancak yalnızca merkezden, tek kişinin karar verdiği, tek bir meclisin karar verdiği yapılarsa antidemokratik ve diktatöryal ülkeler olarak sayılıyorlar. Bizim yapmamız gereken, demokrasiyi kurumsallaştırmak ve bu yönde hareket etmek. Bu yönde size çok önemli bir görev düşüyor, Meclisimize çok önemli bir görev düşüyor.

Bununla ilgili bazı örnekler sunacağım. Bakın, mesela, Meclisimizde İngilizce, Fransızca, Almanca çevirmen var. İngilizce, Fransızca, Almanca tercümanlar da var. Ancak, bakın, Meclise, mesela Ermenice bilen yurt dışından Türkiye köklü olan, Türkiye'de yaşamış insanlar geliyorlar ve burada bazı görüşmeler yapıyorlar. Türkiye'nin hâlâ yaşayan bir dili Ermenice, Kürtçe, Rumca, Süryanice, Lazca. Bunlar, Türkiye'nin kadim dilleri. Bu konularda bir tercüman hizmeti yok veya bir çeviri hizmeti yok. Bunlar ülkemizin yaşayan dilleri, e yabancı dillerde var, bu ülkenin var olan dillerinde yok. Veya bir toplantı yapıyoruz...

Bakın, bizim grubumuz çok dilli bir grup. Grup toplantımızda bazı arkadaşlarımız çıkıyor, kapalı toplantılarda, Kürtçe konuşuyorlar ben anlamıyorum. Ben Ermenice konuşuyorum onlar anlamıyor, bir arkadaşımız Süryanice konuşuyor, kimi Zazaca konuşuyor, Türkçe konuşuyor, her dille konuşuyoruz.

FARUK ÇATUROĞLU (Zonguldak) - Türkçe konuşun, anlasın ya.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bakın, Avrupa Birliğinde ve pek çok Batılı Parlamentoda çok dilli odalar vardır. Yani çok dilli bir oda, illa genel meclisin olması gerekmiyor. Çok dilli bir oda yaratalım Meclisimizde. Orada, İngilizce, Fransızca, Almanca da hizmet verilsin ama orada her dilde çok dilli toplantılar yapılabilsin, simultane çeviri yapılabilsin, hepimiz görüşmelerimizi orada yapalım. Bu bir adımdır, bu çoğulculuk anlamında bir adımdır.

Diğer bir örnek... Bakın, hayal ettiğimiz Türkiye nasılsa Meclisimiz de öyle olmalı. Taşeron kalkacak dedik, Meclisimizde taşeron devam ediyor. Bununla ilgili de görüşlerinizi merak ediyorum. Taşeron işçiler asgari ücretle şu anda çalışıyorlar. Güvencesiz, her an kovulabilecek, kadrolu olmayan işçiler çalışıyor, Meclis koridorlarında görüyoruz. Burada pek çok hizmet taşeron işçiler tarafından veriliyor. Bunların kadrolu, güvenceli, iş güvenceli hâle getirilmesi lazım. Güvenceli çalışmanın esas alınması lazım.

Sayın Başkan, barış inisiyatifi konusunda Meclisin mutlaka ivedi olarak görev alması gerekiyor. Siyaset kurumu, maalesef, ciddi anlamda devre dışı, tekrar rol alması gerekiyor.

Ben, hemen kamu denetçisi Sayın Nihat Ömeroğlu'na geçmek istiyorum. Sayın Başkan, yalnız sizden... Bir referans vereceğim, bir konuşmamdan önce siz "Devletimize toz kondurmam." demiştiniz, ben de bunun üzerine "Bizlerin görevi devletin üzerine konan tozları temizlemektir." demiştim. Burada da Kamu Başdenetçisine çok önemli bir görev düşer. Ancak, bakın, belki de dünyanın en silik Kamu Başdenetçisi, Ombudsmanıyla karşı karşıyayız. Yani bir hükmü yok. Herhangi bir noktada bir haber olduğunu gördük mü? Hayır. Yani Türkiye'de şu anda çok ciddi demokrasi meseleleri var, insan hakları meseleleri var, sokağa çıkma yasakları altmış gündür devam ediyor, insanlarımız ölüyor, her gün cenazeler kaldırıyoruz ve Kamu Başdenetçisi ortada yok. Bu işin çözümüne dair tek bir sözü yok. Ve yıllardır gerçekten merak ediyorum, bir kamu denetçisi var mı, yok mu? Hükmü yok çünkü. Haber yok, haber değeri yok. Bağlayıcılığı yok. Kararlar alıyor ama kimsenin umurunda değil. Niçin böyle oldu biliyor musunuz? Çünkü Kamu Başdenetçisi, biz, o atandığı günlerde çok ciddi bir şekilde, muhalefet ettiğimiz şekilde, Hrant Dink cinayetinin bir parçasıdır. Kendisi, Hrant Dink cinayetinin, birincil mahkemenin bilirkişi raporunun aksi yönde defalarca rapor bildirmesine rağmen, birincil mahkeme Türklüğe hakaretten mahkûm etmiştir. Bugünlerde tekrar meşhur, hani o aydın bildirisinde 301'den yargılama var ya, hani hain ilan ettiklerimiz var ya, hain ilan ettiklerimize "Oluk oluk kan akacak." diyenlerin önüne attıklarımızı günlerdir tekrar yaşıyoruz ya. Kamu Başdenetçisi bilirkişi raporunun "Burada Türklüğe hakaret yoktur." demesine rağmen, kendisi Yargıtayda Hrant Dink'i, maalesef, Türklüğe hakaretten mahkûm etmiştir ve diğer pek çok -bakın, 34 kamu görevlisi sayıyoruz- kamu görevlisi gibi ne hikmetse ödül almış, terfi etmiştir. Celalettin Cerrah Emniyet Müdürüyken Vali oldu, Muammer Güler Valiyken İçişleri Bakanı oldu ve 34 kamu görevlisinin hepsi terfi aldı, bakın, Hrant Dink cinayetinde. Bugünlerde biraz ortaya dökülmeye başladı. Bir cesur savcı vardı, o da görevden alındı. Sayın Kamu Başdenetçisi, bakın, bir çocuk öldürdü Hrant Dink'i. On altı yaşında, Ogün Samast. Benim görüşüme göre Ogün Samast da bu cinayetin bir mağdurudur. Çünkü bu ülkenin şu anda Kamu Başdenetçisi olan kişi, onu Türklüğe hakaret etmiştir diye ortaya atmıştır, 301'inci maddeden, hain diye ortaya atmıştır. Bu ülkenin basını, talimatlandırılmış basını Hrant'la ilgili manşetler yapmıştır. Cemil Çiçek "Arkamızdan hançerliyor." demiştir ve topyekûn Türk düşmanı olarak ortaya atılmıştır. Kamu Başdenetçisi de, Hrant'a sıkılan, o çocuk tarafından sıkılan 3 mermideki barutlarda bir tutamı olmuştur, o 3 mermide. Ve topyekûn o devletin üzerine konmuş tozdur Hrant'ın cinayeti ve dokuz yıldır aydınlanmıyor. Sayın Kamu Başdenetçisi, bu imzayı atmış bir kişi, şu anda terfi ettirilip kamu başdenetçisi, ombudsman yapılmıştır; böyle bir memlekette yaşıyoruz maalesef. O açıdan, bir hükmü olamaz çünkü böyle bir vicdansızlığa imza atan bir kişi, bütün bilirkişi raporlarına rağmen, herkesin müktesebatını bildiği Hrant Dink'i bir Türk düşmanı olarak ortaya atmıştır ve maalesef, eli kanlıdır çünkü cinayette parçası vardır. Cinayet, tek başına kurşun sıkan değildir; iklimi yaratırsanız, iklim... Bir insanı hain ilan edersiniz, yargısıyla, medyasıyla, siyasetiyle iklimi yaratırsınız, sonra iş bir tetik çekiciye bırakılır ve devletin istihbarat görevlilerinin şahitliğinde -Trabzon'da ve İstanbul'da- Hrant Dink katledilmiştir. Yalnızca, "Efendim, ne var? Bir çocuk, biz onu yakaladık, teslim ettik." diyemeyiz. O iklimi yaratanlar da, o iklimi yaratan zihniyet de mahkûm edilmelidir ve kamu başdenetçisi, bizim o günlerde söylediğimiz gibi, istifa etmelidir bu yüzden, görevinden çekilmelidir. Biz böyle bir kamu başdenetçisini kabul etmiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Paylan, lütfen toparlayalım.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ve ivedilikle istifa etmesini talep ediyoruz -o günlerde de talebimizi yaptık- çünkü, dediğim gibi, eli kanlıdır, cinayetin maalesef bir parçasıdır, cinayete doğru giden yapı taşlarını döşeyen kişilerden, başaktörlerden bir tanesidir. Bir insan eğer ki Türk düşmanı olarak, hain olarak ortaya bırakılırsa -bugün o akademisyenlere yapıldığı gibi- ve "Oluk oluk kan akacak." diyen, durumdan vazife çıkaran mafya liderleri varsa, böyle bir iklim yaratılırsa tetik çekmek maalesef yalnızca bir teferruat olarak ortada kalıyor ki devlet görevlilerinin şahitliğinde bu tetik çekilmiştir maalesef.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkürler.