Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
Konu | : | Sinop Milletvekili Nazım Maviş ve 101 Milletvekilinin, Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi (2/2239) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 03 .07.2024 |
MUSTAFA ADIGÜZEL (Ordu) - Sevgili Başkan, Değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım ve diğer milletvekilleri, bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, isterdik ki bu teklif, bütün kesimlerin fikirleri alınıp yapılsaydı, bütün STK'lerin, sendikaların, milletvekillerinin yani sadece AK PARTİ veya Cumhur İttifakı değil de bütün milletvekillerinin... Yeni sistemde, biliyorsunuz, iktidar partisi muhalefet partisi yok; birinci, ikinci parti var yani hepimizin aynı tarafta olması gerekiyor, takdim ettiğiniz şekilde. O yüzden bütün milletvekillerinden katkı alabilirdiniz.
Bizim yaptığımız çalışmalar var, 27'nci Dönemde çok kıymetli çalışmalarımız oldu, Millî Eğitim Komisyonunda yine görevliydim ben. Mesela 23 Kasım 2018'de Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir öğretmenlik meslek kanunu teklifi verdik, raflarda duruyor. Faydalandınız mı? Hayır. 27'nci Dönemde 3 eğitim çalıştayı yaptı Cumhuriyet Halk Partisi ve 3'ünü de raporla yayınladı; çok kıymetli bilgiler, fikirler var, orada akademisyenler var; bundan faydalandınız mı? Yok. Köy enstitüleriyle ilgili biz, 21 köy enstitüsüne gittik, oradaki tecrübeleri bir kitap hâline getirdik, çok önemli bir deneyimdi bu ülke için ondan faydalandınız mı? Yok. Biz Sayın Maviş'le komşuyuz bir de, yan yana odalarımız yani 2 milletvekili olarak, bizden bu çalışmaları istese biz seve seve katkı verirdik -hani bunu da öyle bir sempati olarak söyleyeyim- yani bu kadar yakınken bile 2 milletvekili olarak bunda ortaklaşamamışız, o yüzden birçok kesimin de burada olmamasını anlıyorum. Ne yaptınız siz? Sadece fikirdaş olduklarınızla yaptığınız bir metni, yine böyle, daha önceki kanunların üstünde bir yamalı bohça şeklinde Meclise takdim ettiniz; onu söylüyorum. Burada, tabii, sadece milletvekilleri yok, sendikalar yok diyorum da burada öğretmenler de yok. Yani öğretmen kanunu getiriyorsunuz, öğretmenler yok; avukatlık kanunu getiriyorsunuz, avukatlar yok; doktorlara şiddetle ilgili kanun geliyor, doktorlar yok.
Başka ne yok? Başka, bakın, neler yok. Öğretmenin mali, sosyal, anayasal hakları yok. Engelli öğretmenler yok. Bakın, bunu bilerek söylüyorum çünkü 9'uncu madde (1)'inci fıkra (g) bendi eğer öyle geçerse "sağlık sorunu olan" diyor, oradan engelli öğretmenlere görev veremezsiniz. Orayı "akıl sağlığı olan" şeklinde değiştirmeniz lazım çünkü zaten sağlık sorunu vardır engellilerin. Mesela bu şekilde giderse engelli öğretmenler de yok. Ücretli öğretmenler yok, sözleşmeli öğretmenlerin sorunları yok, özel sektör öğretmenleri yok. Okullarda ücretsiz öğle yemeği ve beslenme yok. Temel ilkelerde öğretmenlerin karar süreçlerine katılacağıyla ilgili bir giriş kısmı yapılmış ama geri kalan 38 maddede öğretmenlerin karar süreçlerine girdiğine dair herhangi bir ibare yok. E, mülakatsız atama yok. Burada çok tartışıldı yani sadece biz kendimiz söylemiyoruz, bakın, burada görselini göstereyim, burada AK PARTİ'nin seçim beyannamesinde ve Sayın Cumhurbaşkanının seçim vaadi "Mülakat kaldırılacak." o çok açıkça yazıyor yani biz sadece kendi vaatlerimizi değil sizin vaatlerinizi de takip ediyoruz ne kadarını yaptınız, yapmadınız diye.
Şimdi, başka neler yok? Ben size yine başka örnek vereceğim. Bakın, başka neler yok? Şimdi, bu hak ve ödevler bölümünde, İkinci Bölümde 5'inci madde (1)'inci fıkra (a) bendinde yönetmelikler üzerinden bir açıklama yapılmış. Şimdi, bakın, burada 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu'nun 2'nci maddesiyle çelişki var. Burada, kanunda "Atatürk ilke ve inkılaplarına, Anayasa'nın başlangıç ilkelerine..." diye "...insan haklarına dayalı, bilimsel, demokratik, laik değerler ile toplumun cinsiyet eşitliğini esas almalı." şeklinde çok geniş bir tanımlama var ama siz burayı çıkarmışsınız, neleri çıkarmışsınız biliyor musunuz? Atatürk ilkelerini çıkarmışsınız, Anayasa'nın başlangıç ilkelerini çıkarmışsınız, efendim, insan haklarını çıkarmışsınız, bilimselliği çıkarmışsınız, demokrasiyi çıkarmışsınız, laikliği çıkarmışsınız, toplumsal cinsiyet eşitliğini çıkarmışsınız. Ya, bunların hangisi sizi rahatsız etti, çok merak ediyorum. Yani Atatürk ilke ve inkılaplarına şurada kaç kişi, ne için karşı çıktığını bir söylerse sevinirim. Anayasa'nın başlangıç ilkeleri, tabii, değişmez ilk 4madde, hepimizin üstünde durduğumuz bir konu; bundan neden rahatsız olunur, onu merak ediyorum.
Şimdi, peki, ne var? Hani bunlar yok, ne var? Kadrolaşma var, ayrışma var, ayrıştırma var, kendine göre öğretmen ataması var, kendine göre olmayan öğretmeni ayırıp atma var, geri kalanı da bu disiplin vesaire zorlamalarıyla, mobbingle pasivize etme var; bazı tuzaklar var, kara delikler var; idari, siyasi baskı, düzmece disiplin süreçleri var; bunları zamanı gelince konuşuruz.
Şimdi, bakın, mesela bir mesleki yetersizlikle, 2 Bakanlık müfettişiyle akademiye havale ediliyor ama bu akademideki değerlendirmede oradaki idari hizmetlerdeki memurlardan bile oluşabilecek bir komisyon karar veriyor yani Bakanlığın 2 müfettişi gibi çok önemli değerlendirmeyle oraya havale edilen şeyin asıl değerlendirmesini, orada ne kadar liyakatli olup olmadığı konusunda sorunlu olan bir grup yapıyor.
Şimdi, başka ne var? Bayağı bir kafa karışıklığınız var. Mesela metinde ücretli öğretmen yok ama 33'üncü madde (1)'inci fıkrada "ders ücreti karşılığı ders okutan" tanımı var. Mesela enteresan, böyle, bir yerde var, bir yerde yok.
Mesela proje okulları var, tüm öğretmenlerin neredeyse beşte 1'ini ve idarecilerini doğrudan Bakan atıyor yani bu aynen devam ediyor. Bakın, bu proje okulları ne demek? Yönetici ve öğretmen atamasını doğrudan bakanların yaptığı... Aslında illerdeki en güzel okullarımız proje okulu yapıldı. Nabi Avcı bunu yaparken "Üçü beşi geçmez." demişti, 2 bini geçti değerli arkadaşlarım. Bu okullardaki öğretmenlerin tamamı başka okullara atandı. Şu anda mevcut öğretmenlerin neredeyse yüzde 90'ı, yüzde 100'üne yakını belli yakın bir sendikaya bağlı. Yani burada Bakan 8 bin yönetici ve 68 bin öğretmeni tek başına atıyor, 72 bine yakın. Bunların hiçbir puan üstünlüğü yok, liyakat değerlendirmesi yok. Yani mesela iktidar buna istediği kişileri atayabildiği için bunların çoğu da zaten gidiyor AK PARTİ il teşkilatlarına, ilçe teşkilatlarına başvuruyorlar. Yani gelip de burada işte liyakatini öne alıp da Millî Eğitim Bakanlığına başvurmuyorlar çünkü bu listeler AK PARTİ teşkilatlarından geliyor.
İşte size bir öğretmenlik kanunu ve akademi diyorsunuz, değil mi; çok süslü bir kelime. O zaman gelin, hazır buradayken şöyle yapalım -devam ettirmişsiniz- bu kanunun içerisinde devam ettirmeyin, buradaki atamaları da belli kurala bağlayalım, bu Bakanlık yetkisinden çıkaralım. Eğer akademikse mesele, eğer liyakatse mesele böyle yapalım derim.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, işte, Sayın Maviş bunun uluslararası diğer örneklerle de değerlendirildiğini ve örnekler alındığını söylüyor ama 1966 yılındaki Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi: ILO UNESCO Ortak Belgesi Türkiye'nin de imzaladığı bir şeydir fakat onunla da çelişmektedir, 657'yle çelişmektedir, Anayasa'yla çelişmektedir. Anayasa 70'inci maddede, kamu hizmetine alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrımın gözetilemeyeceği çok açık bir şekilde yazılmıştır. Bu kural, sadece kamuya alınmada değil arkadaşlar, görevin devamında da geçerlidir yani göreve aldığınız bir öğretmeni çeşitli sebeplerle, belki de size göre birtakım disiplin süreçleriyle görevden atamazsınız başka bir saik uydurup çünkü burada Anayasa çok açık. Anayasa, onu göreve alırken, bir kamu görevlisinin sadece görevin gerektirdiği niteliklerini kıstas almıştır. O yüzden, bu Anayasa'ya aykırıdır. Bakın, bu şekilde görevden atmaya kadar giden süreç Anayasa'ya aykırıdır, bunu da ayrı bir yere not düşmekte fayda var
Şimdi, bir de bu hazırlık eğitimi süresince aday öğretmene her ay bir (18.650) gösterge üzerinden bugünkü parayla bir 14.190 lira ödeme yapıyorsunuz ya, anlaşılan, Millî Eğitim Bakanlığı daha adayken öğretmenleri ucuza çalışmaya alıştırmaya çalışıyor, o intibayı doğurdu bende.
Şimdi, TÜİK bugün enflasyon verilerini açıkladı biliyorsunuz. Bu enflasyon verilerine göre en büyük artış da eğitim giderlerinde oldu yani çok enteresan, yüzde 107... Yıllık enflasyonu yüzde 71 açıklayan TÜİK, eğitim giderlerini yüzde 107 açıkladı, bu da ayrı bir sorun olarak bir kenarda duruyor. Şimdi, öğretmen yetiştirme -1982 yani darbeden sonra-1982'ye kadar zaten Millî Eğitim Bakanlığı üzerinden yürüyordu, bu tarihten sonra eğitim fakültelerine devredilmişti, şimdi tekrar Bakanlık bünyesine alınıyor. Eğitim fakülteleri pasivize edilip sıradanlaştırılıyor, diğer fakültelerle yani öğretmen yetiştirmeye aday diğer fakültelerle neredeyse eşit hâle getiriliyor. Ben buradan tüm eğitim fakültesi dekanlarını ses çıkarmaya, bu konuyla ilgili açıklama yapmaya, taraf olmaya davet ediyorum. Yani çünkü burada doğrudan kendi fakültelerini pasivize eden bir durum var.
Şimdi, bir de enteresan bir durum var. Biz, atama bekleyen veya atanmayan bir öğretmen grubundan bahsediyorduk, 1 milyona yakın öğretmen. Bunun için de kesin bir çözüm bulmuşsunuz, çok dahiyane. Şimdi hepsi öğretmen olmaktan çıktığı için bu şekilde, artık atanamayan ya da atanmayan öğretmen kalmamış oluyor. Bir çırpıda, tek kalemde bu yasayla beraber atanamayan ya da atanmayan öğretmenlerin hepsi kaldırılmış oldu çünkü öğretmen kalmadı çünkü hepsi aday öğretmen durumuna düştü. Bir de tabii, bu bahsettiğim gibi, 14.190 lira sudan ucuz bir ücret de vererek.
Şimdi bütün kanunun, 39 maddenin dörtte 1'i disipline ayrılmış. Şimdi, burada da zaten ne amaçlandığı ortada yani çeyreği disipline ayrılmış. Şimdi, öğretmen adaylarını potansiyel suçlu mu görüyorsunuz, potansiyel iş birlikçi mi, potansiyel kitle olarak mı görüyorsunuz? Çok net konuşuyorum. Yani, burada, bu kadar, hani yaptıkları işin, neredeyse dörtte 1'i bu kanunun disiplin soruşturması olduğuna göre, bunların hepsi acaba bu işe, suça matuflar mı, yatkınlar mı yoksa bu disiplin cezaları ve kurallar üzerinden acaba onlara böyle bir alan mı daraltıyorsunuz? Bir baskı olup da sessiz bir kitle hâline mi getirmeye çalışıyorsunuz? Mesela "Millî Eğitim Bakanlığı onayıyla eğitim ve öğretim uygulamalarına karşı çıkan" derken... Bir maddede öyle yazıyor diyor ki: Öğretmen için disiplin suçu "Millî Eğitim Bakanlığının öğretim uygulamalarına karşı çıkan, işte ayak direten..." falan. Mesela, bunda ÇEDES'e karşı çıkma eğitimciye bir ceza sebebi mi? Mesela ÇEDES'e karşı çıkanı asacak mıyız, kesecek miyiz? Mesela ne yapacağız?
Şimdi, bu eğitimde şiddet meselesine ben özel bir önem açmak istiyorum. Buraya kadar beni dikkatle dinleyen arkadaşlarımın, bir sağlıkçı olarak, sağlıkta şiddeti de iyi takip etmiş, bu konudaki eksiklikleri bilen bir arkadaşınız olarak biraz da eğitimde şiddet, sağlıkta şiddet benzerliği üzerinden burada konuştuklarımı biraz daha dikkate almalarını istiyorum. Şimdi, pek çok somut benzerlik var eğitim ve sağlık arasında. Mesela özel eğitim kurumu var, özel sağlık kurumu var. İşte, özel kurumlarda yani hem sağlık hem eğitim kurumlarında hem sağlık çalışanları hem de bu öğretmenler ücret politikası açısından kölelik düzeni içerisinde. Yine kurum sahiplerinde, hem özel sağlık hem de eğitim kurumu sahiplerinde birçok açıdan benzer, kâr amaçlı bir yönetim anlayışı var. Şimdi, örneğin, hasta yakını nasıl doktoru şikâyet ediyorsa veli de öğretmeni şikâyet ediyor yani süreçler hemen hemen benzer. Her ikisinde de hem sağlık çalışanı hem de öğretmen potansiyel suçlu arkadaşlar. Şimdi, dolayısıyla, bu konuda -ki bu kanunun dörtte 1'i de disipline ayrıldığına göre- çok sıkıntı var demektir. Şimdi, buradaki eksiğe bir önermeyle devam etmek istiyorum. Nasıl ki sağlıkta şiddet yasasının eksik olan taraflarını söylediğimiz gibi, aynı önermeleri, oradaki eksik tarafları burada da önererek böyle bir düzenlemeyi burada acilen zaruri görüyorum. Nedir bunlar? Bir kere, burada bahsettiğiniz cezalarının 1,5 oranında artırılmasıyla ilgili diğer cezai tanımlamalar dâhil, bu kanun içerisinde değil de Türk Ceza Kanunu içerisine gönderilmelidir yani orada yer almalıdır.
İki, hükmün açıklanmasının geriye bırakılması işletilmemelidir yani hem eğitimde hem de sağlıkta. Bir de bir olay olduktan sonraki yasal süreçler değil arkadaşlar, bu olayı engellemeye yönelik tedbirler alınmalıdır yani bu kapıdaki x-ray'den tutun, efendim, oradaki emniyet güçlerine kadar. Hemen oradan bir konu açacağım: Okullara özel okul güvenlikleri. Yani biz öğretmenin güvenliğinden bahsediyoruz ama çocukların güvenliği yok, öğrencilerin güvenliği yok. Okulların çevresi tinerci dolu, işte çocuk tacizcisi dolu, uyuşturucu kaçakçıları dolu. Çocukların yandaki binalara, metruk binalara gidip sigara ve alkole alıştıklarını biliyoruz. Yani bu alanlarda çocuklarımızın diğer alandan korunması için ve öğretmenlerimizin de tabii korunması için okul güvenliğini neden işletmiyoruz? Bakın, daha önceki Ziya Selçuk'la da çalıştım, hem Sayın Mahmut Özer'in kendisi de burada; ben bir önceki dönemde de Millî Eğitim Komisyonu üyesi olduğum için kendisine, her 2'sine ve de son Bakana da önermede bulunmuştum. 3 kişiyi önemsedik okullarda; okul güvenliği, temizlik görevlisi, sağlık görevlisi. Maalesef, bunlar özel okullarda var fakat devlet okullarında yok arkadaşlarım.
Şimdi, burada bazı arkadaşlar işte "Özele mi gönderiyorsun, devlete mi gönderiyorsun?" Yahu, devlet okulunda güvenlik yok diyorum sana; sağlık yok, bir pandemi geçirdik, bir hemşire yok. Temizlik görevlilerini oradaki aile birliğinden falan yapıyorlar. Dolayısıyla, 34 bin okul güvenliği şu anda hazır ve atamayı bekliyor. Yani bu hangi harcamadan daha az kıymetlidir ya! Yani okullardaki yüzlerce çocuğumuzun güvenliği hangi güvenlikten daha geri plandadır değerli arkadaşlarım?
Şimdi, 3A var. Şimdi buraya enteresan bir şey açıyorum ben. 3A da kendi alanlarında maksada matuf düzenlemeler; iktidar tarafından, iktidar süresince yirmi yılda bunları gördük. 3A var arkadaşlar; biri alan başkanlıkları; Gelibolu Tarihî Alan Başkanlığı, Kapadokya Alan Başkanlığı; bir yerin alan başkanı, en son da bir Gaziantep'i yaptık. Bu alan başkanlıkları, o alanlarda birtakım rantiye düzenlemelerinin, usulsüz işlemlerin, onların bir elden, bir merkezden çevrilmesinin bir uygulama alanı hâline geliyor.
İkinci "A" ne? Akademi uygulamaları. Buradaki akademi, Diyanet Akademisi. Bu da personel rejimiyle ilgili, kendine yönelik personel inşa etmek ve oradaki çalışan insanların üzerinde bir mobbing uygulamak için. Diğer "A" ise vakıflar değerli arkadaşlar. Bu "A"nın vakıfları nasıl? Şöyle arkadaşlar: Ak vakıflar. Ak vakıflar kimler arkadaşlar? Bu Millî Eğitime paralel olan, işte, TÜRGEV, TÜGVA, İlim Yayma Cemiyeti gibi birtakım vakıflar. Şimdi, bunların Millî Eğitim Bakanlığıyla iş birliği protokollerini gördük. Şimdi, yaz okulları yaptılar, orada da bir okula ben gittim. Şimdi, yaptıkları protokole baktım. Ne yapacak bu arkadaşlar altı hafta içinde? Bakıyorum, din eğitimi, Kur'an kursu. Ya arkadaşlar, Kur'an kursu şu andaki yönetmeliklerimize göre sadece... Bakın, 2019 tarihli, geçerli yönergeye göre, Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an Eğitim ve Öğretimine Yönelik Kurslar ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönergesi 6'ncı madde (12)'nci fıkrada Diyanet İşleri Başkanlığı dışında, vakıf ve dernekler dâhil, hiçbir gerçek ya da tüzel kişi tarafından Kur'an kursu açılamaz. Şimdi, bu arkadaşlar Diyanet İşleri Başkanlığına paralel bir görev yapıyor ve de usulsüz, yasa dışı görev yapıyorlar. Başka ne yapıyor? Spor faaliyetleri. Ya, gençlik ve spor müdürlüklerimiz ne güne duruyor arkadaşlar? Yani Spor Totodan dolayı oldukça da yüksek, çok büyük gelirleri var. Bu, Komisyonun da konusu olacak ileride. Şimdi, orada da Gençlik ve Spor Bakanlığının yapması gereken bir işi yapıyorlar. Başka ne var? İşte, kitap okumayı sevdirme ve... E, Millî Eğitim Bakanlığı ne güne duruyor?
Şimdi, gördüğümüz şu: Bu yaz okulu dediğiniz şeylerde, bu vakıflara yaptırdığınız konular, tamamen Diyanetin, Millî Eğitimin ve Spor Bakanlığının zaten yapması gereken konular. Onların yapacağı işi ona görev vererek âdeta bu devlet kurumlarına paralel bir yapı oluşturmuşsunuz. Size buradan ifade ediyorum ve uyararak söylüyorum. Bunu bir eleştiri değil, lütfen bir uyarı olarak algılayın çünkü tarih tekerrür etmez, hatalar tekerrür eder. "Eğer ders alınsaydı tarih tekerrür eder miydi?" der Mehmet Akif Ersoy.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu yaz okulları, bu vakıfların yaptığı yaz okulları daha önceki FETÖ'nün yaptığı Türkçe Olimpiyatları'nın bire bir kopyasıdır ve onun yerine ikame edilmiştir; bunu açık bir şekilde söylemek istiyorum. Hatta, bakın, kamu kaynaklarını kullanıyor bu vakıflar, kamu okullarını kullanıyorlar, devlet birimlerine eleman yerleştiriyorlar, adliye ve emniyetten destekleniyorlar. Hatta bazı il yöneticilerinin -mahkemeye de yansıdı- İstanbul il yöneticisinin bagajından da uzun namlulu silahlar çıktığıyla ilgili kayıtlar da var. Yani kendi kendimize, ayağımıza lütfen sıkmayın. Size bir şey çağrıştırıyor olması lazım bu çeşit çalışmaların. Bu, FETÖ'vari bir paralel yapıdır. Bu konunun özellikle millî eğitimle ilgili önümüzde size sıkıntı olacağını belirtmek isterim.
Şimdi, öğretim sistemi itibarıyla Çin oldukça hızlı gelişen, büyüyen bir ülke. Bir örnek vermek isterim. Onlar da temel eğitimin yanında; bu matematik, fen, biyoloji, tarih, Türkçe, temel eğitimin yanında temel becerilere dair eğitim de alıyorlar. Mesela kürek kullanıyorlar, sıva yapıyorlar, tuğla örüyorlar, inşaat bilgisi alıyorlar, yemek yapıyorlar, küçük iş becerileri alıyorlar. Akla aynen Köy Enstitüsü örneğini getiriyor. Peki, siz buna karşılık ne yapıyorsunuz? Alıp çocukları ÇEDES kapsamında camiye götürüp caminin içinin temizliğini, çevre temizliğini yaptırıyorsunuz.
Şimdi, ben başka bir örnek daha vereyim. Mesela Almanya'da bir eğitim sistemi var. Bu eğitim sistemi liberaller de başa gelse, sosyal demokratlar da gelse, kim gelirse gelsin değişmiyor, o aynen öyle devam ediyor çünkü ulusal bir mesele. Mesela biz niye böyle bir şeyde ortaklaşamıyoruz ülkemizin ali menfaatlerini düşünüp? Sayın Bakanınızın döneminde başlamıştı, okul öncesinde mesela bir öğün yemeği çok önemsedik. Ben bir hekim olarak söyleyeyim, hakikaten elimizde istatistikler var, hocamda da vardır yani gelişme geriliği var arkadaşlar çocuklarımızda.
Bakın, şartlı eğitim yardımı alan çocuk sayısını veriyorum. "Rakamla konuştum." diyen bir arkadaşımız vardı biraz önce, rakamlarla konuşuyorum. 2021-2022 yıllarında, öğretim sezonunda 1 milyon 198 bin çocuğumuz şartlı eğitim yardımı almış. Bir sene sonra, 2022-2023'te o 1 milyon 198 bin, tam 2 milyon 357 bin olmuş arkadaşlar, tam 2 katına çıkmış. Yani bir yıldaki bu artış size bu ülkedeki ekonomik sıkıntıyı, tabloyu ortaya koymuyor mu? Ha, şimdi yardım verdik de hani çok büyük bir yardım zannetmeyin bunu. Şöyle hemen söyleyeyim size: Erkek öğrenciye ayda 90 lira, kız öğrenciye ayda 100 lira arkadaşlar, günlüğü 3 liraya geliyor. Hani, yardım dediğimizin de miktarını söylemek istiyorum. 2024'ün ilk dört ayında da bu 768 bin öğrenci olmuş. Bunun 3 milyona doğru gitmesi çok muhtemel.
Şimdi, yeni müfredatla ilgili buraya konu açmayacağım, açan arkadaşlarımız oldu çünkü bunu izah etmeye, buradaki sıkıntıları dile getirmeye on yıl yetmez. Çünkü arkadaşlarımız bu yeni müfredatı tam on yılda hazırladıkları için, bu on yıl içerisinde biriktirdikleri sorunları böyle bir on dakikada açıklama şansım yok ama şunu söyleyebilirim; bu müfredatla tüm millî eğitimin sorunları ikiye inmiştir: Bir, millî değil; ikincisi de içinde eğitim yok. O yüzden bunu baştan değerlendirmenizde fayda var.
Şimdi, arkadaşlar, Yusuf Tekin, Sayın Bakanımız eğitimci değil, kendisi siyaset bilimcidir. Yusuf Tekin iktisatçıdır yine yani yine eğitimci değil.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Kanun teklif sahibi de aynı, canını sıkma.
MUSTAFA ADIGÜZEL (Ordu) - Şimdi, Yusuf Tekin yine eğitimci değil, tarikatçıdır. Uygulamaları da aynı bu minvalde gitmektedir. Yani bu kanun...
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Hangi tarikat mensubu?
MUSTAFA ADIGÜZEL (Ordu) - Şimdi hemen cevap vereceğim, Nazım Bey'e hemen cevap veriyorum. Şimdi, ben bu "Tarikatçıdır." sözüne alındığı için hemen söyleyeyim. Kendisi söylemiş, 17 Aralık 2023 Pazar günü Türkiye Büyük Millet Meclisi 38'inci Birleşim, ben de oradaydım. Bakan kürsüde dedi ki, aynen okuyorum: "Sizin 'tarikat ve cemaat' dediğiniz, bizim 'STK' dediğimiz yapılarla..." Benim tarikat ve cemaat dediğimi kabul ederek "Siz öyle diyorsunuz, ben de onlara STK diyorum. Biz onlarla çalışmaya devam edeceğiz." dedi. Ben de zaten onu diyorum, o da zaten kabul etmiş. "Sen 'cemaat' diyorsun, ben de 'STK' diyorum." Yani dolayısıyla bunu kabul ediyor. Benim anlatmaya çalıştığım şu: Sayın Yusuf Tekin'in kimliği, kişiliği, yetişmesi aynı bu kanuna ve yönetim tarzına da sirayet ediyor. Bakın, siyaset bilimci, siyaset var işin içinde; iktisatçı, özel okul vesaire, birtakım finansman var ve biraz önce bahsettiğim vakıflarla ilişkilerde bu tarikatçılık var. O yüzden, Sayın Yusuf Tekin... Kocaeli'de, baloda bir sıkıntı yaşandı, öğrencilerimiz -bir yıl sonu balosu- hayatlarının en güzel gününde afişe oldular, rencide oldular, çok kötü bir anıyla ayrıldılar ama Sayın Tekin dedi ki: "Aslında ben orada öğrencilere değil de müdüre daha çok üzüldüm." Vah vah! "Aslında müdür çok güzel başlangıç yaptı." dedi ama finali öğrenciler için iyi olmamış değerli arkadaşlarım. O yüzden bu kafa yapısını, bu şekli şemaili değiştirsek çok daha iyi yerlere gideceğiz.
Şimdi, bu kanun teklifi, millî eğitimde öğretmenin sorunlarını çözmek için değil, bu sorunlardan faydalanarak otoriteye uygun öğretmen tasarısıdır. Burada amaç, milletine, devletine bağlı öğretmenler değil, Yusuf Tekin ve temsil ettiği iradeye bağlı öğretmenlerdir. Öğretmen meslek kanununda öğretmen olmaz mı arkadaşlar? Burada sosyal hakları yok, ücretleri yok, iş güvenliği yok.
Şimdi, sabahleyin basın mensubu bana sordu, dedi ki: "Yusuf Tekin'i istifaya davet edecek misiniz?" Şimdi bir düşündüm, etmemeye karar verdim; şundan dolayı: Şimdi, bu ara, biliyorsunuz, Kabinede birtakım görevden almalar falan var. Ben istifaya davet edersem -Cumhuriyet Halk Partililer de öyle- Sayın Erdoğan tersini yapıyor. Hani biz istifaya davet etmeyelim. Tersini yapacağı beklentisiyle biz Yusuf Tekin'in göreve devam etmesini istiyoruz, belki hayırlı bir işe vesile olur bu şekilde.
Teşekkür ediyorum.