KOMİSYON KONUŞMASI

KEZBAN KONUKÇU (İstanbul) - Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, eğitim politikalarını konuşurken bazen bir ucundan tartışıyoruz, bütünü görmediğimizde sanki bir tarafı düzelirse her şey düzelecekmiş gibi görünüyor ancak meseleye bütünsel baktığımızda çok ciddi sorunların, aslında eğitimde özelleştirme politikalarının adım adım uygulanmasıyla karşımıza çıktığını görüyoruz. Aynı zamanda, eğitimde özelleştirme politikaları sadece bu iktidarla başlayan bir mesele değil, uzun zamandır karşımızda olan bir mesele. Ancak, bu iktidarın -hani böyle Allah'ın lütfu falan diyorlar ya arada- Allah'ın bir lütfu gibi olanağını bulduğu her noktada kamu alanındaki özelleştirmeleri karşımıza çıkardığını görüyoruz, hızlandırdığını görüyoruz çok büyük bir hevesle. Aynı zamanda şunu da görüyoruz bu iktidar sürecinde: Kendi istedikleri gibi bir toplumu yaratma adına neredeyse bir toplum mühendisliği yaparak eğitim politikalarından pek çok başka politikalara kadar ama başta eğitim politikalarında bir toplumun yeniden şekillendirilmesi uygulamalarının şu an biz Öğretmenlik Meslek Kanunu boyutuyla karşı karşıyayız. Ancak, biz bir özelleştirme eleştirisi yapmadan, buna dair sözümüzü söylemeden ne öğretmenlerin yaşadığı sorunları ne öğrencilerin ne de ebeveynlerin, vatandaşların, anne-babaların yaşadığı sorunları tam olarak algılayamayız.

Şimdi, bakın, "Öğretmenlik Meslek Kanunu" deniyor ancak çok ciddi oranda özelleştirmeyle karşı karşıya olduğumuz bir noktada, özel okulların sayısının arttığı, özel sektörde çalışan öğretmenlerin, eğitimcilerin sayısının arttığı bir koşulda özel sektörde çalışan öğretmenleri hiçbir şekilde kapsamayan bir meslek kanunuyla karşı karşıyayız. Şimdi, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası uzun zamandır hemen burnumuzun dibinde, Çankaya Kapısı'na yakın parkta nöbet tutuyorlar ve taleplerini uzun zamandır dile getiriyorlar. En baştaki talepleri 2014 yılında kaldırılan taban maaş uygulamasıdır. Taban maaş uygulamasının bu kanun teklifinde olmamasını çok büyük bir eksiklik olarak düşünüyoruz ve derhâl taban maaş uygulaması bu kanun teklifine tekrar getirilmelidir. Şimdi, biz parti olarak kesinlikle şunu da söylemek isteriz: Kamu alanında, özellikle eğitim gibi, sağlık gibi direkt insanların geleceğini belirleyen, sağlığını belirleyen konularda özelleştirmenin karşısındayız.

Yani burada şu tartışmayı yapmayı da doğru bulmuyoruz: Senin çocuğun özel okulda mı, değil mi falan çok spesifik, kişiselleştirilmiş tartışmalar hiçbir vatandaşın, halkın sorununu çözen tartışmalar değildir. Devlet okullarının durumunu tartışıyoruz, işte yirmi yıl boyunca eğitim emekçiliği yapmış, öğretmenlik yapmış biri olarak müstahdem var mıydı, yok muydu? Arkadaşlar, bu, süreç boyunca, uzun zamandır, yirmi yılda hızlandı ancak öncesinde başlayan eğitimdeki özelleştirmeleri görüyoruz. Niye devlet okullarına bütçe aktarılmıyor? Yani birileri... Şimdi, sadece, şöyle kavradığımızda, iktidar yapmıyor. Evet, iktidar yapmıyor -bir mantığı var, onu birazdan anlatacağım- ancak bu özelleştirme politikalarına bütün muhalefet partilerinin karşı durması lazım çünkü "özelleştirme" demek, vatandaştan alıyorsun vergisini, bir kasada biriktiriyorsun, "Kamu hizmeti vereceğim sana." diye bunu yapıyorsun. Hani bir espri vardı ya biz küçükken; yol, su, elektrik olarak dönecek, okul olarak dönecek diye. Bu toplanan vergilerin nereye gittiğini sorduğumuzda -ki bunları soranlardan biri olarak KHK'yle ihraç edilen bir öğretmenim ben- ya da "Veliden para topla." diye dayatıldığında buna karşı çıktığımızda soruşturmalar geçirip ihraç edilen insanlardan biriyim ben de. Meselenin kendisine bütünsel olarak bakmadığımızda çocuğun orada mıydı, burada mıydı tartışmasını buranın seviyesine uygun bulmuyorum. Yani Millet Meclisinde milletin sorunlarını, halkın sorunlarını çözmemiz gerekirken kimin çocuğunun nerede okuduğunu çok da umursamıyoruz. Bizim halkın çocukları nerede, nasıl yaşıyor, yaşayabiliyor mu, bunu en başta önemsememiz lazım. Özelleştirme politikalarını masaya yatırmadan meseleyi algılayamayız.

Bu meslek kanununda kesinlikle özel sektör öğretmenlerinin taban maaş hakkı yer almalıdır, bunun bir kez daha altını çizmek istiyorum. Sendikadan arkadaşlarımız da burada kendi görüşlerini de mutlaka dile getireceklerdir. Bu konuyu ele almadan meseleyi tam kavrayamayız.

Şimdi, gelelim devlet okullarına yani bu kavramların kendisini bazen gerçekten sorgulamamız gerekiyor. Yani, zaten okul dediğimiz şey, eğitim dediğimiz şey bir kamu hizmeti olarak sunulmalı. Bu birkaç gerekçeyle böyle olmalı. Birincisi, vatandaş vergisini veriyor, hizmet olarak karşılığını almak ister. İkincisi, şimdi, bir "özel okul" kavramı ortaya çıktığında statüler, hem öğrenciler arası statü farklılıkları, öğretmenler arası statü farklılıkları alınan eğitimin kalitesinin ölçülmesini, nereye kadar ölçülebileceği... Aynı zamanda her gelen iktidarın kafasına göre, kendi siyasal anlayışına göre -onu birazdan göreceğiz, zaten anlatmaya çalışacağım- kendi istediği bir toplumu, kendi mantığına uygun, ideolojisine uygun bir toplum modelini hayata geçirme yaklaşımlarının topyekûn karşısında olduğumuzu söylemek isterim. Bu iktidar boyunca gördüğümüz en önemli şeyler; çok önemli bunlar, mutlaka altını çizmemiz gerekiyor. Kendi istediği gibi bir nesil yaratmak için, kendi ifadeleriyle dindar ve kindar bir nesil yaratmak için ÇEDES Projesi'nden MESEM Projesi'ne, Maarif Modeli'ne kadar eğitimin ne hâle geldiğini görüyoruz. Kimsenin, ben özellikle çalıştığım yirmi yıl boyunca gerçek anlamda vatandaşın sorununu, vatandaşı geleceğe hazırlayan, insanları üretim sürecine hazırlayan, üretim sürecinin bir parçası olarak kendisinin ifade kanallarını açan ve bunun için de planlamalar yapan.... Bu planlamalarda deniyor ki: "Öğretmen okullarından, fakültelerden fazla mezun oluyor, biz bunları atayamıyoruz." Öyle şey yok, ona göre plan yapacaksınız, planlama diye bir şey var. Bakacaksınız, toplumda ne kadar öğretmene ihtiyaç var, eğitim fakültelerinde kaç tane kontenjan var, karşılıyor mu karşılamıyor mu? Bütün bunlar planlanabilir, çok basit bunlar. Artık işte "yapay zekâ" falan deniyor ama gerçekten insan inanamıyor bu karşısına çıkan şeylere. Bunların hepsi planlanabilir, bilinçli olarak planlanmıyor çünkü isteniyor ki istedikleri gibi bir toplum olsun, kademeli olsun. Aynı mesleği yaptığım arkadaşlarımla öğretmenler odasına girdiğimde ücretli olarak çalışan arkadaşımın bizim, aldığımız maaşın neredeyse dörtte 1'ini aldığını gördüğümüzde... Düşünün aynı sınıfa giriyor, aynı öğrenci kahrını çekiyor, aynı derste anlatıyor... Bu akıl alır gibi değil, hiçbir mantık bunu açıklayamaz, hiçbir şey bunu açıklayamaz. Aynı okulları bitirmişiz, aynı fakülteleri bitirmişiz, formasyonumuzu almışız. Sonra ne olmuş? Efendim, atanmadı, git özel dershanede çalış. Şimdi, bu meslek kanunu teklifi hazırlanırken özel okul ve dershane patronlarıyla kim bilir kaç kere görüşüldü, sayısını bilmiyoruz ama sendikalarla hakikaten bir fotoğraf vermek için görüşüldü ve hiçbir şekilde önerilerinin de yansıdığını görmüyoruz biz zaten buraya. Yani patron yanlısı bir kanun teklifiyle karşı karşıya olduğumuzun bir kere daha altını çizmek istiyorum.

Peki, neydi bu toplum mühendisliği? Şimdi, dindar ve kindar bir nesil olsun ama ne olsun? Ucuz iş gücü olsun. Ucuz iş gücü olabilmesi için de fazla sorgulamasın, biz ÇEDES'ler diyelim. Bu ÇEDES Projeleriyle, tamamen, eğitimin büyük oranda dinselleştirildiği, sorgulamayan, itaat eden bir nesil yetiştirelim, buna da ÇEDES diyelim, güzel güzel isimler, Çevreme Duyarlıyım falan gibi isimler koyalım; işin içini bilen hiç kimse bunlara aldanmıyor. Sonra yanı sıra MESEM'leri açalım. MESEM'lerde de emekçilerin çocukları mecbur kalsın -özel okula gönderemiyor ya çocuğunu- MESEM'lere yollasın. Sayılara bakın sayın milletvekilleri, sayılara bakın; o MESEM'lerde çocuklar ölüyorlar, hiçbir tedbir alınmadığı için çocuklar hayatlarını kaybediyorlar, bizim sorumluluğumuzda. Bizim sorumluluğumuzda olan insanların çocuklarının ölümüne bu kadar göz yumma gerçekten anlaşılır gibi değil ancak bu bir modelin bir parçası. Dindar olsun, kindar olsun, geleceği sorgulamasın ki itaat etsin, asgari ücretle çalışmaya itaat etsin, açlık sınırının altında yaşamaya ses çıkarmasın, zaten asgari ücrete zam yapılmayacak deniyor, emekliler de zaten 10 bin lirayla yaşasın. Şimdi, yeni bir zam oranı açıklandı, gerçekten inanılır gibi değil.

Bütün bunun içinde bir de Maarif Modeli diye bir şey çıktı. Maarif Modeli hazırlanırken kimden görüş aldınız? Pat diye önümüze çıktı, on gün askıda kaldı, hop bakalım, bakmayalım derken biz zaten incelemeye fırsat bulamadan hop bu yeni müfredat geçirildi. Şimdi, bu yeni müfredata baktığımızda tamamen bu, az önce söylediğimiz toplum mühendisliği meselesinin bir bütünleyicisi olarak karşımıza çıkıyor. Bir KHK'ler ortamı yarattınız, KHK'ler rejimi yarattınız, "Allah'ın lütfu." dediniz 15 Temmuz darbe girişimine, oradan hiç alakası olmayan birilerini işten attınız bizler gibi. Sonra arkasından dediniz ki: Öyle olmadı, hadi öğretmenleri... Öğretmenlikle ilgili kısmını söyleyeyim: Önceden biz bir yıl staj yapıyorduk, işte bizim bir yıllık staj dönemimiz vardı memur olarak atandığımızda, sonra öğretmen oluyorduk hatta ben stajyer öğretmenken vallahi sendikaya da üye olmuştum, kimse de bir şey diyememişti, o kadar da güvenceli çalışıyorduk. Şimdi, işte o güvenceli çalışma ortamını tamamen ortadan kaldırmak için bu KHK'ler rejiminde kamu hizmetleri özelleşsin, kamuda çalışan doktoru, öğretmeni güvenceli çalışmasın artık, taşeron sistem tamamen hayata buralarda da geçirilsin diye böyle bir uygulamayla karşı karşıyayız biz. Bunu kesinlikle mantıklı ve doğru bulmadığımızı ifade etmek isterim.

Maarif Modeli'yle ilgili de birkaç bir şey fırsat bulmuşken gerçekten söylemek isterim. Maarif Modeli'ne baktığımızda, birincisi, çok cinsiyetçi yaklaşımlar var. Şimdi, onunla ilgili de hazır buradayken söylemek isterim. Eğitim emekçileri bilirsiniz, öğretmenler büyük oranda kadınlardan oluşur ama bakın, şurada kaç tane kadın vekil var? Gerçekten ben bunu düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Yani kadın olan, kadın vekillerin daha çok söz alması gerektiğini, bu alanda uzman olan kadın vekillerin mutlaka olduğunu düşünüyorum. Bu cinsiyetçi politikalarda Maarif Modeli'nde örneğin diyor ki: İşte, ailenin reisi babadır, devlet ile onun arasında bağlantıyı kuruyor -oradan devam ediyor- gibi pek çok nokta var. İşte, efendim, toplumda bazı bozulmalar olmuş, boşanmadan dolayı olmuş, şundan dolayı olmuş yani kadınların... Şimdi, dokuzuncu yargı paketi de geliyor nafaka hakkına falan saldıran. Kadınların konumunu tamamen tekrar ikincilleştirmeye dönük, kadın mücadelesinin kazanımlarını ortadan kaldırmaya dönük bu yaklaşımları da kesinlikle kabul etmediğimizi ifade etmek isterim.

Aynı zamanda, bu Maarif Modeli'nde tekçi bir yaklaşım var ama sadece burada yok, cumhuriyet kurulduğundan bu tarafa bu tekçi yaklaşımla biz karşı karşıyayız; tek millet, tek devlet, tek din, tek mezhep yaklaşımıyla karşı karşıyayız. Bu, eğitim politikalarıyla devam ettiriliyor; bunun da kesinlikle karşısındayız. Ana dilde eğitim hakkını savunduğumuzu tekrar burada ifade etmek isterim. İşte, seçmeli ders konuldu Kürtçe olarak, bir bakıyoruz atanan öğretmenlerin sayısına, örneğin -rakamlar yanlış olabilir, tamamen oransal anlamda söylüyorum- 400 küsur din kültürü öğretmeni atanmışken 4-5 Kürtçe öğretmeni atanıyor. Ben Kürt illerine gidiyorum, orada da insanlarla konuşuyorum, gençlerle sohbet ediyorum, seçmeli ders olarak Kürtçeyi istediklerini ama öğretmen yokluğunda bu derslerin açılamadığını söylüyorlar bize. Bunu da dikkatinize mutlaka sunmak istiyorum.

Şimdi, bakın, kanuna gelip baktığımızda, az sonra... Ben aslında şöyle isterdim: Biz az konuşalım, sendikalar çok konuşsun, beşer dakika konuşacakmış arkadaşlarımız. Keşke onlar yarım saat, bir saat konuşsa da ben beş dakika konuşmaya razıydım gerçekten ama öyle olmadığı için onların talepleri de elimizde, belki eksik kalır, beş dakikada tamamlayamazlar diye birkaç noktaya mutlaka değinmek istiyorum.

Şimdi, bakın, bu öğretmen akademileri konusunda 20'nci Eğitim Şûrası referans veriliyormuş, 20'nci Eğitim Şûrası'nda şöyle şöyle dendi falan diye. Bakın, o 20'nci Eğitim Şûrası'nda "Okullarda ücretsiz öğle yemeği ve beslenme desteği sağlanmalıdır." denmiş. Neden bu ortadan kaldırıldı? Bunun hesabını neden soramıyoruz? İnsanlar bize soruyorlar bunun hesabını. Biz gezdiğimizde insanların içinde "Benim çocuğum aç..." Ben öğretmenlik yaptığımda sınıfımızda olurdu, evet, çocuklarımız olurdu beslenme getiremeyen, belki 1 kişi 20 kişinin içinde, 30 kişinin içinde, onu da bir şekilde hallederdik ama şu an oranlara bakıyoruz, neredeyse yüzde 20'si, 25'i aç geliyor bu çocukların okullara, beslenme yapamıyorlar. Bu nasıl bir vicdandır? Bütün kamu olanakları bir yerlere aktarılırken, lüks ve şatafattan tasarruf edilmezken nasıl oluyor da biz çocuklarımızın açlığına böyle göz yumabiliyoruz, bunu kesinlikle aklımız almıyor.

Şimdi, bakın, o şûranın kararlarından bir tanesi de "Sözleşmeli öğretmenlik kaldırılmalı, öğretmen alımlarında kadrolu istihdam esas alınmalı, mülakat uygulaması kaldırılmalı." denmiş. Tamamen tersi yapılıyor. Ya, bazen insan düşünüyor, o şûralar da mı numaradan, komisyonlar da mı numaradan? Konuşuyoruz konuşuyoruz, bir şey değişmiyor, insanlar bize hesap soruyor, halkın arasına indiğimizde hesap soruyor ve o hesabı biz vermek istiyoruz. O yüzden de buralara geliyoruz, düşüncelerimizi ifade ediyoruz.

Özellikle bir diğer şûra kararı -bu da çok önemli bence- özel öğretim kurumlarında görev yapan öğretmenlerin devlet okullarında görev yapan öğretmenlerle asgari aynı düzeyde özlük haklarına sahip olmaları yönünde düzenleme yapılmalı yani taban maaş düzenlemesi yapılmalı yaklaşımı var.

Ben sizi gerçekten çok fazla sıkmak, bunaltmak istemiyorum, herkes uzun uzun umarım konuşabilir. Ben bir ricada bulunacağım, sendikalara -ben de EĞİTİM-SEN'de yirmi yıl boyunca üyesi olmuş, orada aktif çalışmış, KHK'yle de sendika üyesi olduğum için aynı zamanda atılmış biri olarak- arkadaşlarımıza onar dakika süre vermenizi rica edeceğim. Gerekirse biz az konuşalım, maddeler üzerinde hakkımız olan beş dakikalarımızı kullanmayalım; arkadaşlarımız en az onar dakika konuşabilirse çok mutlu oluruz.

Teşekkür ediyorum hepinize arkadaşlar.