Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
Konu | : | Sinop Milletvekili Nazım Maviş ve 101 Milletvekilinin, Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi (2/2239) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 03 .07.2024 |
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Çok teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Şimdi, bu kanunla ilgili konuşulması gereken son derece fazla konu var ama şuradan başlayayım, sondan başlamış olayım: Millî Eğitim Bakanlığının açıklamalarını bir önceki Millî Eğitim Bakanımızın bile düzeltmesi gerektiğini görüyorum şimdi. Şöyle bir ülke düşünün... (AK PARTİ milletvekillerinin laf atmaları)
Ya, buradan gireyim bir de.
Şöyle Sayın Başkan... Şimdi, bu Millî Eğitim Bakanlığı...
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Arkadaşlar, dikkat edelim, Bakanımızı koruyalım.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Vallahi şahsınızla ilgili değil, ben sizi korumak için de değil yani sonuçta ...
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Ya, korunmaya ihtiyacım yok benim.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Tabii, sizin korunmaya ihtiyacınız yok efendim, siz Bakanlık yapmışsınız, rektörlük yapmışsınız, ÖSYM Başkanlığı yapmışsınız sonuçta...
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Korunmaya ihtiyacım yok.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Tabii, tabii, bizim hiç öyle bir hassasiyetimiz de yok.
MURAT EMİR (Ankara) - Kamu görevi yapmanız dolayısıyla...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Ayrıca şöyle: Biz muhalefet milletvekilleri olarak herhangi bir iktidar milletvekilini savunmak durumunda da değiliz.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Bir saniye Sayın Vekilim...
Ben bir yerde bir yanlışlık görürsem AK PARTİ, MHP, CHP, DEM ayrımını yapmam.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Çok iyi yaparsınız.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Düzeltilmesi gereken bir şey varsa... Yani sonuçta hepimiz hakikat ve doğrunun peşindeyiz.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Tabii.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - İlkesel bir şekilde yönetiyoruz. Benim orada bir cümle dikkatimi çekti ve dedim ki: "Ya, bu böyle." Tamam mı? Çünkü eskilerin tabiriyle "efradını cami, ağyarını mâni" bir sistematik kurmadık o zaman.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Doğru.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Bir yola çıkalım, bununla ilgili bir tartışma zemini olsun, tüm taraflar bir katkı versin, tartışılsın ama insani bir ölçekte tartışılsın. Yani bugün de bunlar konuşuluyorsa o çabaların, emek veren insanların devamı olan, açılan yolun devamıdır diye. Yoksa eski Bakan-yeni Bakan çatışması, şu bu... Her Bakanın farklı tasarrufu vardır, katkısı farklıdır; ona bir şey diyemem yani.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Efendim, kendinizi yeniden ifade ettiyseniz ben konuşmama başlamak istiyorum.
Şimdi, şöyle: Türkiye'de çok temel bir sorunumuz var, birazdan konuşacağız. Ben Nazım Bey'i de çok dikkatli dinledim, Rukiye Hanım'ı da çok dikkatli dinledim, çok sayıda da not aldım, her birine de cevap vereceğim ama söyleyeceklerimi de söyleyeceğim öncelikle. Birinci söyleyeceğim şey şu: Türkiye'de Yusuf Tekin ülkenin geleceğini esir almış gözüküyor. Maalesef kendisiyle birlikte sadece 20 milyon öğrenciyi ve velileri değil, aynı zamanda kendisinin destekçisi olduğunu, kendisi seçildiği için ona destek verdiğini düşündüğü Cumhurbaşkanını da Adalet ve Kalkınma Partisini de son derece yanlış bir yola... Biraz önce söylediğim meselenin üzerinden geçiyorum. Daha bir yıl önce -biraz önce İlhami Bey söyledi- okul öncesindeki çocuklara yemek konulmuştu, Bakan gelir gelmez kaldırdı. Birazdan okuyacağım; Cumhurbaşkanı, Bakan "Mülakat olmayacak." dedi, mülakat koydu. Dolayısıyla, bir önceki dönemde ne yapılıyorsa şimdi... Bu tartışmada da Sayın Bakan "Basamaklandırma için, kariyer için sınav gerekir, sınavsız kariyer olmaz." demişti, şimdi o değişti. Elbette ki yıllar içerisinde işler değişir ama bu kadar çabuk değişmez. Bir önceki dönemde yapılan her şey sürekli değiştiriliyorsa devlette devamlılık da söz konusu olmaz.
Şimdi, Nazım Bey çok doğru bir tespitte bulundu, dedi ki: "Eğitim sisteminin başarısı öğretmenler üzerindedir, öğretmen ana odaktır. Eğitim ekosisteminin bütünüyle tartışılması gerekir." Burada yok, burada öyle bir şey yok. Sadece Öğretmenlik Mesleği Kanunu var. Bir kere, ilk tespitimizi yapalım, bu taslağın taslak hâlindeki ismi Öğretmenlik Mesleği ve Millî Eğitim Akademisi Kanunu'ydu. Çok açık söylüyorum, Yusuf Tekin'in aklı fikri, zihni Millî Eğitim Akademisini çıkartmak. Bu kanun bunun aracı, bu bir paravan, tek dert bu, tek dert kadrolaşmak. Bunun nedenlerini anlatacağım birazdan. Dolayısıyla bir önceki dönemde yapılmış olan kanun, ona gönderilen açıklama vesaire; bunların tamamı aslında Millî Eğitim Akademisinin nasıl bir perde arkasına gizlenmek istendiğini gösteren bir husus.
Bakın, bir ekosistemden bahsedelim mi hep beraber? Şöyle bir ekosistem var: 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar oldu. Şimdi, bu meseleleri, 1 milyon 154 bin öğretmenin içinde bulunduğu ekosistemi konuşmamız lazım değil mi öncelikle? 9 bakan değişti, her bakan arasında birçok şey değişti; Fatih Projeleri vardı, tarih oldu; eğik yazı vardı, tarih oldu. Saymayacağım şimdi çok zamanınızı almamak için. 4'ü büyük 18 kere müfredat değişti, eğitim programı değişti. Yetmedi, sınav sistemleri değişti. En son adını burada test yapsam bazı vekiller en sonuncusunun adını söyleyemez; TEOG oldu, Zagor oldu, Teksas oldu, Tommiks oldu, ha bire değişti, sınav sistemleri ha bire değişti. Ya, aynı parti yönetiyor Türkiye'yi, çeyrek asırdır aynı parti yönetiyor. Böyle bir ortamın içinde öğretmenlerin durumunu konuşuyoruz. Eğitime merkezî yönetim bütçesinden ayrılan pay -büyük bir gururla söylüyordunuz- 13,38'lerden 9,84'e düştü. Bu bütçenin de üstelik yüzde 81'i personel maaşı, yüzde 7'si bunun sigorta işlemleri yani yüzde 90'ı aslında toplamda personel maaşları. Hatta Millî Eğitim Bakanı -kelimeyi dikkatle söylüyorum- hiç utanmadan "Öğretmenleri fonluyoruz." dedi. Böyle bir bakandan hicap duyuyorum, "Öğretmenleri fonluyoruz." diyen bir bakandan hicap duyuyorum. Sonra bütçeden yatırıma ayrılan pay 1998'de yüzde 30,63; 2003'te 14,53 -yani iktidar olduğunda Adalet ve Kalkınma Partisi- 2024'te yüzde 9,15.
AYŞE BÖHÜRLER (Kayseri) - Yanlış bu sayılar.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - İyi, düzeltirsiniz o zaman.
Okullar... Sayın Bakan geçen hafta, kendisi Finlandiya kökenli olduğu için, velilerimizin nasıl bir hayat yaşaması gerektiğine dair bir bilgi notu iletti bize, tüm kamuoyuyla paylaştı. Bugün itibarıyla okul aile birlikleri para toplamasa, okul aile birlikleri olmasa bu devlet ne bir temizlik görevlisi verebiliyor, ne bir güvenlik görevlisi veriyor. Biraz önce...
AYŞE BÖHÜRLER (Kayseri) - Geçmişte de veremiyordu.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Hanımefendi, yirmi beş yıldır iktidarsınız, bir zahmet düzeltin ya, bir zahmet düzeltin. Yani açıklamanız şu mudur Sayın Böhürler: "Geçmişte de yoktu, o yüzden güvenlik vermiyoruz. Geçmişte de yoktu, o yüzden temizlik elemanı vermiyoruz." mu? Hoş mu bu yani? Yani bu laf atma tarzınız hoş mu? Memnun musunuz bundan? Efendim, memnun musunuz bundan? Rica ederim.
Şimdi, bana cevabınız şu olabilir: "Hayır Beyefendi, sen nasıl böyle bir yalan söyleyebilirsin. Biz temizlik görevlisi de veriyoruz."
AYŞE BÖHÜRLER (Kayseri) - "Yanlış söylediniz rakamları." dedim.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Efendim, düzeltirsiniz yanlışsa. Benim notumda böyle, siz de düzeltirsiniz. Yalan başka, yanlış başka.
Başka bir şey söyleyeyim: Eğer derseniz ki bana...
CEVDET AKAY (Karabük) - 92 milyar Sayın Vekilim, genel bütçeden ayrılan. 11 trilyon 89 milyarda genel oran 9,84...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Evet, şimdi efendim, özür diliyorum, bizim vekillerimizden, diğer vekillerden de rica ediyorum, uzun sürecek çünkü bu konuşma, söyleyeyim; konuşmamız gereken konular var. Rakam 9,84-10,84; düşmüş mü? Düşmüş yatırımlara ayrılan pay. Şimdi, burada anlatıyoruz "İnsan yetiştirmek çok önemli, teknoloji çok hızlı gelişiyor, çağımıza yetişmemiz gerekiyor, işte bu yüzden bunları hazırladık." falan... Yatırıma pay ayıracaksınız kardeşim, bilime pay ayıracaksınız, laboratuvarlara pay ayıracaksınız, bütün teknoloji altyapısına pay ayıracaksınız. Azaltmışsınız, şimdi neyi konuşuyoruz yani? 9,84-9,85-10,05 falan.
Gelelim başka bir şeye, benim söylediğimde bir yanlış yok. Okullarda güvenlik görevlisi yok, veremiyorsunuz. Biraz önce Sayın Bakan çok doğru bir şey söyledi: Bu ülkede en üst düzeyde korunması gereken kişi ve kişiler çocuklardır. Var mı itirazı olan buna? Herhangi bir devlet kurumunda -rencide etmek için söylemem- herhangi bir bakanlığa bağlı taşra teşkilatında güvenlik elemanı olmayan bir taşra teşkilatı var mı? Herhangi bir şube müdürlüğü -tekrar bir bakanlık adı zikretmek istemiyorum- var mı? Ama okullarda yok. Temizlik görevlisi okullarda yok. Okul aile birliği para verirse 1 tane, 2 tane; bu. Türkiye bu. "Türkiye'yi konuşalım" dedi ya İlhami Bey, Türkiye bu.
Devam edelim: Köy okulları, yatılı okullar neredeyse yok oldu. Sayıları var, arzu ederseniz veririm. İmam-hatip ortaokul, liseleri, özel okullar ve açık öğretim arttı. Bir tespit olarak söylüyorum. Bunlar azalmış, bunlar artmış, 6 kat, 7 kat artmışlar. Dolayısıyla piyasalaşmış, özel okullaşmış, dindarlaşmış, gericileşmiş bir şey ve arkasından da açık öğretimin artması; öğrenciler kaçıyor okuldan. Tespit bu, gerçek. Net, çocuklar uluslararası testlerde, 2002 öncesine kadar PISA testlerinde okuma, fen, matematik; tamamında geri gitti, hepsi orada duruyor, bakın, tamamında geri gitti. Sonuç olarak niteliksizleşmiş, piyasalaşmış, dinselleştirilmiş bir eğitim var. Bundan mutlu olabilirsiniz ama gerçek bu. İhtiyacımız olan ne? Başka bir şey. Peki, Millî Eğitim Bakanlığı ne getiriyor? Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli. Onu da konuşacağız.
Şimdi, çocuklar geleceklerini nerede arıyorlar? Yurt dışında. Aileler ne yapıyorlar? Özel okullara sığınıyorlar ancak ekonomik koşullar nedeniyle çocuklarını bu okullara da gönderemiyorlar çünkü ekonomist Cumhurbaşkanımızın "Faiz sebep, enflasyon sonuçtur." teoremi nedeniyle... Şimdi rasyonelleştik gerçi, tam tersi oldu ama bir öz eleştiri duyamadık Sayın Cumhurbaşkanından. Ülke ekonomisi tarumar olduktan sonra enflasyonist ortam nedeniyle artık orta sınıflar özel okullara da çocuklarını gönderemiyorlar. Varsa yanlış, birisi çıkar burada söyler. Dolayısıyla yoksul ailelerin çocukları MESEM'lerde -ki Sayın Bakanın icraat olarak çok güvendiği, övündüğü bir icraattır- haftada dört gün çalışıyorlar, bir gün okula gidiyorlar. Kökten karşıyım, tartışırız bir gün ama günün sonunda yoksul ailelerin çocuklarına MESEM'lerde kayıt dışı çırak olmaktan başka bir şey kalmadı, ölmekten başka bir şey kalmadı. İtirazlar ettik, binlerce...
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Çocuğunuz nerede okuyor?
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Benim oğlum devlet okulunda okuyor, Hasan Tan İlkokulunda okuyor 4'üncü sınıfta.
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Benimki de öyle.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Konuyla ne bağlamı?
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Bakımsız bir devlet okulu yok. Ben bütün çocukların devlet okulunda böyle bir mağdur, mahkûm... Böyle bir devlet okulu yok ya. Hangi devlet okulunda...
FETHİ AÇIKEL (İstanbul) - Siz Türkiye'de yaşıyorsunuz, değil mi? İyi, güzel, memnun oldum.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Sayın Vekilim, ben böyle olduğunu söylüyorum, siz de olmadığını söylüyorsunuz. Bakın, ben böyle olduğunu söylüyorum; okullarda temizlik, güvenlik görevlilerinin olmadığını, güvenlik görevlisinin olmadığını. Burada bakanlık yapmış bir vekilimiz var. Temizlik görevlilerinin... (AK PARTİ ve CHP milletvekilleri arasında karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
VELİ AĞBABA (Malatya) - Ya, Türkiye'yi gezmiyor musunuz?
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Geziyorum.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Bakın, Sayın Vekilim, temizlik görevlilerinin asla yeterli olmadığını ve okul aile birlikleri o maaşları vermese onların da istihdam edilemediğini... Çok açık söylüyorum, getirin rakamını: Bakın, Millî Eğitim Bakanlığı kadrosuyla temizlik görevlisi kaç kişi çalışıyor? Kaç okul var, kaç kişi çalışıyor?
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - 3 oğlum da devlet okulunda.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Beyefendi, anlatıyorum size. Bakın, ben size net bir şey söylüyorum. Siz iktidar partisi değil misiniz? (AK PARTİ ve CHP milletvekilleri arasında karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
Efendim, böyle mi devam edeceğiz?
Bravo ya (!)
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Arkadaşlar... Sevgili arkadaşlar... Sevgili arkadaşlar... (AK PARTİ ve CHP milletvekilleri arasında karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
Sayın milletvekillerimiz, hanımefendiler, arkadaşlar... Sevgili arkadaşlar, bakın... (AK PARTİ ve CHP milletvekilleri arasında karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
İSMET GÜNEŞHAN (Çanakkale) - Sorun yok da ondan mı iki yılda bir Bakan değiştiriyorsunuz siz ya?
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - İsmet Vekilim, bir dur.
Kıymetli vekillerimiz, ya arkadaşlar, bakın, aynı şeyi...
VELİ AĞBABA (Malatya) - Ya, tuvalet kâğıdı yok, sabun yok.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Ya, arkadaşlar, eğer...
VELİ AĞBABA (Malatya) - Sen herhâlde İstanbul Çengelköy'de falan oturuyorsun. Sen gel Malatya'yı falan gör de...
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Ben özel okula göndermiyorum ya.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Onlar mı konuşacaklar, ben mi konuşacağım? İlginç yani, ilginç.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Gel, Ankara'nın okullarını bir gezelim.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Ya, arkadaşlar, özel okullar devlet okullarının düşmanı değil; önce bunu bir yerine koyalım. Eğitim sisteminin mütemmim bir cüzü. Özel okula göndermek ayıp değil, suç değil, günah değil.
MURAT EMİR (Ankara) - Sayın Vekilin demek istediği o değil de...
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Bir saniye ya, ben kanaatimi söylüyorum, sayın vekiliniz falan değil. Şimdi, bu bir.
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Kimse parasının düşmanı değil.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Ya, tamam. Bunu bir kenara koyalım. İkincisi... (AK PARTİ ve CHP milletvekilleri arasında karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
Ya, arkadaşlar, bakın, usul olarak yanlış bir yere doğru gidiyoruz. Eğer böyle sataşmalarla, söz verilmeden konuşulacaksa ben gideyim, hiç gerek yok.
MURAT EMİR (Ankara) - Bunu da vekilinize söylüyorsunuz benim anladığım.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Ya, hepinize söylüyoruz, hepimize söylüyoruz. Ya, Suat Bey konuşacak, eksiklik varsa hiç kimse bir yere gitmiyor, düzeltin, açıklama getirin. Ben de eski Bakan olarak söyleyeceğim şeyler olur, söylerim. O da der ki: "Evet, bunu yeni öğrenmişim, böyledir şöyledir." Ama öbür türlü...
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - İnsafsızlık yaptığı için...
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Ya, konuşmanızda bunu söyleyin, tamam mı? O da sataşma olarak değerlendirirse söz ister, söz veririz ama öbür türlü mesafe alamayız ya, genel müzakereleri bitiremeyiz ya. Ya, gece uzun, hepimiz buradayız, konuşacağız, konuşacağımız her şeyi konuşacağız yani.
Buyurun, devam edin.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Efendim, şöyle: Arkasında durarak söylüyorum: Türkiye'de veliler olmasa okullarda doğru düzgün temizlik hizmeti verilmesi bugün itibarıyla mümkün değil. Güvenlik hizmeti de yok zaten. Bunun karşıtını söyleyen Millî Eğitim Bakanlığının okullarda görevlendirdiği temizlik görevlisi sayısını öğrenci hesabıyla gelir burada söyler.
Devlet okullarının tamamını bilenler -güvenlik zaten pek yok da- temizlik ve güvenlik meselesinin velilerin sırtına bırakılmış bir yük olduğunu söyler ama beslenme başka bir sorun. Sayın Bakan yemeği getirdi, bir sonraki Bakan ilk iş olarak onu değiştirdi; ben bu vicdani durumu da anlamakta zorlanıyorum zaten. Buna ben niye bağırmak zorunda kalıyorum Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili olarak; buna bağırması gereken mevcut iktidar milletvekilleri. "Ya, sen ne yapıyorsun Sayın Bakan, biz yeni getirdik." demesi lazım. Ben mesela şöyle söyleyeyim Sayın Bakanım, hepinize de söyleyeyim: Biz şu anda Türkiye'nin yerel yönetimlerde 1'inci partisiyiz değil mi? Benim alanımda yanlış olacağını düşündüğüm bir şey olduğu zaman ilgili belediye başkanını arıyorum, diyorum ki: "Sen ne yapıyorsun? Ben iktidarı böyle eleştiriyorum, sen şimdi böyle bir şey yapıyorsun." Oldu böyle konular, oluyor, gurur duyuyorum bununla. Sizin sormanız lazım Bakana "Ya, sen ne istedin okul öncesi çocukların yemeğinden?" demeniz lazım. Üstelik yetersiz beslenmenin bu coğrafyanın ana meselesi olduğunu ve yetersiz beslenme nedeniyle çocukların zihinsel gelişiminin de kötü yönde etkilendiğine dair yüzlerce bilimsel rapor olduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla ben konuma dönüyorum: Peki, öğretmenler ne durumda? Yoksulluk sınırının altında yaşıyorlar. Ben bordro göstereyim size; yirmi sekiz yıllık uzman 41.192 lira alıyor, yirmi iki yıllık uzman 40.606 lira alıyor, yirmi altı yıllık başöğretmen 44.135 lira alıyor; aldıkları maaş bu, yeni gelenleri söylemiyorum, onlar 36-37 bin lira alıyor. Peki, yoksulluk sınırı ne? 3 rakam vereyim: 59, 61, 70 bin lira yani tek kişiyseniz -herkesin sonuçta kendisi gibi eğitimli biriyle evlenmek gibi bir yükümlülüğü mü var- bir aileye gelir getiren tek kişiyseniz otomatikman bu devlet... Öğretmen eskiden sokakta yürüdüğü zaman "Hoca hanım geliyor." "Öğretmen bey geliyor." idi. Sonuç itibarıyla, bugün itibarıyla yoksulluk sınırının altında bir maaşa hapsetmiş durumdayız. Hiç kusura bakmayın, iktidarı devraldığınızda bu ülkede atanmayan öğretmen sayısı 68 bindi. Gaziantep'te yaptığı açıklamada şunu söylemişti Sayın Cumhurbaşkanı Sayın Bülent Ecevit'e, rahmetliye sesleniyordu: "Yahu neden atamıyorsun? Bu çocukları boşa niye okuttun?" "Biz iktidara gelince sorunu çözeceğiz." dedi. Bu 1 milyon 572 bin KPSS başvurusu var, başvurmayanlar var. Kim yaptı bunu? Adalet ve Kalkınma Partisinin en önemli şapkadan tavşan çıkarma numarası, konuların birbiriyle bağını koparmaktır. Sayın Rukiye Toy'u dinledim. Yahu sanki YÖK'ü siz yönetmiyorsunuz. İsterseniz şöyle yapalım, biz artık YÖK'ü yönetmeyi bırakalım, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz yönetmeyelim YÖK'ü. Eğitim fakültelerini, niteliklerini falan da biz yapıyoruz, yapmayalım. O kadar eğitim fakültesini biz açtık, ben Kemal Bey'e, Sayın Kılıçdaroğlu'na çok söyledim "Açma bu kadar eğitim fakültesi." dedim, açtı. Sonra bizim Engin Özkoç vardı, o da YÖK'ü yönetiyordu.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Lale Hoca'ydı.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Lale Hoca falan... "Yahu, yapma, bu pedagojik formasyon vererek falan..." Ya, siz yaptınız, siz yaptınız; siz her bölüme pedagojik formasyon vererek, her yerde fakülte açarak 1 milyon yaptınız. İddianız neydi? Benim değil ya! Gaziantep'te -söylüyorum- Sayın Cumhurbaşkanımız, AKP Genel Başkanımız, sizin deyiminizle AK PARTİ Genel Başkanımız kendisi söylemiş. Ya, insan çıkar der ki: "Biz kamuoyuna böyle laflar ediyorduk, 1 milyona geldi dayandı." Hadi, rakamın yanlış, 572 bin KPSS başvurusu var, rakam doğru da. Şimdi, dolayısıyla, bu sorunu içinden çıkılmaz hâle getiren kim?
Şimdi, biraz önce Murat Emir doğru söyledi, bu kanunu çok istiyorsunuz çünkü bu kanun bir anda atanmayan öğretmen sorununu sizin açınızdan ortadan kaldıracak, çok net, Bakan Tekin açısından çünkü anayasal hakkı olan öğretmen ünvanını almış öğretmen. Siz diyorsunuz ki: "Ben seni öğretmen saymam." Söyleyeceğim birazdan ama burada yeri gelmişken söyleyeyim: 2 öğretmen var, karşımda oturuyorlar. Öğretmenin birine diyorum ki: "Devlete gireceksen seni öğretmen saymam." Yanındaki var, o da gitmiş özel okula, ona diyorum ki: "Sen öğretmen sayılabilirsin çünkü yüksekokulu bitirdin." Bu kadar deli saçması bir şey hayatım boyunca duymadım. Bu kadar yanlış bir şeyi, bu kadar çifte standardı hayatım boyunca duymadım.
Devam edelim. Şu an itibarıyla "ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik" diye bir şey var. Çok net söylüyorum, kul hakkı diye bir şey var değil mi, önemli bir şey değil mi? Ya, ücretli öğretmenlik emek sömürüsü kardeşim, bu insanlar "full" çalışsalar 16 bin lira maaş alabiliyorlar, asgari ücretin altında, emekli olma şansları bile yok; siz yarattınız bunu. 85 bin ücretli öğretmen var. Norm açıklarını soruyor sendikalar. Siz istatistik paylaşmayı sevmediğiniz için hiçbir istatistiği paylaşmıyorsunuz muhalefet öğrenmesin diye. Bir sendika, üstelik size yakın bir sendika soruyor "Kaç norm açığı var?" diye. 91 bine yakın. Onu saymıyorum, sadece ücretli öğretmen... Eğer bir devlet diyorsa ki: "Ben 85 bin ücretli öğretmen atadıysam bunun tanımı nedir? Sizin şu anda 85 bin kişiye ihtiyacınız var. Başka? Millî Eğitim Bakanı dedi ki: "68 bin açığımız var." Sayıştay daha fazla söyledi. Ben Yusuf Tekin'e güveneyim, Yusuf Tekin dedi ki: "68 bin." Daha kötüsünü söyleyeyim, Maliye Bakanı dedi ki: "Emekli olan kadar alacağız." Ya, insan bir sözünü tutar be kardeşim. 23.670 emekli olan var, 20 bin kişi aldınız, "68 bin ihtiyaç var." dediniz, 20 bin kişi aldınız. 1 milyond insanı nasıl eriteceksiniz?
Eğitim fakültelerinin yapısını, sayısını, içeriklerini değiştirmek konusunda hiçbir şey yapmıyorsunuz. Bir tek dert var: Millî Eğitim Akademisi kuralım, o Millî Eğitim Akademisiyle beraber seçelim. Akademiye cevap vereceğim, akademi lazım, onun tartışması yok zaten. Akademi lazım, onu da hatırlatayım, akademiyi de siz kapattınız. Bu Millî Eğitim Akademisini de siz kapattınız. Siz getirdiniz, vardı bu Millî Eğitim Akademisi, personel atadınız, akademi başkanı atadınız, üç sene durdu orada o profesör, çalıştırmadınız, sonra geldiniz, akademiyi kapattınız. Sayın Toy şimdi bana akademinin faziletlerini anlatıyor. Aldım notlarımı, söyleyeceğim şimdi. Tabii ki akademi lazım. Kimse size "Akademiyi niye açıyorsunuz?" demiyor ki. Söylediğimiz çok basit bir şey: Akademi, seçme sürecinin bir parçası olamaz, Anayasa'ya aykırı çünkü.
Devam edelim. Deprem bölgesinde çifte mağduriyet yaşayan öğretmenler var. Bu öğretmenler evlerini kaybetmiş; anlatıyoruz ya işte burada hepimizi üzen bir şekilde. Ya, evlerini kaybetmiş, okulunu kaybetmiş, özel okulda çalışıyormuş, okulu yıkılmış, atanamamış, orada duruyor. Bu insanların sorunu özel değil mi? Bunlara bir şey yapmamız gerekmiyor mu?
Başka... Bizzat söz verilmiş, Fahrettin Altun -Üsküdarlı o da, ben de- çıktı dedi ki: "2022 KPSS olmadı, yanlışlar oldu, sizi mağdur etmeyeceğiz." Ne yaptınız peki? Üstüne yattınız, 2022 KPSS mağdurlarının feryadını duymadınız, o çocuklar KPSS'ye tekrar hazırlanmadılar, size güvendiler. Size güvenen hiç kimse rahat edemeyecek mi Türkiye'de? Öğretmen açığı sayısından başlayarak söylüyorum.
Başka... Bir yıl önce Sayın Mahmut Özer -söylemek durumundayım- "Her 100 öğrenciye 1 rehber öğretmen atayacağız, norm kadromuz hazır, yönetmeliği gönderiyoruz." dedi. Nerede, nerede bu? Yok, yapılmayacak çünkü bu meseleler devlette devamlılık meselesi olarak görülmüyor, mesele bir disiplin meselesi olarak görülüyor. Biraz önce Şenol Hanım da söyledi; 17,5 sayfa yasa teklifi göndermişsiniz, vallahi 4,5 sayfası disiplin, 7 sayfası "hazırlık eğitimi" denen işler. Ya, böyle Öğretmenlik Meslek Kanunu falan mı olur yani! Bunu sonra bizim eleştirmememizi bekliyorsunuz. Siz muhalefet olsanız eleştirmeyecek miydiniz bunu? Dolayısıyla aslında burada aradığımız şey şu öğretmenlerle ilgili, çok net: Bir kere -yönetim açısından söyleyeyim- öğretmenler ne noktadalar? Yüzde 94,6'sı "Maaşım yeterli değil." diyor; normal, yoksulluk sınırının altında. Yüzde 83'ü "Toplumda saygınlığım azaldı." diyor; doğru. Yüzde 84'ü "Çocuklarımın ihtiyacını karşılayamıyorum." diyor. Kötüsü, yüzde 50'si "Daha iyi bir iş bulsam giderim." diyor; bu hâle geldi bu meslek "Daha iyi bir iş bulsam giderim." diyor. Evet, yıllar geçtikçe onlara daha fazla kaynak sağlamak, para vermek doğrudur.
Bence yönteminiz yanlıştı, düşünce doğrudur ama farklı bir şey yapılabilir; tartışırız, siyaset budur işte, onu tartışırız ama günün sonunda insanlar yokluk içerisindeler sayın vekiller, insanlar yokluk içerisindeler, mesleği bırakmayı düşünüyorlar. "Gelirimde yetersizlikler var, psikolojik sorunlar yaşıyorum." diyor. Yüzde 75'i, 4 kişiden 3'ü "Gelecekten ümitli değilim." diyor. 4 kişiden 3'ü "Gelecekten ümitli değilim." diyor, burada anlatılıyor, efendim, EĞİTİM-İŞ'in raporunu okursunuz. Yüzde 54... Siz ama tabii, muhalif herhangi bir unsur gördüğünüzde okumadığınız için.
AYŞE BÖHÜRLER (Kayseri) - Sayın Özçağdaş, CHP'nin...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Tabii, CHP'nin mi oldu şimdi, çok iyi, o zaman TÜRK EĞİTİM-SEN'in raporu... TÜRK EĞİTİM-SEN'i çağırın, EĞİTİM-BİR-SEN'i çağırın, çağırın. Ve yüzde 54,2'si birinci derece yakınlarından yardım alıyor.
Öğretmenlik Meslek Kanunu'nu konuşuyoruz ya, çok iddiayla söylüyorum, anasının babasının yanına taşınan öğretmenler var büyükşehirde. Ben İstanbul'da oturuyorum, vekil de İstanbul'da oturuyor, buradan oturanlar da var; kiralar 35 bin, 40 bin liradan başlıyor. Siz o kadar maaş veriyorsunuz bu insanlara. Düşünmüyor muyuz 16 milyon nüfusu olan şehirde bu adam kaç para alacak, kaç para kira verecek diye? Zaten kendi evi barkı olan bir adam olsa iş kurar değil mi? Yani devlet memuru olduysa, büyük bir çoğunluğu memur maaşıyla idare ediyor demektir.
Türkiye'nin gerçek gündemi budur, öğretmenlerin gerçek gündemi budur; bunları konuşmamamızı istiyorsanız o olmaz, konuşuyorsak da sonuç almamız lazım. Ben sizi dinliyorum, notlarımı alıyorum, benim söylediğim rakamlarda yanlış mı var? Düzeltiriz. Rakamlarda yanlış varsa bile bu gerçeği değiştirmez. Türkiye'nin öğretmenleri geleceklerine umutsuz bakıyor.
Peki, sonra bir iktidar partisi milletvekili çıkıp ne diyor? "Ya, eskiden limon mimon satıyorlardı, ek işler yapıyorlardı, niye yapmıyorlar?" diyor. Hadsiz, hadsiz, açık söylüyorum, dava etsin, hadsiz! Devletin öğretmenine -ki bir toplumda herhâlde en saygın meslek olması gerekir- "Neden limon satmıyorsun?" diyor. Bu olacak iş mi ya! Yoksulluktan yakınan kitlelere bir başkası da şöyle demişti: "Ben koyunu bütün alıyorum, öyle daha ucuza geliyor." Şimdi, bu derece şuurunu kaybetmiş olan insanlara laf anlatmaya çalışıyoruz. Koyunu bütün alacakmış da ucuza gelecekmiş falan. Şimdi, dolayısıyla ben bunları söylemek zorundayım, Cumhuriyet Halk Partisi de, diğer muhalefet partileri de bunları söylemek durumunda.
Sayın Cumhurbaşkanı, 11 Nisan 2023; "Kamuya işe alımları, görevin getirdiği zorunluluklar dışında mülakatı kaldırarak gençlerimizi sınavlardaki başarı sıralamasına göre yapacağız." Sayın Mahmut Özer, 12 Mayıs 2023; "Mülakat olmayacak artık. KPSS puanına göre çok hızlı şekilde atamasını gerçekleştireceğiz." Devamı da var, örnekler veriyor "Böyle olacak." diyor. Alkışlamıştım, çok güzeldi. Ne oldu? Arkasından başka bir Bakan geldi "Hop, hop, bir dakika..." dedi. Bize anlatıyor; mülakatın faziletlerini anlatıyor, neden mülakat lazımmış, bilmem ne... Çok net söylüyorum, mülakat subjektif bir yöntemdir. Türkiye'nin kendi içerisindeki yapısal bozukluklarını bir kenara koyuyorum, derin kutuplaşmış bir toplum olmamız, onu bir kenara koyuyorum; herkes aynı fikirde olsa bile... Yani şöyle bir örnek vereyim: Tamamı Adalet ve Kalkınma Partisi mensuplarından olan, böyle, inanmış, hepsi Nurettin Topçu yolunda ilerliyor, harika reisimiz, devam; bunların hepsi bu öğretmenleri mülakata alsa aynı sonuçlar çıkmaz çünkü mülakatta o günkü durumunuz vardır, adaylar arasında fark vardır, hani filmlerde var ya, sıfırcı hoca olan vardır, bol not veren vardır. Ya, siz Türkiye'ye mülakat yapamazsınız ya! Siz insanların hakkını çiğniyorsunuz, yapamazsınız çünkü siz mülakatı sokuyorsanız subjektif bir değerlendirmeden geçiriyorsunuz demektir.
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Devlet belirleyecek, devlet.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Devlet... Beyefendi...
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Bütün mülakatlar subjektif olmak zorunda, böyle saçma şey mi olur ya!
VELİ AĞBABA (Malatya) - Allah aşkına, siz söylediğinize inanıyor musunuz ya?
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Efendim, çok net bir şey söyleyeyim: Siz "Saçma." diyorsunuz -"saçma" kelimesini kullandığınız için söylüyorum- sizin bu mülakatın bir değerlendirme kriteri olarak, bir değerlendirme aracı olarak ne kadar subjektif bir değerlendirme aracı olduğunu bilmemenizi tam bir saçmalık olarak görüyorum ama şunu söyleyeyim...
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Zaten siz söylediniz...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Bakın, siz söylüyorsunuz, Amasya'da, Kayseri'de, Diyarbakır'da, Tekirdağ'da aynı öğretmen adayını... Basit bir şey söylüyorum: Ben 7-8 tane ölçme değerlendirme dersi aldım, size de tavsiye ederim. Şimdi, bakın, şunu tavsiye ederim size...
MURAT EMİR (Ankara) - Ama sizin hiç bilmediğiniz çok belli.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Çok belli.
Diyarbakır... Ya, örnek veriyorum.
MURAT EMİR (Ankara) - "Mülakat tabii ki subjektif olacak." diyen birisiyle nasıl konuşacağız?
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Devletin sanatçısı da subjektif olmak durumunda. (AK PARTİ ve CHP milletvekilleri arasında karşılıklı konuşmalar)
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Sayın Bakanım, böyle mi olacak ya!
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Suat Bey, hızlı bir şekilde toparlayalım.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Ama hızlı bir şekilde anlatıyorum. Kusura bakmayın, hızlı bir şekilde anlatıyorum ama böyle olmaz. Ben gerçekleri söylemeye devam edeceğim.
Sayın Vekilim, ben size bütün saygımla... Sayın Vekilim...
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Çok formlu...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Sayın Vekilim, kimin ne formu olduğunu kamuoyu takdir eder ama çok basit bir şey söylüyorum. Sizden istirham ediyorum, mülakatın ne kadar güvenilmez bir seçme aracı olduğunu kendi partinize mensup ölçme değerlendirme uzmanlarına sorarsınız. Çok basit bir şey söylüyorum: Bir sınıf öğretmeni alacağız, o sınıf öğretmenine Diyarbakır'da başka bir grup, Kayseri'de başka bir grup, Tekirdağ'da başka bir grup giriyor. Ya, hangi ortak kriterle? Tekirdağ'da giren grup o gün biraz daha iyi hissediyor, gelene 80 veriyor, Kayseri'deki eşiyle kavga etmiş, 70 veriyor; mülakat budur, mülakat subjektif bir değerlendirmedir, aradaki başarıyı ölçemezsiniz, ölçtüğünüz şey ekiplerin başkalaşmasıdır; bunu benim size anlatmak zorunda kalmam yüce Meclis çatısı altında vallahi üzüntü verici. Dolayısıyla, bu mülakat meselesi tam olarak bir sorundur. Aynı zamanda şunu da söylemiyorum, siz Millî Eğitim Bakanlığındaki atamaların neredeyse tamamını belirli bir sendikanın tavsiyeleri üzerine yapıyorsunuz. Onu da bir kenara koyuyorum.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Kıymetli Vekilim, Suat Bey...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Hadi, diyelim, onu da bir kenara koyuyorum. (AK PARTİ milletvekillerinin laf atmaları)
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Suat Bey, bir saniye...
(Uğultular)
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Efendim, böyle devam edemeyiz ya, olmaz böyle. Ben de mi laf atayım her konuşana? Ya, böyle bir şey olur mu!
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Tam da zurnanın...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Ama bakın, böyle bir usul yok.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Yani tamam, şey...
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Cemaatlere, tarikatlara geleceğiz daha.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Orkestra falan yapmıyoruz yani Suat Bey'in böyle bir şeye ihtiyacı yok ya. Bir saniye... Benim diyeceğim farklı bir şey.
Şimdi, bakın, buradaki tüm milletvekilleri konuşacak.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Usulü doğru mu buluyorsunuz şu an?
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Ya, ben diyorum ki ister arkadaşlarımız, aynı partideki arkadaşlarımız sataşsınlar, doğru değil yani.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Değil.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Herkes konuşur, yanlış bulduğu bir şey varsa düzeltir, sonrasında açıklar, bunda bir problem yok ama bakın, şöyle bir şey var: Şimdi teklif ettiniz, dediniz ki: "Parti grup sözcüleri konuşsunlar."
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Evet.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Şimdi, Şenol Hocam konuştu, sonra Rukiye Hanım konuştu, beşer, onar dakika konuştu; şu anda otuz sekiz dakika oldu sizin.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Ama ne yapayım?
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Bakın, sizin milletvekilleriniz konuşacak, milletvekilleriniz konuşacak.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Yücel Bey, biz sizi sanatçı biliyorduk, içinizden bir canavar çıktı, ne yapalım?
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Burada konuşmayacağız nerede konuşacağız anlamıyorum. Sonra "yüce Meclis" diyoruz kendi kendimize yani "yücelik" sıfatını kendimiz veriyoruz.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Lütfen, toparlayalım tamam mı? Toparlayalım.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Saygıdeğer Bakanım...
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Usul usul değil, diğer arkadaşlar da konuşsunlar, o anlamda...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Saygıdeğer Bakanım, iktidarın, iktidar mensuplarının -bakın, biz birbirimizi hiç aldatmayalım- temel hedefi bizzat Bakanlık tarafından hazırlanmış olan bu kanun teklifinin hızla geçmesidir. Rukiye Hanım eline verilmiş notu okudu ya da kendisinin hazırladığı notu okudu.
RUKİYE TOY (Sivas) - O üslupla konuşmayın.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Özür diliyorum, geri alıyorum, geri alıyorum.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Çok saygısızca bir şey!
İSMET GÜNEŞHAN (Çanakkale) - Ne yapsın yani özür diliyor.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Ya, geri alıyorum.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Suat Bey geri aldı, Suat Bey geri aldı, tamam.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Rukiye Hanım, özür dilerim. Siz anında hatasını fark eden ve geri alan bir vekil görmediğiniz için ben diyorum ki özür diliyorum, hakkınıza girdim.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Ya, siz özür dilerken bile kendinizi yücelterek konuşuyorsunuz, ayıp ya!
RUKİYE TOY (Sivas) - Ön yargılarla hüküm kesiyor öyle. (AK PARTİ milletvekillerinin laf atmaları, gürültüler)
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Efendim, anladığım kadarıyla iktidara mensup arkadaşlar gerçekleri duymak istemedikleri için konuşmamı istemiyorlar ama konuşacağım.
RUKİYE TOY (Sivas) - Otuz sekiz dakika konuşmuşsunuz.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Söylediklerim... Gerekiyorsa... Siz yirmi dakika böldünüz zaten.
MURAT EMİR (Ankara) - Susun, dinleyin, dinlemiyorsunuz.
RUKİYE TOY (Sivas) - Konudan konuya geçiyorsunuz, bir bütünlük de yok.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - O bütünlüğü görmemeniz zaten sorun, sorun sizin bir ekosistem olduğunu ve o ekosistemde yaşanan sorunları görmüyor olmanız, aslı sorun bu zaten. (AK PARTİ milletvekillerinin laf atmaları, gürültüler)
Böyle mi devam edeceğiz? Ben bir döneceğim Rukiye Hanım'la konuşacağım, bir Yücel Bey'le konuşacağım.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Suat Bey...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Böyle bir usul var mı?
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Ya, bakın...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Ben de böyle yaparım her konuşana, sabaha kadar gideriz. Böyle bir usul var mı ya! Hoş mu ama efendim! Hoş mu bu yani!
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Suat Bey, şunu da yapmayın...
RUKİYE TOY (Sivas) - Siz de oturduğunuz yerden konuşuyorsunuz.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Rukiye Hanım, bir saniye...
Ama bakın, Suat Bey, şunu yapmayın...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Neyi yapmayayım efendim? Söyleyin, neyi yapmamam gerekiyorsa yapmayayım, onu da öğreneyim.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - "Elinize hazır metin verildi." Deyip, Rukiye Hanım'ı töhmet altında bırakıp ondan sonra bir şey söylendiği zaman da...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Ya, üç saniye sonra geri aldım, üç saniye sonra.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Kendilerine gelince saygın milletvekili, buradaki arkadaşlarımıza gelince eline kâğıt tutuşturulmuş! Böyle bir şey kabul edilebilir mi kardeşim!
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Yani bunu yapmayalım.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Geri aldı.
RUKİYE TOY (Sivas) - Siz de keşke konudan konuya bu kadar atlamasanız biz de sabırla dinlemeyi biliriz ama bu kadar da bir bütünlük içerisinde konuşmadığınız için tabii...
VELİ AĞBABA (Malatya) - Bu otuz sekiz dakikanın sekiz dakikasını Suat Bey konuştu, otuz dakikasını Böhürler konuştu, hocam konuştu. (AK PARTİ ve CHP milletvekilleri arasında karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Ya, arkadaşlar, tamam.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Böyle olmaz efendim, böyle olmaz; ben bunu kabul etmiyorum, böyle olmaz.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Biz de bunu kabul etmiyoruz Suat Bey.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Böyle olmaz.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Kimse hiçbir milletvekilinin ne konuşacağına karar veremez.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Evet, teşekkür ederim.
RUKİYE TOY (Sivas) - Özrünüz için de teşekkür ederim ayrıca, sağ olun.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Rica ederim efendim.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Her milletvekili konuşacağını konuşur ama doğru, bağlamında, veriler doğru bir şekilde, bağlamından çıkartmadan ve itham ettiği kişinin de hakkına, hukukuna riayet ederek yani, tamam mı? Buna hassasiyet göstererek şu süreci tamamlamak istiyoruz, hepsi bu. Tekrar bu çerçeve içerisinde diğer CHP'li milletvekili arkadaşlarımızın da konuşacağını göz önüne alarak konuyla ilgili değerlendirmelerinize devam etmenizi istiyoruz.
Buyurun.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Efendim, öncelikle şu tespiti yapmak isterim, o da şudur: Benim Sayın Yusuf Tekin gibi bir zaman mefhumum yok. Ben bu Parlamentonun bir milletvekiliyim, bu Komisyonun bir üyesiyim. Konuşulması gereken konular gerekiyorsa bir hafta, gerekiyorsa on beş gün konuşulur; mesele bundan ibarettir, oraya noktayı koyuyorum.
İkinci mesele şudur: Bu kadar bağıracak bir şey yok. Bir şey söylüyorum, anında özür diliyorum.
RUKİYE TOY (Sivas) - Siz bağırıyorsunuz, bir saattir siz bağırıyorsunuz.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Devam ediyorum.
Bakın, Rukiye Hanım, sözümü kesmezseniz belki daha kısa sürer. Bakın, gene başladınız, devam edin böyle.
RUKİYE TOY (Sivas) - Başından beri diyorsunuz ki: "Kanunu siz hazırlamadınız, notu siz hazırlamadınız." Ya, bizim aklımız yok mu?
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Kanunu siz hazırlamadınız, Bakanınız söylüyor, ben söylemiyorum hanımefendi. Neden gerçekler sizi rahatsız ediyor? Kanunu siz hazırlamadınız hanımefendi. "Kanunu ben hazırladım." der misiniz? "Kanunu ben hazırladım." der misiniz?
LATİF SELVİ (Konya) - Niye polemik yaratıyorsunuz?
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Rukiye Hanım, "Kanunu ben hazırladım." der misiniz? Böyle bir usul yok tabii ama olur mu böyle! Ya, şimdi söylediniz, hâlâ laf atıyor. Ya, bana değil...
LATİF SELVİ (Konya) - Sayın Başkanım, arkadaşımız Komisyona hitap etsin.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Evet efendim, laf atmazsanız öyle olur.
LATİF SELVİ (Konya) - Böyle kişileştirerek, polemik üreterek saatleri zayi etmenin bir anlamı yok.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Çok teşekkür ederim, aynı fikirdeyim.
LATİF SELVİ (Konya) - O zaman öyle yapalım.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Aynı fikirdeyim.
İSMET GÜNEŞHAN (Çanakkale) - Susarsanız yapacak.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Şimdi, Sayın Başkanım, gerçekte...
LATİF SELVİ (Konya) - Zaten şu ana kadar konuşulanın yüzde 50'sini Suat Bey konuştu ya! Hâlâ daha sen neyi söylüyorsun anlamadım. Bakın, Şenol Hanım'ı dinledik...
VELİ AĞBABA (Malatya) - Ya, on bir dakikadan beri sizi dinliyoruz, on bir dakikadan beri sizi bekliyoruz ya!
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Şimdi, Başkanım, siz EĞİTİM-BİR-SEN kökenli olduğunuz için rahatsız olduğunuzun farkındayım.
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Ya, sizin istediğiniz şekilde mi konuşmak zorundayız? Şenol Hanım'ı dinlediniz, ne oldu, çok mu bir şey öğrendiniz, bir şey mi değiştireceksiniz?
LATİF SELVİ (Konya) - Sizin dayatmanız doğru mu ama yani?
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Dayatma değil, sözcümüz konuşuyor, konuşacak.
LATİF SELVİ (Konya) - Eyvallah, dinliyoruz.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - EĞİTİM-BİR-SEN kökenli olduğu için çok rahatsız oluyor Bakanım.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Siz böylesiniz işte, tamam mı? Ona EĞİTİM-BİR-SEN, buna TÜRK EĞİTİM-SEN, falancaya bilmem ne... EĞİTİM-SEN kökenli olmasının sizin için ne...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Nazım Bey, biraz önce siz Ayşe Hanım'ı duymadınız, EĞİTİM-İŞ'in raporunu söyleyince "CHP'nin sendikası" dedi.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Bak, burada bütün sendikalar var, kimsenin kökenine falan baktığımız yok.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Bence de, aynı fikirdeyim.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Bak, kişiselleştiriyorsun.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Nazım Bey, kişiselleştiren sizsiniz, gerçekleri duymamak için sırayla gürültü yapıyorsunuz.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Ama kişiselleştirirseniz, üslubunuzu bizim şahsımıza hakarete dönüştürürseniz buna tahammül edemeyiz.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Şimdi, bakın, söz hakkı bende olmasına rağmen sürekli koro hâlinde biriniz devreye girip konuşuyorsunuz; anladığım kadarıyla çok rahatsız oluyorsunuz.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Hakaret etmeseydiniz sizi dinlerdik burada.
İSMET GÜNEŞHAN (Çanakkale) - Ne hakareti ya!
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Sayın vekiller, söz hakkı bende, sürekli konuşuyorsunuz.
RUKİYE TOY (Sivas) - Yarım saatten fazla dinledik...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Bak, hâlâ susamıyorsunuz. Sayın Başkan da sizi sürekli uyarıyor, diyor ki: "Konuşmanın devam etmesi lazım ama siz susmuyorsunuz." Tebrik ederim sizi!
RUKİYE TOY (Sivas) - Sessizce dinlediğimiz zaman da sayın vekilim "Umursamadığınız için sessizce dinlediniz." dedi.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Şimdi, bakın...
RUKİYE TOY (Sivas) - Konuşunca da diyorsunuz ki...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Rukiye Hanım...
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Siz de buraları mı umursuyorsunuz? "Sendika..." dedi, biraz sonra tarikat, cemaat diyecek.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Sevgili arkadaşlar...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Sayın Başkanım, bu koşullarda konuşmak mümkün olmuyor, ben ne yapacağım bilmiyorum.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Sevgili arkadaşlar, şöyle: Şimdi, herkes meramını anlattı, söz almadan karşılıklı olarak da meramını anlattı, bunu nihayetlendirelim artık.
Buyurun.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Şimdi, kanunun içeriğine gelelim: Genel ekosistem bu. Öğretmenlik Meslek Kanunu... Bir kere, Sayın Bakanın böylesi önemli, milyonları ilgilendiren bir kanun teklifi tartışılırken buraya gelip dinlememesi hicap vericidir; bunu net olarak söylüyorum. Bu kadar önemli bir kanun konuşulurken gelmemesi hicap vericidir.
Basit bir şey söyleyeyim: İki yıl önce bir kanun geldi, adı Öğretmenlik Meslek Kanunu; iki yıl sonra bir kanun geldi, Öğretmenlik Mesleği Kanunu; adını bile değiştirme ihtiyacı var. Arada bir ara Millî Eğitim Akademisi Kanunu da vardı ama o çok dikkat çekecek diye taslağın içinden çıktı. İki yılda birbirinden bambaşka, farklı yaklaşımlar var. Bakanlık tarafından hazırlanmış olmasını biraz önce anlattım. Bunun Anayasa'ya aykırı olduğunu defalarca söyledik, onu bir daha hatırlatmak istiyorum, maddelere gelince de konuşuruz.
Şimdi, bu kanun teklifi özetle -biraz önce Rukiye Hanım da söyledi- diyor ki: "Öğretmenlik mesleği çok önemli, burada da bir bütünlük içinde ele alınmalıdır." Şimdi, öğretmen yetiştirme görevi Anayasa'ya göre yükseköğretim kurumlarına verilmiştir sayın vekillerim dolayısıyla bu kanun teklifi o anlamıyla Anayasa'ya aykırıdır. Söylediniz, bizzat söylüyorsunuz, sözcünüz de söyledi "Bir bütünlük içinde olmalıdır." diyorsunuz, "Sadece 6 bölüm." diyorsunuz. 77'ye yakın alan var, bunların bir kısmı farklı yerlerden geliyor ama günün sonunda bunlar "öğretmen" Ünvanını taşıyan insanlar, bu insanlar öğretmen, öğretmen adayı pozisyonuna dönüştürülemezler; böyle bir hak ne Yusuf Tekin'e ne bana ne size, kimseye verilemez; diplomasında "öğretmen" yazıyor bu insanların.
Şimdi, bakın, bu bir paradigma değişikliğidir. Böyle bir paradigma değişikliği yapamaz mıyız? Yapabilirsiniz, elhak yapabilirsiniz. Nasıl yaparsınız? Gidersiniz Anayasa'yı değiştirirsiniz, yükseköğretim sistemini değiştirirsiniz, sonra gelirsiniz Öğretmenlik Meslek Kanunu'nu değiştirirsiniz ya da Öğretmenlik Mesleği Kanunu'nu değiştirirsiniz. Bakın, bu kanun teklifinin bir tane gelme amacı var, ana amaç şu: "Ben Millî Eğitim Akademisinde güvencesiz bir şekilde bu öğretmenleri çalıştırayım -bir kere 'Mülakat olmayacak.' dendi- mülakatla alayım." Sonra da -disiplin maddelerinde var- işte, efendim "Karşısındakini kaba sözle rencide eden..." falanla -hiçbir tanımı yok, tamamen muğlak- gözünün üzerinde kaşın var diyen ne kadar beğenmediğiniz, kendi stratejinize, ideolojinize uygun bulmadığınız, belki beğendiğiniz yerlerde örgütlenmemiş öğretmen adayı varsa bunları daha memur ünvanı kazanmadan elemek; bütün Millî Eğitim Akademisi güzellemeleri bu yüzden yoksa Millî Eğitim Akademisinin olmaması gerektiğini söyleyen yok, üstelik kapatan sizsiniz. Muhalefetin tamamı olarak yıllardır söylüyoruz çünkü çağ değişiyor, gelişiyor, 1 milyon 154 bin öğretmen varsa o öğretmenlerin -on yıl önce, on beş yıl önce, yirmi yıl önce, yirmi beş yıl önce mezun olmuş öğretmenlerin- bu insanların meslek içi eğitim alması lazım, o yüzden Millî Eğitim Akademisi lazım. Keşke kapatmasaydınız, devam etseydi. Millî Eğitim Akademisi olmasına itiraz eden yok sevgili arkadaşlar, olsun ama Millî Eğitim Akademisi seçme sürecinin bir parçası olamaz, anayasal olarak olamaz çünkü o fakültelere verdiniz o görevi, Anayasa öyle verdi.
Peki, burada başka bir şey söyleyeceğim. Bu eğitim fakülteleriyle ilgili Rukiye Hanım da söyledi "Burada sorunlar var. Neden bunu böyle yapıyorsunuz?" diye. Ya bu eğitim fakültelerinde, YÖK'te Millî Eğitim Bakanlığının 3 temsilcisi yok mu? Eğitim Fakülteleri Dekanlar Konseyi yok mu? YÖK'ün yönetimi sizde değil mi? YÖK'ün yönetimi de sizde, hatırlatayım, yirmi iki yıldır sizde. Eğer eğitim fakültelerinden mezun olan öğrencilerin stajlarını yeterli bulmuyorsanız -ki doksan altı saat değil, daha fazla ama stajlarını yeterli bulmuyorsanız- siz bunlara daha fazla staj uygulayacak bir eğitim modeline fakülteleri neden geçirmiyorsunuz? Muhalefetin orada hiçbir söz hakkı yok. 21 YÖK üyesini bile siz atadınız, 21'ini. Dolayısıyla, bütün eğitim fakültesi dekanlarını siz atıyorsunuz. Anayasa Mahkemesinin altı yıl sonra iptal ettiği karara göre altı yıldır dekanları bile siz atıyorsunuz, herkesi siz atıyorsunuz, neden eğitim fakültesini değiştirmiyorsunuz, dönüştürmüyorsunuz da "Oradan kötü çıkıyor, ben burada yeni bir eleme yapacağım." Diyorsunuz?
Başka bir şey söyleyeyim: 97 tane eğitim fakültesi -sayı umuyorum böyledir- 1.400 profesör, 10 bin akademisyen var -9 bin küsur, 9.560 gibi bir şey- bunlar yapamamışlar, bu öğrenciler dört yıl eğitim almış, iki bin yüz, iki bin iki yüz saat ders almışlar, projeler, birtakım etütler, çalışmalarla 3.360 saate yakın eğitim görmüşler, yapılamamış; Yusuf Tekin'in Millî Eğitim Akademisi -yine sizin yönetiminizde olan eğitim fakültelerinde yapılamamış- gelecek, burada on haftalık, on dört haftalık 3 ya da 4 dönemde yapacakmış. Peki, kiminle yapacakmış? Onu da Finlandiya'dan mı transfer etmiş? Kiminle yapacakmış bu Millî Eğitim Akademisini? O Millî Eğitim Akademisini de yine o beğenmediği eğitim fakültelerinden alacak, gene oradan getirecek. Madem öyle yapıyorsa niye eğitim fakültelerinde revizyon yapmıyorsunuz, neden ihtiyaçlar doğrultusunda geliştirmiyorsunuz? Alın size çok açık bir öneri söylüyoruz, neden bunu yapmıyorsunuz?
Başka bir şey söyleyeyim: Bu arkadaşlarımızı alıyorsunuz, bunlar kim? Bunlar devlet memuru değil -öyle bir şey söz konusu olamaz- bunlar sözleşmeli personel değil, garip bir şey söyleyeyim ki bunlar kursiyer değil. Bunlara 14 bin lira veriyormuşsunuz ki o da çok enteresan, 14.190 lira. Zannederim Bakanlıktaki arkadaşlar şeyi çok iyi hesaplamışlar "Zam gelecek, 17 bin lira asgari ücreti tuttururuz." Yani kazara 2-3 bin lira fazla veririz diye o teklif geldiğinde bile asgari ücreti yazmamışlar. Şimdi, peki, tebrik ederim, tam olarak asgari ücrete denk getiriyorsunuz çünkü asgari ücrete de zam yapmayacaksınız, o anlaşılıyor, tam olarak onu getirmişsiniz.
Peki, şunu düşünmüyor musunuz ya, İlhami Vekil biraz önce dedi ki: "Babasınız, anasınız '30 yerde bunları yetiştireceğim.' diyorsunuz." 14.190 liraya zam geldi, 17 bin lira oldu; Nevşehir'den ayrılacak, Kırşehir'e gidecek ve nerede barınacak, nasıl yaşayacak, nasıl hayatını idame ettirecek? Üç yıl güvencesiz, onu sevmeyen -biraz önce bağrıştık ya burada- o sendikalar, bu sendikalar ve kendisi tamamen subjektif koşullarla, üç yılın sonunda istihdam hakkından vazgeçerek elendiğinde ne olacak? Bunlar subjektif işler. 14.190 lirayı, güvencesiz işi bu arkadaşlara layık gördünüz. Çok açık söyleyeyim, Anayasa Mahkemesinden dönecek, net dönecek çünkü bu insanlar... Sonuç itibarıyla -biraz önce Murat Emir söyledi- devlette eğitim hizmetleri asli görevdir, siz bunu ancak devlet memurları aracılığıyla verebilirsiniz. Öğretmenlik ünvanı almış olan insanlara "öğretmen adayı" diyemezsiniz, onlar öğretmendirler. Devlet Memurları Kanunu gereği göreve başladıkları anda adaylık dönemleri vardır, aday öğretmen olurlar yani tekrar söylüyorum, öğretmen adayı olamazlar, aday öğretmen olurlar; bunun da Anayasa Mahkemesinden döneceğini göreceksiniz.
Peki, bunların hepsi yapılmış, hepsi gitmiş. 16-17 sayfa Öğretmenlik Meslek Kanunu içinde öğretmenlik mesleğinin tanım yok. Öğretmenlik Mesleği Kanunu'nda öğretmenliğin meslek tanımı yok, yok burada. 7 sayfa şey var; 4,5 sayfa disiplin var. Bu içerikleri kim verecek, dersleri kim verecek? Sayın Bakan geldi, burada konuştu Plan Bütçede; "Sizin tarikat, cemaat dediğiniz, bizim STK dediğimiz..." Bunlar derslere girecekler mi, kim yapacak? Kanunda hiç böyle bir şey görünmüyor; kimin vereceği belli değil, nasıl olacağı belli değil. Bunlar Yusuf Tekin'in dünyasında problem değil çünkü Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'ni de kimin yazdığı belli değil. Bakın, Türkiye, yüz yıllık cumhuriyet, üç bin yıllık bir medeniyet. Burada böyle bir devlet anlayışı var olmadı. 20 milyon insanı etkileyen bu Maarif Modeli'nizi de kimin yazdığı belli değil; kaynakçası belli değil, hangi eğitim modeline referans olduğu belli değil. Dolayısıyla, şimdi bize diyorsunuz ki: "Bir eğitim akademisi getireceğiz, bunları yönetmelikle düzenleyeceğiz." 13 tane yönetmelik; düşünün, 39 madde geliyor, 39 maddede bunları konuşmayacağız, 13 tane yönetmelik...
Rukiye Hanım dedi ki: "Öğretmenlik mesleği tüm yönleriyle ele alınmalı." Peki, sizin getirdiğiniz kanun öyle mi? Bu kanun içerisinde hüküm bulmayan bir yığın kanun var. Şöyle bir kanun yapma tekniğiyle yapmak gerekiyordu eğer bu Öğretmenlik Meslek Kanunu olacaksa: Diğer kanunların tamamında yer alan kanunları araştıracaktınız, onları mülga hâline getirecektiniz ve buraya koyacaktınız. Siz neyi mülga ettiniz? Bakan kusura bakmasın, bir önceki Bakan döneminde gelen yasayı mülga ettiniz, başka hiçbir şeyi mülga etmediniz. Daha da fazla bunun üzerinde de konuşmak istemiyorum, asıl sorun da budur. Biraz önce oradaki açıklamalara da yansımış olan da budur, asıl hikâye de budur. Dolayısıyla, siz bir öğretmenlik meslek kanunu da hazırlamadınız, hazırlamış olsanız yaptığımız diğer eleştirilerle size canımız feda.
Peki, teklifte ne yok? Öğretmenlerin sorunları yok. Mesela, benim Sayın Bakanla en anlaşamadığım konulardan birini söyleyeyim: Şimdi, sizin bu teklifinizle bu ünvanları verdiğiniz insanlar, 7 farklı insan aynı öğretmen odasında duruyor, 7 farklı insan; aday öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen, sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen. Ben eminim yakında 2 kategori daha bulursunuz. Peki, hepsi ne yapıyor? Sizin verdiğiniz müfredatın, eğitim programının ve ders kitaplarının aynısını uyguluyor. Biz hepimiz 7 farklı statüdeyiz, 7'miz de aynı matematik programını uyguluyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olamaz. Eğer ünvanlar verilirken farklılaşma olmayacaksa o ünvanlara gerek yoktur, onların maaşlarına, özlük haklarına yansıtabilirsiniz. Aramızda tartışacağımız nokta budur ama günün sonunda bu, iç barışı, eğitim barışını, eşit işe eşit ücret ilkesini reddeden bir iştir.
Burada öğretmenlerin hakları, ödevleri, sorumlulukları var. İktidar partisi milletvekillerine rica ediyorum, hangi hakları tanımlamışsınız? Ödevleri tanımlamışsınız, sorumlulukları tanımlamışsınız; adamları bir falakaya yatırmadığınız kalmış; 4,5 sayfa disiplin hükmü var; bağlamında konuşmuyor muyum? 4,5 sayfa. Peki, hangi haklarını tanımlamışsınız? Öğretmenlerin herhangi bir hakkı tanımlanmış mı orada? Mesela, öğretmenlerin kendi içeriklerini oluşturmak konusunda akademik bir özgürlükleri var mı? Orada konuştuklarında bir tür kürsü masuniyetleri var mı Anayasa ve kurallar çerçevesinde? Bunların hiçbiri tanımlanmamış. İş sağlığı, güvenliğiyle ilgili konular var mı? Bunların hiçbiri tanımlanmamış. Söylemeyelim mi bunları? Ödevler, sorumluluklar var ama haklar yok Allah'a şükür. Son derece otoriter, yer yer faşizan, sadece dışarıya atmaya yönelik. Madde 34 konuşuldu, söylendi, 2 kişinin kendi arasında husumet varsa bir diğerinin hayatını etkileyebilecek bir kanun teklifi getiriyorsunuz çünkü bu kanun teklifini getiren Bakanın -sizleri tenzih ediyorum, sizlerin öyle olmadığınıza inanıyorum ama- bir tane derdi var; "Bu Millî Eğitimin içerisinde benimle aynı fikirde olmayan yüz binlerce öğretmen var, ben bunlarla yavaş yavaş hepsinden kurtulayım, yenisini de almayayım, mümkünse hiç kimse oradan aşağıya girmesin." diyor.
Şimdi, günün sonunda şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız: Bu kanun teklifinin içerisinde eğitimin diğer bileşenleri yok. Örneğin, hizmet sınıfındakiler yok, ekosistem ya bu, büyük bir ekosistem, bunların hiçbiri yok. Ya, elimizde UNESCO'nun Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi var, oradan hiçbir şekilde yararlanan bir doküman yok. Kırsal ya da uzaktaki bölgelerde görev yapan öğretmenlerin ihtiyaçlarıyla ilgili özel bir durum yok. Eğitim ortamlarının niteliğiyle, ders materyallerin niteliğiyle ilgili hiçbir şey yok. Peki, ne var? Söyleyelim: Proje okulları var. Allah aşkına, elinizi vicdanınıza koyarak bana söyleyin, hangi insan evladı 2 bin okulun tüm müdürlerini ve öğretmenini atayabilir? Nasıl bir siyasal hırstır ki bu "Ben hepsini atarım." Ben de iddiayla söylüyorum, hodri de meydan diyorum Yusuf Tekin'e; bu atamaları yaptığı zaman ben yanında oturacağım, laf da atmayacağım, ses çıkarmayacağım. Millî Eğitim Bakanı 100 bine yakın öğretmeni atamaya kalksa, kendi imzalamaya kalksa yorulur insan, yorulur, atayamaz.
Bu "proje okullar" dediğiniz okulların tekniği gereği en iyi okullar olması lazım, en iyi öğretmenlerin seçilmesi lazım. Var mı öyle bir kriter? Neye göre seçilecekler? Hiçbir şey yok. Yasamanın yetkisi devredilemez. Sonuç itibarıyla, proje okullarla ilgili durum ortada değil mi? Söylemeyelim mi bunu? O yetkilerin tamamını Bakana veriyorsunuz. Onların tamamı da... "Zarif ol, terbiyeli ol, böyle yapma." Ben çok net söylüyorum, hiçbir Bakan, ne siz ne ben ne Cumhurbaşkanı ne Bakanlar 100 bin kişiyi eleyerek atayamayız ya, böyle bir şey mümkün değil.
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Bunları daha önce söylediniz ama.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Efendim, bu kanunun geneliyle ilgili konuşuyorum müsaade ederseniz. Dolayısıyla, bu önemli; o başka bir konuydu, bu başka bir konu. Siz istediğiniz zaman gidebilirsiniz.
MURAT EMİR (Ankara) - Hakkınız yok.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Böyle olmaz yani.
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Kaç dakika oldu...
MURAT EMİR (Ankara) - Çıkın dışarı, zor geliyorsa çıkın dışarı.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Yücel Bey, rica ederim, yapmayın bunu ya.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Sayın vekillerim, bakın....
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Ya bunu yapmayın, ne kazanıyorsunuz anlamıyorum ben burada.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Bakın, yine aynı şeyi tekrarlıyoruz. Eğer süreyle ilgili sıkıntısı varsa önerge verir, usulle ilgili...
MURAT EMİR (Ankara) - Veremez.
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Verir.
MURAT EMİR (Ankara) - Veremez efendim. O Komisyonda...
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - İşleyişle ilgili verir.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Bu çözüm müdür efendim? Bu çözüm müdür?
BAŞKAN MAHMUT ÖZER - Yoksa "Uzun konuştu, kısa konuştu." diye bir şey demeyiz yani.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Sürekli bir laf atma Yücel Bey, sorun nedir? Yapmayın böyle Yücel Bey. Sen de bir saat konuş, ben dinlerim seni ya.
MURAT EMİR (Ankara) - Bu Komisyonu çalıştırmak üzere buradayız. Zor gelen varsa çıkar, hava alır gelir.
FETHİ AÇIKEL (İstanbul) - Sayın Vekilim, Başkanınızın insicamını bozuyorsunuz. Milletvekilliği milletin muhalefetine sabrı gerektirir. Burada milletin sorunlarını tartışıyoruz, Başkanınızın insicamını bozuyorsunuz. Eğitim sisteminin yirmi iki yıllık birikmiş sorunlarını tartışıyoruz, lütfen müdahale etmeyin hatibimize.
MURAT EMİR (Ankara) - Yapmayın böyle Sayın Başkan, gereğini yapın.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Yücel Bey, ben sizinle uzun uzun başka bir şey konuşacağım sonra.
Şimdi asıl sorun şu: Yücel Bey çok haklı. Neden çok haklı biliyor musunuz? Çünkü bir emme basma tulumba gibi, Parlamentoya gelen bütün kanunlara...
YÜCEL ARZEN HACIOĞULLARI (İstanbul) - Hayır...
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Müsaade edin efendim, ben sizi çok haklı buluyorum.
Efendim, bugüne kadar, son yirmi yılda Parlamentoda muhalefetin önerdiği 1 tane yasa teklifi kabul edilmedi, iktidarınkilerden de 2 tane reddettiniz, onu da "Biz destek veriyoruz." diye yanlışlıkla reddettiniz. Dolayısıyla, çok haklı Yücel Bey.
LATİF SELVİ (Konya) - Suat Bey, emme basma tulumba ne demek?
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Şunu söyleyeceğim efendim.
LATİF SELVİ (Konya) - Türkçe biliyorsunuz.
SUAT ÖZÇAĞDAŞ (İstanbul) - Tabii, tabii, söyleyeceğim efendim.
Yücel Bey haklı, diyor ki: "Bizim parlamenter faaliyet pratiğimizde bir teklif gelir, eller kaldırılır, eller indirilir; siz muhalefetsiniz, biraz bir şeyler söyleyin, çok da üzerinde konuşmayalım." Yani böyle emme basma tulumba gibi geçsin, geçsin; geçsin, geçsin; bunu söylüyorum efendim. Bu parlamenter faaliyet değildir hatta ben size bir şey söyleyeyim, o örneği veremeyeceğim o yüzden, noterlik faaliyeti de değildir çünkü bir notere bir şeyi onaylatmaya gittiğiniz zaman "O, Anayasa'ya uygun mudur, yasalara uygun mudur?" diye bakar. İçinde bulunduğu Parlamentoya -şimdi çok net bir siyasi eleştiri olarak söylüyorum- muhalefetin her dediğini reddeden, hiçbir tartışmayı duymayan, hiçbir kanun maddesini değiştirmemek üzere koşullanmış olarak gelmiş ve her söylediğimizi bağlamından kopuk eleştiriler olarak görme alışkanlığını yirmi iki yılda edindiniz. İlk geldiğinizde böyle değildiniz, ilk geldiğinizde Irak tezkeresini falan reddetmiştiniz yani içinizde farklı düşüncelere saygılar vardı. Şimdi öyle değil, hiçbir yasa teklifini kabul etmiyorsunuz, araştırma önergesini kabul etmiyorsunuz, hatta Özlem Hanım üç-dört hafta önce polislerle ilgili verdiğimiz araştırma önergesinde çıktı, dedi ki: "Ya, racona ters, istiyorsanız biz getiririz." Şimdi, bunlar benim laflarım değil, sizin laflarınız.
Özetle söyleyeceğim şey şu: 20 milyon öğrenci, 1 milyon 154 bin öğretmen ve burada binlerce sorun var; yoksulluk var, baskılar var, şiddet var, bin tane sorun var burada; siz yok zannedebilirsiniz ama var. Bunların değişmesi için kapsamlı, Anayasa'ya uygun, Devlet Memurları Kanunu'na uygun bir değişiklik yapılması lazım. Kusura bakmayın, biz bu kanunu sizin süratle geçirme telaşınız nedeniyle geçiremeyiz. Üç ay önce getirseydiniz bu kadar zaman sınırı olmazdı belki üzerinizde. Dolayısıyla, bizim bunu boyutlarıyla konuşmamız gerekiyor. Maddelere geçtiğimizde de konuşacağız. Her biriyle ilgili detaylı olarak konuşmamız gereken şeyler var ama şunu gerçekten söylemek isterim: Tıpkı altı yıl önce rektör atamalarını Cumhurbaşkanına bağladığınızdaki gibi -hepsi reddedildi- aynı şekilde bir önceki yasada olduğu gibi bunu yapmayın; bu kamunun kaynaklarına yazık, kamunun güvenilirliğine, güçlenmesine yazık, bunu yapmayın. Sizden rica ediyoruz, bu kanunun derhâl düzeltilmesi lazım.
Özetle tekrar söylüyorum: Millî Eğitim Akademisi doğru bir uygulamadır ama seçme sisteminin bir parçası olmamalıdır ve hâlihazırda Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğünün yetkileri vardır, Millî Eğitim Akademisi diye bir yere ayırabilirsiniz, yapabilirsiniz, onu tekrar kurabilirsiniz ama bu işlerin bütün amacı sadece istemediği öğretmenleri seçmemek olmamalıdır. Bu kanun bunun için yol vermektedir, tek istediği budur, buna izin vermemenizi hepinizden istirham ediyoruz.
Saygılar sunuyorum.