KOMİSYON KONUŞMASI

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Öncelikle teşekkür ediyorum.

Açıkçası, geçen hafta Adalet Bakanlığının olduğu toplantıda da olmak isterdim ama burada olmadığım için katılamamıştım. Bu noktada ben de hem Sağlık Bakanlığının bürokratlarına, Bakan Yardımcımıza, Komisyona, Komisyonun üyelerine ve burada bulunan sivil toplum örgütü kuruluşlarına, yine Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Hocamıza, herkese selam vererek başlamak istiyorum ve teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, ben de çok tekrara girmeden -çünkü hemen hemen aslında not aldığım birçok şey söylendi, konuşuldu- tekrara düşmemek adına sadece kendi adıma önemli bulduğum bazı hususlara değinmek istiyorum.

Birincisi, tabii, aslında tam, böyle net bir şekilde konuşmamın temelini oluşturan siyasi bakış açısı. Bunun biz infazda, uygulama esnasında ya da kanun yapılırken suçun adli veya siyasi olması durumuna göre farklılık gösterdiğini çok net bir şekilde görüyoruz. Yani bir kanuni düzenleme yapılırken adli suçlar kapsamında bir infaz düzenlemesi yapıldığı zaman maalesef siyasi anlamda suçlu olan mahpusların bu uygulamalardan ya da bu düzenlemelerden muaf tutulduğunu da görüyoruz. Bizim yıllardır itirazımız en başta buna yöneliktir.

Yine, aynı şekilde bu siyasi bakış açısını biz çok net bir şekilde Adli Tıp Kurumunun uygulamalarında da görüyoruz. Demin Heval Vekilimiz buna bir atıfta bulundu siyasi bakış açısına yönelik ve bir soru da sordu, aynı soruyu ben de soruyorum: Gerçekten Adli Tıp Kurumunun siyasi davranıp davranmadığına dair ya da Adli Tıp Kurumunun bu noktada mahpuslar arasında ayrım yapıp yapmadığına dair herhangi bir bilgi sahibi misiniz ya da bu noktada bir çalışmanız var mı ya da bu noktada Sağlık Bakanlığının bir çalışma yürütme ihtimali söz konusu olabilir bir mi? Çünkü bu hem infazda hem de maalesef Adli Tıp Kurumunun özellikle sağlıkla ilgili, mahpusların sağlığa erişimiyle ilgili açıkça ayrımcı ve eşitlik ilkesine aykırı uygulamalarından kaynaklı olarak sorulan bir soru. Demin de söylediğim gibi, Anayasa'nın 10'uncu maddesinde de açıkça güvence altına alınan bir haktan söz ediyoruz. Yani orada Anayasa'nın 10'uncu maddesi birçok hususu belirttikten sonra "Herkes kanun önünde eşittir." der ve bu eşitlik, ceza infaz kurumları için de geçerlidir, dışarısı için de geçerlidir, fark etmiyor. Ama şimdi Adli Tıp Kurumu, bir suçun niteliği eğer aldığı suç siyasiyse ve bundan dolayı değerlendirme yaparken ayrımcı bir tutum ortaya koyuyorsa oraya eğilimde bulunulması gerekiyor.

Tabii, bu noktada Adalet Komisyonu olarak daha önce biz bunu Komisyonumuzda da konuştuk, Adalet Komisyonu olarak konuştuk, konuşuyoruz, konuşmaya devam ediyoruz. Sayın Adalet Bakanıyla da biz bu konuda konuşmaya devam ediyoruz ki bu noktada biz DEM PARTİ Adalet Komisyonu üyeleri olarak da bir rapor hazırladık, bu raporumuzu yakın zamanda önce Adalet Bakanlığına, sonra Sayın Adalet Bakanına, sonra Adalet Komisyonuna sunup ondan sonra dokuzuncu yargı paketinde ilk etapta en azından hasta ve yaşlı tutsaklarla ilgili bir düzenleme yapılabilir mi, onun da çalışmasını yürütüyoruz. Aslında, henüz Adalet Bakanlığına sunulmadığı için rapor yanımızda ama yine de sizler açısından da bilgi mahiyetinde olsun diye konuşmam bittikten sonra bu raporun bir örneğini size takdim edeceğim. Dediğim gibi, aslında burada en önemli husus Adli Tıp Kurumunun maalesef siyasi yaklaşımı.

Tabii, ben birkaç hasta mahpusla ilgili, özellikle yaşlı olan hasta mahpusların durumlarına değineceğim ama oraya geçmeden önce demin burada tutsak meselesine ilişkin bir tartışma yaşandı. Açıkçası, şimdi Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilimiz, üstadımız bir terminoloji kullanıldıktan sonra bir tepkiyle karşılaştı. O tepkinin niteliği açıkçası benim de şahsen bir tepki ortaya koymama sebep oldu çünkü yani "tutsak" kelimesi üstadımıza itham edilirken "Terör dilini siz de mi kullanacaksınız?" şeklinde bir itham... Bu, resmen şu anlama geliyor: Bu dili kullanan, "tutsak" kelimesini kullanan herkesi terörize etmeye yönelik bir cümleydi. Bunu kimsenin kabul etmesi de mümkün değil, etmeyeceğiz de. Bu terminolojiyi kullanmak, "tutsak" kelimesini kullanmak "terör" kavramıyla karşı karşıya getirilmesi gereken bir tutum değildir. Dolayısıyla, bu tutumu hiçbir zaman kabul etmedik, etmeyeceğiz. Elbette şahsi görüşleriniz olabilir, fikirleriniz olabilir, buna da saygı duyarız ama bir şekilde itham etmek, hele hele -bu bana düşmez ama- Cumhuriyet Halk Partisinin bu kadar vekili burada varken bir terminoloji üzerinden bir partinin hizaya çekilmeye çalışılması açıkçası -demin ona da şahit olduk çünkü- kabul edilecek bir durum değil.

MURAT EMİR (Ankara) - Rahat olun, bizi kimse hizaya çekemez, siz rahat olun.

RIFAT TURUNTAY NALBANTOĞLU (İzmir) - Cevabını verdik.

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Ben bu tarz bir üsluba, burada şahit olduğum için paylaştım ama sizin tutumunuz açıkçası net; farkındayız, cevabını da verdiniz zaten. Ben buradaki niyetten söz ediyorum.

ADEM YILDIRIM (İstanbul) - Şu an siz çekiyorsunuz hizaya. Rıfat Bey'le olan muhabbetimizden dolayı "Kelimeyi yanlış kullanıyorsun." Dedim. Oradan alıp başka yere taşımayın.

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Yok, ben hizaya çekmiyorum, durumu aktarıyorum yani.

ADEM YILDIRIM (İstanbul) - Yani kelimeyi terörize etmeyelim dedik.

MUSTAFA ALKAYIŞ (Adıyaman) - Siz ne diyorsunuz, "tutsak" kelimesini nasıl algılıyorsunuz? Siz nasıl açıklıyorsunuz?

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - "Tutsak" kelimesini ben nasıl açıklarım, bir hukukçu, 2 dönem baro başkanlığı yapmış olan birisi olarak söyleyebilirim.

BAŞKAN DERYA YANIK - Değerli arkadaşlar...

Zülküf Bey, bir müsaade edin, bir cümle...

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Yok yok, tek cümle Başkanım.

BAŞKAN DERYA YANIK - Arkadaşlar, bakın, Komisyon toplantısı yaklaşık üç saattir sürüyor ve amacından uzaklaşmaya başladı. Siyaseten cümleler kurmak -gayet tabii, siyasi parti temsilcileriyiz- mümkün ama ne olur Komisyon toplantısının yerine geçmesin, çok rica ediyorum.

Zülküf Bey, buyurun.

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Sayın Başkanım, dikkat ettiyseniz söz isterken bile Komisyon üyelerinin tamamının söz almasını bekledik, söz istemedik; ta ki bütün konuşmalar bittikten sonra, Komisyon üyeleri ve herkes söz aldıktan sonra biz söz talebinde bulunduk. Bu nezaketi elimizden geldiğince bir misafir milletvekili olarak kullandık ama orada kullanılan cümlenin kullanılış tarzına yönelik itirazım var. Yoksa şunu söyleyebilirsiniz "Siyasi tutsak' tabirini kabul etmiyorum, 'tutsak' kelimesini kabul etmiyorum." diyebilirsiniz ama bunu kullananı terörize ediyorsanız tepki görürsünüz; mesele buradadır. Bunun tanımlamasına geçeceksek -Başkanım "Konuya girmeyelim." diyor ama ben girebilirim- ayrı bir konu. Bir hukukçu olarak, 2 dönem baro başkanlığı yapmış birisi olarak bunu neyle karşılaştırıyorum çok net, çok kısa bir cümleyle ifade edeyim: AİHM ve Anayasa Mahkemesinin kararlarına rağmen Selahattin Demirtaş, Osman Kavala; Anayasa Mahkemesinin kararlarına rağmen Can Atalay tahliye edilmiyorsa onlar tutsaktır. Bunun gibi size binlerce isim sayabiliriz ama biz çok net bir şekilde mahkeme kararlarının uygulanması yönteminden ve uygulanmamasından kaynaklı bu tabiri kullanıyoruz, kullanmaya devam edeceğiz. Bunu kullanmak bir terör faaliyeti değildir, bundan vazgeçilsin.

Ben tekrar dönüyorum raporuma. Sayın Başkan, siz yokken ifade ettim, Sağlık Bakanlığının bürokratlarına ve Sayın Bakan Yardımcımıza az önce söyledim bir rapor hazırladığımızı ve bu raporu da kendilerine sunacağımızı, hatta çoğaltıp sizlere de ulaştırmak istiyoruz.

BAŞKAN DERYA YANIK - Memnuniyetle, çok sevinirim.

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Çünkü bu rapor, açıkçası, hasta yani yaş itibarıyla ileri yaşta olan, hasta ve yaşlı mahpuslarla ilgili bir düzenlemeydi; biz bunu Adalet Bakanlığına, bizzat Sayın Adalet Bakanına sunacağız. Sunduktan sonra dokuzuncu yargı paketinde buna ilişkin bir düzenleme olur mu olmaz mı bilmiyorum ama olması için bir çaba içindeyiz. Yine de ben burada Sağlık Bakanlığımızın da not alması için ve belki bu noktada takip edilebilmesi için birkaç ismin sadece yaşadıkları rahatsızlıklara değinmek istiyorum.

Demin Dilan Vekilimiz Makbule Özer'den bahsetti, zaten kamuoyunda da herkesin bildiği, takip ettiği Makbule anne. Kendisinin tansiyon, diyabet, astım, kemik erimesi gibi pek çok hastalığı bulunuyor; 83 yaşında. Açıkçası, buradaki sorunun, Makbule anneyle ilgili sorunun da yine Adli Tıptan kaynaklı bir sorun olduğunu da çok net hem ben biliyorum hem Sayın Adalet Bakanımız da biliyor, kendisinin de takip ettiğini bildiğim için söylüyorum.

Hatice Yıldız, yine kendisi sedyedeyken gözaltına alındı, sedyeyle tutuklandı. Kendisinin yine demans, yüksek tansiyon, kemik erimesi, bel fıtığı, omurga eğriliği, mide rahatsızlığı ve görme bozuklukları var.

Hanife Arslan; yine aynı şekilde KOAH, mide ülseri, diyabet, kalp ve yüksek tansiyon hastası; eklemlerde sıvı azalmasına bağlı yoğun ağrı ve hareket güçlüğü yanında, geçirdiği Covid-19 sonrasında akciğerlerinde yaşadığı hasar nedeniyle nefes zorluğu var.

Mehmet Bayram; yüzde 97 engelli raporu var ve buna rağmen, böbrek yetmezliği, kalp, yüksek tansiyon, cilt kanseri ve alzaymır hastası olmasına rağmen hâlâ cezaevinde ve tek başına ihtiyaçlarını karşılayamıyor.

Besra Erol; bel fıtığı, siyatik, yüksek tansiyon, yüksek göz tansiyonu hastası; bel fıtığından 2 defa ameliyat olmuş, yürümekte zorlanıyor; görmekte güçlük çekiyor.

Abdullalim Kaya; 87 yaşında, kendisi yine kalp, böbrek, prostat, işitme ve görme kaybı, demans gibi ağır hastalıklar yaşayan bir mahpustur. Kendisinin yüzde 93 oranında engelli raporu var.

Mehmet Sait Yıldırım; aynı şekilde boyun fıtığı, hipertansiyon, kalp hastalığı, akciğer ve damar sertliği gibi çeşitli hastalıkları mevcut, kendisi hâlâ cezaevinde.

Sıddık Güler, aynı şekilde rahatsızlıkları olmasına rağmen hâlâ tutuluyor.

Hüseyin Ortaç, midesinde yara, böbreklerinde rahatsızlıklar olan ve elleri titremekte ve sol gözü görmemekte olarak bildiğimiz bir hasta mahpus.

Mehmet Elçe; mide kanserine yakalanmış durumda, ameliyatlarla midesinin büyük bir kısmı alınmış, 2 kez anjiyo olmuş; şeker, tansiyon, işitme kaybı, yürümekte zorlanma gibi birçok hastalığı mevcut. Az önce Heval Vekilim söyledi, bir devlet hastanesinin "Cezaevinde kalamaz." raporuna rağmen Adli Tıp Kurumunun yine ayrımcı tutumundan kaynaklı olarak hâlâ cezaevinde tutulan bir mahpus.

Abdulmenaf Aytaç; aynı şekilde şeker, tansiyon, kolesterol gibi kronik hastalıkları var, prostat rahatsızlığı var, boğazında bulunan tiroit bezleri kanser şüphesi nedeniyle ameliyatta alındığı için ömür boyu ilaç kullanıyor.

Ömer Yaman; 3 ayrı tansiyon ilacı kullanıyor, işitme sorunu yaşamakta, gözlerinde görme kaybı bulunmakta, nefes darlığı yaşamaktadır. Ellerinde aşırı titreme olduğu için suyunu dahi kaldığı hücredekilerin yardımıyla içebiliyor, bel fıtığı şikâyetiyle 3 ayrı ameliyat geçirmiş.

Tabii, sayabileceğimiz aslında birçok hasta mahpus var, ben sadece bir kısmını söyledim. Tekrar söyleyelim, buradaki asıl mesele siyasi bakış açısı; kişinin, mahpusun cezasının adli veya siyasi bir suç olmasından kaynaklı bir yaklaşım söz konusu. Burada, elbette, bunu Sağlık Bakanlığına ithafen söyleyemiyorum ama bunu doğrudan Adli Tıp Kurumuna yönelik olarak söylüyorum ve bu konunun da üzerinde durulması gerektiğini açıkça belirtiyoruz çünkü Adli Tıp Kurumu maalesef bu noktada ayrımcı ve eşitlik ilkesine, Anayasa'nın 10'uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı bir tutum sergiliyor ve bunu da tamamen siyasi saiklerle yerine getiriyor. Dolayısıyla, Adli Tıp Kurumunun sağlık sebebiyle infazın ertelenmesi raporlarında son ve tek merci olarak kalmasına son verilmesi gerekiyor. Bu noktada biz bu talebimizi elbette Adalet Komisyonuna da sunuyoruz ama bu Komisyonun da niteliği gereği dikkate alması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum.

Ben tekrardan teşekkür ediyorum. Diliyoruz ki gerçekten bu ülkede bütün yasaların... Biz hiçbir zaman yasalar uygulanmıyor demiyoruz; yasalar, kanunlar, Anayasa herkese eşit bir şekilde uygulansın; ayrımcı, eşitlik ilkesine aykırı bir uygulama olmasın; bunun mücadelesini veriyoruz, vermeye de devam edeceğiz. Zaten bütün mevzuatı herkese eşit bir şekilde uygularsak, ayrımcılık ilkesine aykırı bir tutum sergilemezsek eminim ki zaten biz bugün bu sorunları da konuşmazdık.

Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN DERYA YANIK - Ben teşekkür ederim.