KOMİSYON KONUŞMASI

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Ben de öncelikle Sayın Bakanı, Komisyonumuzun üyelerini ve tüm katılımcıları saygıyla selamlıyorum.

Şimdi Sayın Bakan, tabii diğer arkadaşlar da ifade ettiler, belirttiler. Yani Türkiye'de ekonominin bel kemiğini şu anda turizm oluşturuyor diyebiliriz. Yani hizmet sektörü Türkiye'de ekonomiyi ayakta tutan en önemli sektörlerden biri. Ancak tabii hem Türkiye'de hem Orta Doğu'da son derece önemli siyasal ve toplumsal gelişmeler var. Turizmi de bu hem ülkemizde hem Orta Doğu'daki siyasal ve toplumsal gelişmelerden bağımsız düşünmek ne yazık ki mümkün değil.

İstanbul'dan başlamak istiyorum yani turizmin bu ülkeye katkısı açısından. İstanbul'a bir yılda gelen turist sayısı -herhâlde çıkarttık buraya- 11,8 milyon. Yani dünyada en çok ziyaret edilen 7 tane şehir var, İstanbul bu en çok ziyaret edilen 7 şehirden biri, 12 milyon kişi. Tabii, bu 12 milyon kişinin hem İstanbul ekonomisine hem de Türkiye ekonomisine şüphesiz ki ne kadar katkı sunduğu tartışmasız. Tabii, İstanbul'la birlikte Türkiye'ye gelen işte turist sayısı -siz de çıkartmışsınız, biz de rakamları çıkarmıştık- 2014 yılında 40 milyona yakın; 2015'te de küçük bir düşüşle 38-39 milyona yakın turist gelmiş. Tabii bu çok yüksek bir rakam ve ekonomiye katkısı da aşikâr.

Diyarbakır'ı bu çerçevede biraz ele alıp değerlendirmek istiyorum. Diyarbakır da özellikle son iki buçuk yıldaki demokratik çözüm sürecinde, barış sürecinde hem turizmin hem de ticaretin merkezlerinden biri olmuştu. Özellikle iç turizm Diyarbakır'da çok gelişmişti. Yine hemen yakınımızdaki Mardin'de ve deprem olmadan önce Van'da da turizmin çok gelişmiş olduğunu söyleyebilirim. Özellikle şu anda işte hendeklerin açıldığı Sur bölgesi de -Diyarbakır'ın kalbidir orası- bütün otellerin ve motellerin toplandığı, ticaretin aynı zamanda gelişkin olduğu bir yerdi. Yani giderek çözüm sürecinin varlığında turizmden, özellikle iç turizmden ve onun gelirlerinden beslenen bir kent hâline gelmişti Diyarbakır. Keza Mardin için de onu söyleyebilirim. Bütün oteller ve moteller doluydu, yer bulmak güçtü. Turizm sektörünün kazandığını gören işveren kesimi oteller yapmaya başladı. Şu anda Diyarbakır'da dört beş tane büyük otel yapılıyor. Tabii çözüm sürecinin bitişiyle birlikte şu anda inşaatlar durmuş durumda. Otellerin hemen hemen yüzde 90'ı kapalı. Büyük oteller var, Dedeman, yine Sheraton gibi. Onlar da kapattılar şu anda, başkalarına devretmişler, işlevsiz durumda oteller. Yani ileriki aşamada -tek değil de- önemli gelir kaynaklarından biri olacak olan turizm, Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle bitti diyebilirim. Yani bölgenin diğer yerlerinde de bu maalesef böyle.

Şimdi, tabii ki içinden geçtiğimiz bu süreç, siyasi gelişmeler şüphesiz ki sadece Diyarbakır'la, Mardin'le sınırlı olmayacak gibi duruyor. Yani Hükûmetinizin Kürt sorununu çözme konusunda demokratik çözüm ve barış sürecine geri dönmesi biraz zor gibi görünüyor. En azından yani bu konuda yapılan değerlendirmelerden ben kişisel olarak onu çıkarıyorum. Yani "Son kişiye kalıncaya kadar bu mücadele devam edecek." söylemi biraz çözüm sürecinin, barış sürecinin rafa kaldırıldığını gösteriyor. Diğer taraftan da yani PKK de imha ve tasfiye operasyonu olarak değerlendiriyor tabii ki Hükûmetin bu yaklaşımını. O da tasfiye ve imha olmayacağım ve edemeyecekler diye yeni bir çatışmalı sürece hazırlanıyor. Öyle anlaşılıyor ki -yani öngörüm odur- önümüzdeki aylar belki 1990'lı yılları bile geçecek bir yeni çatışmalı sürecin başlayacağını bize gösteriyor. Yine, tabii, işte okuduklarımızdan, yapılan değerlendirmelerden anladığımız kadarıyla bu kez sadece bölgeyle sınırlı kalan bir çatışmalı süreç de olmayacak gibi görünüyor, öyle duruyor. Çatışmaların metropollere de yayılacağı; özellikle turizmi etkileyecek düzeyde ve boyutta büyük illere de, İstanbul, İzmir, Antalya gibi büyük illere de yansıyacağı görülüyor. Dolayısıyla, tabii, turizmin önündeki en büyük engellerden biri de bu diye söylemek mümkün. Eğer süreç bu şekilde gelişirse, yani bir çözüm yolu açılmazsa, bu sizin işte biraz önce aktardığınız -ben de dikkatlice, siz aktarırken kalan bölümleri de, okumadığınız yerleri de hızla okumaya çalıştım- buradaki hedeflere varmanın son derece zor, hatta imkânsız olduğunu söyleyebiliriz.

Tabii, diğer taraftan, Suriye meselesi nedeniyle yaşadığımız çok ciddi sıkıntılar var. Mesela birkaç gün önce İran'daki işte büyük gazeteler Türkiye'ye turistlerin gitmemesi konusunda İran'daki vatandaşlara çağrı yapıyordu. İran'dan çok sayıda turist Urfa'ya geliyor. Yani her gün, en azından ben o yolda gidip gelirken yedi-sekiz tane otobüse rastlıyordum. Yani Urfa'yı, esnafı, küçük, orta ölçekli ticaretle uğraşanları büyük oranda ayakta tutan bir inanç turizmi var orada. Yani onun da kesileceği görülüyor.

Yine, işte arkadaşlar da belirttiler tabii. Üst üste IŞİD'in gerçekleştirdiği eylemler, İstanbul'da ve diğer yerlerde gerçekleşen eylemlerden dolayı, işte örneğin Almanya açıklama yaptı. Şu anda, en yakın ilişki, bu mülteciler meselesi nedeniyle Almanya gibi duruyorsa da hemen Almanya bu Sultanahmet'teki patlamadan sonra vatandaşlarına çağrı yaptı: "Giderseniz de kalabalık yerlerde bulunmayın, çok güvenli değildir." diye. Anlaşılan o ki biraz bu çatışmalı sürecin gelişmesi durumunda bütün her tarafı etkileyecek yeni bir süreç başlayacak. Rezervasyonlarda zaten herhâlde yüzde 30'lar düzeyinde falan bir geri çekme var, iptal konusu var.

Yani bütün bunları niye anlattım? Tek seçenek var önümüzde. Yani bu ülkenin çözmek zorunda olduğu bir Kürt meselesi var, Kürt sorunu var. Hızla bu sürece geri dönülmesi gerekir. Siz de zaten bu konuda -geçmişte demeyeceğim- birkaç ay öncesine kadar son derece büyük çabalar sarf etmiş bir kişisiniz. Dolayısıyla, hani insan diğer arkadaşlara, bakan arkadaşlara anlattığında, belki meselenin özünü çok iyi bilemeyebilirler, kavramayabilirler ama sizin bu konuda bu meseleyi tam anladığınızı, bildiğinizi biliyorum. O yüzden, bu çerçevede yeni bir çözümle ilgili yaklaşım içerisine girmenin ülkenin geleceği açısından ben son derece önemli olduğunu düşünüyorum. En azından yaşanabileceklerden hareketle, bölgedeki atmosferden hareketle bunları söyleyebilirim.

Daha önce bu Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi hakkında bazı şeyler vardı basında ama sizin sunumunuzda ben onları göremedim. Herhâlde ondan vazgeçildi. İşte Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi şeyden çıkarılacak, artık Türkiye Sanat Kurulu diye bir kurul kurulacak, işte bu 11 kişiden oluşacak ve bu 11 kişi içerisinde de her sanat dalından 6 kişi verilecek, 5 kişi de dışarıdan olacak. Artık devlet tiyatroları bir anlamda özelleşmiş, sanatçılar da yani Devlet Tiyatrosu sanatçıları da Kültür Turizm Bakanlığı bünyesinde illerde görevlendirilecek şeklindeydi. Basına düşen bilgiler bu noktadaydı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Ek süre veriyorum Sayın Aydoğan, buyurun.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Nedir son durum? Onu bilsek iyi olur diye ben düşünüyorum.

Yani Türkiye'de tiyatro ve opera ve bale, bir anlamda devletin tekelinde olması, bir müdahale ediliyor belki oyunlara ya da çalışmalara, o açıdan iyi olmayabilir ama diğer taraftan da özelleşmesi durumunda, bu özel tiyatrolar da çok pahalı. Yani sıradan insanların gitmesi gerçekten zor, 50-60 lira.

Mesela ben üniversitede öğrenciyken Ankara'da her hafta giderdim devlet tiyatrolarına. Geçmişte ben sanki daha bağımsız, daha özerk bir yapısı var diye düşünüyorum. Çünkü 1990'lı yıllarda, 1980'li yıllarda gittiğimizde daha böyle sol içerikli oyunlar vardı. Biz gittiğimizde solcu molcu olduğumuz için çok beğeniyorduk yani nasıl bu oyunları sergiliyor bu devlet tiyatroları diyorduk. Demek ki daha özerk bir yapısı varmış. Daha özerk kalması koşuluyla özelleşmemesi herhâlde daha iyi olur diye düşünüyorum. En azından ucuz olması herkesin tiyatroya olan ilgisini... İlgi olabilir fakat pahalı olduğu için gidilemez, belki ucuz olması bu ilgiyi artırabilir diye düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Şimdi, Bakanlığınızın bir de sansür meselesi var, ki bu artık bu yüzyılda çok kabul edilir bir şey değil. İşte en son Kuzey (Bakur) diye bir film vardı. İşte kayıt tescil belgesi olmadığı için bu gösterimden kaldırıldı ama sanat çevreleri, sinemacılar bunun işte kayıt tescil belgesi olmadığı için değil, aslında bir sansür mantığıyla gösterimden kaldırıldığını yani sansürlemek için kayıt tescil belgesinin olmadığını kullandığınızı ifade ettiler. Yani artık 21'inci yüzyılda -bazı arkadaşlar da belirtti tabii ki- sanatta sansürün kabul edilemez olduğunu ben kısaca belirteyim. Gecenin bu saatinde de bu kadar olur zaten.

Teşekkür ederim. Sağ olun.