| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Karabük Milletvekili Cem Şahin, İstanbul Milletvekili Şengül Karslı ve 124 Milletvekilinin Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 659 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2023) |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 20 .02.2024 |
SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Teşekkür ederim.
Evvelce belirttiğim gibi, Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesine eklenmesi planlanan bu 6'ncı fıkra hükmü, Anayasa'mızın çeşitli hükümlerine aykırıdır ve aynı zamanda fiil ile ceza arasındaki denge gözetilmeksizin hazırlanmıştır. Bu nedenle metinden çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi izninizle sırasıyla gerekçelerimi açıklayacağım. Anayasa'nın 2'nci maddesinde yer alan ve değiştirilmesi yasaklanan hukuk devleti ilkesinin belirlilik ilkesini içerdiği, bu bakımdan hukuk normlarının herkesçe anlaşılır nitelikte düzenlenmesi gerektiğini ifade etmiştik. Keza, aynı maddenin suç ve cezanın kanuniliği ilkesini içerdiğini ama anayasa koyucunun hukuk devleti ilkesine yer vermekle yetinmeyip konunun önemine binaen 38'inci maddede ayrıca ve açıkça suç ve cezanın kanuniliği ilkesine yer verdiği üzerinde durmuştum. Şimdi, bütün bu hususları dikkate aldığımız zaman 220'nci maddeye eklenmesi planlanan altıncı fıkra hükmünün suçun tanımına ilişkin yönü, yargı kuruluşuna çok geniş bir takdir alanı bırakmaktadır; suçu bütün unsurlarıyla şüpheye yer bırakmayacak bir açıklıkla tanımlamış değildir. Dolayısıyla bu açıdan düşündüğümüz zaman aslında bu hüküm kapsamında yargı kuruluşu bir bakıma suç yaratma yetkisi kazanmaktadır. Bu ise Anayasa'nın hem hukuk devleti ilkesine aykırıdır hem de 38'inci maddedeki suç ve cezanın kanuniliği ilkesine aykırıdır.
Öte yandan, bu madde, metinde muhafaza edildiği takdirde uygulamada çok ciddi eşitsizliklere yol açacaktır. Kimi mahkemeler belki bir fiili bu suç kapsamında görmeyecekler, daha özgürlükçü bir biçimde değerlendireceklerdir. Oysa kimi yargı kuruluşları daha sınırlayıcı bir yorum yapacaklardır. Aslında bir anayasal hürriyet olması gereken fiili bu madde kapsamında görerek suç şeklinde tanımlayacaklardır.
Şimdi, konuyu bu açıdan düşündüğümüz zaman da aslında ileride Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin yükümlülüğü ciddi manada artacaktır çünkü özellikle ifade hürriyeti ve bu hürriyetten mülhem olan bilim ve sanat hürriyeti, basın hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşü hürriyeti ve örgütlenme hürriyeti çok rahat bir biçimde yargı kuruluşları tarafından keyfî bir biçimde bu madde kapsamında suç olarak değerlendirilecek ve ceza ihdas edilecektir. Böylece, hakkında cezaya hükmedilen kişiler de bireysel başvuru haklarını kullanarak Anayasa Mahkemesine başvuracaklardır ve eğer oradan sonuç alamazlarsa bu durumda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yolunu tutacaklardır. Neticede, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi mutlaka Türkiye'nin sözleşmeyi ihlal ettiği yönünde karar verecektir ki böyle bir uygulama da sonuçta Anayasa'nın 90'ıncı maddesinin ihlali anlamına gelecektir ve Türkiye'nin uluslararası arenadaki saygınlığının da sarsılması anlamını taşıyacaktır.
Gene bu açıdan düşündüğümüz zaman, maddenin yazılma biçimi Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararının gerekçesiyle örtüşmemektedir. Sadece biçimsel olarak burada bir norm ihdas edilmiş. Oysa ihdas edilen yeni norm, tam da Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesinde belirttiği hususlarla örtüşür niteliktedir yani gene Anayasa Mahkemesinin yolunu tuttuğumuz zaman eğer mahkemenin kompozisyonunda bir büyük değişiklik olmazsa bir iptal karar ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla yargı kuruluşları da boş yere işgal edilmiş olacaktır.
Nihayet, bu madde bakımından üzerinde durmak gereken bir başka husus şudur: Ben ceza hukukçusu değilim, avukatlık tecrübem de yok ama maddeyi bir bütün olarak okuduğumda fiil-ceza dengesi bakımından bir orantısızlığın olduğunu görüyorum. Maddenin ilk fıkrasında tanımlanan fiilin ağır bir fiil olduğunu, böyle olduğu için de alt sınır olarak cezanın dört yıl biçiminde öngörüldüğünü, üst sınır olarak da sekiz yılın öngörüldüğünü tespit ediyorum. İkinci fıkraya bakınca, birinci fıkraya kıyasla nispeten daha hafif bir suç fiilinin tanımlandığını, böyle olduğu için de gene ceza hükmü düzenlenirken alt sınır olarak iki yıl, üst sınır olarak dört yılın düzenlendiğini görüyorum. Oysa bu fıkraya baktığımız zaman, aslında yukarıdaki fıkralara kıyasla çok daha hafif nitelikte olması gereken bir fiil var ama fiilin alt sınırı iki yıl altı ay -yani cezanın alt sınırı- üst sınırı ise altı yıl. Dolayısıyla yukarıdaki hükümlerle birlikte değerlendirdiğiniz zaman, fiil-ceza dengesizliğinin çok dikkat çekici olduğunu görüyorum. Bu yönüyle de bu hükmün mutlaka metinden çıkarılması gerektiği kanısındayım. Nihayet, bu madde Anayasa Mahkemesine iptal gerekçesiyle gittiği zaman sanıyorum ki Anayasa'mızın 13'üncü maddesinde yer alan temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin hüküm bakımından da değerlendirilecektir ve o maddedeki ölçülülük ilkesi, öze dokunma yasağı bakımından bir ihlal olduğuna karar verilecektir ve bu, iptal edilecektir ama iptal hükmü verilinceye kadar çok sayıda mağduriyet ortaya çıkacaktır. Bütün bu gerekçelerle ben bu hükmün teklif metninden çıkarılması gerektiğini düşünüyorum ve bunu öneriyorum.
Teşekkür ederim.