KOMİSYON KONUŞMASI

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, değerli konuklar, sevgili basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Açıkçası, burada iki temel, farklı dil konuşuyor; bir tarafta, ebeveyn, çocuklar, hassasiyetten söz eden dil ve herkesten söz eden dil... Sanki hepimiz aynı yerdeyiz "Kim bu herkes?" demek de gerekiyor. Nasıl siz soruyorsanız TikTok'a "Kimin hassasiyeti? Kim bu herkes?" diye, ben de aynı soruyu aslında şu anda iktidar partisinin konuşan temsilcilerine sormak isterim. Diğer tarafta da topluluk kuralları, aksiyon alma, oyunun kuralı gibi, tamamen teknoloji firmalarının o soğuk dili içinde -doğal olarak- meseleye bakan bir yaklaşım var. Burası Dijital Mecralar Komisyonu, ben bu Komisyonda ilk kez söz alıyorum, önceki toplantılardan biri bir rahatsızlığıma, biri yurt dışı seyahatime denk gelmişti, birazcık uzun konuşabilirim izninizle, partimin de bugün burada olan tek temsilcisiyim.

Bence böyle bir Komisyonda konuşmaya başlarken elbette herkesin çocuklarla ilgili kaygıları var ama zaten 16 milyon içeriği engellemiş, yüzde 99,7 oranında resmî taleplere cevap vermiş bir kuruma sorulan soruların bundan ibaret olması açıkçası büyük talihsizlik, tamamen bir sansüre dönük mekanizmalar. Ben çocuğum 3 yaşında, 4 yaşında diyemeyeceğim fakat şöyle bir şey söylemek isterim: Elbette ki herkesin çocuklarla ilgili bir kaygısı var. Bunu da bir bilim insanı olarak paylaşmak isterim. Şu anda Türkiye'de hâlâ sürdürülmekte olan, bütün yayın kuruluşlarının uyduğu akıllı işaretleri hepimiz biliyoruz. Bu bugün nasıl RTÜK eliyle bir sansür mekanizmasına dönüştürülmüş olsa da açıkçası, o, ebeveynlere dönük bir rehberlik sistemiydi. 2003 yılından 2006 yılına kadar ebeveynleri ve çocukları bilgilendirmek ve doğru yönlendirmek için kurulan bu sistemde 3 kişilik bilim kurulunun üyesiydim. Bir psikiyatrist, bir psikolog ve o dönem doktorasını yeni almış bir iletişim bilimci olarak bu sistemi biz Hollanda'ya giderek, NICAM Audiovisual Sınıflandırma Sistemi'ni model alarak, gönüllü akademisyenler olarak RTÜK bünyesinde haftada neredeyse iki gün ve üç yıl çalışarak son derece özenle kurduk. Bugün o, işte, sigara görünce onu bulanıklaştırma, sosyal yaşamda paylaşılan bir kadeh içkiyi yasaklama gibi son derece saçma sapan bir biçimde kullanılan bu sistem, açıkçası, çok sıkı bir algoritma üzerine oturan bir sistemdir ve bir rehberlik sistemidir. Yani buna üç yılını vermiş bir bilim insanı da ya da işte, bütün o RTÜK uzmanları da o dönem -şimdi artık böyle çalışmalar yapılmıyor oralarda- bu kaygılara sahiptir. Ayrıca, herkesin, toplumun iyiliği, çocukların iyiliği için anne-baba olmaları gerekmiyor. Elbette çok anlıyorum bu dili de ama sadece bu mecrada konuşmanın biraz bu düzeyde de tezahür etmesi gerektiğini söylemek istiyorum.

Herkes TikTok'un kapatılmasını filan istemiyor, herhangi bir sosyal medya hizmet sağlayıcısının kapatılmasını da istemiyor. Herkes dediğimiz kimdir? Baktığımız zaman, AKP adına konuşuyorsak yüzde 35 oranında bir oydan söz ediyoruz eğer büyük, 7 partili ittifaktan değil de sizden söz ediyorsak. Ki AKP içinde bile bence "TikTok kapatılsın." demeyen epeyce isim vardır. Toplumun sorunu TikTok da değil bu anlamda. Çocukların, kadınların, ailenin karşı karşıya olduğu dehşetengiz o kadar çok meselemiz varken herkesin derdinin TikTok olduğunu söylemek bana kalırsa son derece problemli. Evet, sosyal medya içerikleriyle ilişkili rahatsızlıklarımız var. Ama bu rahatsızlık bir ev kadının... Keşke olmasa bu tür içerikler ama televizyonlar bunlarla dolu. Bugün büyük ölçüde AKP'ye yakın sermaye tarafından kontrol edilen televizyonların gündüz programlarına bakarsanız işte, yakasını açmış göğüs çatalını gösteren bir kadın figüründen... Yani kadın memesi bu kadar korkunç bir şey değil, plajlar bunlarla dolu. Onun yanında ahlaki erozyonu dışa vuran o kadar korkunç söylemler var ki buna rağmen bu tür programların da kapatılmasını düşünmüyoruz. Mesele kapatmak değil. Hele TikTok'tan şunu duymak beni gerçekten biraz dehşete düşürüyor: "Daha yayınlanmadan yüzde bilmem kaç oranında müdahale ediyoruz." İfade özgürlüğünün görkemli tarihi içinde bununla mücadele 1600'lerde başlıyor. 1650'ler yani 17'nci yüzyıl gibi bir tarihte John Milton'ın yazdığı "Areopagitica"ya bakarsanız kitapların yayınlanmadan önce sansürlenmesine karşı çıkıştır, basın özgürlüğünün temel metinlerinden biridir. Bugün geldiğimiz noktada, biz yayınlanmadan sansür diyoruz.

Peki, ne olacak, serbest mi kalacak? Bütün bunlar, sosyal medyada bizi rahatsız eden içerikler, nefret söylemi... Nefret söylemiyle mücadeleyi hiç de o kadar güçlü biçimde yapmıyorsunuz. Bunun dışında, çocuk istismarıyla mücadeleyi hiç de o kadar güçlü biçimde yapmıyorsunuz. "Gerçek hayatta ne yasaksa sosyal medyada da yasak olmalıdır." da çok talihsiz bir açıklama. Gerçek yaşam, gerçek yaşamdır; sosyal medya, sosyal medyadır. Bire bir birbirine indirgenemez, indirgenemeyeceği sayısız örnek verebilirim ama şu anda bu kadar detaya gitmeyelim.

Söyleyeceğim çok şey var. Tekrar bu konuya dönmek istiyorum: Kadın ve çocuk istismarıyla ilgili toplumda infial yaratan birçok olay cezasızlıkla sonuçlanırken, bunların bazıları sizin partinizle yakın ilişki içindeyken, üzerine bir tek cümle bile kurmazken hangi aile, hangi aile hassasiyeti?

Şirin Ünal vakası... "Bağımsız yargı" filan demeyin, herkes gerçekten güler. Evinde çalışan Özbek kadın Nadira Kadirova, onun silahıyla öldürülmüş bulundu, silah 1 metre ötedeydi ve olay, bugün iç hukuk yolları tüketilmiş biçimde AİHM'e taşındı. Tolga Ağar meselesi... Bir iletişim fakültesi öğrencisi Elâzığ'da intihar etti, bir gün önce onunla görüşmüştü. Çok yakın tarihli, ekim diyesim geliyor, Kur'an'a Hizmet Vakfının tanınmış ismi kendi çocuğunu, 4 yaşındaki çocuğunu istismardan soruşturma, kovuşturma geçirdi, belgelendi ve bu dosya da kapatıldı. Bu dosyayla ilgili soru soran Sera Kadıgil'in önergesinden şahsın adı çıkarıldı. Şu anda isim vermek gibi bir şeye hem giremeyeceğim hem de açıkçası hatırlamıyorum. Bunlarla ilgili bir hassasiyet neden yok?

Ailelerin meselesi niye TikTok olsun? Aileler gerçek bir yıkım içinde, ekonomik darboğazda. Sosyal medya figürlerimiz de değişiyor, yakın tarihte en son şeyler yüzde 80 oranında sosyal medya kullanıcımızın olduğunu söylüyor. Bunları yasaklayarak bir yere varamayız, sosyal medya yasaklanamaz. Bu tartışmalar çok yapıldı. Küreselleşme karşıtları yıllar yılı hop oturdu hop kalktı. Bizim de birçok itirazımız olabilir ama küreselleşme bir süreçtir, maruz kalırsınız, sona erdiremezsiniz; sosyal medya da tıpkı bunun gibidir. Biz istiyoruz diye ne TikTok biter ne Instagram biter ne Twitter biter. Yapılması gereken toplumda, gerçek yaşamda rahatsızlık yaratan bütün mevzularla gerçek bir yüzleşme, kadınların ve çocukların gerçekten sahiplenildiğini, gerçekten korunduğunu gösteren bir iktidar duyarlığı. Bu kadar korkunç bir cezasızlık süregiderken, İstanbul Sözleşmesi'ne son vermiş ve bunu yaparken son derece istismar edici bir politika uygulamış bir iktidar, oturtup karşısına sosyal medya hizmet sağlayıcılarını sorguladığında 2 kere düşünmek gerekiyor. Nedir istismar edilmesi? Bunu her yerde söylüyorum, her yerde yazıyorum, yıllar yılı yaptığım akademisyenlikten barış imzacısı olduğum için ihraç edildikten sonra gazetelerde yazdım. Kendimi biraz da basın mensubu olarak görebilirim, yedi yıl haftanın iki günü yazdım ve analiz programları yaptım. Bütün bu bilgiyle baktığımız zaman, bu kadar cezasızlık içinde İstanbul Sözleşmesi'nde istismar edilen -her yerde yazdım dediğim şey- neydi? 30 sayfalık metinde -okuma alışkanlığımız o kadar yok ki- bir tek yerde, bir tek kelimeyle cinsel yönelim çerçevesinde ayrımcılık yapılmayacağı söylenir. Hiçbir yerinde başka türlü... Keşke geçseydi.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Basına bir yasak getirdiniz mi?

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Vekilim tamamlasın.

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - Niye çıktı basın mensupları biz konuşurken?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Görüntü alma yasağı diye bir şey var mı?

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Yok, öyle bir şey yok.

Zaten arkadaşlar...

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - O arkadaşların ben konuşurken çıkacaklarını hiç zannetmiyorum, içinde öğrencilerim vardı ve beni merakla dinlemek isteyeceklerini biliyorum.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Hocam, gündemle ilgili konuşalım lütfen.

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - Gündem bununla çok...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Hayır, yani...

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - Devam ediyorum, izin verin.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Lütfen, tamamlayın. Diğer vekillerimiz de söz alacaklar. Sizden ricam...

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - Bakın, 5 kişi konuştu o taraftan.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Sevilaycığım, bir dakika, bir müsaade et.

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - Bir saniye, sözümü tamamlamak istiyorum, izin verin.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Siz sözünüzü tamamlayacaksınız.

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - Sorularım var TikTok için.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Buyurun.

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - Size de teşekkür ediyorum verdiğiniz bilgiler için.

Tabii, böyle konuşuyorum diye teknoloji firmalarının da bu konudaki politikalarını onayladığım anlamına gelmiyor. Önümde, çok yakın tarihte elime ulaşan SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformunun bir bülteni var. Çok düzenli çıkan, çok nezih çalışmalar yapan SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu TikTok'a kendilerine uygulanan algoritmik sansürü ve gölgelemeyi soruyor, vakalarla soruyor. "Neyi yasaklıyorsunuz?" Benim hassasiyetim ile -isim vermeyeyim- diğer vekillerin hassasiyetleri çok farklı olabilir. Bu hassasiyet bir ölçüt olamaz ama sizin uyguladığınız algoritmik sansür yani teknoloji firmalarının belirli konuları kullanıcıların platformlarından çıkarmaları... SES diyor ki: "Bizim düzenli yayınladığımız 'Yükselt SES'ini!' podcasti Tiktok tarafından düzenli olarak gölgeleniyor ve birkaç kez de algoritmik sansüre maruz kaldık." Gölgeleme içeriklerin gömülmesi ve görünmezleştirilmesi; bunu birçoğumuz yaşıyoruz, diğerini az evvel söyledim. Bu algoritmik sansüre konu olan sadece iki örneğini vereyim: Biri Akbelen protestoları. SES'i bilen biri olarak oradaki bir videonun hiçbir zaman şiddet içerikli bir şey olmayacağını söyleyebilirim. Nitekim Akbelen'de de bu anlamda güvenlik güçlerinin şiddeti dışında bir şiddet yoktu, bir protestolar dizisiydi. Arkasından, Mahsa Amini protestoları; kaldırılan içerikler bunlar. Yani, SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformunun bu bülteninden de yola çıkarak siz bunları tasnif ediyor musunuz; ne kadarı politik, ne kadarı başka nedenlerle? Bu politik baskılara, resmî kurumlardan gelen yüzde 99,7'ye uymak gerçekten de bu kadar rahatlıkla sahiplenecek bir şey mi olmalı? Neden bu konuda... TikTok her yerde, evrensel kurallar neyse, Avrupa'da neye uyuyorsa, dünyanın başka yerinde neye uyuyorsa burada neden bu değil de bizim karşımıza Akbelen gibi bir şey çıkıyor diğer söylediğim, saydığım konuların hiçbiri yokken?

Teşekkür ederim dinlediğiniz için.