KOMİSYON KONUŞMASI

MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli katılımcılar; ben de sizleri selamlıyorum ama azınlıkta olan kadın üyelere daha erken söz vermenizi beklerdim.

BAŞKAN - Ama şeye basacaktınız, onu kapabilirdiniz.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Basmıştım aslında ama...

BAŞKAN - Ama burada yok.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Evet...

BAŞKAN - Demek ki, sizden evvel butona basanlar... O konuda adaletimden kuşkulanmayın Sayın Vekilim.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Ben de sizi biliyorum Başkan, o konuda benim de şüphem yok. Yönetim şeklinize dair ve duruşunuzu dair biz de olumlu şeyleri dile getirebiliriz bu noktada.

Bugün, evet, aslında konuşmacıların tamamı birçok şeyi dile getirdi, ben de birkaç eleştiriyle başlayacağım. Öncelikle, burada bu yasa tasarısının sadece lehine değil, aleyhine de görüş bildiren bir akademisyeni dinlemek isterdim gerçekten. Yani, bu noktada toplumdaki eleştirileri "fişleme" yani isimlerden başlayarak büyük bir çoğunluğun fikri olan aslında görüşü de dile getiren bir akademisyeni ben de burada dinlemekten zevk duyardım ve olması gereken de buydu diye düşünüyorum.

BAŞKAN - Vallahi ben Komisyon Başkanınız olarak kim muhalif, kim değil... Yani "tabula rasa". Beynimde bir akademik yargı yok. Çağırdım, bilimsel olarak çalışmışlar ama kendi görüşleri tabii.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Yani, bu noktada da tabii, biraz tartışmalı bir konu...

BAŞKAN - Tabii, tabii, onun için şey ediyorum.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) - ...Türkiye'nin gündeminde bu ara "akademisyen" kelimesi, duruşu, bunların tamamı.

Bir de sizin açıklamalarınız... Evet, gerçekten önemli bir Komisyon. Yani, katıldığım ilk toplantı bu. Ben de başarılar diliyorum. Gerçekten Türkiye'nin içinden geçmiş olduğu sancılı süreçlerde bizim Komisyon olarak önemli katkılarla olumlu bazda etki yaratacağımızı umuyorum ve böyle bir çalışmanın önümüzdeki süreçte Türkiye demokrasisine aslında yasalarda çokça sayılan insan hakları, özelde hak, hukuk, hürriyet diye çok da bahsettiğimiz kelimelerin, belki öğrencilik yıllarından bu yana, aslında da yaşamadığımız, eksikliğini yaşadığımız bu kelimelerin hayata geçmesini dileyerek başlamak istiyorum.

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nu, totalitarizme yönelik bir girişim olarak biz değerlendiriyoruz Halkların Demokratik Partisi olarak. Parlamentoya sunulan ve şu anda ilk görüşmesini gerçekleştirdiğimiz tasarı, özel yaşama yönelik yoğun hak ihlalleriyle fişleme geleneğini sona erdirme bir yana, Hükûmetin reform olarak sunduğu, gerçekte her biri temel hak ve özgürlüklere yönelik yeni kısıtlamalar ve sınırlamalar getiren ve hukuk devletini temelinden sarsan yasal düzenlemeler dizisine yeni bir halka ekliyor. Hukuk devletinin üzerinde yükseldiği temel ilkelerden yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını, kuvvetler ayrılığını, ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran düzenleme ve müdahalelere yargı, güvenlik ve istihbarat teşkilatını doğrudan iktidara bağlayarak otokratik, polis ve istihbarat devleti hedefinde büyük mesafe kateden iktidar, bu tasarıyla yeni ve tamamlayıcı bir adım atarak toplumsal yaşamın tüm alanlarının kuşatıldığı, bireyin tüm kişisel verilerinin kayıt altına alındığı ve özel yaşamıyla mahremiyetinin her gerekli görüldüğünde alenileştirilerek ortadan kaldırıldığı ve herkesin tam bir gözetim altında tutulduğu bir gözetim toplumunun kanuni altyapısını inşa ediyor aslında.

Tasarıda kişisel verinin belirli ve kimliği belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade ettiği vurgulanmakta, sadece bireyin adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi onun kesin teşhisini sağlayan bilgiler değil, aynı zamanda kişinin fiziki, ailevi, ekonomik, sosyal vesaire özelliklerine ilişkin verilerin de kişisel veri olduğu ifade edilmektedir. İlgili maddenin gerekçesinde verilerin "kişinin fiziksel, ekonomik, kültürel, sosyal, psikolojik kimliğini ifade eden somut bir içerik taşıması veya kimlik, vergi, sigorta numarası gibi herhangi bir kayıtla ilişkilendirilmesi sonucunda kişinin belirlenmesini sağlayan tüm halleri kapsar" dedikten sonra "isim, telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, öz geçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgiler" gibi veriler kişiyi belirlenebilir kılan kişisel veri örnekleri olarak sıralanıyor. Kişinin özel ve toplumsal yaşamına, ailesine, öğrenimine, işine, görevine, gelirine, borçlarına, mallarına, eserlerine, görüşlerine, inançlarına ve benzeri ilişkin tüm bilgilerin kişisel veri kapsamında olduğu açıktır. Kişinin özel yaşamı, aile mahremiyetiyle ilgili bilgileri içeren kişisel verilerin demokratik ülkelerde geçerli olan insan hakları temelli yaklaşım bağlamında insan onurunun, özel yaşamın gizliliğinin ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün bir parçası olarak görüldüğünü önemle not etmekte fayda var.

Hatırlanacağı üzere, Anayasa'nın 20'nci maddesinin açık emrine karşın Elektronik Haberleşme Kanunu ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna verilen elektronik haberleşme sektörüyle ilgili kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğin korunmasına yönelik usul ve esasları belirleme yetkisi, geçen yılın Nisan ayında Anayasa Mahkemesince "konunun ancak kanunla düzenlenebileceği, yasama yetkisinin ilgili Anayasa hükmü gereğince devredilemeyeceği" gerekçeleriyle iptal edilmişti.

Uluslararası standartlar açısından konuya bakıldığında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8'inci maddesi bir yana bırakılırsa, kişisel verilerin otomatik işleme tabi tutulması karşısında bireylerin korunmasına ilişkin 108 sayılı Avrupa Konseyi Sözleşmesi temel belge niteliğinde görülmektedir.

Türkiye, 1981 tarihli söz konusu sözleşmeyi imzalamış ancak sözleşme kriterleri doğrultusunda hazırlayacağı bir yasayla sözleşmeyi onama yükümlülüğünü bugüne dek yerine getirmemiştir. Türkiye'nin, bu konudaki mevzuatını Avrupa Birliği mevzuatına uyumlulaştırma bağlamında dikkate alması gereken diğer önemli iki belge ise Avrupa Birliğince 1995 ve 2002 yıllarında kabul ettiği iki direktiftir: Kişisel verilerin işlenmesi ve serbest dolaşım bakımından korunması konulu direktif ve elektronik iletişim sektöründe kişisel verilerin işlenmesi ve mahremiyetin korunmasına ilişkin direktif.

Tasarı gerekçesinde sık sık referansta bulunularak Avrupa mevzuatına uygun bir düzenleme yapılacağı izlenimi yaratılmasına karşın kişisel verilerin korunmasına ilişkin uluslararası standartlar dikkate alınmamıştır. Bu anlamda, hazırlanmasında örnek alındığı öne sürülen 108 sayılı Sözleşme, direktif ile tasarı arasında yaklaşım ve anlayış olarak hiçbir ilişki bulunmamaktadır. Tasarının, kişisel veri sahibi bireylerin temel hak ve özgürlükleri ile özel yaşamının gizliliği ve mahremiyetinin verileri toplayan ve işleyenlere karşı korunmasıyla ilgili olmadığı ilk bakışta anlaşılmaktadır.

Veriyi işleyenlerin güvenlik ve istihbarat kurumlarının, sır tutma yükümlülüğü bulunan kamu görevlilerinin ve adındaki "koruma" sözcüğü dışında hakların korunmasıyla hiçbir ilişkisi olmayan Kişisel Verileri Koruma Kurulunun hesap sorulmaz ve tartışılmaz hak ve yetkileri çıkarıldığında, tasarıdan geriye eski deyimiyle lafı güzaftan başka bir şey kalmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; aslında uzun uzun belki...

Başkanımız gitmiş.

(Oturum Başkanlığına Başkan Vekili Hakkı Köylü geçti)

BAŞKAN - Burada, burada.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Sıkılmış mı?

BAŞKAN - Tamam, sorun yok.

Uzun uzuna da gerek yok aslında, nasıl olsa ileride uzun uzun tartışacağız.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Evet, tartışacağız. Bugün burada biraz kanunun ruhu, aslında yapılması gereken yasa tasarısı ve istisnalarla aslında biz burada otoriter otokratik sistemle ifade özgürlüğü ve bireyin hak ve hukuku noktasında ciddi bir dengesizliğin olduğunu düşünüyoruz. Bize yakın eleştirilere biz de katılıyoruz. Gerçekten, bu verilerin toplanması, bir yerde korunması çok da açık bir şekilde fişlemedir. Aslında seksen yıldır, 1980 darbesinden bu yana toplumda tartışılan ve herkesin her yerde dile getirdiği fişleme işleminin yasaya bağlanması hâlidir. Şu anda da biz bu yasaya bağlanmış, verilerin nerede, nasıl kullanılacağını, nasıl korunacağını aslında tartışacağız ama biz hiçbir suretle bu verilerin toplanmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu verilerin toplumda, hukukçular nezdinde aslında bence sorulması gereken hiçbir soruya cevap olmadığını düşünüyoruz. Yani, bu veriler nerede saklanacak, nasıl kullanılacak, bu anlamıyla sağlık sektöründe insanların DNA'sına kadar vardıracak, gerçekten, bilgi birikimini, DNA'sını, aile eğilimini, cinsel yönelimini bir veride toplayan bence tehlikeli bir yaklaşımdır. Bu anlamıyla, Komisyonumuzca bu noktada bence ciddi eleştiriler getirilmelidir. Bu noktada, hak ve hukuk, birey ve ifade özgürlüğü dengesi gözetilerek bu tasarının gerçek anlamda eleştirilmesi gerekmektedir. Ve bu noktada da bizim ciddi kaygılarımız bulunmakta. Alt komisyonda biz bunları dile getireceğiz.

Avrupa Birliği uyum yasalarından bahsediliyor fakat oradaki denetim mekanizmaları o noktaya varan alt komisyonlar, oranın çalışma sistemi burada mevcut değil. Dolayısıyla da biz "kes-kopyala" yöntemiyle bu yasalara atıfta bulunamayız. Bu istisnalardan hareketle de biz bu kişisel verilerin gerçekte ne anlamda kullanılacağı... Hani, akademisyen, akademik olarak burada yer alan, görüş bildiren arkadaşlar bunları uzun uzadıya anlattılar, belki de kulağa çok hoş gelen şeyler de söylediler ilk bakışta ama biz bunları pozitivist yaklaşımlar olarak görüyoruz. İnsan hak ve hukuku düşünüldüğünde bu pozitivist yaklaşımın her ne ad altında olursa olsun burada bir görüşmüş gibi açıklanmasını ve dikte edilmesini biz doğru bulmuyoruz. Bırakın, siyasetçiler işlerini yapsın, akademisyenler de akademik çalışmalarını yürütsünler. Bu anlamda, zaten Türkiye'nin içinden geçmiş olduğu en büyük sorunların başında bu pozitivist yaklaşım gelmekte. Bu işin erbabı, bu işin söz sahibi olanların toplumu şekle şemale sokması, toplum mühendisliğine soyunması olarak görebiliriz diye düşünüyorum.

Çalışmalarımızda başarılar diliyoruz.