KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, sayın bürokratlar, değerli basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2016 yılı bütçesi ülkemize hayırlı olsun diyorum. Ancak, ben teknik bir konuşma yapmak isterdim eğer ki ülkemiz demokrasi meselelerini halletmiş bir ülke olsaydı ve herkesin söylediği bir şeydir bu: Bir ülkenin bütçesi, o ülkenin vicdanıdır ve bütçe kalemlerinden harcanan paralar -yani o kalemler nereye nasıl harcanıyor, hangi içerikle harcanıyor- o ülkenin demokrasi kalitesini belirler. Maalesef, bugünlerde ülkemiz tekrar kötülüğün sıradanlaştığı günlerden geçiyor. Ülkemizde hâlâ her gün ölüm haberleriyle uyanıyoruz ve üzülerek söylüyorum, Cizre'de bugün ağır yaralı insanları dahi bir bodrumdan... Bir bodrum katında 27 yaralı var, 18'i ağır yaralı. O yaralıları tam üç gündür o bodrum katından alıp hastaneye ulaştıramadığımız yani sağlık hizmetine ulaştıramadığımız bir ülkede yaşıyoruz. Bu, artık, hani, AKP'nin Hükûmet programında olan bir cümle vardır, hoşuma gitti ama içeriği demek ki çok boşmuş, "İnsanlık onurunu esas alacağız." diyordu AKP'nin Hükûmet programı. Ancak, insanlık onurunun yerlerde süründüğü günlerden geçiyoruz.

Seçimden önce bir panzerin arkasında bir insan sürüklendi. Hacı Birlik, bu ülkenin kaynaklarıyla alınmış bir panzerin arkasında sürüklendi, insanlık yerlerde sürüklenmişti. O görüntüyü görüp bu ülkenin büyük kesiminin büyük bir infial yaşayacağını ve insanlık onurunun yerlerde sürüklenemeyeceği konusunda büyük bir tepki vereceğini düşünmüştüm ancak maalesef, kalbimiz kuruyor demek ki. Bu ülkede bu devletin gadrine uğramamış hiçbir kesim yok, mütedeyyinler, Aleviler, Ermeniler, sosyalistler, Kemalistler, gadrine uğramış kimse kalmadı. Hepimiz sıra dayağından geçtik yüzyılda. Ancak, on beş yıl önce bu devletin zalimane, ceberut uygulamalarından şikâyet edenler, bugün devletin zulmünü kutsayabiliyorlar ve rasyonalize edebiliyorlar. Maalesef, bu anlayış tekrar ve tekrar kendini tekrarlıyor. Yalnızca o sıra dayağında o gün kime sıra geleceğini belirliyoruz, onu onayladığımız sürece, ona rıza verdiğimiz sürece.

Ben konuşmamın bir bölümünü bir görüntüyü izlettirerek harcamak istiyorum. Cizre'de üç gün önce sokakta öldürülmüş insanları toplayan bir grup vardı, elinde beyaz bayraklarla. Beyaz bayraklarla çıkmışlar, sokakta ölmüş insanları topluyorlar. Bir el arabasının üzerinde, bakın, cenaze arabası da değil, el arabasının üzerine battaniyeye sarılmış bedenler var. Ellerinde beyaz bayrağı olan yaşlıların, kadınların, erkeklerin, gençlerin yalnızca tek dertleri günlerdir sokaklarda yatan insanları toplamak, onları alıp hani hüküm üzerinden kalkmış insanları götürüp defnetmek, tek dertleri bu ve istiyorlar ki o bedenleri toplayalım, gidelim defnedelim, başında bir dua edelim. Sayın Bakan, bakın, devletin güvenlik görevlilerinin -sizin ayırdığınız bütçeyle alınmış bir panzer aracından- göz göre göre... Çünkü yayınladıkları görüntülerden yakın planda kimin olduğunu görebiliyorlar, zumlayabiliyorlar orada. "Kim var görmüyoruz?" diye bir şey yok. Bir caddeden karşıdan karşıya geçerken elinde beyaz bayrağı olan ve sokaktan topladığı cesetlerin cenazesini uygulamak üzere götüren insanların üzerine göz göre bu devletin kaynaklarıyla bu bütçeden aldığımız paralarla aldığımız panzerden, bu ülkeden hepimizin vergileriyle alınan mermileriyle, ateş açıldı ve 2'si hayatını kaybetti, 11'i ağır yaralandı. Yine, bu devletin kaynaklarıyla alınmış ambulanslar o yaralıları almaya geliyorlar ve o ambulansların da üzerine ateş açılıyor, o yaralılar alınmasın diye. Üç gündür bir bodrumda bu ülkenin 34 vatandaşı, 27'si ağır yaralı olmak üzere, kan kaybından ölmeyi bekliyor; 2'sinin ölüm haberini aldık ve sırayla başkaları da ölebilir. Yalnızca o yaralıların alınıp hastaneye götürülmesini bekliyoruz. Sağlık Bakanlığının bir ilkesi vardı, bundan bir yıl önce bir cümlesi vardı, işte "IŞİD militanları gelip Türkiye'de tedavi görüyorlar." diye eleştiriliyorlardı. Ben şuna bakarım, bir insanın üniformasına bakmam çünkü yemin etmişlerdir sağlık emekçileri, kim olursa olsun, üzerindeki üniforma ne olursa olsun, sivil, asker, polis, gerilla, kim olursa olsun o sağlık hizmetini vermekle yükümlüdür. Ancak, Sağlık Bakanlığının bütçesini ayırdığımız noktada, bu ülkenin Sağlık Bakanlığının ambulansları gidip o yaralıları alamıyorlar.

Biz şimdi kalemleri konuşacağız. İşte, Sağlık Bakanlığına 10 lira harcansın, Millî Eğitim Bakanlığına 15 lira, İçişleri Bakanlığına 20 lira. "Ayırdığımız her kuruş hayra mı gidiyor, şerre mi gidiyor? Bu ülkenin iç barışına mı gidiyor yoksa iç savaşına doğru mu gidiyor?" diye bakmamız lazım.

Yanımızda, hemen kıyımızda emsaller de var. Esad da sonuç olarak ülkesinde yıllarca süren bir hükümranlık sürdü ve ülkesinde siyasi talepleri olan, demokratik talepleri olan insanların bir bölümüne isyan ettiklerinde "terörist" diye yaftalama çalıştı. Hep bu medyaya bakın, bire bir koyun Esad'ın medyasını ve şu anda AKP'nin havuz medyasını, o dönemler birebir aynıdır. Toplumun bir kesiminin taleplerini yok saymak hatta talepleri değil, o insanları yok saymak üzerine habercilikler yapıldı ve siyaset bunun üzerine kuruldu ama şu anda Suriye kimin haklı olduğuna bakmadan yanmış, yok olmuş bir ülkedir, geleceği kararmış bir ülkedir ve vicdanların kuruduğu, kalplerin kuruduğu bir ülkedir.

Bizler HDP olarak, Halkların Demokratik Partisi olarak bu Meclise Türkiye'nin iç barışını, dış barışını, bütün anlamlarıyla demokratik kurumsallaşmasını tesis etmek amacıyla geldik ve bütün meselelerimizi konuşarak çözebiliriz iddiasıyla geldik ve bu ülkenin kaynaklarını -bu Plan ve Bütçe Komisyonunda olmamızın sebebi odur- bu ülkenin geleceğine harcamak, demokrasisinin kurumsallaşmasına harcamak amacıyla geldik. Ancak, ben yeni bir milletvekili olarak şunu söyleyebilirim: Bu ülkenin siyaseti devre dışıdır, Parlamento devre dışıdır ve gördüğüm iki aylık tecrübeden bu Parlamento bir noter hükmündedir, siyaset üretemiyor, siyaset devre dışı. Özellikle de memleketimiz bir parçasında zaten siyaseti şu anda Genelkurmaya ve güvenlikçi merkezlere terk etmiş durumdadır. Siz belli kaynaklardan haber alıyorsunuz, diyorlar ki: "Yalnızca hendek, barikat..." Gidip bakabildik mi oraya, bir araştırma komisyonu kurup gidip orada ne oluyor bakabildik mi? Hayır. Bunu inceleme hakkı dahi yok çünkü burada bir araştırma komisyonu kurulursa biliyoruz ki saraydan bu konuda "Nedir bu araştırma komisyonu?" diye burayı tahkir edici açıklamalar gelecek. Siyaseti devreye sokmamız gerekiyor ve konuşarak çözemeyeceğimiz hiçbir meselemiz yok, bunu hepimiz biliyoruz. Geçmiş iki buçuk yıllık deneyim bunu gösterdi ancak birileri masayı devirdi ve şu anda tekrar yalnızca silahların konuştuğu günleri yaşıyoruz. Siyaseti devreye sokmanın yolu da bir şekilde şu anda Meclisten geçer ve bütçeden geçer. Sayın Bakan, defalarca, size konuşmalarımda hitap ettim, dedim ki: "Her gün yeni tank alımı, top alımı..." İşte, orada Kirpi, Akrep deniyor, o tip silahlı araçlar gördük. Binlercesi konvoylar hâlinde yollardan geçiyor. Hani "duble yollar" diyorsunuz ya, o yollardan şu anda yalnızca askerî araçlar geçiyor. Tank, top, uçak, insansız hava araçları... Biliyorsunuz bu kalemlerin arttığını da, siz daha iyi görüyorsunuz, ben size daha soru soracağım. Şu anda güvenlikçi politikalar çerçevesinde bu kalemlerin büyüdüğünü biliyoruz. Bu kalemler... O mermiler, yani cenazelerini toplayan insanların dahi üzerine ateş açılan mermiler bu ülkenin bütçesinden harcanıyor. Eğer ki siz siyasetinizi Genelkurmaya terk ederseniz... Askerin bildiği bir şey vardır, insan öldürmek. Asker siyaset üretemez, bunu defalarca yaşadık. Bu karanlık yollara defalarca girdik çıktık, elimizde kalan yalnızca ölülerdi, cesetlerdi, acılardı, gözyaşlarıydı, anaların gözyaşlarıydı. Ancak, şu anda tekrar o defalarca girdiğimiz çıktığımız karanlık sokaklarda bir kez daha geziyoruz.

Şu görüntüleri izleyebildiğiniz kadarıyla burada sunmak istiyorum.

Cizre, bakın, burası Felluce değil, burası Cizre, 120 bin insanın yaşadığı yer. Bir grup var, yaşlı kadınlar, insanlar, ellerinde beyaz bayrakla geziyorlar, beyaz bayrakla, bakın. Uzakta bir panzer görülüyor. Ellerinde beyaz... Bakın, el arabasında cesetler ve bu insanların üzerine bu ülkenin panzeri tarafından, bizim vergilerimizle alınmış mermilerle ateş açılıyor. Bu görülüyor panzerden, bakın, canlı yayında zumluyor çünkü, kim olduklarını görüyorlar. Niçin bunu yapıyorlar biliyor musunuz? İnsanlık onurunu yerde sürüklemek için. "Ben sizin cenazenizi dahi gidip defnettirmem, eğer ki siz diz çökmezseniz." Bakın, insanlar vuruldular, 2 insan öldü, 11'i ağır yaralandı. Oluk oluk kan akıyor, hani bir mafya lideri söylemişti ya, oluk oluk yerlerde kan var, sivillerin kanları. Bu mudur bizim hayal ettiğimiz bir ülke? Bu rüyalarla mı buraya geldik? Her gün bu görüntülerle ülkede duygusal bir kopuş yaşanıyor. Oysa ki biz, Sayın Cumhurbaşkanının söylemiyle: Hani yaradılanı yaradandan ötürü seviyorduk? Nerede bu uygulamalar? Sivillerin üzerine atış açıldı, gelin bir araştırma komisyonu kuralım, gidelim ateş açalım... Gidelim görüşelim bu işi, inceleyelim. (AK PARTİ sıralarından "Konuştuklarının ne alakası var, bugün bütçeyle ne alakası var." sesleri)

GARO PAYLAN (İstanbul) - Çok alakası var.

Bu ülkenin mermisiyle, bu ülkenin panzeriyle bu ateş açıldı. Bu işin özü budur.

Bakın, rakamları konuşacağız yalnızca. Rakamlar dediğimiz şey, soğuktur. Ama burada esas olan şey insandır.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Siz bir metin gönderin onu okusun ekonomiyle ilgili! Size mi danışacağım, size mi danışacağım?

ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) - Bize danışmasıyla alakası yok, biz onu söylemiyoruz ki.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Şimdi, bu kürsü dokunulmazlığına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz? Saygı duyuyor musunuz, duymuyor musunuz? Tam da ekonominin kendisidir bu.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri... Sayın Yıldırım...

Değerli milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyelim.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Sayın Başkan, keşke önce müdahale etmiş olsaydınız.

BAŞKAN - Tamam, hatibe müdahale etmeyelim.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Hatibe müdahaleye müdahale etmiş olsaydınız siz.

BAŞKAN - Siz de müdahale ediyorsunuz, hiç kimse müdahale etmesin.

EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Avukatı mısınız, kendini ifade edebilir herhâlde!

BAŞKAN - Buyurun Sayın Paylan, devam edin lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Şimdi, bakın, bu, bütçenin özüdür. Bu ülkenin kaynaklarının nereye harcandığını gösteren görüntü, bu, bütün meselenin özüdür.

Birazdan başka kalemleri de konuşacağız, mesela Eğitim Bakanlığının bütçesini konuşacağız. İşte, "Eğitim Bakanlığının bütçesini şuradan şuraya getirdik." diyorsunuz Sayın Bakan, 11 milyardan 90 küsur milyara, bu yıl galiba 110 olacak. Ancak içeriği ne, buna bakmamız lazım. Şimdi, yalnızca rakamlar değildir mevzu çünkü. Yani rakamı siz bir yerden bir yere getirebilirsiniz ama içerik ne? Bu ülkede çocuklara ne öğretiyoruz? Barışçıl politikaları mı öğretiyoruz, cinsiyet eşitlikçi bir anlayışı mı öğretiyoruz, çevre duyarlılığını mı anlatıyoruz, emeğin hakkını mı anlatıyoruz, eşitlikçi bir anlayışı mı anlatıyoruz, yoksa tekçiliği mi anlatıyoruz, savaşı mı kutsuyoruz, tarih anlamında ne anlatıyoruz? Bu içerikler önemlidir. Bakın, Eğitim Bakanlığının bütçesinde YÖK'te var değil mi Sayın Başkan?

Şimdi, akademisyenler bir bildiri yayınladılar. Şimdi ne alakası var diyeceksiniz buna da değil mi? Akademisyenler bir bildiri yayınladılar, dediler ki: "Kan, gözyaşı dursun; silahlar sussun, müzakereler başlasın; görüşmeyle, konuşmayla bu ülkenin meseleleri çözülsün." Özü buydu. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakan yaptıkları açıklamalarla vatana ihanetle suçladılar bu akademisyenleri. Yani bir fikir ifade etmek dahi bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından bir suç olarak ve vatana ihanetle yaftalandılar. Bakın, akademisyenler 301'inci maddeden yargılanıyorlar, 301'inci maddeden yargılanması öngörülüyor. 301 nedir biliyor musunuz? (Gürültüler)

Sayın Başkan, müdahale eder misiniz lütfen yani.

BAŞKAN - Arkadaşlar, hatibe müdahale etmeyelim.

Sayın Paylan, buyurun lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - 301'inci madde meşhur bir maddedir, Hrant Dink yargılanmıştır 301'inci maddede ve Türklüğe hakaret olarak yaftalanmıştır. O günlerde aynı şekilde bu ülkenin medyası ve parlamenterleri Türklüğe hakaret meselesinde bütün basınıyla, medyasıyla, yargısıyla bu iradenin ardasında durmuştur ve bu yolda Hrant Dink'in cinayetinin önü açılmıştır. Siz insanları vatana ihanetle suçlarsanız fikirlerini ifade ediyorlar diye, yarın öbür gün, o, "Oluk oluk kan akacak." dediğiniz çetelerin önüne atmış olursunuz insanları. İşte tam da bu ülkenin bütçesi buradan geçer. YÖK'e ayırdığınız kaynaklarla nasıl bir YÖK yönetiyorsunuz? YÖK'ü kaldırmayı vadetmiştiniz öyle değil mi? "Vesayet kurumların kaldıracağız." demiştiniz. Ancak bugün geldiğimiz noktada, özgür olmayan üniversite, özgür olmayan akademisyenler, özgür olmayan bir toplum yarattık.

Bakın, "Sanayi kuruluşları konusunda büyük gelişmeler kaydedeceğiz ve teknoloji yüklü ürünler üreteceğiz." diyorsunuz. Sayın Bakan, özgürlüğün olmadığı yerde, özgür düşüncenin olmadığı yerde, özgün fikirler çıkmaz. Bir yerde özgürlük varsa, insanlar kendilerini ifade edebiliyorlarsa, "En aykırı fikirleri dahi ben söylersem bu ülkede başıma bir iş gelmez." diyebiliyorlarsa, orada yaratıcılık vardır, orada özgür fikirler çıkar ve ülkemiz orta gelir tuzağından, orta teknoloji tuzağından çıkar, orada çıkabilir. Ancak, bir tek kişinin subjektif görüşleri üzerinden herkes yaftalanabiliyorsa orada özgün düşünce ve özgür düşünce olamaz, orada teknolojik yatırımlar olamaz, katma değer olamaz. İnsanlarımız "Bin liradan 1.300 liraya çıkarıyoruz. Vay, işte sanayi ne yapacak?" düşüncesine kapılır. Oysa, bugün Batı'da asgari ücret bin euro, 2 bin euro, 3 bin euro, 2 bin dolar, bunlar ödenebiliyorsa, orada özgür düşünceler özgün fikirler çıkarmıştır, teknoloji yatırımları bu şekilde çerçevelenmiştir. Bütçe tam buradan bir yerden geçer Sayın Bakan. Özgürlükleri genişletmezsek, demokrasiyi büyütmezsek, rakamlarımız hep küçük kalır. Ne zaman ki özgür düşünceyi genişletiriz, demokrasi anlayışımızı geliştiririz... İçerideki ve dışarıdaki sermaye de buna bağlıdır, bakın. Bir korku iklimi yaratırsanız, hukuk devletini devre dışı bırakırsanız, sermaye de güvenmez buraya, yerli sermaye de yabancı sermaye de güvenmez. Çünkü "Bir kişinin iki dudağı arasındayım." der. "Katli vaciptir." dediği anda, bir insanın işinin bittiğini, bir sermaye grubunun işinin bittiğini gördüğü anda hiçbir sermaye grubu buraya gelip yatırım yapmaz. Şu anda yalnızca Katarlılar yatırım yapıyor, geri kalanda başka yeni yatırım yok. Batı'dan herhangi bir atılım yok. Yerli sermaye de yeni yatırım yapma konusunda maalesef şu anda çekingen. Tüketici Güven Endeksi dibe vurmuş durumda. Sebebi şu: Çünkü Türkiye'de bir iç barış olmayınca insanların gelecek kaygısı olduğunda harcama alışkanlıkları değişir ve güvenlerinin azaldığı bir noktada da geleceğe güvenle bakamazlar ve harcamalarını da kısarlar. Şu anda olan durum da bu. Ülkenin bir yerinde yangın varsa o yangına biz "Ne olacak efendim!" diyemeyiz. Hepimiz o yangını söndürmek üzerine davranmalıyız ve bütçemizi de barışçı politikalara, hayra harcamalıyız, Meclisi devreye sokmalıyız, siyaseti devreye sokmalıyız.

Sayın Bakan, mesela Eğitim Bakanlığı, bir örnek daha vereceğim. Şimdi, "Eğitime kaynak harcıyoruz." diyoruz. Şimdi, eğitimle barış ilişkisi çok fazla olan bir şey. Biz diyoruz ki, bakın: Ben ana dili temelli çok dilli eğitim veren bir kurumda on beş yıl yöneticilik yaptım, Ermeni okullarında. Bakın, ben Türkçeyi konuşabiliyorum, öyle değil mi? Ermeniceyi de çok iyi konuşurum, İngilizcem de iyidir, İspanyolcam da vardır, biraz da Fransızca bilirim yani 5 tane dili az çok biliyorum, Kürtçeyi de öğrenmeye çalışıyorum. Ana dilini bilen bir çocuk ulusal dili çok daha kolay öğrenir. Yani ana diliyle eğitime başlayan bir çocuk ulusal dili çok daha kolay öğrenir. 2 dilli yaşamayı bilen bir çocuk evrensel dili çok daha kolay öğrenir. yani İngilizceyi ben çok daha hızlı öğrendim mesela İspanyolcayı çok daha hızlı öğrendim çünkü ana dilimde başladım, ulusal dili öğrendim, evrensel dili öğrendim ve çok dilli yaşadım. Beynimde bütün diller kardeşe yaşayabiliyor ama biz ne diyoruz? "Tek dil", "tek dilli eğitim" olacak, zinhar çok dilli eğitim bu ülkeyi böler, parçalar. Hayır, değil. Dünyada pek çok örneği var. Ya, biz yeni keşfetmeyeceğiz bu meseleyi de. Dünyada pek çok ülkede ana dil temelli çok dilli eğitim var. Gelin kaynaklarımızı bu yönde harcayalım. 10 milyar TL...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Paylan, iki dakika daha süre veriyorum, konuşmanızı tamamlamanız üzere.

Buyurun lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Peki.

Ana dili temelli çok dilli eğitim bir örnektir. Yani parayı nasıl harcadığımızı... Rakamları yalnızca büyütmek mesele değil, içeriği nedir? Çocuklara demokrasi kültürünü öğretebiliyor muyuz? Pedagojik bir yaklaşımla ana dili temelli çok dilli eğitimi tanıştırabiliyor muyuz? Mesele budur. Bu yönde adımlar atarsak da ülke barışına hizmet etmiş oluruz. İnsanlar, ben bu ülkenin vatandaşıyım ve bu ülkenin vatandaşı olmaktan büyük bir gurur duyuyorum çünkü bu ülke benim dilime, kimliğime, inancıma sonuna kadar saygı duyuyor ve bu yönde yatırımlar yapıyor diye bakabilir.

Sayın Bakan, bir de son olarak...

Soru-cevap bölümünde vaktimiz olacak mı?

BAŞKAN - Evet.

GARO PAYLAN (İstanbul) - O zaman onları oraya bırakayım.

Esas olan şey, ezcümle söyleyeceğim, bütçe kalemlerinin hepsi iç barışla alakalıdır. Bütçemizi kurşunlara değil, panzerlere değil, Kirpilere değil bu ülkenin iç barışına harcayalım. Bu yönde imza atın Sayın Başkan ve bu Komisyon da bu yönde bütçemizi ayarlasın.

Saygılar sunuyorum.