Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 22 .11.2023 |
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, Bakanlığımızın değerli bürokratları, basınımızın değerli mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, tabii, bugün Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığını görüşüyoruz. Birçok alanı kapsıyor bu. Gelir dağılımından yoksulluğa, kadın sorununa, gençlere, hemen hemen bütün alanları kapsayan, görev ve yetki alanı son derece geniş bir Bakanlık var; siz de onun başındasınız.
Şimdi, birçok konu var. Ben öncelikle gelir dağılımı, yoksulluk üzerinde odaklanmak, sonra da bütçeye ilişkin olarak bir şeyler söylemek istiyorum. Bu yoksulluk konusu önemli bir konu. Genel olarak yoksulluk şöyle tanımlanıyor literatürde: "Temel ihtiyaçları karşılayamama, asgari yaşam standartlarına erişememe durumu." Avrupa Komisyonu Sosyal İçerme Raporu'nda ise yoksulluk tanımı "Gelir kaynakları kendisini yaşadığı toplumda kabul edilebilir bir yaşam standardından mahrum bırakacak ölçüde yetersiz olan bireyler yoksul sayılır." diyor yani aslında içinde yaşadığınız toplum ve onların şartları bu konuda büyük önem arz ediyor. Peki, Türkiye açısından durum nedir? Bir fotoğrafı çekmek lazım. Birçok arkadaşımız da söyledi. Eş değer hane halkı kullanılabilir gelirine göre yüzde 20'lik gruplar var; biliyorsunuz, yüzde 20, yüzde 10 gibi birtakım gruplara ayrılıyor Türkiye'deki gelir dağılımını görmek için
Türkiye'de en yüksek gelire sahip yüzde 20'nin millî gelirden aldığı pay yüzde 48, en düşük gelire sahip yüzde 20'nin millî gelirden aldığı pay yüzde 6; tam 8 katı. Biraz daha aşağıya doğru ineyim, yüzde 10'luk gruba göre bakayım. Geliri en yüksek yüzde 10'luk grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 33,2; geliri en düşük yüzde 10'luk grupların payı ise yüzde 2,3; 14.5 katı. Yani aslında, aşağıya doğru indikçe gelir dağılımı eşitsizliği çok daha açık ve net olarak gözüküyor. Yani bu yüzde 20'lik grubun da hepsi çok iyi gelir düzeyinde değil, onların da kendi içinde, grupların da kendi içinde ciddi eşitsizlikler var, aslında bunları kesitlere bölerek daha ince kesitler içinde bakma ihtiyacı var. Aynı araştırmaya göre eş değer hane halkı kullanabilir medyan gelirinin yüzde 60'ı dikkate alınarak belirlenen bir yoksulluk sınırı var -yüzde 60 genellikle birçok ülkede de uygulanan, kullanılan bir rakam- nüfusun yüzde 21,6'sı yoksulluk sınırının altında. Buna göre bu rakam 18 milyon 30 bin kişi, buna göre Türkiye'de 18 milyon 30 bin kişi yoksul.
Uluslararası göstergeler açısından baktığımızda da gelir dağılımı bozukluğu son derece açık ve net. OECD'nin 38 ülkesi var, orada da baktığımız zaman gelir dağılımının en bozuk olduğu 3'üncü ülke, bizden daha kötü durumda Meksika ve Kostarika var. Gene Gini katsayısı açısından da bakınca 0,41 oranı OECD ortalaması olan 0,31'in çok üzerinde. Biliyorsunuz, sıfıra doğru yaklaştıkça düzeliyor, 1'e doğru gittikçe gelir dağılımı bu katsayının içinde bozuluyor. Aslında, bütün bunların ortaya koyduğu problem şu: Türkiye'de gelir dağılımı bozuluyor ve yoksulluk artıyor. Burada şunu söylemek bütün bu rakamlardan çok açık ve net olarak ortaya çıkıyor: AKP iktidarları döneminde Türkiye'de gelir dağılımı düzelmemiş, yoksulluk ortadan kalkmamış ve zaten politika olarak da yoksulluğu ortadan kaldırmaya, bu sorunu çözmeye yönelik değil, daha çok yoksulluğun yönetilmesine ilişkin bir politik perspektifin var olduğunu görüyoruz ve aynı zamanda bir siyasi rant aracı olarak, sömürü aracı olarak da kullanılıyor.
Gene ilginç olan bir nokta, yakın zamanda, yaklaşık bir ay önce kalkınma planını konuştuk Sayın Bakan. On İkinci Kalkınma Planı önümüzdeki beş yılı kapsayacak fakat çok ilginçtir, orada gelir dağılımına ve yoksulluğa ilişkin hiçbir tedbir yoktu, hiçbir politik perspektif yoktu. Bunu da planın görüşmelerinde çok ciddi olarak dile getirdik, bu eleştirilerimizi yaptık. Bu son derece üzücüdür. Bölüşüm ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz, tabii ki üretim de önemli ama üreteceksiniz, millî geliri büyüteceksiniz ama onu eşit ve adaletli paylaşacaksınız; bu konuda ciddi sıkıntılar gözüküyor.
Peki "Türkiye'deki gelir dağılımı bozukluğu ve yoksulluk neden kaynaklanıyor?" diye baktığımız zaman şunu görüyoruz: Uygulanan yanlış ekonomik politikalar bugün Türkiye'de içinde yaşadığımız bu sorunların temel nedenidir. Zayıf sermaye birikimi, insan gücüne yapılan yatırımların yetersizliği, bilgi ve teknoloji üretme kapasitesinin düşüklüğü, yetersiz kurumsallaşma düzeyi, ekonomi yönetimde yapılan hatalar, faiz indirimi -bütün dünyada faizlerin yükseleceği, enflasyon yükseldiği bir ortamda Türkiye'deki faizlerin indirilmesi- bütün bunlar aslında bugün bizim içinde yaşadığımız sorunların temel nedenidir.
Gene aynı şekilde, çalışma hayatında, iş gücü piyasasındaki sorunlar da ciddi anlamda gelir dağılımını bozmakta ve yoksulluğu artırmaktadır. Düşük iş gücüne katılım oranları, yüksek kayıt dışılık, reel ücretlerdeki gerileme, düşük sendikalaşma oranları, taşeron çalışma ilişkilerin varlığı bu alandaki sorunları çok açık ve net olarak ortaya koyuyor ve bunlara kadın-erkek ayrımında baktığımızda aslında sorun çok daha vahim gözüküyor.
Gene aynı şekilde, eğitim ve sağlık gibi temel kamusal hizmet alanlarının gittikçe artan ölçüde piyasa dinamiklerine bırakılması, ticarileştirilmesi de Türkiye'de fırsat eşitliği problemini ağırlaştırarak yoksulluğun gelecek kuşaklara aktarılmasına neden oluyor.
Tarımdaki çözülme devam ediyor, ciddi anlamda tarımdan bir kopuş var. Kırdan kente olan göç de aslında Türkiye'deki yoksulluk problemini ortaya çıkartıyor. Tabii, bütün bunlara karşı uyguladığımız bir sistem var: Sosyal Koruma Sistemi, Sosyal Güvenlik Sistemi. Bunun 3 ayağı var: Sosyal sigorta, sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar. Sosyal sigorta primli sistemdir, öbür ikisi primsiz sistemdir fakat çok ilginçtir, Türkiye'de baktığımız zaman bu 3 sistem arasında ciddi anlamda bir arada, uyum içinde çalışma söz konusu değil. Hâlbuki biliyoruz ki aslında Anayasa'mızdaki sosyal devlet ilkesine göre bireyin yaşamında karşılaşacağı her türlü risklere karşı gerekli önlemleri almak devletin görevi fakat Türkiye'deki mevcut sosyal koruma sistemi yetersiz. Birincisi şunu söyleyeyim: Sosyal sigorta, sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar arasında bütünleşik bir yapı yok. Primli sistemler, hâlbuki ideal bir sistemde primli ve primsiz sistemlerin birlikte çalışması gerekirdi. Diğer bir konu, Türkiye'de sosyal transferlerin yoksulluk oranı üzerindeki etkisi AB ülkelerine göre daha sınırlı çünkü orada, baktığımız zaman, primsiz sistemler ağırlıklı bizde ise primli sistemlerin ağırlığı bir biçimde bu sosyal transferlerin yoksulluğu azaltıcı etkisini sınırlıyor. Bu devletin resmî dokümanlarında da var olan bir tespittir. Sosyal yardımlar etkin ve verimli bir çerçevede yürütülmüyor. Sosyal yardımlar 2022 yılında 143,1 milyar TL, millî gelirin yüzde 1'inin dahi altına düşmüş, binde 9,5. Hâlbuki bu oran OECD ülkelerinde yüzde 2,5 oranında. Sosyal yardımlarda çok başlı bir yapı var, yardım veren kamu kurumu sayısı 2022 yılında 6, bir de ayrıca belediyeler var. Böyle baktığımız zaman son derece verimsiz bir sistem var. En önemlisi, en büyük tespit, belki sosyal koruma sisteminin en eksik halkası dünyada yaygın olarak uygulanan, vatandaş olma hakkından kaynaklanan ve finansmanı vergilerden sağlanan bir gelir desteği sistemi ne yazık ki yok. Objektif kriterlere dayalı, şeffaf bir temel gelir desteğinin yoksullukla mücadelenin ana unsuru olmasına ihtiyaç var. Bu anlamda, Cumhuriyet Halk Partisi olarak önermiş olduğumuz aile destekleri sistemi, bütün var olan bu yapıyı birleştirmek, tek elden yönetmek, tek bir kurumsal yapı altında bir yoksulluk envanteri, ona dayalı olarak bütün bu mekanizmanın birlikte çalışacağı bir sistem kurmaktı. Burada aileyi temel alan ve dezavantajlı grupları gözeten bir sisteme ihtiyaç vardı. Ne yazık ki bu sistem eksik.
Son bir konuya daha girmek istiyorum kalan zamanımda, o da aslında bugün konuştuğumuz konuyla da çok yakından ilgili Sayın Bakan. Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe yaklaşımı... Bakın, bu, dünyanın her yerinde var. İlk 1995 yılında Birleşmiş Milletlerin Pekin'de yaptığı Dördüncü Dünya Kadın Konferansı'nda ortaya çıkmış, sonra Avrupa Konseyinin yaptığı toplantılarda var, Dünya Bankası da bunu vurguluyor. Fakat ne yazık ki bu açıdan baktığımızda, hemen hemen bizde hiçbir ilerleme yok. "Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe" demek bir yaklaşım olarak kadın-erkek eşitliğini güçlendirmek veya eşitsizlikleri azaltmak amacıyla bütçe sisteminin ve bütçe sürecinin tüm aşamalarının yani hazırlık, kanunlaşma, uygulama, denetim; hepsinin toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısından değerlendirilmesidir. Yani kadınlar için ayrı bir bütçe değil ama bütün bütçe süreçlerinin, bütçe önceliklerinin bu toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde ele alınmasına ihtiyaç var. Literatürde toplumsal cinsiyet körlüğünün yani bunu dikkate almayan yaklaşımların...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, toparlayın lütfen.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Toparlayacağım Sayın Başkan.
...eğitimden sağlığa, çalışma hayatından sosyal güvenliğe kadar birçok kamu hizmeti alanında çok ciddi problemler oluşturduğunu söylüyor. Burada, ilginçtir, Onuncu Kalkınma Planı'nda Sayın Bakan, bu konuya yer verilmiş; 2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Planı'nda diyor ki: "Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda farkındalık oluşturulacak ve örnek uygulamalar geliştirilecektir." Fakat bir sonraki 2019-2023 yıllarını kapsayan On Birinci Kalkınma Planı'nda bu konuda hiçbir ifade yok. Kadın-erkek fırsat eşitliğine dönmüş, hâlbuki buradaki eşit, fırsat eşitliği değil, kadın-erkek eşitliği. Fırsat eşitliği sonuçta bunun da içinde yer alan ama gerçek eşitlik çok daha ötesinde.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Kadın-erkek zaten eşit, fırsatlar da eşit.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bir dakika, hayır, polemiğe gerek yok arkadaşlar, ciddi bir şey konuşuyoruz burada. Bu çok önemli bir kavram bütçelerde, izin verirseniz bitireyim; eşitlik değil.
İlginçtir, On İkinci Kalkınma Planı'nda da gene yok, gene kadın-erkek fırsat eşitliği diyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tamamlayacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, toparlayalım lütfen.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Fakat çok ilginç, geçen seneki Cumhurbaşkanlığı yıllık programında ve bu seneki Cumhurbaşkanlığı yıllık programında var ve de proje bazında var; sanki bir modül, pilot proje gibi ama aslında ciddi anlamda bu konunun gündeme geçmesi gerekir. Ama bakın, Onuncu Plan'dan beri on yıl geçmiş, bu konuda hiçbir adım atılmamış. Bu anlamda mevzuatta gerekli değişiklikler yapılmalı. Yani gerçek anlamda bu ülkenin içinde bir eşitlik sağlanacaksa böyle bir bütçeleme sürecinin gündemde olması lazım çünkü bütçe görüşüyoruz burada. Bakın, burada, işte, yaklaşık bir aylık bir süre içinde her gün bütçeyi görüşüyoruz. Buna uygun olarak sistemin kurulması lazım. Öncelikle 5018 sayılı Yasa'da ve mevzuatta gerekli düzenlemeler yapılmalı. Toplumsal cinsiyete duyarlı veri ve istatistiklerin üretilmesi, genişletilmiş gayrisafi yurt içi hesaplamalarına bu konuların işlenmesi, merkezî yönetim kapsamında Bakanlık ve kamu kurumlarında bu konunun yer alması ve bu konunun sahibi sizsiniz, Sayın Bakan, buradaki çalışmaları yürütecek olan sizsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Teşekkür ediyorum.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Böyle bir bütçeleme yaklaşımı ve bu konuyla ilgili üniversite, sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği içinde bir çalışma...
Teşekkür ederim Sayın Başkan.