KOMİSYON KONUŞMASI

DİLAN KUNT AYAN (Şanlıurfa) - Teşekkürler Başkan.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, kıymetli basın emekçileri; gönül isterdi ki bugün burada gerçekten de güllük gülistanlık bir şekilde bütçemizi konuşabilelim, adaletin bütçesini nasıl ayarlayabileceğimizi de hep birlikte görüşebilelim, konuşabilelim fakat geldiğimiz noktada adaleti konuşabileceğimiz bir Türkiye'yi maalesef ki izah edemeyecek durumdayız.

Şunu belirtelim Sayın Bakan: Eskiden bir tabir vardı "adaleti mumla aramak" diye bir tabirdi, bu herkes için geçerliydi, evet herkes adaleti mumla arıyordu fakat geldiğimiz noktada artık bir adaletsizlik burada da gelişmeye başladı, bazı kesimler adaleti ampulle arıyor ve bulabiliyor. Şimdi, bunun neden olduğunu da izah edeceğim Sayın Bakan sizlere. Eğer AKP'liysen adalet var, değilsen yurttaşa, âdeta "Senin hakkın, hukukun bizi ilgilendirmez." deniyor. Bunların hiçbiri bir şehir efsanesi değil Sayın Bakan. Yıllarca avukatlık yapmış ve sahadan gelen birisi olarak söylüyorum bunu. Eğer gerçekten de bir yerde bir haksızlık, hukuksuzluk ve hakkını arayan birileri varsa bunların ilk gittikleri yerler artık son dönemlerde maalesef avukatlar olmamaya başladı. Eğer AKP il, ilçe teşkilatlarında varsa bir tanıdıkları veya bir milletvekilleri veya bir yakınları veya bir bürokrat ve bunlar üzerinden işleyen bir sistem var artık maalesef ki Türkiye'de. Bu çürümüş sistem üzerinde de hemen hemen her gün de yargısal krizleri, hatta yargı darbelerini uyguladığımız bir sürecin tam da ortasında olduğumuzu söylememiz gerekiyor.

Sayın Bakan, altı aydır siz bu görevdesiniz ve gerçekten de yükünüz ağır. Büyük bir adalet enkazı var ve bu üç yıllık, beş yıllık değil, yirmi yıllık aslında süregelen ve devam eden bir şey. O yüzden bunu toparlayabilmek güç olacaktır diye düşünüyoruz ama olur da gerçekten de bu adalet sistemini yeniden düzenlemek, yeniden dizayn etmek, gerçekten de halkların, hakkın yanında olabilmek ve adalet sistemini doğru bir zeminde oturtmayı planlıyorsanız, böyle bir hedefiniz varsa biz bunun net bir şekilde yolunun Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü açısından İmralı ada hapishanesinde bulunan tecrit sisteminden geçeceğine inanıyoruz. Kimse bunun başka bir noktada olduğunu veya işte bu kadar devasa bir adaletsizlik sorununun nasıl olur da bir tecritle çözülebileceğini düşünmesin çünkü bu çok nettir, bunu birazdan açıklayacağım. Bunu konuşmak bile... Artık tecrit hâline getirilmiş bir sistemdeyiz maalesef. Mecliste, sokakta tecrit kelimesini ağzına alan, Sayın Öcalan üzerinde uygulanan sistemi ağzına alan herkese de bu uygulanıyor. Fakat biz bunu net ifade edelim, Türkiye'de yaşanan tüm hukuksuzlukların başlangıç noktası İmralı ada hapishanesidir. Bakın Sayın Bakan, bu en büyük hukuksuzluk nedir? Sayın Öcalan üzerinde yıllardır uygulanan, yaklaşık yirmi dört yıldır uygulanan bir tecrit sistemi var ve son otuz iki aydır da mutlak görüşmeme hâli var ve infaz kanununda bununla ilgili bir düzenleme olmamasına rağmen tamamen keyfî, tamamen politik saiklerle yapılan bir mutlak tecrit hâli söz konusu. Biz bunun hukuksuz olduğunu, bunun kabul edilmediğini bir kez daha buradan yineleyeceğiz.

Neden bu özel infaz rejimi uygulanıyor diyoruz, bunu da kısaca burada ifade etmek istiyorum aslında. İmralı'da bulunanların aile bireyleri geçmişten bu yana her hafta pazartesi günleri görüşmek amacıyla, cuma gününden itibaren İmralı'dan sorumlu Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına ve savcılık aracılığıyla İmralı Cezaevi idaresine de yazılı başvurular yapmakta. Aile ziyaretleri 2016 yılına kadar savcılık ve idare tarafından fiilen engellenmişken sonrasında mahkeme eliyle yasaklandı. Oysaki mahkeme aracılığıyla aile ziyaretlerinin yasaklanmasını düzenleyen herhangi bir yasal düzenleme bulunmadan da bu kararlar alınmıştı. 2018 yılının Eylül ayı itibarıyla da disiplin kurulu kararlarıyla yasaklanmalar devam ettirildi. O günden bu yana kesintisiz bir şekilde disiplin cezaları verilmektedir. Sayın Öcalan son on bir yılda yalnızca 5 kez avukatla görüşebildi, avukatla en son görüşmesinin üzerinden ise üç yıl geçmiş durumda. İmralı'ya Mart 2015 döneminde nakledilen Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş ise bugüne kadar hiçbir şekilde avukat görüşü yapmadı. Sayın Öcalan son sekiz yılda yalnızca 5 aile görüşü, İmralı'da bulundukları süre boyunca da Konar ile Aktaş yalnızca 3 aile görüşü, Yıldırım ise yalnızca 2 aile görüşü yapabildi. Yirmi üç yılı aşkın İmralı tarihinde yalnızca 2 telefon görüşmesine olanak tanındı. Mektup gibi haberleşme yolları da sürekli bir şekilde engellendi. Hâl böyleyken, yirmi üç-yirmi dört yıldır hukuksuzluk sisteminin başladığı İmralı Adası'nda bu sistem uygulanıyorken biz kalkıp da burada diğer adaletsizlik sistemlerini nasıl konuşabiliriz Sayın Bakan? Bu bir ihtiyaçtır.

Bakın, ben size şunu da söylemek istiyorum, AKP Hükûmetinin ve Bakanlığınızın da en büyük yaptığı şey ve söylemi şu: "Toplumun bu konuda ihtiyacı ve talebi var." Bundan âlâ talep mi olabilir Sayın Bakan? Hafta sonu İmralı Adası'na yönelik, Gemlik'e yönelik yürüyüşler gerçekleşti. Kürtlerin, halkların bu yönlü talepleri var. Kalıcı bir barışın sağlanabilmesi için İmralı Adası'ndaki tecrit sisteminin kaldırılması gerektiği yönünde bir talep var, bu talep de en ulvi, en demokratik, en anayasal taleptir ve bir an önce bu tecrit sisteminin de kırılması gerektiğini buradan ifade etmek istiyoruz.

Sayın Bakan, tecritle başlayan sistemin devamıyla birlikte, yine, yargıda kadrolaşmadan ve siyasallaşan bir yargıdan söz ediyoruz. Daha 8 Kasımda bu ülkede yargıda kadrolaşma ve militanlaşmanın son aşaması olarak Yargıtayın Anayasa'ya yönelik yargı darbesi girişimiyle karşı karşıya kaldık. Bu noktaya bizi getiren sürece değinmemiz şart çünkü bu bir günde olan bir şey değildi. Evet, doğru, kamuoyunda belki "Nasıl olur da böylesi kararlar verilebilir?" diye çok ciddi tepkiler de çıkmış olabilir ama bu sürecin bir evveliyatı var ve yine, bizler üzerinden yani HEDEP'liler olarak bizler üzerinden devam eden bir sistem var, bunu da ortaya koymak gerekiyor. Hepimiz çok iyi hatırlıyoruz, AKP iktidarı 2010 referandumunda 12 Eylül darbesinin vesayetçi zihniyetiyle hesaplaşmak, daha ileri bir demokrasi ve daha adil bir hukuk sistemi için çok önemli adımlar atmak gibi bir söylemde bulundu. Ancak Sayın Bakan, geçen on üç yılda ne daha ileri bir demokrasiye gidildi ne de daha adil bir hukuk sistemi oluşturuldu. Her geçen gün de bu sistemin kötüye gittiğini belirtmek isteriz. 2010'da o zamanki iktidar ortağı olan cemaatçilere Yargıtay, Danıştay gibi önemli yerlerde nasıl kadrolar verildiğini, hangi hesapların döndüğünü cemaat yargılamalarında hemen hemen hepimiz net bir şekilde gördük, o dönemin tanıkları olan avukatlarız da aynı zamanda, maalesef, sonuçlarını halk olarak yaşadık. Bu yapının açtığı davalarla, daha doğrusu hukuki kumpaslarla kaç kişi suçsuz yere ceza çekti, bu bile belli değil ve hâlâ o dönemin yargılamalarının konusu olan KCK davalarının savcılarının, hâkimlerinin bir kısmı nerededir bilmiyoruz, bir kısmının da cezaevlerinde olduğu net. Buna rağmen KCK yargılamalarına devam edildi ve yüzlerce insan bu kişilerin yani -cemaat eliyle- aslında yok sayılan, çürümüşlük olarak nitelendirilen ve şu anda cezaevinde bulunanların vermiş olduğu kararların sonucunda KCK yargılamalarına da devam edildi ve bu kişilerin infazları hâlen sürdürülmekte ve yüzlerce yıl cezalarla karşı karşıya kalındı. Bu da yetmedi, 17-25 Aralıkta başlayan hesaplaşma 15 Temmuzda da ayyuka çıktı. Ardından getirilen resmî ve fiilî OHAL dönemleriyle başlayan anayasasızlaştırma olarak da devam ediyor Sayın Bakan. O dönemdeki cemaat kadroları boşaltıldı. Boşaltıldı ama "Yerine kim getirildi?" diye soruyoruz Sayın Bakan. Bakın, o dönem 2016 sonrasında bu kadrolar boşaltıldı ve aslında yerine hakikaten layıkıyla bu sınavı geçecek ve mülakatlarda bu şekilde cemaatlerin veya birilerinin referansı olmaksızın gelecek kişiler olmayacaktı Sayın Bakan ve puan 50'ye düşürüldü. Yani 50 puanla bu kişiler hâkim, savcı olabildiler ve şu an insanları yargılıyorlar ve hukuka aykırı bir yargılama gerçekleştiriyorlar Sayın Bakan. Şunu net söyleyeyim, kendimden de örnek verebilirim, mesleki olarak on yıllık bir avukatlık geçmişim var, yanımda staj yapacak olan kişiler, mesela, geldiği zaman "Biz hâkim, savcı olmak istiyoruz Avukat Hanım." dediğinde ben zaten "Benim ofisim sizin için uygun olmayabilir." diyordum çünkü adaletin gerçekten de tesisini isteyen bir yerdeyiz bu sistemde ama onların bize verdiği cevap şuydu Sayın Bakan: "Hiç merak etmeyin Avukat Hanım, bizim zaten bu anlamda çok ciddi referanslarımız var." Kim bu referanslarınız? Daha önce FETÖ dönemindeki referansları "Abdullah Gül"lerken, "Cumhurbaşkanı" olanlarken şimdiki referansları da değişmedi. Yani bu şekilde alımların hiçbiri maalesef ki değişmiyor ve devam ediyor ve bu kişilerin de maalesef ki adaletin tesisinde hiçbir şekilde hem hukuki donanımları yok, hukuki donanımları olanlar da mevcut siyasal iktidardan bağımsız hareket edemiyorlar Sayın Bakan; bu bir gerçeklik, bunu görerek bakmamız gerekiyor.

Yine, Sayın Bakan, şunu ifade edelim: Tüm bunların sonucunda, bu yaşananlar, aslında bu hukuksuzluklar ve bu kadrolaşmanın sonucunda da on dört gün önce Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri Hatay Milletvekili Can Atalay kararı üzerinde AYM'yi tanımama... Ve daha ilerisine gidip üyeler hakkında suç duyurusunda bulunduklarını görebildik maalesef. Bize göre bu karar, Anayasa'ya yönelik açık bir muhtıra, yargıya yönelik de bir darbe girişimidir. Fakat maalesef, üzülerek söylüyorum ki bu konuyla ilgili sizin de bir talihsiz açıklamanız oldu. Siz bu konuyla ilgili şunu ifade ettiniz: "Burada iki mahkemenin arasındaki görüş farkını ortadan kaldırabilecek, giderebilecek, o konulardaki yanlış yorumlara sevk edecek belirsizlikleri giderebilecek olan da Türkiye Büyük Millet Meclisidir." dediniz. Ben bu söyleminizi talihsiz buluyorum Sayın Bakan. Siz de 1995'te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldunuz, eminim çok kıymetli, değerli hocalardan ders aldınız. Benim mesleki kıdemim on yıl ve inanın yani Anayasa'yı okuduğumuzda, 153'ü okuduğumuzda bunun böyle olmadığını çok net görüyoruz. Ben bu açıklamanızı talihsiz buluyorum. Hatta ve hatta bu açıklamanızı mevcut yargıdaki çürümüşlüğü toparlayabilmek için, durumu kurtarmak için yapmış olduğunuz bir analiz olarak görüyorum çünkü bir hukukçunun, bir Adalet Bakanının böylesi bir durumda, böylesi bir açıklaması gerçekten de kabul edilemez Sayın Bakan. Bu yargısal darbe girişimine karşı koymamak, yürütmenin bir parçası olduğunuz Hükûmette bu Meclisin ve halkın iradesine yapılacak her türlü darbe dinamiğinin de bir anlamda önünü açmak olacak Sayın Bakan. Yani bu bir başlangıç, bunun devamı çok daha büyük bir şekilde de gelebilir aslında bu suç duyurularıyla demek istiyoruz. Bu çürüme öyle bir hâl almış ki bu, her gün bir yargı mensubunun çetelerle, mafyayla kirli ilişkileri ortaya çıkıyor ve bu durum artık her defasında daha da yükselen bir boyuta gelmiş Sayın Bakan. Bu çürümelerin hiçbiri ve bu anlamda yargıdaki siyasallaşmalar bizim için tabii ki yabancı değil. Bizim için bunun net bir örneği de Kobani kumpas davası Sayın Bakan. Bu çürümenin halkımıza bakan yüzüyle biz yıllardır en ağır koşullarda mücadele ediyoruz ve adaletin olmadığı her yerde hiçbir hakkın savunulmasının yapılmadığı gibi düşüncelerin, demokratik ve siyasi saiklerle yargılandığını çok iyi biliyoruz. Biz buna "Kobani kumpas davası" derken aslında bir söylem üretmek açısından söylemedik Sayın Bakan, gerçekten de bir kumpas orası ve biz aslında bunu gerek sizlere gerek Mecliste gerek halklara defaatle izah etmemize rağmen, hâlen Kobani kumpas davasında keyfî yargılama, gerçekten de siyasal iktidarın bununla ilgili vermiş olduğu talimat doğrultusundaki yargılamalar olduğunu çok net bir şekilde görebiliyoruz.

Yine, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında Cumhurbaşkanı Erdoğan sistematik bir şekilde 6-8 Ekim olayları üzerinden HDP'yi kriminalize etmeye başlamış ve dosyanın bütün seyrini de bunun üzerinden geliştirmiştir. Yani ortada net bir şekilde hem AKP'nin hem MHP'nin Kobani kumpas davasını kurgulamasıyla ilgili bir durum söz konusudur. Kimse bunu, bu dosyayı hukuken izah edemez Sayın Bakan. Benim size şöylesi bir önerim de var Sayın Bakan: Gelin, bakın bakalım Kobani kumpas davasında, Sincan Cezaevinde yapılan yargılamada nasıl bir sistem işletiliyor? Hukukun üstünlüğünü bırakalım, hukuktaki kanunlar tamamen askıya alınmış durumda. Usule dair, mahkeme başkanı hiçbir şekilde ne tarafları dinliyor ne avukatları dinliyor ne gelen dosyalara bakıyor. Neden? Çünkü oraya bir talimat gelmiş ve bu talimatlar doğrultusunda hareket ettiği çok net. O yüzden bizim de size bu anlamda bir önerimiz var, gelin buradaki yargılamayı izleyin ve gerçekten de bu yargılamada -eğer bu anlamda talimatınız yoksa -nasıl bir hukuksuzluk olduğunu, hukukun enkaz altına alındığının göstergesi olduğunu orada görmenizi isteriz Sayın Bakan.

Yine, devam etmekte olan yargılamada mahkeme, özel usul uyguladığını gizlemeyen tavrıyla, net yani aslında, açık açık da bunu yapıyor, bunu yapmaktan da çekinmeyen bir hâl söz konusu; her hafta, her gün duruşma yaparak, savunmaları keserek, insanlık dışı, adil yargılamanın esamesinin okunmadığı yollardan, aldığı talimatlarla dosyayı bu şekilde götürdüğünü biz Kobani kumpas davasındaki süreçte net bir şekilde görebiliyoruz Sayın Bakan. Bu çürüme bitiyor mu? Maalesef ki bitmiyor, bir yandan hukuka aykırı bir şekilde yargılanıp cezaevine gönderilenler varken bir yandan da cezaevinde aynı şekilde hukuksuzluğu devam ettiren bir sistem var Sayın Bakan.

Cezaevlerinin durumundan ve infaz yakmalardan birazcık bahsetmek istiyorum. Bugün görüşmekte olduğumuz Bakanlık bütçesinin önemli kalemlerinden birini de elbette ki cezaevlerinin yapımı ve giderleri oluşturmakta. Türkiye son yirmi yılda âdeta bir açık hava cezaevine dönüşmüş durumda. Yine, iktidarın en büyük projesi bize göre her ile bir cezaevi üzerine. Evet, az önce, siz kendi sunumunuzda bazı cezaevlerinin kapatıldığından, koşullarının kötü olmasından bahsettiniz ama Sayın Bakan, bu, gerçekliği kesinlikle ifade etmiyor, hem sahadan gelen biri olarak söylüyorum yani daha önce cezaevlerini bu anlamda gidip ziyaret eden biri olarak hem de altı aylık süreçte... Maalesef ki, cezaevlerinin durumu içler acısı bir hâlde.

Burada tutulmakta olan özellikle politik mahpuslar üzerinde uygulanan durumlardan da bahsetmek istiyorum Sayın Bakan. Meşhur bir söz vardır: "Cezaevleri toplumun aynasıdır." denir ancak hukuk ve adalet krizinin, toplumsal sorunların bu denli çok olduğu bir ülkede cezaevleri iktidarın aynasıdır. İktidar, faşist ve diktatörlerde bile görülmemiş bir hırsla muhalifleri, kadınları, gazetecileri, aydınları, öğrencileri ve elbette ki Kürtleri tutuklamayı kendine birincil görev belirlemiştir demek istiyoruz Sayın Bakan. Bu cezaevleriyle ilgili maalesef ki 2020 yılında İnfaz Yasası'nda oldukça önemli bir değişiklik yapıldı ve sıklıkla da biz bunu dile getiriyoruz Sayın Bakan. Bir yandan birilerinin baskısıyla af niteliğinde infaz düzenlemeleri yaparken bir yandan da "Nasıl siyasi mahpuslar bundan yararlanmaz?" diyerek incelikle düşünüldü, hesap edildi ve pandemi bahanesiyle de bu yasa hukuk sistemimize gökten düşer gibi girdi. Neden gökten düşer gibi diyorum çünkü bu hazırunun çoğu hukukçu ve hukuk yapma tekniğini gayet net bir şekilde bildiklerini düşündüğüm için bunu ifade ediyorum. Bu kanun katılımcılık, eşitlik ve kanunilik ilkelerini yok sayan bir kanundur Sayın Bakan; en başta da zamana göre uygulama ve lehe uygulama ilkesi yok sayılmıştır. Bu kanunla birlikte idari gözlem kurullarına olağanüstü ve keyfî takdir hakkı verilerek bu kurullar âdeta ikinci bir mahkemeye dönüşmüş Sayın Bakan ve şu an, bu yasa çıktığından beri 341 mahpusun idari gözlem kurulları kararıyla tahliyeleri engelleniyor. Sayın Bakan, ben soruyorum size, mahkeme bir karar veriyor konuyla ilgili ve artık karar verilmiş, infazı yapılmış, bu kişi cezaevinde. Artık idari gözlem kurullarının bu kişiyi altı yıl daha hapsedecek hangi kararına dayanak gösterilebilir Sayın Bakan, yani bu kanun artık hükmünden de çıkmış, net bir şekilde siyasi, politik mahpusları mahkûm etmekten başka hiçbir açıklaması olamaz.

Ben size şunu da söyleyeyim Sayın Bakan: Bu kurulda hukukçu olarak sadece bir savcı var -ki bazı kurul kararlarında savcıların bile olmadığını görüyoruz- ya düşünün ceza infaz memuru, cezaevinin psikoloğu, cezaevinin sosyoloğu bu kişinin nasıl mahkûm edileceğine dair bir karar verebiliyor. Bu kararı nasıl veriyor, biliyor musunuz Sayın Bakan? Burayı çok net bir şekilde ifade etmek istiyorum, umarım notunu alıyorsunuzdur. Bu kararlar aynen şu şekilde: "Suyu tasarruflu kullanmama." Yani bir mahpusa diyor ki: "Sen suyu tasarruflu kullanmadığın için ben senin infazını üç ay yakıyorum." Böyle bir keyfîlik olabilir mi Sayın Bakan, böyle bir hukuk... Yani biz bunu hukukta nasıl tartışabiliriz bu düzlemde; bunu ifade etmek istiyoruz. Yine "manevi etkinliklere katılmama" "fazla kitap okumama" yetmiyor, fazla kitap okuyanın da infazı yakılıyor, fazla kitap okumayanın da infazı yakılıyor. Yani çok özetle, aslında en önemlisi de bu, kararların bir kısmı bu şekilde ama bir kısmında da şu var: "Pişmanlık beyan etmeme." Sayın Bakan, otuz yıl cezaevinde yatmış bir insan ve bu insanların yargılamalarının hepsinin hukuka aykırı olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz, hâl böyleyken bu kişilere "Pişman mısınız, değil misiniz?" denmesi kabul edilebilir bir şey değil.

Yine, Eskişehir H Tipi Ceza İnfaz Kurumunda yatan Mehmet Paksoy'un şalvarla gelmiş olmasından kaynaklı idari gözlem kurulu kararıyla infazı yakıldı. Bunlar efsane değil Sayın Bakan, hepsi birer gerçek ve kararları var.

Yine, Adem Oktay; Adem Oktay'ın infazının yakılmasının gerekçesi şu, diyorlar ki: "Senin ailen seni görmeye az geliyor, demek ki sen ailenle sorunlusun ve topluma faydalı biri olamayacaksın, senin infazını yakıyorum." Neden ailesi geç geliyor Sayın Bakan? Çünkü kendisi Karabük Cezaevindeyken ailesi onun tam tersi yani Türkiye'nin öbür ucunda olan bir yerde. Bu sadece Adem için geçerli değil, birçok kişide hem kişinin kendisi cezalandırılıyor hem de ailesi ona ulaşmasın diye ailesi de cezalandırılıyor ve bunun genellikle de politik mahpuslar üzerinden olduğunu buradan ifade etmek istiyorum.

Diğer yandan ise Sayın Bakan, geçen hafta Hrant Dink cinayetinin tetikçisi Ogün Samast tahliye edildi. Bakanlık resmî bir açıklama yaparak mevcut İnfaz Yasası'nın uygulandığını açıkladı. Peki, soruyoruz: Hrant Dink'in öldürülmesi gibi toplum ve kamuoyunun vicdanında büyük yaralar açan bir cinayet zanlısı için verilen orantısız cezanın bile tam olarak infaz edilmemesinin nedeni nedir? Cezaevinde kaldığı sürece, çeşitli suçlar işlemiş ve disiplin cezaları almış birine iyi hâllilik kararı verenler kimlerdir? Türkiye'de yaşayan Ermeni halkı üzerinde yaratılan güvencesizlik hissinin, adaletsizliğin hiçbir önemi yok mu? Bu cinayetin arkasında karanlık ve örgütlü plan, geçen onca yıla rağmen hâlâ aydınlatılmadı, Hrant'ın ailesi, dostları ve Ermeni halkına adalet borcu ödenmedi. Bu karar da zaten, yani Hrant'ın katili Ogün Samast'ın bu anlamdaki tahliyesi de İnfaz Kanunu'nun nasıl ayrımcı bir yasa olduğunu, nasıl kişilere göre, aslında korunanlara göre uygulandığının bir göstergesi olduğunu belirtmek istiyorum.

Sayın Bakan, son bir durum ise kadınlara ilişkin olarak yani kadınların yargılanmasına ilişkin bir durum. Kadınlara ilişkin bazı hususlardan bahsetmek istiyoruz Sayın Bakan. Hukuk ayaklar altına alınmış hâlde maalesef ki kadınlar açısından, çok da can alıcı bir şekilde hissediliyor. Biliyorsunuz, önümüz 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ve kadınlar bu cumartesi gününde de sokaklarda yine "Erkek adalet değil gerçek adalet!" diye haykıracak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Evet, Kunt Ayan, süreniz doldu.

Sözlerinizi tamamlamanız için iki dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

DİLAN KUNT AYAN (Şanlıurfa) - Teşekkürler Başkan.

Bunun bir nedeni var Sayın Başkan, bu sadece sloganvari bir şey değil. Neden "erkek adalet" deniyor? Çünkü gerçekten de Türkiye'de adalet kadınlar üzerinde uygulanmıyor Sayın Başkan ve bununla ilgili aslında kadın cinayetleri işleyenler, bu anlamda kadına yönelik şiddet uygulayanlar, bu faillerin tamamının artık bir iknası var, şunu net bir şekilde söylüyorlar: "Ne de olsa biz üç beş yıl yatar, çıkarız." Artık bunu sadece kadınlar olarak biz değil failler de söylüyor ve zaten bu bilinçle, bu saikle bu suçları işleyebiliyorlar fakat çok üzülerek şunu söylemek istiyorum: Geçtiğimiz aylarda bir açıklama yaptınız yine "Aile hukukunu sil baştan ele alacağız." dediniz fakat bizim sizden beklediğimiz şuydu Sayın Bakan: Bu ülkede her gün bir kadın öldürülüyorken "Aile hukukunu sil baştan ele alacağız." diyeceğinize, erkeklerin cebindeki ödemediği nafakaları düşüneceğinize bizim sizden beklentimiz, kadına yönelik işlenen cinayetlerdeki haksız tahrik indirimleriyle ilgili düzenlemeler yapacağız demenizi beklerdik. Umarım bununla ilgili yakın tarihte tekrardan bir değerlendirme yapılır ve böylesi düzenlemeler gelir. Haksız tahrik indirimleriyse, birkaç örnek vermek istiyorum bununla ilgili: Pınar Gültekin, yine haksız tahrik indirimi sonucunda maalesef failine hak ettiği ceza verilmemişti ve yine bununla ilgili seçim bölgem olan Urfa'da Hasret Tutal'ın katili Şervan Bekir Gülel'e de heyet, kasten öldürme suçundan müebbet hapis cezası verirken failin duruşmadaki hareketleri göz önünde bulundurularak maalesef ki yine cezasızlık politikasıyla kişiye az ceza verildi.

Sayın Başkan, Bakana bir de şunu ifade etmek istiyorum: Bir yandan bununla ilgili aslında yargılamalar yapılırken kadına yönelik şiddetle mücadele eden kadınlar da bir yandan yargılanmaya çalışılıyor yani hem kadını öldüren erkekler cezasızlık politikasıyla, zırhıyla devam ettiriliyor hem de...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Teşekkür ediyorum Sayın Kunt Ayan.

DİLAN KUNT AYAN (Şanlıurfa) - Son bir cümleyle bitiriyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

DİLAN KUNT AYAN (Şanlıurfa) - Bir yandan kadına yönelik şiddet uygulayan kişiler aslında korunurken bir yandan da bu şiddete karşı çıkan aktivistler yargılanıyor. Bunların en başında gelen ve otuz yıl ceza alan Ayşe Gökkan da bununla ilgili bir ceza aldı. Ayşe Gökkan'ın tek amacı vardı, gerçekten Türkiye'de ve kürdistanda kadınların öldürülmemesi, kadına yönelik şiddetin son bulması ve kadınların kendilerini ifade edebilecek bir zeminde olabilmesiydi fakat maalesef ki yargı tarafından Ayşe Gökkan otuz yıllık bir cezayla karşı karşıya geldi. Bir yandan Ayşe Gökkan hakkında otuz yıllık ceza verilen sistem, bir yandan da Avrupa'dan Ayşe Gökkan'a cesaret ödülleri veriliyor; bence bu durumu tekrardan bir değerlendirip aslında kadına şiddet vakalarında hem faili koruyan yerden vazgeçmek hem de bu alanda aktivizm yapan Kürt kadınlarını da...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DİLAN KUNT AYAN (Şanlıurfa) - ...Türkiye'de yaşayan feminist kadınları da bu şekilde yargı karşısında korumak gerektiğini ifade etmek istiyorum.