KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum. 2016 yılının bütçesini hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Aynı zamanda 24'üncü Dönem Parlamentoda birlikte çalıştığımız Bilal Uçar milletvekili arkadaşımız da Bakan Yardımcısı olmuş, kendisine de başarılar diliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP, siyasal iktidar sahnesine çıktığından bu yana, iktidar olma, iktidarda kalma ve sonrasında iktidarını korumak için devlet içindeki çeşitli güç odaklarıyla iş birliği içine girdiği dönemlerden geçerek şu anki var olma hâline yani devletle bütünleştiği bugünkü konumuna geldi. 2010 Anayasa değişikliği sonrasında, Adalet Bakanı ve müsteşarının başında olduğu HSYK eliyle, yargıda büyük bir tasfiye operasyonuna girişmiştir. 2010 Anayasa değişikliği sonrasında, Yargıtay ve Danıştayda kontrolün siyasi iktidar lehine sağlanması için üye sayıları artırılmış, bu mahkemelere siyasal çoğunluğu Hükûmet lehine çevirmek üzere 200'ü aşkın yeni üye atanmıştır. Anayasa değişikliğinin ardından girişilen bu tasfiye, iktidarın yargı denetimi olmaksızın yönetim arayışının açık bir göstergesidir. Sulh Ceza Hâkimliği adı verilen ve doğal yargıç ilkesini açıkça çiğneyen ve adı mahkeme olmakla birlikte, aslında siyasal iktidara bağlı adli yapılanmalar kurulmuştur. Özellikle iç güvenlik yasa paketi ile geniş yetkilerle donatılmış sulh ceza hakimliklerine, iktidarın uygun gördüğü isimlerin atanması garanti altına alınarak, tüm ülkede muhalifleri tutuklama tehdidiyle ve tutuklanarak kolaylıkla susturulabileceği, yönetenlerce uygun görülmeyen fikirlere, bilgilere İnternet'ten erişimin anında engellenebildiği yeni bir düzen yaratılmıştır. Bu dönemin en popüler uygulamaları ise Cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle verilen tutuklama kararlarıdır.

Ülkede yargının siyasallaşmış olduğu tespiti somut olgulara dayalı bir tespittir. Devlet gücünün, yargı sistemini siyasallaştırması ve siyaseti yargısallaştırmanın aracısı o doğal olmayan, olağanüstü mahkemeler ve olağanüstü yetkili mahkemelerde görevli savcılar eliyle olmuştur. Geçmişte bu işlevi istiklal mahkemeleri, Dersim yargılamaları, devlet güvenlik mahkemeleri, sıkı yönetim mahkemeleri, DGM'ler; AKP iktidarı döneminde ise bu işlevi, belirli dönemlerde, özellikle de siyasi parti kapatma davalarındaki ve son dönem sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili verdiği kararlardaki rolüyle Anayasa Mahkemesi, özel yetkili mahkemeler, torba davalar, sulh ceza hâkimlikleri, olağanüstü yetkili savcılar, HSYK ve atama, disiplin mekanizması, Adalet Bakanlığı ve teftiş mekanizması, başsavcılık mekanizması görmüştür.

Aşırı güç yoğunlaşması karşısında "denge" ve "fren" işlevini yerine getirmesi beklenen yargı, yürütmenin baskısı altında çalışmaya zorlanmaktadır. Sağlıklı işleyen bir demokratik hukuk devletinde, yurttaşların en büyük güvencesi yargıdır. Hukuk devleti, klasik tanımıyla yalnızca yönetilenlerin değil, aynı zamanda yönetenlerin de yargı denetimine tabi olduğu devlettir. Yargının denetim işlevini yerine getirebilmesi için yargının bağımsızlığını güvence altına alacak kurumsal mekanizmaların var olması gerekir.

Avrupa Konseyi üye hiçbir ülkede devlet başkanına hakaret edildiği gerekçesiyle soruşturma açılamazken 299'uncu madde dayanak gösterilerek hakkında iddianame düzenlenen, tutuklanan herkesin sistematik olarak ifade özgürlüğü ihlal edilmektedir.

Cumhurbaşkanına hakaret suçu, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olarak göreve başladığı tarih olan 28 Ağustos 2014'den sonra kaygı verici seviyede kullanılmaya başlandı ve kamuoyu gündeminde sıklıkla yer almaya başladı.

BİA Nisan-Haziran 2015 Medya Gözlem Raporu'na göre, dönemin Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Melda Onur'un Cumhurbaşkanına hakaret davalarına dair bilgi edinme başvurusunu yanıtlayan Adalet Bakanlığı, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yedi yıllık görev sürecinde 1.359 dava izni talep edildiğini, 545'inin kabul edildiğini ancak tutuklama yaşanmadığını, buna karşılık Recep Tayyip Erdoğan'ın yedi aylık Cumhurbaşkanlığı döneminde 236 dava izni talebi geldiğini, 105'ine izin verildiğini, 8 kişinin tutuklandığını da bildirdi.

Geçtiğimiz günlerde, Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili Murat Emir'in -burada biraz önce konuştu- yaptığı konuşmada, Sayın Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin son bir buçuk yılında 26 kişiye hakaret davası açılmış,

Abdullah Gül'ün görev süresinin son bir buçuk yılında aynı nedenle açılan dava sayısı 139 -son bir buçuk yılda- Sayın

Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk bir buçuk yılındaysa 1.300'ün üzerinde kişiye dava açılmıştır arkadaşlar. Bu dönem herkes hakkında -ya tutuklama ya dava açmayla ilgili- akıl almaz derecede davalar açılıyor.

Öte yandan, Cumhurbaşkanının avukatları, yüzlerce davada siyasetçilerden, gazetecilerden, sanatçılardan, öğrencilerden müvekkilinin zarara uğradığı gerekçesiyle milyonlarca lira talep ediyor. Bir başka deyişle, Türkiye'de adalet sisteminin önemli düzeyde bir mesaisi Cumhurbaşkanına hakaret edilip edilmediğini saptamakla geçiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'la ilgili ağzını açan, kalemini oynatan, deklanşöre basan herkes artık iki kez düşünmek mecburiyetindedir arkadaşlar.

Hükûmetin önümüzdeki dört yıllık süreçte 165 yeni cezaevi daha yapılmasını kararlaştırdığını biliyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeleriyle görüşen Adalet Bakanlığı Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürü, cezaevlerinde 565 kişilik yer kaldığını ve kapasitenin dolmak üzere olduğunu açıkladı.

2000 yılındaki "Rahşan Ecevit affı" diye geçen, o dönemin iktidarı döneminde çıkan afla ilgili, cezaevlerindeki mahkûm sayısı 70 binden 49 bine düşmüştü. Şimdi ise 13 Ocak 2016 tarihi itibarıyla tutuklu ve hükümlü sayısı 179.611 kişi oldu. Cezaevlerinde toplam 180.176 kişilik kapasite bulunuyor. 565 kişi daha tutuklanırsa bu kapasite dolacak. Türkiye'nin nüfusu on beş yılda yüzde 15, cezaevlerindeki mahkûm sayısı ise yüzde 250 arttı arkadaşlar.

Hükûmetin önümüzdeki dört yıllık süreçte yeni cezaevlerinin yapılmasını kararlaştırdığını biraz önce Sayın Bakan konuşmasında açıkladı. Bizler, cezaevi değil, okul istiyoruz, hastane istiyoruz ve yeni iş yerleri istiyoruz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de 2.165 çocuk şu anda cezaevlerinde tutuluyor. 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası hak ihlalleriyle anıldı. AKP iktidarıyla birlikte "çocuk suçlu" yaratılarak sürdürülen yargılamalar ve çocukları hedef alma politikaları ihlalleri ağırlaştırıyor. Adalet Bakanlığı ve İnsan Hakları verilerine göre, Türkiye'de en az 2.165 çocuk tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Cezaevindeki çocukların sadece yüzde 10'u hükümlü iken diğerleri tutuklu olarak yargılanıyor. Ciddi bir sirkülâsyonun olduğu Türkiye'de yıl içinde 10 bin çocuk, o 10 bin çocuk yaştaki bireyin cezaevlerine girip çıktığını görüyoruz.

Türkiye'de mevcut durumda Ankara, İstanbul ve İzmir'de çocuk cezaevi bulunuyor. Adalet Bakanlığının 5 yeni çocuk cezaevi daha açacağını açıklaması ise bu ihlallerin daha da artacağının işareti olarak görülüyor.

Sayın Bakan, konuşmanızda Avrupa İnsan Hakları karnesiyle ilgili düşüncelerinizi söylediniz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2015 raporunu açıkladı. Rapora göre, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine en fazla başvurusu bulunan 3'üncü ülke Türkiye. 1'incisi Rusya, 2'ncisi Ukrayna, 3'üncüsü de Türkiye. Türkiye, 87 kararla hakkında en fazla karar açıklanan 2'nci ülke. Türkiye, bu rakamla şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin iş yükünün yüzde 13'ünü oluşturuyor. Türkiye, geride bıraktığımız yıl için en çok adli yargılanma hakkının ihlalinden mahkûm edildi. Rapora göre, ülkemiz ifade özgürlüğü ihlalinde ise 1'inci sırada Sayın Bakan, ifade özgürlüğü konusunda 1'inci sırada. Türkiye, 2015'te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, hakkında en fazla ifade özgürlüğü ihlaline hükmettiği ülkelerden biridir.

AİHM'de düzenlenen basın toplantısında, mahkemeye geçen yıl 64.850 başvuru yapıldığı, bu noktada mahkemeye en çok 13.850 Ukrayna'dan başvuru gelirken, bu ülkeyi Rusya ve Türkiye takip etti. AİHM'ye Rusya'dan 9.200, Türkiye'den 8.450 başvuruda bulunuldu. Türkiye'den giden başvurular, mahkemeye en çok yük getiren kararlardır. Türkiye'nin, hakkında açıklanan 87 kararın 79'unda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin en az bir maddesini ihlal ettiği sonucuna varıldı. Rapora göre, Türkiye, adli yargılanma hakkıyla ilgili 20, özgürlük ve güvenlik hakkı ihlâliyle ilgili 14, etkin soruşturma yürütme hakkını ihlâlden 14 karardan ceza aldı. Türkiye'nin en çok adli yargılanma hakkının ihlalinden mahkûm olduğu ortaya çıktı.

Sayın Bakan, AGİT'in geçtiğimiz yıl, 1 Kasım seçimlerinden sonra hazırlamış olduğu rapor da yine Türkiye'nin ciddi sıkıntılar içerisinde olduğunu gösteriyor. Bunlardan birkaçını söylemek istiyorum: Özellikle AGİT'in tespit etmiş olduğu seçim sonuçlarıyla ilgili ilk bulgularda, yüzde 10'luk seçim barajı, siyasi çoğulculuğu kısıtlamaya devam ettiğinin altını çiziyor. "Adayların çoğu, genel olarak seçmenlere mesajlarını iletebilmiştir fakat özellikle ülkenin güneydoğu kısmında şiddetin artması, bazı adayların özgürce seçim kampanyası yürütmesini kısıtlamıştır." diyor.

Yine bir başka şekilde, seçme ve seçilme haklarını da içeren bazı temel özgürlüklerin Anayasa ve mevzuat tarafından fazla sınırlandığının altını çiziyor. Yine, AGİT, seçim bölgelerinde sandalye dağıtımı için kullanılan sistem Meclisteki sandalye başına düşen seçmen sayısına önemli bir fark doğurmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Ek süre veriyorum Sayın Çam.

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bu durum uluslararası belgelere, oyların eşitliği ilkesine aykırı düşmektedir.

Yine bir başka maddesinde, izlenen 5 televizyon kanalı arasına kamu televizyonunun da dâhil olduğu 3 kanalın programlarında iktidar partisini destekleyici yayın yapıldığının altını çiziyor AGİT.

Yine bir başka şekilde, YSK kararlarının yargısal denetime tabi olmayışı kuvvetler ayrılığı ilkesini tehdit etmekte ve seçime ilişkin konularda yargı yoluna başvurulmasını engellemektedir.

Anayasa Mahkemesinin temel hak ve özgürlüklerin ihlali konusunda bile olsa YSK kararlarının denetlenmeyeceğine ilişkin kararı paydaşların kanuni bir yola başvurma fırsatını daha da sınırlandırmıştır.

Yine Avrupa Birliği 2015 Raporu'nda da birçok çekinceli madde var. Bunlardan en önemlisi, iç güvenlik paketinin ifade özgürlüğü ve barışçıl gösterilerde toplanma hakkını daralttığı ifade edilmektedir. Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) da hâlen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yasalarına ve AİHM uygulamalarına uygunluk sağlamadığı belirtildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - İkinci ek süreyi veriyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - "İç güvenlik paketi, güvenlik güçlerinin keyfî uygulamalarının soruşturulmamasını garanti altına aldı." diyor.

Yine, özellikle toplumsal gösterilerde orantılı güç kullanılmasıyla ilgili bağlayıcı kuralların kesinlikle ciddiye alınmasıyla ilgili bir madde var.

Yine "Hapishanelerde psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve sosyologların sayısının artışına rağmen 173 bin mahpusun rehabilitasyonu oranı hâlâ düşük." diyor. Raporda hapishanelerle ilgili endişelerin devam ettiği ifade edildi. "Aşırı kalabalık sorununu çözmek için hapsetmenin alternatifleri geliştirilmelidir." diyor. Çocuk hapishanelerindeki kötü muamele bildirilmeye devam ediyor. "Ağır hasta mahpuslarla ilgili ceza erteleme düzenlemeleri garanti altına alınmalı." diyor.

Hapishanelerdeki kötü muamele iddialarının düzgün şekilde soruşturulmadığı belirtilen raporda, hapishane çalışanlarına yönelik davaların çok azında hoşgörülü bir yaptırımın üzerinde ceza verildiği ifade ediliyor.

İlerleme raporunda hukukun üstünlüğü konusunda Avrupa standartlarına ters düşüldüğü belirtiliyor. Yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri sarsılırken yargıçlar ve savcılar güçlü siyasi baskı altında.

BAŞKAN - Toparlar mısınız Sayın Çam.

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

hükûmetin, devletin içerisindeki sözde paralel yapı mücadelesi, yargı bağımsızlığına zarar verici.

Sözlerimi şöyle toparlıyorum Sayın Bakan, adli yardımla ilgili birkaç şey söylemek isterim. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer uluslararası belgelerle güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının avukat olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Hem ceza yargılamasında hem de hukuk yargılamasında maddi durumu iyi olmayan kişilere avukat sağlanması adil yargılamanın gerçekleşmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 81'inci maddesiyle bu kanun kapsamındaki kişilere de adli yardımdan faydalanma imkânı getirilmiştir. Bu hüküm olmasaydı dahi bir insan hakkı olan adil yargılanma hakkının gereği olarak ülkemizdeki yabancılara ihtiyaç duyduklarında avukat tahsis edilmesi bir gerekliliktir. Ancak bütçeden adli yardım için ayrılan pay ne yazık ki çok düşüktür. Barolar şu anda dahi kendilerine gelen adli yardım taleplerini karşılayamaz durumdadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Sisteme bir de sayısı bir buçuk milyonu aşmış olan yabancıların girmesi zaten yetersiz adli yardım sistemini büsbütün zorlamaktadır.

Barolar ve Türkiye Barolar Birliği, uyruğu, etnik kökeni, dini, mezhebi, dili, siyasi görüşü ve ne ile suçlandığına bakılmaksızın hukuki yardıma ihtiyacı olan herkese yardım edilmesinin avukatın ödevi olduğunu savunagelmiştir. Bu nedenle konunun bir kez daha gözden geçirilmesini talep ediyor ve özellikle adil yargılanmayla ilgili gerekli önlemlerin ve tedbirlerin alınmasını diliyor, 2016 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan sizin de hoşgörünüze.